EYLÜL 2016 Flipbook PDF


51 downloads 110 Views 43MB Size

Recommend Stories


Porque. PDF Created with deskpdf PDF Writer - Trial ::
Porque tu hogar empieza desde adentro. www.avilainteriores.com PDF Created with deskPDF PDF Writer - Trial :: http://www.docudesk.com Avila Interi

EMPRESAS HEADHUNTERS CHILE PDF
Get Instant Access to eBook Empresas Headhunters Chile PDF at Our Huge Library EMPRESAS HEADHUNTERS CHILE PDF ==> Download: EMPRESAS HEADHUNTERS CHIL

Story Transcript

: İMTİYAZ SAHİBİ Kırşehirliler Derneği Adına Recep DEDEBALİ GENEL YAYIN KOORDİNATÖRÜ Ömer YILMAZ SORUMLU MÜDÜR Dursun ÇAKIR 0538 4040042 YAYIN KURULU Ömer YILMAZ Yurdanur GÖDEK Gülseren TEKEŞ Hüseyin GÜL Dursun ÇAKIR Ahmet HAYKIR DÜZELTİ Dr. İrfan PAKSOY YÖNETİM YERİ Necatibey Cad. No:14/8 Sıhhıye - Çankaya / ANKARA Tel : 0.312 231 66 40 E-posta: [email protected] GRAFİK & TASARIM Büyük Anadolu Medya Grup Ltd. Şti. ISSN : 0102023 YAYIN TÜRÜ : Üç Aylık Süreli Yayın BASILDIĞI YER Büyük Anadolu Medya Grup Ltd. Şti. İstanbul Cad. Elif Sok. No: 7/246 İskitler / ANKARA Tel: (0312) 384 30 70 (Pbx) BASIM TARİHİ : Eylül 2016 KIRŞEHİRLİLER DERNEĞİ YAYIN ORGANI Yıl : 2 Sayı : 6 EYLÜL 2016 Türk diline kimesne bakmaz idi Türklere hergiz gönül akmaz idi Türk dahi bilmez idi bu dilleri İnce yolu, ol ulu menzilleri Âşık Paşa “Ana vatanımsın, baba yurdumsun Ozanlar diyarı şirin Kırşehir, Uzak kaldım gurbet elde derdimsin, Hasretin bağrımda derin KIRŞEHİR” İÇİNDEKİLER BAŞKANDAN Merhaba / Recep EDEBALİ.........2 KÜLTÜR TANITIM KÖŞESİ Ustalar müzik ve oyun topluluğunun Kurulmasındaki önemli faktör Yıldız ERASLAN .............................3 GELENEKLERİMİZ GÖRENEKLERİMİZ Elif ŞENGÜL ......................................4 TARİH KÖŞESİ Kültür Hazinesi Divanü Lûgati’t-Türk M. Bilgehan KARACA....................6 ÜNIVERSITEMIZ Ahi Evran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu....................................................8 EĞITIM Okullar Açılırken; Gönül, Fikir ve Ruh Dünyamızın Ayarları Dursun ÇAKIR................................11 Cumhuriyet’in Kuruluş Döneminde Eğitim İsmet BURKAY..................................13 SAĞLIK İşitme Organı Olarak Kulak Op. Dr. Ahmet HAKKI......................15 HUKUK Kira Bedelinin Ödenmemesi Sebebi İle Tahliye Yolları Av. Meral GÜL.................................21 BÜROKRATLARIMIZ Bürokratlarımızdan M. Sinan Yıldırım’ı Tanıyalım.......................................22 KIRŞEHİR BAHÇECİ İLE GELİŞİYOR Güzler Piknik Alanı ve Evcil Hayvan Parkı’nda Sona Doğru...........................24 Aşıkpaşa Tabiat Parkı projesi çalışmaları hızla devam ediyor.....................25 Başkan Bahçeci Aşure Dağıttı.......26 KIRŞEHİR KAMAN’A TOKİ HİZMETLERİ Milletvekillerimizden Kaman TOKİ Kentsel Yenileme Projesi’nde 2. Etap müjdesi ....................................................27 Kaman ve Mucur’u Adım Adım Doğalgaza Kavuşturuyorlar ...........................28 KLASIKLERIMIZ Sıra Dışı Bir Yaşam; Helen Adams Keller Dr. İrfan PAKSOY............................29 ANI Kıbrıs Gazisi Hirfan Haykır’ın Kaleminden Kıbrıs Barış Harekâtı Anıları Hirfan HAYKIR................................31 KÜLTÜR Büyük Ustanın Ölümünün 4. Yılında ABDALLAR VE NEŞET ERTAŞ Baki Yaşa ALTINOK......................33 GÜLDESTE Ahmet HAYKIR................................40 KURANCILI BELEDIYESI Belediye başkanı Erdoğan Tekeli..41 KÜLTÜR Âşık Paşa ve Ahlak anlayışı Prof. Dr. İbrahim MARAŞ...............42 PROF. DR. HALIL INALCIK (1916....) Hüseyin GÜL...................................44 KALBE DÜŞÜNCE Ömer YILMAZ..................................46 SIVIL TOPLUM KURULUŞU BAŞKANLARIMIZ Ünal KAYA.......................................47 KIR-BİR ETKINLIKLERIMIZ...............51 SANATÇILARIMIZ Nedim Güzel İle Söyleşi.................56 ÇOCUK KÖŞESI .............................59 SPOR Yeşil Beyaz Sevdamız....................60


2 Hepinizi sevgi ve saygı ile selamlıyor Bozkırın Sesi dergimizin 6. Sayısının derneğimize, hemşerilerimize ve ülkemize hayırlı olmasını temenni ediyorum. Saygı değer okuyucularımız Kır-Bir derneğinin çıkarmış olduğu Bozkırın Sesi dergisi düzenli olarak üç ayda bir çıkmakta ve oldukça da sevilmektedir. Bunun sebeblerinden birisi bu derginin bir kültür dergisi olması, hiçbir kurum, kuruluş ve şahsın menfaatlerine hizmet etmemesidir, bunada önemle dikkat ediyoruz. Bizim için kırşehirimizin kültürü ve kültür değerleri, bürokratları, iş adamları, sivil toplum kuruluşları ve kırşehirimiz temsil eden her türlü kuruluşun tanıtımı, yaptıkları ve yapacaklarını anlatarak başta memleketimiz, anavatanımız Kırşehirimize hizmet etmek sonra ülkemizin menfaatlerini gözeterek ülkemizin tanıtımını sağlamak önceliğimizdir. Her sayımızda bir değerimizi orta sayfada tanıtıyor onu okuyucularımızın ilgisine sunuyoruz. Bu sayımızda da ölümünün 4.Yılı münasebetiyle neşet ertaş ozanımıza ayırdık inşaallah sizlerde beğeniyle karşılarsınız. Saygıdeğer okuyucularımız Biliyorsunuz ki ülkemiz zor bir dönemden geçmektedir. Tüm terör örgütleri ülkemizde bir operasyon yaparak birlik ve beraberