Berceste- Kış Flipbook PDF

Barceste

103 downloads 108 Views 151MB Size

Story Transcript

BAYBURT FEN Lİ SESİBÜLTENİ

YI L : 1( 20222023) SAYI : 2 DÖNE M: KI Ş( KASI MARAL I K)

Bi rbe y azl e r z e , bi rdumanl ı uç uş Eş i ni gai pe y l e y e nbi rk uşgi bi k ar l ar Ge ç e ne y y âmı ne v bahar ı ar ar . . .

“ KI ŞSAYI SI ” bf l . 2004

bf l . 2004

baybur t f enl i sesi . meb. k12. t r

BAYBURT FEN LİSESİ

OKUL KADROMUZ ALİ ŞAHİN OKUL MÜDÜRÜ

MÜNÜR AÇIKGÖZOĞLU MÜDÜR YRD. PANSİYON

ZEKAİ TEPİR TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

SELDA GÜLEZ FELSEFE

ABDULKADİR KARABULUTOĞLU MATEMATİK

NURHAN YAZICIOĞLU FİZİK

FATİH ÇUHADAROĞLU TARİH

YASEMİN ŞAHİNOĞLU GÖRSEL SANATLAR

MEHTAP KÖYMEN TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

İBRAHİM HAKKI KAYMAK COĞRAFYA

HÜSEYİN TİRYAKİ MATEMATİK

İLYAS BIYIK FİZİK

SELMANİ AKSUOĞLU KİMYA

FERHAT ERAYDIN BİLİŞİM TEKNOLOJİLERİ

ÖMER COŞAR

TEVFİK BÜYÜKKÜLEKCİ

MÜDÜR BAŞYARDIMCISI

MÜDÜR YARDIMCISI

RECAİ HANÇER TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

HAMİT KUNDAKÇİ İNGİLİZCE

HARUN ÖZKARA MATEMATİK

KUDDUSİ DURSUN TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI

MEVHİBE KÜBRA HANÇER İNGİLİZCE

RAKİP POLAT MATEMATİK

MEHTAP KUTLUER REHBERLİK

MERVE AKPINAR İNGİLİZCE

ZÜHRE TOPUZ MATEMATİK

SUAT KELLECİ

MEHMET AYIK

ÖZLEM ÖZDEMİR

BİYOLOJİ

BİYOLOJİ

TARİH

HASAN KARATAY

HASAN AKYÜZ

SERDAR ERASLAN

KİMYA

BEDEN EĞİTİMİ

BEDEN EĞİTİMİ

SUBHAN ABBASOĞLU DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLG.

HULUSİ YÜZER DİN KÜLTÜRÜ VE AHLAK BİLG.

FATMA NESİBE GELEN ARAPÇA

“ BERCESTE “ KIŞ SAYISI BFL BÜLTENİ HABER-KÜLTÜR-SANAT-BİLİM MECMUASI

İMTİYAZ SAHİBİ Bayburt Fen Lisesi Adına: Ali ŞAHİN Okul Müdürü

Genel Yayın Yönetmeni: Kuddusi DURSUN T. Dili ve Edebiyatı Öğretmeni

Yazı İnceleme Komisyonu: Tevfik BÜYÜKKÜLEKCİ Özlem ÖZDEMİR Mehtap KÖYMEN M. Kübra HANÇER

Yayın Kurulu: 9-A Zeynep Sevde TEMEL 9-C Fatma Eylül TÜRKMEN 9-C Sinem CAN 10-A Behice KARABULUTOĞLU 10-B Sümeyye Nezahat DURMUŞ 10-B Zehranur BİRİNCİ 11-A Sıla MUTLU 11-D Livanur Sena TUTAR 11-D Medine ÇELİK 12-B Hiranur YILDIRIM

Dizgi Tasarım Baskı: Ferhat ERAYDIN Bilişim Teknolojileri Öğretmeni

Abdulkadir KARABULUTOĞLU Matematik Öğretmeni

İletişim: Bayburt Fen Lisesi Zahit Mahallesi Ergenekon Caddesi No: 5/A BAYBURT Telefon: 0 458 213 2375

Yayımlanan yazıların hukukî sorumluluğu sahibine aittir.

Bu mecmua MEB Ortaöğretim Kurumları Yönetmeliğinin ilgili maddesine göre çıkartılmıştır.

İÇİNDEKİLER BAŞ YAZI........................................................: 4 REHBERLİK KÖŞESİ.................................: 5 ÖĞRETMENİMİZ DİYOR Kİ...................: 6-7 ROL MODEL İNSANLAR.........................: 8 YAZARLARI TANIYORUZ.......................: 9 SPORDA BİZ.................................................: 10-11 DEĞERLERİMİZ...........................................: 12

13 TÜRK İSLÂM BİLGİNLERİ.......................: 14-15 OSMANLI DÖNEMİNDEN GÜZEL ÂDETLER........:

ZİYARETÇİMİZ VAR..................................: 16 ÖĞRETMENLERİMİZDEN......................: 17 GENÇ KALEMLER YAZIYOR.................: 18..24 ÖDÜLE LAYIK ESERLER.........................: 25 KASIM AYINA ÖZEL.................................: 26 AY'IN SORUSU............................................: 27 FELSEFE..........................................................: 28 "EN" LERİMİZ (11. SINIFLAR)..................: 29-30 AY'IN SINIFI/ÖĞRENCİLERİ..................:31-32 ÖĞRETMENLERİMİZDEN .....................: 33-34 ÖĞRENCİ KALEMİNDEN........................: 35 6 DEVLET 1 MİLLET (KAZAKİSTAN)..: 36 GELECEKTE....................................................: 37 EMEĞİ GEÇENLER......................................: 38

BAŞYAZI Değerli Meslektaşlarım, Kıymetli Veliler, Sevgili Öğrenciler, Bayburt Fen Lisesi olarak haber, eğitim, sanat ve kültür içerikli dergimizin “KIŞ SAYISI” ile karşınızdayız. Bilgi ve teknoloji çağının gereklerine uygun olarak, internet altyapısıyla Eğitim Bilişim Ağı destekli FATİH Projesi kapsamında son teknolojiyi öğretimimizde verimli bir biçimde kullanan bir okul olarak, okul dergimizi elektronik platformda da yayımlamaya karar verdik. Böyle bir çalışmanın içinde olduğum için gururluyum. Bu çalışmalarımızın devamının geleceği ve her sayıda daha güzel çalışmaların ortaya konulacağı ümidindeyim. Eğitim, insanın içinden gelmesi gerektiği gibi, aynı zamanda bir gönül işidir. Ben, bu işe gönül veren eğitim neferlerinden yalnızca bir neferim. Bir süredir okulumuzun Müdür Başyardımcılığını yapmaktayım. Eğitim, geciktirilmeden verilmesi gereken ve yararları uzun dönemde görülebilen bir hizmettir. Bu hizmetin sağlıklı bir ortamda ve çağın gereklerine göre verilebilmesi için devletimiz, elinden geleni yapmaktadır. Biz eğitimciler de bu hizmette yapılabileceğimizin en iyisini yapmanın gayreti içindeyiz. Okumak, insan hayatındaki önemli olgulardan bir tanesidir. Medeniyetin, teknolojinin gelişmesinde okumanın faydasını yadsıyamayız. Bugün eğer insanlık bu kadar gelişmişse bu; kitap, dergi ve gazete gibi unsurların sayesindedir. Sevgili öğrenciler Sizden sahip olmanızı istediğimiz üç şey: sağlığınız, mutluluğunuz, ahlâklı ve başarılı olmanızdır. Sizlerden dürüst, adil ve iyi bir insan, değer ve tutumlara bağlı bireyler olmanızı arzuluyoruz. Dergimizin ikinci sayısının hazırlanmasında emeği geçen öğretmenlerimize, yazılarıyla bize destek olan öğrencilerimize teşekkür eder; Bayburt Fen Lisesi ailesinin bir ferdi olarak sevgi ve saygılarımı sunarım.

Ömer COŞAR Müdür Baş Yardımcısı 4

REHBERLİK KÖŞESİ

Çalışma Motivasyonunu Sağlamak Bizim Elimizde… Motivasyon, günümüzde birçok insanın ortak sorunu... Çocuklar, çalışma motivasyonlarını sağlayamadıkları için istedikleri başarıyı gösteremiyor. Peki, o halde çocuklarımız yani öğrenciler ne yapmalı ki büyük bir istekle çalışmaya başlasınlar? Bizler motivasyonu dışarıda ararız genellikle. Oysaki dışarıdan gelen motivasyon çok inandırıcı ve sürekli değildir. Asıl motivasyon kaynağı içimizdedir. Hem inandırıcıdır hem tükenmez. İçsel motivasyon için bize lazım olacak bazı ipuçları vermek isterim sizlere. Temiz bir kâğıda iki paragraf olacak şekilde arzu ettiğiniz geleceğin hikayesini yazın. Gelecekte yapmakta olduğunuz şeyi, yaşadığınız yeri ve sahip olduklarınızı yazın. Bu sizi hem şimdi hem de gelecekte motive edecektir. Hayal kurmaktan korkmayın. Hayalleriniz hedeflerinize giden yolda size ışık tutacaktır. Yani birinci adım, "uzak ve yakın hedeflerin ne olduğunu belirlemektir”. Şu unutulmamalı ki uzak hedeflere ulaşmak, yakın hedeflerin gerçekleşmesine bağlıdır. Yani ders çalışmak, diploma almak, başarılı olmak, kariyer yapmak gibi bir sıralama çıkıyor karşımıza. Bu denklemde yakın hedef ders çalışmak, uzak hedef ise kariyer yapmak veya gelecekte olmak istediğimiz yere ulaşmaktır. Motivasyonu, bir işi yapmak için bireyin içinde duyduğu güçlü bir istek olarak tanımlıyoruz. Yani istek ne kadar güçlü ise o kadar motive olunmuş demektir. Örneğin, "tiyatroya gitmek" için güçlü bir isteğiniz varsa mutlaka uygun bir zaman aralığı bulup gidersiniz. Aslında hayatımızdaki bütün işler için de durum böyle değil midir? Yani ikinci adım, "istemektir”. Üçüncü adım ise, "başlamaktır”. En büyük sorunlardan birisidir ders çalışmaya başlamak. Çeşitli etkenler, çoğu zaman engel olur bize. Bazen televizyon, bazen bilgisayar veya internet, bazen arkadaşlarımız ve dostlarımızdır. Aslında asıl engel biziz; engel, kendimizi çalışmaya ve başarılı olmaya ikna edememiş olmamızdır. Uzak hedefimize yeterince kilitlenmeyişimiz ve bunun sonucunda da yakın hedefimize asılmayışımızdır. "Ders çalışmaya başlayamamak" sorununu yakın hedefi küçülterek giderebiliriz. Örneğin, YKS gibi milyonlarca öğrencinin hazırlandığı bir sınava hazırlanıyorsak ve günlük belirli süre ders çalışmamız ve soru çözmemiz gerekiyorsa hemen yapmamız gerekenleri küçük parçalara ayırmalıyız. Büyük lokmaları yutmaya çalıştığımızda sorunlar yaşadığımız gibi, ara vermeden ve bizi çokça yoracak bir tempoda çalışmak öğrendiklerimizi hazmedememe sorunu yaşatır bize. Yediklerimizden tat almak için küçük lokmalar halinde ve tane tane yememiz gerektiği gibi, çalıştığımız konuları öğrenmemiz için de konuları parçaları ayırmalıyız. “Başlayamamak" sorununu gidermenin diğer çözüm yolu da ders çalışmaya hemen başlamaktır. Yani şartlar ne olursa olsun hemencecik başlayalım. Gerekirse sonra mola verebiliriz. Unutmayın, "erken kalkan yol alır”. Dördüncü adım da "beklememektir”. Yani hemen yola koyulmaktır. Motive olamayanların çoğu kendilerine ilham gelmesini bekler. Bu kişiler "Bir ilham gelsin de o zaman çalışırım" der. Oysaki ilham sanatçılara, yazarlara, şairlere ve ressamlara gelir. Onlara da her zaman gelmez "ilham" denilen sihirli değnek. Televizyonda güzel bir program, tam donanımlı bir bilgisayar, hemen dünyaya açılabileceğimiz bir internet ve cep telefonumuz kadar bize yakın ve mesajlarıyla sürekli yanımızda hissettiğimiz arkadaşlarımız olduğu sürece ilham yanımıza uğramaz olur. O zaman da gelecekte olmak istediğimiz yerden epeyce uzaklaşırız. Beşinci adım ise "hayır demeyi bilmektir”. Her şeyden önce kendimize hayır demeliyiz. Yani tembelliğimize ve bizi tembelliğe iten, çalışmaktan alıkoyan, bizi başarıdan ve öğrenmeden uzaklaştıran yersiz arkadaş davetlerine, zamansız televizyon programlarına, saatlerimizi alan bilgisayarımıza, telefonlarımıza "hayır" demeyi öğrenmeliyiz. Bunlarla ders konusunda tercih yapmalıyız. Bu tercihlerimizde önceliğimiz derslerimiz olmalı. Yani kendimize temel bir başarı ilkesi belirlemeyiz. Önce ders, sonra televizyon gibi... Unutmayın, motivasyonsuzluk problemini oluşturan biziz, bunu çözmek için sihirli bir değneğe ihtiyacımız yok. Öncelikle bunu sorun olarak kabul etmemiz ve bu durumdan kurtulmak için niyetlenmemiz gerekir. Sonrasında ise yukarıda sıraladığımız adımları sırasıyla uygulamak kalıyor. Sevgiyle kalın

Mehtap KUTLUER Okul Rehber Öğretmeni

5

ÖĞRETMEN KALEMİNDEN

MOHAÇ TÜRKÜSÜ

TALEBE TÜRKÜSÜ (NAZİRE )





Bizdik o hücûmun bütün aşkıyla kanatlı;

Bizdik o imtihanın bütün heyecanı ile coşan.

Bizdik o sabah ilk atılan safta yüz atlı.

Bizdik o sabah ilk olarak imtihana koşan.





Uçtuk Mohaç ufkunda görünmek hevesiyle,

Uçtuk Eğitim(*) sınıflarında muvaffakıyet hevesiyle.

Canlandı o meşhûr ova at kişnemesiyle!

Öğrenmiştik Eğitimi, Edebiyatı Türkçesiyle.





Fethin daha bir ülkeyi parlattığı gündü;

Kalbimizin saniyede üç buçuk attığı gündü.

Biz uğruna can verdiğimiz yerde göründü.

Tam o sırada karşıdan bir hoca göründü.





Gül yüzlü bir âfetti ki her bûsesi lâle;

Çatık yüzlü bir sima ki almıyor bizi kale.

Girdik zaferin koynuna, kandık o visâle

Girdik imtihan odasına geldik feci bir hale.





Dünyâya vedâ ettik, atıldık dolu dizgin;

Birbirimize veda ettik, içimizden korku silinsin.

En son koşumuzdur bu! Asırlarca bilinsin!

En son gayretimizdir bu herkesçe bilinsin.





Bir bir açılırken göğe, son def'a yarıştık;

Acele acele yazarken cevapları adeta yarıştık.

Allâh'a giden yolda meleklerle karıştık.

Derin düşüneyim derken hülyalara karıştık.





Geçtik hepimiz dört nala, cennet kapısından;

Nihayet çıktık hepimiz koşarak imtihan odasından.

Gördük ebedî cedleri, bir anda yakından!

Nedir çektiğimiz şu imtihan modasından?





Bir bahçedeyiz şimdi şehidlerle berâber;

Bir Eğitim bahçesinde arkadaşlarla beraber,

Bizler gibi olmuş o yiğitlerle berâber.

Bizler gibi titremiş o yoldaşlarla beraber.





Lâkin kalacak doğduğumuz toprağa bizden;

Lakin kalacak bu Eğitim’e bizden;

Şimşek gibi bir hâtıra nal seslerimizden.

Her zaman çınlayan bir hatıra seslerimizden.







Kuddusi DURSUN (2001 Trabzon)

Yahya Kemal BEYATLI

(*) Eğitim: KTÜ Fatih Eğitim Fakültesi

6

ÖĞRETMEN KALEMİNDEN ENGLISH PROVERBS - İNGİLİZCE ATA SÖZLERİ

the cat.

7

ROL MODEL İNSANLAR

AYŞE HÜMEYRA ÖKTEN

Babası Osmanlı dönemi ulema sınıfından müderris ve felsefe hocası, imam hatip mekteplerinin kurulmasında öncü Mahmud

Celaleddin

Ökten’dir.

Okullarını

birincilikle

bitirerek 1949 yılında İstanbul Tıbbiyesinden mezun olur. Prof. Dr. Saadettin Ökten’in de ablası olan Dr. Ayşe Hümeyra Hanım, tesettürlü ilk doktor ve Cumhuriyet döneminde hacca giden ilk görevli doktor hanım olarak öncülük etmiştir. 1953 yılında Kızılay tarafından hacda görevlendirilmesinin ardından hayatı, İstanbul-Hicaz arasında geçmeye başlamıştır. Ökten, henüz asistanken Kızılay'ın ilk bayan hekim misyonlusu olarak hacca gitti ve Medine'ye asıllaştırdığı bu yolculuktan sonra Suudi Arabistan'da oturma izni alarak, yaşamını orada yaşamaya karar verdi. Daha sonra babası da Medine'de oturma tutkusu dileyince işinden istifa ederek, ailece Medine'ye yerleşti. Görevi sebebiyle gittiği Medine'ye bağlanan Ökten, 1960'tan sonra dokuz ay Suudi Arabistan'da, üç ay İstanbul'da kalarak çalışmalarını sürdürdü. Dr. Ökten, babasının etrafında yer alan ilim ve bilim dünyasından pek çok ehemmiyetli ad olan Mehmed Zahid Kotku, Babanzade Ahmed Naim, Mehmed Ali Ayni, Mahir İz, Nurettin Topçu gibi bir yarıyıla damgasını vurmuş ilim adamlarının yaşamına yakinen tanık oldu ve onların bilgisinden istifade etti. Kendisini hastalarına adayan Ökten, yoğun iş yaşamı sebebiyle

hastalarına

yeterince

zaman

ayıramayacağı

görüşüyle evlenmedi. Ökten, 95 yaşında Medine'de yaşama veda etti.

Hazırlayan: Sümeyye Nezahat Durmuş ( 10/B )

8

YAZARLARI TANIYORUZ

Edgar Allan Poe: Edgar Allan Poe, 19 Ocak 1809'da Boston'da Massachusetts'de doğdu. Anne ve babası profesyonel oyuncu olan Poe, üç kardeşten ikincisi olarak dünyaya geldi. Önce babası evi terk etti ardından annesi 1810 yılında veremden hayatını kaybetti. Poe'yu zengin bir tüccar olan John Allan ve eşi Frances evlat edindi. Poe'nun eğitim hayatı antik ve modern diller üzerine eğitim görmek üzere gittiği Virginia Üniversitesinde başladı. Ancak alkol, kumar ya da borçları nedeniyle okuldan ayrılmak zorunda kaldı. Kâtiplik ve gazete yazarlığı yaptı. Annesini küçük yaşta kaybeden Edgar Allan Poe, kendisini büyüten Frances Allan'ı 1829 yılında kaybetti. Frances Allan’ın ölümü ve John Allan ile anlaşamaması sonrası Poe aileden uzaklaştı. Orduda bir süre görev alan Poe, West Point Askeri Akademisine kayıt oldu ve buradan da atıldı. Ardından yazılarını yayımlamaya bu dönemlerde başladı. Yaşamını yazarak sürdürmeye çalışan Poe, ilk dönemlerinde dergi sektöründe çalıştı. Kısa öykü, şiir ve eleştiriler yazarak para kazanmaya çalıştı. Richmond, Baltimore, Philadelphia, New York, İngiltere, İskoçya ve İrlanda'nın aralarında bulunduğu pek çok ülke ve kentte yaşadı. Poe'nun ilk kitabı 1827 yılında "Bir Bostonlu" adı ile yayımladığı "Timurlenk ve Diğer Şiirler" oldu. 1829'da İkinci kitabı Al Aaraaf, Tamerlane and Minor Poems'i (Araf, Timurlenk ve Önemsiz Şiirler) yayımladı. 1831 adını yalnızca Poems (Şiirler) koyduğu üçüncü kitabını yayımladı. ABD'de ve İngiltere'de uzun yıllar görmezden gelinen ve eleştirilen Poe, 1833 yılında "The Baltimore Saturday Visitor” tarafından düzenlenen yarışmayı "M.S Found in a Bottle" (Şişedeki Mesaj) öyküsüyle kazandı ve 1834'te Godey's Lady's Book'ta yayımlanan "The Visionary" (Vizyoner) öyküsü ile artık ismi bilinen bir yazar oldu. Zor bir hayat yaşadı ama hep üretken oldu. Poe'nun yarattığı Dupin karakterinin ise polisiye kurgunun dedektifleri için temel olduğu kabul edilir. 1847 yılında eşi veremden öldü. İki yıl sonra 3 Ekim 1849 tarihinde ise Baltimore sokağında kaldırımda bulunan Edgar Allan Poe, 7 Ekim'de yaşamını yitirdi. Poe'nun mezarı Baltimore, Maryland'te Westminster Hall'de bulunuyor. Ölümü ile ilgili pek çok rivayet söz konusu. Dönemin gazeteleri ölümünü "beyin tıkanıklığı" ya da "beyin iltihabı" olarak duyursa da gerçek ölüm nedeni gizemini korumaya devam ediyor. Eserler: Kuzgun, Kara Kedi, Annabell Lee, Kuyu ve Sarkaç, Dedektif Auguste Dupin Öyküleri, Oval Portre, Morgue Sokağı Cinayeti, Usher Evinin Çöküşü

9

Mina Urgan: Prof. Dr. Mina Urgan; Türk Yazar, Filolog, Profesör, Çevirmen. Mina Urgan 1 Mayıs 1915 yılında İstanbul’da dünyaya geldi. Mina Urgan biyolojik babası Şair Tahsin Nahit'i hiç tanımamıştır. Babasının ölümünden sonra annesi Yazar Falih Rıfkı Atay ile evlenmiştir. Arnavutköy Amerikan Kız Kolejindeki öğreniminden sonra İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Fransız Filolojisi bölümünü bitirdi. Aynı fakültenin İngiliz Filolojisi bölümünde Doktorasını da yapan Urgan, “Elizabeth Devri Tiyatrosunda Soytarılar” isimli çalışmasıyla 1949‘da Doçent unvanını aldı. 1960 yılında ise Profesör olarak öğretim üyeliği görevine devam eden yazar, 1977‘de İstanbul Üniversitesinden emekli oldu. Mina Urgan İngiliz edebiyatının en önemli eserlerini Türkçeye kazandırmıştır. Mina Urgan’ın eserlerini Türkçeye kazandırdığı yazarlar arasında Thomas Malory, Henry Fielding, Balzac, Aldous Huxley, Graham Greene, William Golding, John Galsworthy ve Shakespeare gibi önemli isimler vardır. Özellikle Shakespeare ve Virginia Woolf incelemeleri, akademik çevrede büyük ses getirmiştir. Mina Urgan kendisine ait anılarını ve gezilerini kaleme aldığı iki kitabı “Bir Dinozorun Anıları” ve “Bir Dinozorun Gezileri” kitapları YKY tarafından defalarca kez yeniden basılmış ve okuyucular tarafından yoğun ilgi görmüştür. Urgan, akademik çevrelerce Türkçeye ve İngilizce ’ye olan hakimiyetiyle, edebiyata kazandırdıkları sebebiyle duayen olarak kabul edildi. “İngiliz Edebiyatı Tarihi”, “Edebiyatta Ütopya Kavramı ve Thomas Moore”, “Virginia Woolf İncelemesi”, “D. H. Lawrence İncelemesi”, “Shakespeare ve Hamlet İncelemesi” eserleri hem edebiyata hem de akademiye önemli katkı olarak kabul edildi. Mina Urgan’ın tiyatrocu Cahit Irgat olan evliliğinden Mustafa Irgat ve Zeynep Irgat adında iki çocuğu oldu. Ancak Urgan daha sonra boşandı. 18 Nisan 1999 tarihli milletvekilliği seçimlerinde Özgürlük ve Dayanışma Partisi‘nden milletvekili adayı olan yazar, 1993 yılında Altın Kitap, 1996 yılında da Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü‘nün sahibi oldu. Mina Urgan, 15 Haziran 2000 yılında ardında birçok önemli çalışma ve kitap bırakarak hayata gözlerini yumdu. Eserleri: İnceleme: Elizabeth Devri Tiyatrosunda Soytarılar (1949), Shakespeare (2 cilt; 1960, 1970), Macheth: Bir inceleme (1965), Edebiyatta Ütopya Kavramı ve Thomas More (1984), Shakespeare ve Hamlet (1984), İngiliz Edebiyatı Tarihi (5 cilt, 1986-1993), Wirginia Woolf (1995), D.H. Lawrence (1997). Anı: Bir Dinozorun Anıları (1998).

Hazırlayan: Zehranur Birinci ( 10/B )

SPORDA BİZ

10

SPORDA BİZ

11

DEĞERLERİMİZ ADAB-I MUAŞERET: Bir toplulukta uyulması gereken ve insanlar arasındaki davranışları düzenleyen nezâket, saygı ve görgü kuralları. Baron Adolph Knigge 1788 yılında yazdığı 'Âdâb-ı Muâşeret' isimli kitabıyla Almanya'da görgü kurallarına adını verdi. Günümüzde bu kuralları öğretmek için açılan kurslar büyük ilgi görüyor.



ADAB-I MUAŞERET KURALLARI:

MAKAM ODALARINDA DAVRANIŞ ADABI:

Emanet eşyalar fazla geciktirilmez.

Randevu alma

Başkasının kusuru ile dalga geçilmez.

Makam odalarında görüşme ve arz

Ayakta bir şeyler yiyip içilmez.

Makam odalarında oturma şekilleri

Eller pantolon cebine sokulmaz.

Makam odalarında çay, kahve içme adabı

Telefon eden kişi önce kendisini tanıtır.



·Pazarlık yapılırken mal kötülenmez.

ZİYAFETLER, KARŞILAMA-AĞIRLAMA VE UĞURLAMA ADABI:

·Kusurlar yüze karşı açık açık söylenmez.

Ziyaret çeşitleri



Ziyaret zamanları

SOFRA ADABI:

Konuk ve ziyaretçilerin kabulü

Yemekte Konuşmamak

Konuk ve ziyaretçilerin karşılanması

Peçete ve Kürdan Kullanmak

Konuk ve ziyaretçilerin uğurlanması

Yemeği Yavaş Ve Sessiz Yemek



Afiyet Olsun Demek

DAVET, ZİYAFET VE SOFRA ADABI:

Yemekle Oynamamak

Davet çeşitleri

Ağız Şapırdatmamak

Davet düzenleme ve davetiyeler

El Yıkamak

Davetlerde misafirlerin karşılanması

Sofradakileri Beklemek

Neyi nasıl yemeli?

Küçük Lokmalar Halinde Yemek

ÇAY KAHVE VE MEŞRUBAT İKRAM ETME ADABI:

SOSYAL DAVRANIŞ ADABI:

Çatal, bıçak ve kaşık kullanma

Selamlama

Peçete kullanma

Tanıştırma, tanışma ve tanıştırılma

Tuz, biber, limon, kullanma

Hediye alıp verme



Çiçek verme ve gönderme

GÜNCEL ADABI MUAŞERET KURALLARI:

Çeşitli yerlerde davranış adabı

1- İzin alınmadan kimse mesajlaşma gruplarına dâhil edilmez.

(Sinema, Tiyatro, Seminer vb.)

2- Alt komşuyu rahatsız edecek şekilde sesler çıkarılmaz.



3- Toplu taşımada kulaklıksız müzik dinlenmez, video izlenmez.

ETKİLİ GÜZEL KONUŞMA ADABI:

4- Ekmek el ile değil, göz ile seçilir.

Etkili ve güzel konuşmanın önemi

5- Tamamı büyük harflerden oluşan mesajlar atılmaz.

Saygılı ve nazik konuşmanın incelikleri

6- Kaldırım, kapı gibi geçiş noktalarına araç park edilmez.

Kadınlarla ilgili hitap şekilleri

7- İzni alınmadan kimsenin fotoğrafı sosyal medyada paylaşılmaz.

Erkeklerle ilgili hitap Şekilleri

8- Yollarda yayalara öncelik tanınır, gereksiz yere kornaya basılmaz.

Telefonla (Ev-Cep) konuşma adabı

9- Samimi olunmayan kişiler sosyal medyada çekilişlere etiketlenmez.



10- Mecbur kalınmadıkça insanlar gece aranmaz.

Zehranur BİRİNCİ 10/B

12

OSMANLI DÖNEMİ'NDEN GÜZEL ÂDETLER



KAHVE: Belki de günümüzde en bilindik Osmanlı âdeti kahve âdetidir. Kahvenin yanında su getirilirdi. Misafir, toksa önce kahveyi alır; aç ise suyu alırdı. Ona göre de ya yemek sofrası kurulur ya da meyve ikram edilirdi.



KAPI TOKMAĞI: Osmanlı’da kapılarda iki adet tokmak vardı. Bu tokmaklardan biri kalın biri inceydi. Erkek misafirler kalın ses çıkaran tokmağı, kadın misafirler ise ince ses çıkaran tokmağı kullanırlardı. Böylelikle ev halkı da kapıdaki misafir hakkında bilgi sahibi olur, ona göre karşılarlardı. Eğer kapıyı çalan, kadın ise ev hanımı kapıyı ev haliyle açardı. Gelen misafir erkek ise ev hanımı örtünüp kapıyı açar ya da mahremi (kocası, oğlu vs.) açardı.



YAŞ SORULMASI: 63 yaşını geçmiş büyüklere yaşları sorulduğunda “Haddi aştık” cevabını verirlerdi. Bunun sebebi ise Peygamber Efendimiz’ in 63 yaşında vefat etmesidir.



PENCEREDEKİ ÇİÇEKLER: Pencerede sarıçiçek varsa bunun anlamı “Bu evde hasta var, kapının önünde ya da sokakta gürültü yapma.” demekti. Kırmızı çiçeğin anlamı da “Bu evde gelinlik çağına gelmiş bekâr kız var. Evin önünden geçerken küfür etme ve konuşmalarına dikkat et.” demektir.



RAMAZAN AYI: Ramazan ayı, Osmanlı’da büyük önem taşırdı. Halk da eşine dostuna iftar vermeyi büyük ibadet kabul eder, misafir ağırlamak için çırpınırlardı. Bu nedenle iftar saatlerinde evlerinin kapısı açık olurdu. Böylelikle yolda kalan ya da ihtiyacı olan herkes istediği eve girer, iftarını yapardı. Ev halkı tarafından da misafirin kim olduğu asla sorulmazdı.



HEDİYE: Erkekler, hanımlara hediye olarak ayna alırdı ki, bunun anlamı “Sana senden daha güzel verilebilecek bir hediye yok.” demekti.

Sinem CAN 9/C

13

TÜRK İSLAM BİLGİNLERİ: CEZERİ

1136 yılında Cizre'nin Tor mahallesinde doğmuştur. Sibernetik alanın kurucusu kabul edilen, fizikçi, robot ve matrix ustası bilim adamı "İsmail Ebul İz Bin Rezzaz El-Cezeri" 1206'te Cizre'de vefat etti. Lakabını yaşadığı şehirden alan El Cezeri, öğrenimini Camia Medresesi'nde tamamlayarak, fizik ve mekanik alanlarında yoğunlaştı ve pek çok ilke ve buluşa imza attı. Batı literatüründe M.Ö. 300 yıllarında Yunan matematikçi Archytas tarafından buharla çalışan bir güvercin yapılmış olduğu belirtilse de, robotikle ilgili bilinen en eski yazılı kayıt, Cezeri'ye âittir. Dünya bilim tarihi açısından bugünkü sibernetik ve robot biliminde çalışmalar yapan ilk bilim adamı olan Cezeri'nin yaptığı otomatik makineler günümüz mekanik ve sibernetik bilimlerinin temel taşlarını oluşturmaktadır. "Mekanik Hareketlerden Mühendislikte Faydalanmayı İçeren Kitap" (El Câmi-u’l Beyn’el İlmî ve ElAmelî’en Nâfi fî Sınâ'ati'l Hiyel, Arapça: ‫ )َبْي ْن َاْلِع ْلِم َو اْلَع َم ِل َالَّناِفْع ِفي ِص ناَع ُة اْلِح َي ْل‬adlı eserinde ortaya koydu.

50'den fazla cihazın kullanım esaslarını, yararlanma olanaklarını çizimlerle gösterdiği bu olağanüstü kitapta Cezeri, tatbikata çevrilmeyen her teknik ilmin, doğru ile yanlış arasında kalacağını söyler. Bu kitabın özgün kopyası günümüze kadar ulaşamadıysa da, bilinen 15 kopyasından 10'u Avrupa'nın farklı müzelerinde, 5 tanesi Topkapı ve Süleymaniye kütüphanelerinde yer almaktadır.

Teorik çalışmalardan çok pratik ve el yordamıyla ampirik çalışmalar yapan Cezeri'nin kullandığı bir başka yöntem de yapacağı cihazların önceden kâğıttan maketlerini inşa edip geometri kurallarından yararlanmaktı. İlk hesap makinesinden asırlar önce aynı sistemle çalışan benzer bir mekanizmayı, geliştirdiği saatte kullanan Cezeri, sadece otomatik sistemler kurmakla kalmamış, otomatik olarak çalışan sistemler arasında denge kurmayı da başarmıştı.

Cezeri, otomatik kontrollü makinelerin ilki sayılan Jacquard'ın otomatik dokuma tezgâhından 600 yıl önce değişik haznelerdeki suyun seviyesine göre ne zaman su dökeceğine, ne zaman meyve ve içecek sunacağına karar veren otomatik hizmetçiyi geliştirdi. Fizikçi ve mekanikçi Bediuzzaman El Cezeri'nin diğer bir eseri de Diyarbakır Ulu Camii'nin ünlü Güneş Saati’dir.

14

TÜRK İSLAM BİLGİNLERİ: İbn-i Heysem Işığın bir nesneden yansıdığı, sonra gözlerine geldiğini ve böylece görüntünün gerçekleştiğini ilk açıklayan kişiydi. Aynı zamanda görüntülenmenin, gözler yerine beyinde meydana geldiğini ispatlarıyla birlikte ilk gösterendi. Antik Yunanistan'da ilk Aristoteles'in öncülük ettiği doğa olaylarını inceleme felsefesinin, ampirik bir yöntem üzerine inşa edilmediğini düşünen İbn-i Heysem, belirlenmiş prosedürlere veya matematiksel ispatlara dayanan deneylerle desteklenmesi gerekildiği fikrini, Rönesans bilim insanlarından çok daha önce ilk savunucusu oldu. Bu da onu, bilimsel yöntemi kullanan ilk insan, yani ilk bilim insanı yaptı.

İbn-i Heysem 965'te Basra'da doğdu, 1038–1040 yılları arasında Kahire'de öldü. Fizik, matematik ve felsefe alanlarında çalışmalar yapmıştır. Öğrenimine Basra'da başladı. Zamanının yüksek din ve fen ilimlerini de burada öğrendi. Tahsilinin bir kısmını tamamladıktan sonra, Bağdat'a giderek özellikle; matematik, fizik, mühendislik, astronomi, metalurji gibi pozitif bilimleri öğrenip, şöhrete kavuştu. Öğrendiklerini uygulama safhasına koymak için çok gayret gösterdi. Birçok önemli neticeler ve başarılar elde etti. İbn-i Heysem'in başarıları diğer memleketlerde duyulunca, Mısır'da hüküm süren Fatimi Devleti hükümdarlarından El-Hakim kendisini Mısır'a davet etti. İbn-i Heysem, Mısır'a gitmeden önce, Nil Nehri ile ilgili bir sulama projesi ve bazı teknik çalışmalarda bulunmuş, Nil Nehri'nden nasıl istifade edilebileceğini araştırmıştı. Projesini Fatimi sultanı El-Hakim'e açıklayınca, sultan projenin gerçekleştirilmesi için ona her türlü yardımı yapacağını bildirdi. İbn-i Heysem, Nil Nehri boyunca ilmi ve teknik incelemelerde bulundu. Yaptığı projelerin başarılı bir şekilde uygulanmasının o günkü şartlarda mümkün olmadığını görünce, hükümdardan af diledi. İbn-i Heysem, El-Hakim'in kendisi hakkında kanaatlerinin değişmesinden korkarak, gözden ırak bir yere çekilip hükümdardan uzak durmaya karar verdi. Gizlice ilmi çalışmalarını sürdürerek birçok eser yazdı. İlim tarihçilerine göre, İbn-i Heysem'in hayatının bu dönemi en verimli ve başarılı devri olmuştur. İbn-i Heysem, Birûni ve İbn-i Sina ile çağdaştı. İbn-i Heysem, çağının bütün ilimlerinde otoriteydi. Fevkalade keskin bir görüş, anlayış, muhakeme ve zekaya sahipti. Aristo ve Batlamyus'un eserlerini inceleyerek hatalarını gösterdi. Bunları özetleyerek Arapça'ya tercüme etti. Ayrıca tıp biliminde de derinleşti. Geometriyi mantığa uyguladı. Öklit ve Apollonius'un geometrik ve sayısal metotlarını geliştirdi ve pratik uygulama alanlarını işaret etti. Geometri ve matematiğin inşaatçılık alanında uygulanmasında katkıda bulundu. Eski medeniyetlerden intikal eden matematik, geometri ve astronomiyi tetkik ederek ilmi tenkitlerini ortaya koydu ve bu sahalarda kendi nazariyelerini geliştirerek ilim âlemine sundu. Aristo ve Batlamyus'a ait olan dünyanın, kâinatın merkezi olduğu şeklindeki görüşleri üzerindeki şüphe ve tereddütlerini ifade etti. Dünya merkezli bir kainat sisteminin kesin olmayacağını, uzayda daha başka sistemlerin de bulunabileceğini ve güneş sisteminin mevcut olduğunu söyledi. Nitekim İbn-i Heysem'den yüzlerce sene sonra İbnu’ş-Şâtır ve Nureddin Batrucî sonra Newton ve Kepler, Güneş sistemi nazariyesini kabullenmişler ve yer kürenin bu sistem içinde bulunduğunu söylemişlerdir. Sümeyye N. DURMUŞ 10/B

15

ZİYARETÇİMİZ VAR

16

ÖĞRETMENLERİMİZ LİSE DÖNEMİNDE





Özlem Özdemir: Öğretmenimiz özellikle sözel dersleri günlük tekrar yaparak çalıştığını söyledi. Çalıştığı konuyu sanki başka birine anlatıyormuşçasına sesli bir şekilde tekrar edermiş. 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde neler hissettiğini sorduk. ‘Öğretmen olmaktan gurur duyuyorum. Tekrar bir seçim yapma ihtimalim olsa yine öğretmen olurdum.’’ cevabını verdi.



Münür Açıkgözoğlu: Lise döneminde de üniversite döneminde de çalışkan öğrencilerden biri değilmiş. Sınav zamanı çalışırmış. O dönemde bizim dönem kadar çalışmayı gerektirecek pek fazla etken yokmuş. Örneğin öğretmen atamalarında bu zamanlarda KPSS isimli sınav varken o zamanlarda okuldan mezun olmak yetiyormuş. Öğretmenimiz; ortaokulda çalışmadan da kapasiteyle kendimize yetebileceğimizi ancak lise gibi bir dönemde çalışmadan ilerleyebileceğimizin oldukça güç olduğunu savunuyor. 24 Kasım Öğretmenler Günü için de, öğretmen olmanın kendisini çok mutlu ettiğini söylüyor.



Fatih Çuhadaroğlu: Öğretmenimiz lise döneminde sınav zamanlarında ders çalışanlardanmış. Çalışma programının olmadığını belirtti. Öğretmenler Günü için de öğrencilerinin hatırlayıp bu gününü kutlamalarının kendisini sevindirdiğini söyledi.



Hüseyin Tiryaki: Öğretmenimiz, kendisinin ders programı olduğunu ve olabildiğince eksiklerini görüp programa uymaya çalıştığını söyledi. Özellikle kimya dersini çok sevdiğini söyleyen Hüseyin Öğretmenimiz, genellikle sevdiği derslere çalışırmış.



Hasan Karatay: Kendi döneminde şimdiki kadar kaynağın olmadığını ve bu yüzden ders kitabındaki sorularla konunun mantığını kavramaya çalıştığını belirtti. Öğretmenler Günü için de öğrencilerin bu gün vesilesiyle Öğretmenler Günü’nü kutlamasının kendisini mutlu ettiğini ve sevildiğini hissettirdiğini söyledi.

Hazırlayan: Sıla MUTLU 11/A

17

GENÇ KALEMLER YAZIYOR: ŞİİR Karanlık Sokak Sessiz, karanlık bir sokakta yatıyorum, Soğuk, isyankâr kaldırımların bağrında. Benle birlikte sadece, sokak başında, Nar gibi sigarasını çeken bekçi; Benim karanlık dünyamın dilsiz, sağır; ama bekçisi. Sabahçı kahvesinden gelen kahkahalar, Kulakları sağır edici çığlığa bedel. Marka Müslümanlarla dolu sokaklar, Fahişe koyunlarıyla eş değer. İşte o yüzdendir tercih edişim karanlık sokakları, Uzak, kederli, bir o kadar masum. Kâğıt toplayan çocukların donmuş bedenleri, Etki eder mi akrep dolu ceplere? Bir annenin feryadı, Titretir mi ikiyüzlü şeytanları? Dindirir mi inceden yağan karı? Şehre yağan yağmur âşıkların gözdesi, Kartona sığınmış gözlerin çilesi, Yağmurdan sonra Taksim’in romantikliği, Dilencinin iki hecesi, Karanlık sokakta ise, Bereketin yüzeye zuhur etmiş hali. Bu yüzdendir karanlık sokağı tercih edişim, İtaatkâr, başı öne eğik ve mahzun.



SANİYELER KOVALAR SAATLERİ

Saniyeler kovalar saatleri, Ayakları çıplak fakir bir çocuk, Dolanır gecenin soğuk sokaklarında, Birkaç kâğıt parçası, İki tekerlekli hurda arabası, Yırtık kıyafetlerine akan terler, Karışır dökülen kar tanelerine, Nasır tutmuş elleri, Uzanır insan artığı, pislik çuvallarına, Köpekler kovalar çocuğu cadde boyunca, Düşe kalka dizleri paramparça olur, Ve sonra bir bank bulup, Misafir olarak oraya oturur, Zaman durur, Saniyeler durur, Saatler durur, İşitilmez hiçbir ses, Sadece susar gökyüzü, Susar bütün insanlık, Susar cepleri para dolular, Donmuş bir beden bakarak, Sadece susar…

Terk edilmiş tandır kokulu evlerin, Camında yansımamı izledim. Kendimle yaptığım sohbeti yalnız gördüler. Oysa bilmiyorlar ki benim yoldaşlarım var: Islak, soğuk kaldırım taşları, Hiç sesini duymadığım bekçi, Ve şah damarımda hissettiğim fırtına. Bu yüzdendir karanlığı tercih edişim, Siyah, sessiz, rabıta. Abdulkerim Buğrahan ZENGİN 12-C



Umut Gökalp AKSUOĞLU 12-C

18

GENÇ KALEMLER YAZIYOR: MASAL İYİ CADI Evvel zaman içinde kalbur saman içinde develer tellal iken ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken az gittim uz gittim dere tepe düz gittim, çayır çimen geçerek lale sümbül biçerek soğuk sular içerek ayla ayla bir güz gittim. Bir de dönüp arkama baktım ki ne göreyim bir arpa boyu yol gitmemiş miyim? Natal matal martaval işte size duyulmadık bir masal. Çok eski zamanlarda Kaf Dağı ikiye bölünmüş; bir tarafında periler, bir tarafında cadılar yaşamaya başlamış. İşte cadılar ülkesinde, diğerlerinden farklı bir cadı yaşarmış. Cadı dediğime bakmayın cadılar kötü olur bizim cadı iyilerin en iyisiymiş. Ancak iyilik yapamazmış çünkü arkadaşları onun kötülük yapmasını ister eğer iyilik yaparsa onunla küseceklerini söylerlermiş. Bizim iyi cadının varı yoğu arkadaşlarıymış, onların küsmesini göze alamazmış. Bu sırada periler ülkesinde kral ve kraliçe on altı yıldır yastaymış çünkü on altı yıl önce sevgili bebekleri kaçırılmış ve hâlâ bulunamamış. Prensesin üç gün sonra on altıncı yaş günü varmış. Bu yüzden kral ve kraliçe her yıl yaptıkları gibi ak geyiği prensesi araması için büyü ormanına göndermişler. Cadılar ise bu yıl da ak geyiğin büyü ormanına geleceğini biliyorlarmış ve onu avlamak için ormana gitmeye karar vermişler. Hazırlıklar yapılmış ve toplu olarak büyü ormanına doğru yola çıkılmış. Bizim iyi cadı da onlarla birlikte ormana gitmiş. Yedi cadı birlikte ormanı ararken ayrılmaya ve daha çok yere bakmaya karar vermişler. İyi cadı kendi içi gibi sıcacık olan güneye gitmiş. Cadı üç gün üç gece yürümüş sonra bitap düşüp yemek yemeye karar vermiş ama sonra daha fazla dayanamayıp uykuya dalmış. Uyandığında dünyalar güzeli bembeyaz bir geyik yüzünü yalıyormuş. Cadı şaşkınlıktan küçük dilini yutacakmış. Bu, ak geyikmiş. Ak geyik cadıyı sırtına almış ve zan vadisi diye bilinen vadiye götürmüş. Burası diğer ak geyiklerin yaşadığı yermiş. Cadıyı birazcık gezdirdikten sonra liderlerinin yanına götürmüş. Cadı şaşkın şaşkın olanları seyrediyormuş. İlk önce kısa bir sessizlik olmuş sonra cadı “ Beni neden buraya getirdiniz?” diye sormuş. Ak geyiklerin lideri, cadıya gerçeklik aynasını göstermiş. Cadı, o aynadan bütün gerçekleri görmüş. Meğer cadı, on altı yıl önce kaçırılan prensesmiş. Fakat cadılar prensesin kalbini söküp onu cadı yapmışlar. Prenses olaylar karşısında gözyaşlarını tutamamış ve ağlamaya başlamış. Bir ak geyik cam bir fanusun içinde prensesin hâlâ atan kalbini getirmiş. Prenses ona verilen anahtar yardımıyla cam fanusu açmış ve kalbini alıp tekrar yerine koymuş. O anda prenses on altı yaşına basmış ve üzerindeki büyü bozulmuş. Dünyalar güzeli bir kıza dönüşmüş. Ertesi sabah yanlarına kara geyik gelmiş ve kızı ailesine geri götürmüş. Ondan sonra prenses cadıları affetmiş ve bir ömür boyu dostluk içinde yaşamışlar. Onlar ermiş muradına biz çıkalım kerevetine. Gökten 3 elma düşmüş, biri prensese biri ak geyiklerin başına biri de bu masalı sıkılmadan okuyan okuyucuların başına.

Zeynep Sevde TEMEL 9/A 308

19

GENÇ KALEMLER YAZIYOR: HİKÂYE

Artık Uyanmıştı

Uğultuyla karışık duyduklarıyla, daldığı uykusundan uzuvlarını kıpırdatamayarak uyandı. Kıpırdayamamak, yüzüne vurup uyanışına neden olan gün ışığına daha çok maruz kalmasına neden oluyordu. Kendini zorlayarak üstüne atılmış ince eski örtüyü kaldırdı. Hafifçe toparlanmaya hareketlenmeye başladı. Gün içinde yapacağı işler, göreceği insanlar aklına geldikçe uyumayı hatta hiç uyanmamayı düşünüyordu. Eskiden uyumaya çalışıp uyuyamadığı günler aklına geldikçe kendini mutlu hissediyordu aslında. Sonuçta zordu olanlara gözlerini bile kapatamıyor olmak. Mola vermek dahi zorken sahi nasıl gelmişti bugünlere? Yaşayabileceği her şey yaşadıklarından kırgınken içindeki boşlukları nasıl doldurmuştu? Attığı her adımı, her huzursuz sabahı nasıl umutla doldurmuştu? Büyümüş müydü yoksa? Gülmeye çalıştığı her gün daha çok ağladığında mı büyümüştü? Yoksa gözyaşlarını içine akıttığı, havanın bulutsuz olduğu akşamlarda mı? Bir resme dalıp gittiğinde mi büyümüştü? Yoksa adını dahi bilmediği o şarkının son nakaratında mı? Sevdiği şairin altını çizmekten yorulduğu, içi kuru çiçeklerle dolu şiir kitabında mı büyümüştü bu duygu? Büyüyen kendi mi yoksa unutamadığı, tonla anıyla dolu kalbi mi? Eskisi kadar güzel gülemediğini fark ettiği her an siyahta da beyazda da yaşamayı denediğini ama artık her şey için çok gri olduğunu anladı. Ayaklarının halının üstünden kayıp gittiğini fark etti. Odanın ortasında okumaktan yorulduğu tonla kitabı ve gazetelerini dahi hâlâ silmemişti. Saate baktı. Artık uyanmıştı. H. N. C. 10-B

20

GENÇ KALEMLER YAZIYOR: HİKÂYE BİR TEĞMENLE BİR TEĞMENİN KARŞILAŞMASI Hayatı acılar içinde geçen, dünyanın onunla hep şakalaştığı, şansının hiç yaver gitmediği her an kendinden uzaklaşmakla kalmıyor az da olsa bir şeyler hissetmek için çırpınıyordu. Özellikle heves, özellikle koşulsuz sevgi, özellikle hayat… Aynaya baktığında yüzünde burukluk, gözlerinde ise mahzun bir ifade görmekten bıkkın, yorgundu. Bir an olsun içten gülümseyebilmek istiyordu. Dertsiz tasasız olmak değil bu, derdi tasası varken de gülümseyebilmekti amacı. Esasen kanıksadığı bu acı vaziyeti artık kendisinde mütemadiyen kalacak bir parça olarak görüyordu. Mutluluğu hakkındaki tek gayesi içten gülümseyebilmekti, mutlak mutluluğa inanmıyordu çünkü. O gün neler olacağını dahi bilmeden tekrar bıkkın bir şekilde uyanmıştı. Bir an oturup da düşündüğünde kimi zaman bu bıkkınlığının bir alışkanlıktan öte kendini hissettirdiğine kanaat getirdi. Sonra bir an oturup da düşündüğünde sorunlarını, çok eften püften geldi onlar kendisine. Aciz bir mahlûk olduğunu iliklerine kadar hissetti. Başkalarından takdir almamak, tasdik görmemek onu acınası bir hale getiriyordu. Savaştığı onca zamanı görsün diye insanlar; sürekli ses çıkarıyor, bir yerlerini yaralıyordu. Uzuvlarında sargılarla, yüzünde buruk bir ifadeyle yürümek ona mazoşistçe bir zevk gibi gelse de yapmaktan kendini alıkoyamıyordu. Adeta verdiği bu savaşı ifade etmenin tek yolunu acılarını göstermekte bulmuş; acılarını göstermediği bir an dahi kendisine, davasına yolculuğuna, savaşına ihanet ettiğine kendisini inandırmıştı. İşte, bu düşüncelerin kafasına bir karadelik yarattığı o sabahların birinde gene okul için hazırlanıyordu. Şapkasını taktı, formasını giydi. Omzuna bakıp “Bir gün, burada bir yıldız ile harp okulundan mezun olacaksın.” dedi kendine. Dolmuş durağında dolmuş beklerken yanlış dolmuşa bindiğinden dolayı yakınıyor, okula geç kalmaktan korkuyordu. Neden sonra, yakından geçen bir araba özellikle yaklaşıp ona baktı? Bilmiyordu… Bir an düşündü… İçinden sanat okulunda okuyan bir kız çıktı, sonra arabanın camı açıldı: -Delikanlı..! -Buyurun? (Arabaya yaklaştı. Omzunda bir yıldız olan bir adamın sıcak gülümsemesi... Bir an olsun yalnızlığından kurtulmuş hissediyordu kendini.) -Emret komutanım! -Nereye gideceksin? -Okula komutanım! -Neden geç kaldın? -Yanlış dolmuşa bindim komutanım! -Neden? Buralarda yeni misin? -Hayır… Bir an derin düşüncelere dalmıştım. Adamın kaşları çatılmıştı. -Sen asker olacaksın! -Doğrudur komutanım! -Asker olduğunda da böyle mi nöbet tutacaksın? -… -Atla arabaya..! -… Arabaya bindi. Bu, bir teğmendi. Kendini adeta karşısında buldu. O adamı, geleceğindeki kendi gibi görmüş, bir sebebi dahi olmadan çok içten duygular hissetmişti adama karşı. Sıcacık gülümsemesi içini ısıtmış, aklına kazınmıştı. Ancak adamın aniden çatılan kaşları, sertleşen yüz hatları içinde tekrardan bir ciddiyet uyandırmıştı. Arabada, yarım kalan düşüncelerine daldı yeniden. Neden her şeyin zıttıyla var olduğunu, mutlu olmak için sürekli kendine üzgünlüğü hissettirdiğini sorguladı. Sonra komutanı bile olmayan üstüne teşekkür etti, daha doğrusu arz etti. Arabadan indi ve okula yetişti. İçindeki bu boşluğu sanatla, edebiyatla doldurmaktansa asker olup hayattan kaçmayı tercih etmişti. Sanat okuluna giden o kız nice resim çizecek, nice sınava tabi tutulacak ve ardından bir resim öğretmeni olacaktı. O ise adeta ölmek için maaş alacak, yükseldikçe artan az maaşına rağmen hayatına birçok kısıtlama ile devam edecekti. Sadece içinde değil dışında da üzgün olan bu çocuğu susturamayacağına kanaat getirdi. Teğmeni düşündü… Tekrar düşündü… Çok kez düşündü… Ve nedendir nasıldır bilinmez, yıllar sonra teğmenle tekrar karşılaştığında aynı hisleri iliklerine kadar ama iliklerine kadar ve fakat bu sefer yabancı olmadan hissetti. Kendisi “teğmen” karşısındaki “emekli teğmen”di. Teğmen gene o sıcak gülümsemesiyle içini ısıttı, tanımıştı o da. Çok kısa bir süre konuştuklarında bu sefer kendisi anladı ki; her gün içinde bıçakladığı, yaraladığı o çocuk teğmenin ta kendisiymiş. Emekli olanın… Bizim teğmen derdiyle tasasıyla gülümsemeyi, içindeki çocuğu içinde tutmayı öğrenmişti. Karşısındaki teğmen gibi içten gülümseyebilmeyi biliyordu artık. Teğmen anlattı, teğmen dinledi. Sonra birden emekli olan ”Şehadet keşke bana da nasip olaydı!” dedi. Bizim teğmen durdu, “Bana nasip olacak.” dedi. Öbür teğmen de durdu… Düşündü… Gençliğinde hızlı akan kanını, kahramanlıklarını, heyecanlarını… “Sende kendimi görüyorum.” Ardından uzun bir sessizlik… Bizim teğmenin dili tutulmuştu adeta. -Ben kalkayım komutanım!.. -Komutanım, ha! Arslan parçası, nasıl da özlemişim şu sözü. Emekli teğmen donuklaştı, teğmen hâlâ donuk bir vaziyetteydi. Teğmen son tekmilini verip oradan ayrıldı. Gene düşüncelere dalmıştı. Ve inanır mısınız, teğmen o gün şehit oldu!.. Belki de çok istemişti. Nöbette düşüncelere dalmış bir vaziyetteydi. Aklının köşesinde hep o çatık kaşlarıyla söylediği “Asker olduğunda da böyle mi nöbet tutacaksın?” sözü yankılanıyordu. Nurefşan Didem Kaymaz 9/A

21

GENÇ KALEMLER YAZIYOR: HİKÂYE

KÜÇÜK DEFİNECİ Fatih, Bayburt Kalesi’nin eteklerinde fakir bir mahallede küçük bakımsız bir evde annesi, babası, büyükannesi ve kardeşleriyle birlikte yaşayan henüz 12 yaşında küçük bir çocuktu. Babası iş olduğu zamanlarda inşaatlarda çalışır genelde az iş olduğundan yeterince para kazanamazdı. Hayat her zaman bu kalabalık aile için zorluklarla geçiyordu. Fatih, büyükannesi Asiye Hanım’ın ona küçüklüğünden beri anlattığı hikâyelerle büyümüştü. Onu en çok heyecanlandıran çok eski tarihlerde Bayburt Kalesi’nde çok zengin bir kral yaşadığı, çok büyük bir hazinesi olduğunu, bu hazineyi kalenin dehlizlerinde gizli bir hazine odasında sakladığını ve hazineyi bu güne kadar kimsenin bulamadığını, hazineyi sadece çok akıllı ve cesur birinin bulabileceğini anlattığı hikâye onun vazgeçilmez hayalleri olmuştu. Bir gün babasına büyükannesinin anlattığı hikâyenin doğru olup olamayacağını sorduğunda babası, ‘’Ben daha önce kalenin tadilatında çalışmıştım.’’ dedi. Fatih heyecanlanmıştı kendine ‘’ Acaba hazine gerçekten var mıdır?’’ diye sordu. Babası şöyle devam etti: ‘’Çalışma sırasında tarihî bir para bulduk ve bunu şehir müzesine verdik.’’ dedi. Fatih artık yerinde duramıyordu, çok fazla heyecanlanmıştı. Yine kendine ‘’ Bu para, hazinenin bir parçasıdır. ’’dedi. Bu düşünceleri artık bastıramaz bir duyguya dönüşmüştü. Sürekli hazineyi düşünüyor, hazineyi bulması halinde ailesinin bütün sıkıntılarından kurtulacağını düşünüyordu. Kardeşlerinin en küçüğü olmasına rağmen hazineyi bulacak hikâyede anlatılan cesur ve akıllı kişinin kendisi olduğuna artık tamamen inanıyordu. Tekrar kendi kendine ‘’Yapabilirim, neden olmasın? ‘’ diye iç geçirdi. Artık hazineyi aramaya karar vermişti. Fakat hazine aramanın yasak olduğunu duymuştu ve gece kaleye girmenin de yasak olduğunu biliyordu. Kaleye girmenin bir yolunu bulmalıydı. Kalenin etrafında günlerce gezerek gözlem yaptı ve kalenin nehir tarafına bakan kısmında bir tünel olduğunu fark etti. Bu tünelden girerek dehlizlere ulaşarak hazineyi bulacağını düşündü. Eve gelip fenerini, kazmasını ve küreğini bir çuvala koyarak hazırladı. Tekrar kendine ‘’Fener, kazma ve kürek… Evet, hepsi tamam şimdi bunları nereye saklayacağım?‘’diye söylendi. O sırada annesi odaya girdi ve yer yatağını yanında oturan oğluna ‘’Biraz bana yardım eder misin? Mesela bu kıyafetleri dolabına yerleştirebilirsin.’’ Fatih ‘’Tabii ki ‘’ dedi ve annesinin yer yatağının üzerine koyduğu kıyafetleri dolaba yerleştirirken çuvalı da kıyafetlerin arasına koydu. Akşam olmuştu. Ailesinin uyumasını bekledi. Çünkü ailesi böyle bir şey yapmasına izin vermezdi. Babası bütün yoksulluğuna rağmen kendilerine sürekli ahlaklı ve dürüst olmalarını, hak etmedikleri hiçbir şeyi almamaları gerektiğini söylerdi. Akşam olunca uyuyor numarası yaptı. Herkes uyuyunca dolabından aldığı çuvalı da yanına alarak dar sokaklarda yürümeye başladı. Kalenin nehir tarafına bakan tünel girişine geldi. Bütün cesaretini toplayarak dar tünel girişinden sürünerek içeriye girdi. Sadece tünelden içeriye girdi. Çok heyecanlıydı. Hızla tünelde ilerlemeye devam etti. Heyecanı arttıkça hızı da artıyordu. Tünelde ilerlemeye devam ederken birden altındaki zemin kayboldu ve kendini derin bir çukurun içerisinde buldu. Ayağında büyük bir acı hissetti. Feneriyle etrafına baktığında çukurdan bu ayakla çıkamayacağını anladı. Çaresizce sesini duyurmak için bağırdı fakat o saatte sesini duyabilecek kimse yoktu. Ağrısından ve korkusundan yorgun düştü. Artık kimsenin kendisini bulamayacağını, ailesini bir daha göremeyeceğini düşünmeye başladı. Annesinin, babasının, kardeşlerinin ve büyük annesinin ne kadar üzüleceğini, onları ne kadar sevdiğini bütün ailenin en küçüğü olduğu için ne kadar sevildiğini bütün zorluklara rağmen birlikte çok mutlu olduklarını düşünüyor, düşünüyor, düşünüyor… Bu düşünceler içerisinde derin bir uykuya daldı. Annesinin “kahvaltı hazır!” sesiyle uyandı. Şaşkındı içeriden abilerinin sesleri geliyor mis gibi taze ekmek kokuyordu. Babaannesi kendisine sesleniyordu. Babası okula gideceklerini söylüyordu. Tavana baktı, gülümsedi… Hazineyi bulmuştu. DENİZ ÜLKE GÜMRÜKÇÜ 9A

22

GENÇ KALEMLER YAZIYOR: HİKÂYE ÖĞRETME(N) SANATI Şu an elimdeki kalemle ne yapacaktım ki? Ha okul dergisi için bir kompozisyon yazacaktım. Çantamdan çıkardığım not defterindeki yazılara bakayım. “Öğretmen konulu bir kompozisyon yaz.” yazıyor. Muhtemelen bu yazıyı yazalı bir ay oldu. Ah, şu ertelemelerim! Geçen gün kontrole beş dakika kala bitirmiştim Kimya ödevimi. Bu ertelemenin üzerinde durmam gerekiyor. Ama şimdi şu kompozisyonu tamamlamalıyım. Bu, ertelemeye giriyor mu acaba? Ne düşünüyorum ben? Öğretmen, öğretmen… Öğretmek fiilinden türemiş bir isimdir. Fiilden isim yapan yapım ekiyle türemiştir. Günümüzde MEB’in kontrolünde olup okullarda “öğrenci” adıyla anılan çocuklara kendi alanı dâhilindeki akademik bilgileri anlatan bir meslek dalıdır. Öğretmen sadece bir meslek dalı mı ki? Çocukken bize kaşığı nasıl tutacağımızı, adabı öğreten annemiz ve babamız da “öğretmen” sayılmaz mı? Çünkü öğretmenin amacı öğretmektir. Bunu yazmasam daha iyi olur bence. Anılarımı hatırlayıp bunlardan çıkarım yapabilirim. Bu yazı için daha iyi olur. Yoksa bir klişeden ibaret kalır. İlkokul… Olgunlaşmamış bir zihin, gelişmemiş bir fizik. Tek derdimizin oyun oynamak olduğu zamanlar. Kısa saçlı, tombulca yaşlı bir kadındı ilkokul öğretmenimiz. Onu nasıl tanımlayabilirim ki? Hayat dolu biriydi. Derse her zaman enerjik gelirdi. Anaç bir tavrı vardı. Bilemiyorum, iyi bir kadındı ya! Yanılıyor da olabilirim. Çünkü o zamanlar daha kendimin bile farkında değildim. Bu çok işe yaramadı ya. Ortaokul… Çocukluk ve yetişkinlik arasındaki tuhaf bir dönemdeyim. ERGENLİK. Âsi bir ruh ve başına buyrukluk. Artık birden fazla öğretmenim var. Benden mi kaynaklı yoksa öğretmenlerden mi kaynaklı, bilemiyorum, ortaokulda öğretmenlerle aram hiç iyi değildi. Ufacık bir detaya bile sinirlenenler mi dersin yoksa seni ödeve boğanlardan mı bahsedersin. Neyse artık geçti. Anıları hatırlamak hiç de işe yaramadı. Düşünmekten beynim bulandı, Bunaldım. En iyisi aklımdakileri yazıya dökeyim. Klişe olmuş, kötü olmuş umrumda değil. Yetişsin yeter. Zaten 21. Yüzyılda kim dergi okur ki? “ÖĞRET-MEK EYLEMİNİN SANATÇILARI” Fena değil. “İnsan doğar, yaşar ve ölür. Doğum ve ölüm arasındaki “yaşam” evresi oldukça hareketli geçer. Yürümeyi ve konuşmayı öğrenir. İnsanlar arasına karışır ve akademik eğitimi sonunda meslek sahibi olur. Ondan sonra iş ve emeklilik. Yazımızın konusu bu değil. Biz bu yaşam evresinde öğrenme sürecindeki sanatçılardan bahsedeceğiz. Ya da literatürde “öğretmenlik” olarak adlandırılan meslekten. Yani güzel bir giriş oldu. Galiba. Devam edelim bakalım. “Öğretmen” kelimesi fiilden isim yapan yapım ekiyle türetilmiş bir isimdir. Kökü anlayacağınız üzere “öğret-” fiilidir. Tarihte eski mesleklerden birisi. Ve gelecekte varlığını sürdürecek olan bir meslek.” Tabii sizi süründürecek bir meslek de kendisi. Beş on yıl atanamama ve yüzlerce öğrenciyle uğraşma. Bana göre değil. “Öğretmenliğin temel amacı öğrencilere akademik bir öğretim sunmaktır. Bunun yanında öğrencilerin zihinsel gelişimini de gözlemlerler. Her öğretmenin kendi stili vardır. Öğretme stilleri. Her insan nasıl aynı değilse her öğretmenin de öğretme stili farklıdır. Zaten bu mesleği sanata dönüştüren de farklılıklardır. Kimi öğretmenler yazdırarak, kimileri izleterek, kimileri de tüm öğrenme stillerini sentezleyerek öğrencilerine stilini sunar.” Tamam. Sonuç kısmını da ekleyeyim. Oldu bu iş. İnsan nasıl aç ve susuz yaşayamıyorsa aklını da kullanamadan yaşayamaz. Bu aklı nasıl kullanacağımızı öğretir öğretmenler kabaca bir tabirle. Kimi zaman çayının soğumasına göz yumar, kimi zaman -1980’lerde Doğu Anadolu’daki öğretmenler gibi- kendini feda eder. Öğretmenlik gömleğini giymek hiç de kolay değildir. Bu gömlek sabır ister, fedakârlık ister ve en önemlisi sanat ister. Ve sonunda! Bitti. Güzel oldu herhalde. Yakında öğreneceğiz.

FATMANUR BİRİNCİ / 10-B

23

GENÇ KALEMLER YAZIYOR: HİKÂYE SES Bir hayvanınızın olması size büyük sorumluluklar yükler. Daha fazlası ise daha büyük sorumluluklar… Ama sevgi hiçbir zaman yük değildir. Öyle midir? En azından bazıları öyle düşünür. Bu bazılarına Gizem de girer. Onun için en yakın arkadaşı hep kitaplar ve hayvanlar olmuştur. Asla onu hayal kırıklığına uğratmayan gerçek dostlar… Hayalleriyle dalga geçmeyen, onu yargılamayan, yaptığı her harekette ona olgun davranmasını söylemeyen dostlar. Onu olduğu gibi seven ve kabul eden dostlar. Bu dostluk arasındaki bağ o kadar güçlüdür ki bazen derdini anlatması için konuşmasına bile gerek kalmaz. Varlığı yeter. Köpeği Kirel, Gizem okuldan döndüğünde evin kapısından girer girmez hemencecik anlardı kızın gözlerine bakarak; günü nasıl geçmiş, ne kadar yorgun, canı neye sıkkın, kendisiyle oynamak ister mi? Eğer üzgün ve yorgunsa koşarak yanına gider kıza tatlı bir sevgi gösterisi yaparak kızın yüzünü güldürürdü. Eğer her şey yolunda gözüküyorsa bu kızın onu birazdan sevmeye geleceği anlamına gelirdi. Yine her şeyin sıradan gözüktüğü bir hafta sonu ev halkı yavaş yavaş günlük rutinler için ayaklanmaya başlamıştı. Gizem’in annesi Bahar Hanım mutfağa geçmiş kahvaltı sofrasını hazırlamaya koyulurken Yiğit Bey de oturma odasında telefondan asistanıyla konuşarak hafta içi olan toplantısını ayarlamaya çalışıyordu. Bu küçük koşuşturmayı yarı uyanık halde izleyen Kirel ise sahibinin neden hâlâ uyanmadığını düşünüyordu. Normalde sahibi ondan önce uyanır ve elinde bir kap taze mamayla onu uyandırmaya gelirdi. Yorgun olduğu içindir diye düşündü Kirel. Bu konunun üzerine fazla düşmedi çünkü göz kapakları ona meydan okuyor onu biraz daha uyuması için ikna etmeye çalışıyordu. Düşünmeye kalmadan merdivenlerden gelen ses Kirel’i harekete geçirdi. Dikilmiş kulaklarıyla ayağa kalkan Kirel sesin sahibini tanıdı. Gizem merdivenlerden aşağı iniyordu. Sahibine günaydın demek için yanına giden Kirel bir gariplik fark etti. Bir sorunu vardı. Bugün her zamankinden daha farklı görünüyordu. Solgun ve huzursuz… Sahibi hasta olamazdı çünkü Kirel, sahibinin hasta olduğu çoğu zaman onunla birlikteydi ve hastayken Gizem’in nasıl olduğunu biliyordu. Bu çok farklı bir duruma benziyordu. Belki de canı bir şeye sıkılmıştı. Gizem, köpeğinin ona bakışını görünce köpeğinin bir şeyler sezdiğini ve bundan rahatsız olduğunu anladı. Yüzüne zorla bir gülümseme takınarak tüylü dostunun başını okşadı ve aynı tavırla kahvaltı masasına gitti. Kirel bu harekete anlam verememişti, o da sahibinin peşinden mutfağa gitti. Yiğit Bey hâlâ telefonla konuşuyordu. Gizem annesine “günaydın! “deyip yanağına bir öpücük kondurdu. Sonra da masadaki her zamanki yerine oturdu. Anlaşılan Gizem’in bu hali sadece Kirel’in dikkatini çekmişti. Bahar Hanım da ocağın altını kapatıp, süslü sofraya bir de menemen ekledi. Ardından yaş mamayı kızını dikkatle izleyen Kirel’in mama kabına koydu.Anne kız birlikte yemeğe başladılar. Gizem kahvaltısını bitirmiş kalkarken Yiğit Bey masaya oturdu. Ellerini yıkadıktan sonra üst kata kıyafetlerini değiştirmeye giden Gizem’i merakla bekleyen Kirel ise daha yemeğini bitirmemişti. Biraz sonra Gizem üzerini giyinmiş, elinde Kirel’in tasmasıyla Kirel’in yanına geldi. Kirel son lokmasını da yedikten sonra sahibin tasmasını takmasını bekledi heyecanla. İkisi de tamam olunca Gizem annesinden biraz dışarıda yürüyüş yapmak için izin aldı. Kirel ile birlikte dışarıya çıktılar. İkisi de sessizdi. Hava güneşliydi ve sıcaktı. Kuşlar her zamanki ahenkle dans ediyor adeta şarkılı bir gösteri sergiliyorlardı. Kavakların birbirlerine sevgiyle yakın oldukları sık yapraklı orman yolunda ilerlerken Kirel bu alışılmadık durumdan rahatsız olunca hafif tempoyla koşmaya başladı. Belki bu sayede sahibinin dikkati biraz dağılırdı. Başarmış da görünüyordu. Biraz sonra köpeğe ayak uydurmaya çalışan Gizem gülmeye başladı. Birkaç dakika ikisi de böyle koşuştuktan sonra Kirel bir anda durdu. Dikkat kesilmiş bir şekilde kulaklarını dikip dinlemeye başladı. Kuşların sesi dışında bir ses duyamayan Gizem köpeğinin heykel misali bu durumunu anlamak için birkaç dakika için dikkat kesilip etrafı dinlemeye başladı. Evet, duymuştu. Başından aşağı kaynar sular dökülmüş gibi hissetti Gizem. Rüyasında duyduğu, onu huzursuz eden, bir çığlığı andıran o ses. Anlaşılan bunu sadece Gizem değil Kirel de duymuş olacak ki köpeğinin tasmasını bıraktığının farkında bile olmayan zavallı sahibini geride bırakıp hızlıca ormana doğru koşmaya başladı. Bu kaçış Gizem’in üzerinde soğuk duş etkisi yapmıştı. Bir anda düşünmeyi bırakıp köpeğine yetişmek için nefes nefese koşmaya başladı. Ama nafile. Kirel çok hızlıydı ve Gizem harekete geçene kadar çoktan gözden kaybolmuştu. Gizem yine de koşuyordu. Olacakları düşünmek bile istemiyor, öylece düz giden bu orman yolunun engebeli şekline ve takıldığı çukurlara aldırmadan koşuyordu. Bir zaman sonra bacakları ağrımaya başlamıştı ama köpeğini kaybetme korkusu daha ağır basıyor ve zorlanmasına rağmen ilerlemeye devam ediyordu. Sonunda yol ayrımına gelmişti. Nefes nefese kalan zavallı kız birkaç dakika öylece durdu, derin derin nefes alıp verdi. Bu sayede bacakları da biraz enerji toplamıştı. Peki, şimdi ne yapacaktı? Hangi yoldan gidecekti? Belki de beklemeli veya geri dönmeliydi. Gizem gözlerini kapadı, bunun bir rüya olmasını ne kadar çok isterdi. Yine derin bir nefes aldı. O anda o sesi duydu. Artık daha yakından geliyordu. Tıpkı bir hayvanın yakarışına benziyordu. Gizem sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştı ama yine de sesin hangi yönden geldiğini çıkaramıyordu. Sanki ses ona yaklaşıyordu. Gizem etrafına bakındı. Sağına, soluna, sonra arkasına… Bir anda ses kesilmişti. Tekrar önüne döndüğünde ise bir karartı gördü. Ona doğru geliyordu. Gizem ise öylece kalmış karartının ne olduğunu anlamaya çalışıyordu. Karartı iyice Gizem’e yaklaştı. Evet, artık seçebilmişti. Bu, Kirel’di. Her yeri çamur içindeydi ve ağzında bir şey vardı. Gizem onca yorgunluğuna rağmen köpeğini bulmuş olmanın sevinciyle koşarak köpeğine sarıldı. İşte o zaman fark etti. Kirel’in ağzında yavru bir köpek vardı. Yavru o kadar küçüktü ki Gizem’in eli kadardı. Her yeri çamur içinde olan yavru zorlukla nefes alıyordu. Gizem ve Kirel vakit kaybetmeden köpeği eve götürdüler. İyice ısınan, temizlenen ve kendine gelen yavru, huzurlu bir halde Kirel’in yatağında Kirel ile birlikte uyuyordu. Gizem sonunda bulmuştu; onu uyutmayan, rüyalarına giren bu sesin sahibini. Fakat hâlâ anlamadığı bir şey vardı: Neyin nesi olduğunu anlamadığı bu yavru nasıl oldu da Gizem’i buldu? Onu bu köpeğe bağlayan şey tam olarak ne? Anlayabilmiş değildi bunu. Nasıl öğreneceği hakkında da en ufak fikri yoktu. Anladığı tek şey, aralarındaki bu bilinmez bağın artık Gizem’in kendini daha özel hissetmesini sağladığıydı. EBRAR KAYA 9/A

24

ÖDÜLE LÂYIK ESERLER ÖZÜM SÖZÜM DEDE KORKUT’TUR BENİM Gücüm yoksa tutmaya kafa,

Periler vardır diyarımda.

Hınçla koşan boğaya,

Tepegöz, çocuktur divanımda.

Sözüm yoksa biçmeye paha,

Suç işleyen çekecek cezasını da.

Saf hiçlik akan çaya,

Tepegöz bulacak belasını da.

Adım belki Dumrul’dur Boğaç’tır amma.

Her yanım altın değil belki amma.

Özüm, sözüm Dede Korkut’tur benim.

Özüm, sözüm Dede Korkut’tur benim

Binerim cevval atıma, dörtnala koşarım. Güzelim bozkır ovaları, dere tepe aşarım.

Beyler, ben bir rüya gördüm.

İçerim kımızımı, zafer şenliğimde coşarım.

Ellerimi kana batmış gördüm.

Su olur, nehir olur, derin yatağımdan taşarım.

Evimi kurtlar basmış gördüm.

Kimse sormaz bu hangi Oğuz’dur amma.

Sivri dişler parlamış gördüm.

Özüm, sözüm Dede Korkut’tur benim.

Kazan’ım bu rüya hayra yorulmaz amma. Özüm, sözüm Dede Korkut’tur benim

Ne bilmem ne bilmemem bilinmez. Benim bilgimden sual olunmaz.

Yiğidini Bamsı’m diye okşarsın.

Bana danışmadan körpeye ad konulmaz.

Adını da Bamsı Beyrek koyarsın.

Geleceğe, öğüdümden has armağan olmaz.

Banu Çiçek’e iyi bir yâr olasın.

Ben ne kâhinim ne falcıyım ne de müneccimim amma.

Dadıya yenilip adın çıkartmayasın.

Özüm, sözüm Dede Korkut’tur benim

Atım, okum, bileğim daha iyi değildir amma. Özüm, sözüm Dede Korkut’tur benim

Periler vardır diyarımda. Tepegöz, çocuktur divanımda.

İREMNUR TURANOĞLU 11/C

Suç işleyen çekecek cezasını da. Tepegöz bulacak belasını da. Her yanım altın değil belki amma. Özüm, sözüm Dede Korkut’tur benim

RESİM DALINDA 2. ESER

Fatma İlkay ŞAHİN 11/A

ŞİİR DALINDA 2. ESER

25

Kasım Ayına Özel... 10 KASIM: Mustafa Kemal Atatürk'ün sağlık sorunları 1937 yılından itibaren sıklaşmaya başladı. Ölüm yılı olan 1938'in ilk zamanlarında Mustafa Kemal Atatürk'e siroz hastalığı teşhisi konuldu. Türk doktorların yanı sıra Avrupa'da da alanında uzman doktorlar getirildi ve Mustafa Kemal Atatürk'e tedavi uygulanmaya başlandı. Fakat uygulanan tedavilere ne yazık ki cevap veremeyen Mustafa Kemal Atatürk, 10 Kasım 1938 Perşembe günü sabahı saat 09:05'te İstanbul'un Beşiktaş ilçesi sınırlarında yer alan Dolmabahçe Sarayı'nda son nefesini vererek hayata gözlerini yumdu. 16 Kasım 1938 tarihinde Mustafa Kemal Atatürk'ün tabutu, Türk bayrağı ile örtülmüş bir katafalk üzerine konuldu ve Dolmabahçe Sarayı'ndaki büyük tören salonuna yerleştirildi. Mustafa Kemal Atatürk'ü son kez görmek isteyen herkes Dolmabahçe Sarayı'na geldi. Mustafa Kemal Atatürk'ün cenazesi 20 Kasım 1938 tarihinde çok büyük bir törenle acı ve hüzünle başkent Ankara'ya gönderildi. Mustafa Kemal Atatürk'ün cenazesi 21 Kasım 1938 günü Ankara'da düzenlenen görkemli bir tören eşliğinde geçici olarak Ankara Etnografya Müzesi'ne kaldırıldı. Törende halkın ve önemli Türk isimlerin yanı sıra dünyanın dört bir yanından gelen birçok yabancı askerî birlik de bulunuyordu. Atatürk’ün Vasiyeti: Eylül 1938 günü Atatürk vasiyetini yazdı ve bütün mal varlığını belirli şartlarla, genel başkanı olduğu Cumhuriyet Halk Partisi'ne bıraktı. Kız kardeşine, manevi çocuklarına ve İsmet İnönü'nün çocuklarına para yardımı yapılmasını belirtti. Ayrıca Türk Dil Kurumu ve Türk Tarih Kurumuna da belirli miktarlarda yardım yapılmasını istedi. Ölüm anında yanında bulunanlardan naklen; Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak: "Saat 18.00'den sonra yanından ayrılıp, günlük işlerimle meşgul olmak üzere büroma inmiştim; çok geçmeden fenalaştığını telefonla bildirdiler (saat 18.55). Telaşla hususî daireye koştum; yatak odasının iç içe olan iki kapısı arasındaki boşlukta Ali Kılıç duruyordu. Odaya girdiğim zaman Atatürk'ü şu vaziyette gördüm: Yatağın ortasında, iki elini yanlarına dayamış, oturuyor ve mütemadiyen: "Allah kahretsin" diye söyleniyordu; ara sıra da hizmetçilerin tuttukları tasa koyu kahverengi bir mayi (pıhtılaşmış kan) çıkarıyordu. Nöbetçi Doktor Abrevaya ile o sırada yetişen Prof. Dr. Neşet Ömer İrdelp kendisine yine bir taraftan bazı ilaçlar enjekte etmeye, bir taraftan da buz parçaları yutturmaya başladılar; bir aralık sağında bulunan tuvalet masası üzerindeki saate baktı; her halde iyi göremiyordu ki bana sordu: "Saat kaç?.." Cevap verdim: "7.00 Efendim." Aynı suali bir iki defa daha tekrar etti, aynı cevabı verdim. Biraz sükûnet bulunca yatağa yatırdık; başucuna sokuldum: "Biraz rahat ettiniz değil mi efendim?.." diye sordum. "Evet!.." dedi. Arkamdan Neşet Ömer İrdelp yanaşıp rica etti: "Dilinizi çıkarır mısınız efendim?" Dilini ancak yarısına kadar çıkardı; Dr. İrdelp tekrar seslendi: "Lütfen biraz daha uzatınız!.." Nafile!.. Artık söyleneni anlayamıyordu; dilini uzatacağı yerde tekrar tamamen çekti; başını biraz sağa çevirerek Dr. İrdelp'e dikkatle baktı, baktı… İkinci ponksiyondan tam 30 saat sonra komaya girdi." 26

24 KASIM: İş günlerinde Öğretmenler Gününü kutlayan ülkeler: Azerbaycan Azerbaycan'da her sene 5 Ekim günü Uluslararası Öğretmenler Günü olarak kutlanıyor. Avustralya Avustralya'da Öğretmenler Günü ekim ayının son cuma gününde kutlanır... UNESCO tarafından Dünya Öğretmenler Günü olarak kutlanması tavsiye edilen 5 Ekim'de Avustralya'da genellikle okullar tatil olduğu için ekim ayının son cuma günü Öğretmenler Günü olarak kabul edilmiştir. Çekya Evrensel eğitimin ilk savunucularından Jan Amos Comenius’un doğum yıldönümü olan 28 Mart günü Öğretmenler Günü olarak kutlanır. Hindistan Hindistan Öğretmenler Günü'nü 5 Eylül'de kutlar. Bu, eski Hindistan devlet başkanı ve öğretmeni Dr. Sarvepalli Radhakrishnan'ın doğum günüdür. Dr. Radhakrishnan 1962'de Hindistan cumhurbaşkanı olunca bazı öğrencileri ve arkadaşları onun doğum gününü kutlamalarına izin vermesi konusunda kendisine isteklerini danışmıştır. Dr. Radhakrishnan da yanıt olarak benim doğum günümü ayrıca kutlamak yerine, 5 Eylül Öğretmenler Günü olarak kutlansa bu benim kendi gurur ayrıcalığım olur, demiştir. İran Murtaza Mutahhari'nin öldürülüşünün yıldönümü olan 2 Mayıs günü Öğretmenler Günü'dür. Malezya Malezya'da Öğretmenler Günü Guru) 16 Mayıs'ta kutlanır.

(Malezyaca:

Hari

Slovakya Jan Amos Comenius’un doğum yıldönümü olan 28 Mart günü Öğretmenler Günü olarak kutlanır. Türkiye Türkiye’de her yıl 24 Kasım, Öğretmenler Günü olarak kutlanır. Bu, 1981 yılında başlamış bir uygulamadır.

Zehranur BİRİNCİ 10/B

2022-2023 BFL BÜLTENİ 2.SAYI/KIŞ SAYISI SORUSU

SORU: { 0,1,2,3,4,5,6,7,8 } rakamlarını kullanarak 4 basamaklı 3 ile bölünebilen kaç doğal sayı yazılabilir? Abdulkadir KARABULUTOĞLU Matematik Öğretmeni

27

FELSEFE Felsefe Nedir? Var olanların varlığı, kaynağı, anlamı ve nedeni üzerine düşünme ve bilginin bilimsel olarak araştırılmasıdır. Varlık Felsefesi (Ontoloji): Temel sorunu varlık olan felsefi disiplin. Varlık ya da varoluş ile bunların temel kategorilerinin araştırılmasıdır. "Varlık" ve "varoluş" ayrımını; "varlık vardır" ve "varlık yoktur" fikirlerini tartışır. Aristoteles’ten ve Platon’dan beri sorgulanan "Varlık" sorusu giderek daha da karmaşık bir hale gelmiş ve belirsizleşmiştir. Bu belirsizliğin nedeni ise, Yunanların varlık konusunda yaptıkları yorumuna ilk katkılardan birisi de "Varlık, en bol ve en evrensel kavramdır." dogmasından kaynaklanır. Varlık Yoktur: Nihilizm (Hiççilik): Nihilizm’e göre varlık yoktur. Çünkü evrende hiçbir şey tamamlanmış değildir, her şey değişim ve oluş halindedir. Evrende her şey değiştiği ve hiçbir şey kendisi olarak kalmadığı için varlıktan bahsetmemiz söz konusu değildir. Temsilci: Gorgias, Nietzsche Taoizm: Tao, yaratıcı ilkedir. Her şeyin başlangıcıdır. Tao, evrenin doğru yolu ya da özüdür. Aynı zamanda erdemli hayatın da ilkesidir. Tao, deneyle ya da düşünceyle bilinemez. O ancak mistik yaşantı ile kavranır, hissedilir. Dış dünyadaki nesneler gerçekte yoktur. Tao dışında gerçek varlık yoktur. İnsan maddi dünyadan uzaklaşır ve Tao’ya ulaşırsa dünyanın varlıktan yoksun olduğunu görür. Tao varlık değil, hiçliktir. Varlık Vardır: Varlık Oluştur: Evren sürekli bir değişim, oluşum halindedir. Evrende durağan, değişmeyen bir şey yoktur. Geceler gündüzlere, gündüzler tekrar gecelere dönüşür ve değişir. Yazlar kışlara vs. Bunlar aslında birbirinin zıtlığı olan şeylerdir ancak bunların sürekli birbiriyle yer değiştirmesi bu zıtlıklarda değişmeyen bir birliğe ulaştırır bizi. Yaz ile kış sürekli değişe değişe değişmeyen bir şeye mevsimlere ulaşır. Bu durum, zıtlıklarda birliği görmektir. Sonuç olarak değişmeyen tek şey değişimin kendisidir. Varlıkları meydana getiren de bu değişimdir. Temsilci: Herakleitos Varlık İdeadır: Var olan her şey düşünceye bağlıdır. Platon’un görüşüyle; Duyular evreni ve idealar evreni olmak üzere iki tür evrenin varlığını kabul eder. Ona göre, içinde yaşadığımız ve duyu organlarımızla kavradığımız evren gerçek evren değildir. Gerçek evren, akılla düşünceyle kavranan kavramlardır. Gördüğümüz ağaç, masa, kalem sürekli değişmektedir. Fakat ağaç kavramı, kalem kavramı düşünceyle kavranır ve değişmez. Temsilcileri: Platon, Aristoteles, Farabi, Hegel. Varlık Maddedir (Materyalizm): Madde dışında hiçbir şey gerçek değildir. Düşünmek de maddenin bir sonucudur. Madde olmadan düşünce var olamaz. Temsilci: Karl Marx Varlık Madde ve İdeadır (Dualizm): Varlık hem madde hem de ruhtur. Maddenin görevi yer kaplamak; ruhun görevi düşünmektir. Madde ve ruh sonludur. Var olmak için Tanrı’ya muhtaçtır. İnsanda madde ve ruh bir aradadır. Örneğin; insan parmağına batırılan bir iğnenin etkisini ruh duymaktadır. Diğer taraftan ruhta meydana gelen korku, bedenin sararmasına, kalbin hızlı atmasına sebep olmaktadır. Temsilci: Descartes Varlık Fenomendir: Varlık, nesnelerdeki öz’dür. Yani bir şeyi o şey yapan temel nitelik. Nesnelerin somut özelliklerini ayıklayarak özünü kavrayabiliriz. İnsan varlığa değerler yükleyerek yaklaştığında onun özüne hiç yaklaşamaz. Bu öze yaklaşmak ve onu kavramak için varlığa verilen değerlerden varlığın arındırılması gerekir. Temsilci: E. Husserl Sıla MUTLU 11/A

28

EN LERİMİZ

29

EN LERİMİZ

Hazırlayanlar: Livanur Sena TUTAR 11-D Medine Çelik -11-D

30

AYIN SINIFI - ÖĞRENCİLERİ KASIM

9B

11A

AYIN SINIFI - 11E

10A

12B

31

AYIN SINIFI - ÖĞRENCİLERİ ARALIK

9C

11B

AYIN SINIFI - 10D

12B

10D

32

ÖĞRETMENLERİMİZDEN

33

FAALİYETİN SOSYALİ

34

COĞRAFYA’NIN İLGİNÇ YANI

Pasifik Okyanusu o kadar büyüktür ki, tüm kıtaların toplam alanından daha fazla yer kaplar. Haritalarda gerçek büyüklüğünü göremediğimiz Afrika'ya tüm Avrupa kıtasını, ABD, Çin ve Hindistan'ı aynı anda sığdırabiliriz. Resmî olarak başkenti bulunmayan tek ülke Nauru’dur. Rusya tam 11 farklı saat dilimine sahiptir. ABD’den Rusya’ya yürüyerek geçmek mümkündür. Sargasso Denizi, kara kıyısı olmayan tek denizdir. Avusturalya kıtası Ay’dan geniştir. Dünya’nın en alçak noktası Ölü Denizdir. Tamamen başka bir ülke tarafından çevrilmiş üç ülke vardır. Avustralya kıtası, Ay'dan ve Plüton'dan daha geniştir.

Hazırlayan: Fatma Eylül Türkmen 9-C

ZEKÂ SORULARI



1.Soru: Bazı aylar 30, bazıları 31 çeker; kaç ayda 28 gün vardır?

2. Soru: Gece saat sekizde yatıyorum ve yatarken guguklu saatimi sabah dokuza kuruyorum kaç saat uyurum?

3. Soru: Sadece bir tek kibritiniz var, içinde bir gaz lambası, bir gaz sobası ve bir de mum bulunan karanlık ve soğuk bir odaya girdiniz… Önce hangisini yakarsınız?

4. Soru: Adamın biri dikdörtgen biçiminde ve her cephesi güney manzaralı bir ev inşa ediyor. Evi kocaman bir ayı ziyaret ederse bu ayı ne renk olur?

5. Soru: Adam resme bakarak şöyle dedi: "Benim ne erkek kardeşim var ne de kız kardeşim. Bu resimdeki adamın babası benim babamın oğludur." Resimdeki kimdir?

6. Soru:5 makine, 5 dakikada, 5 düğme üretiyorsa, 100 makine 100 düğmeyi kaç dakikada üretir?

CEVAP6: 5 CEVAP5: Resimdeki adam bu cümleyi söyleyen kişinin oğludur. CEVAP4: Ayı beyaz olur. Evin her cephesi güneye baktığına göre, bina kuzey kutup noktasındadır. CEVAP3: İlk önce kibriti yakmanız gerekir. CEVAP2: Guguklu saatler gece gündüz ayrımı yapmadığı için sadece 1 saat uyursunuz. CEVAP1: Hepsinde. Tüm aylarda 28 gün vardır.

35

6 Devlet 1 Millet: KAZAKİSTAN KAZAKİSTAN: -Dünyanın en zengin 9.ülkesidir aynı zamanda en zengin Türk ülkesidir. Büyük petrol rezervleri yanı sıra mineraller ve metallere sahiptir. -Kazaklarda akraba bağı kendilerine özgü bir biçimde gelişmiştir. Bütün Kazaklar yedi ceddini ve boylarını ezbere bilmektedir. Kimin hangi dededen ve onun kaçıncı oğlundan olduğu net bir şekilde bilinir. Ayrıca Kazak örf adetlerine göre yedi kuşak dedesine kadar herkes birbiriyle akraba sayılır ve yedi kuşağa kadar akraba evliliği yapılmaz. -Kazakistan, aynı anda hem Avrupa’da hem de Asya’da bulunan ve okyanusa erişimi olmayan en büyük devlettir ve Kazakistan’da iki zaman dilimi vardır. -Tenge, Kazakistan’ın ulusal para birimidir. Rusça para anlamına gelen “dengi” kelimesi “tenge” kelimesinin bir türevidir. -Kazakistan eşsiz bir iklime sahiptir. Yıl boyunca sıcaklık değişimleri 100 dereceye kadar çıkabilmektedir. Böylece, başkent Astana’nın maksimum sıcaklığı + 42.6 ° C iken, minimumu ise – 51.6 ° C’dir. -Ülkede yaygın diller: Rusça, Kazakça ve İngilizce’dir. -Kazakistan, dünyanın önde gelen buğday ihracatçıları arasında yer almaktadır. -Ayran ve sucuk önemli bulunsa da kısrak sütünden yapılan kımız en değerli ve en ünlü ürünleridir. Meşhur et yemekleri: “beşparmak” adındaki et yemeğidir. Hamurların kızartılması ile yapılan tatlı da meşhurdur. Çelpek ve bavursak denilen bu tatlı yerel lezzetlerindendir. -Kazakistan'ın en büyük dört milleti: Kazak, Rus, Ukraynalı ve Almanlar; 1989 yılında ülke nüfusunun %88,7'sini oluşturmaktadır. Diğer tüm millet ve azınlıklar ülke nüfusunun ancak %11,3'ünü oluşturmaktadırlar. -Kazak halkı İslam dinine mensuptur. Kazakistan Müslümanları eskiden beri inanç mezhebi olarak Sünniliği, fıkıh mezhebi olarak da ekseriyetle Hanefi mezhebini benimsemektedir. Kazakistan’a bir gün giderseniz eğer mimarisinin de ne kadar iyi olduğunu görürsünüz. Almatı bu yönünden dolayı “Lego kent” diye anılır. Camdan binalar, altından heykeller, bir sürü renkli ışık vb. Kazaklar ülkelerinde fazla millet bulunduğundan farklı bölgelerde farklı kültürler ile karşılaşabilirsiniz. Bu kozmopolitik yönü dolayısıyla bir sürü dine mensup insan da görürsünüz. Zamanında gerçekleşen Sovyet Birliği sömürgesi yüzünden bu hale gelmişlerdir. Sırf bu yüzden Kazakistan kendi toplumunu daha da Kazaklaştırmak için yeni kararlar da almaya başlamıştır. Kazakistan’a gidilmesi artık bayağı zorlaştırılması veya vatandaşlık verilmemesi gibi.

36

Hazırlayan: Behice KARABULUTOĞLU 10-A

GELECEKTE...

37

EMEĞİ GEÇENLER 2004 - 2022

İDARECİ

ÖĞRETMEN

MEMUR

"Hafıza-i beşer nisyan ile maluldür" Burada ismine yer vermeyi unuttuğumuz arkadaşlardan şimdiden özür dileriz.

38

YAYIN KURULU

39

Banas ors e v gi l i k âr i ' , s anabe ns öy l e y e y i m, Nehüv i y e t t eş uk ar ş ı ndadur ane ş ' âr ı m: Bi ry ı ğı ns özk i s amî mi y y e t i anc akhüne r i ; Net as annubi l i r i m, ç ünk ü, nes anat k âr ı m. Şi ' ri ç i n“ göz y aş ı ”de r l e r ; onubi l me m, y al nı z , Ac z i mi ngi r y e s i di rbe nc ebüt ünâs âr ı m! Ağl ar ı m, ağl ât mam; hi s s e de r i m, s öy l e y e me m; Di l i y okk al bi mi n, ondannek adarbî z âr ı m! Ok u, ş ây e ts anabi rhi s l i y ür e kl âz ı ms a; Ok u, z î r âonuy az dı m, i k i s özy az dı ms a.

Get in touch

Social

© Copyright 2013 - 2024 MYDOKUMENT.COM - All rights reserved.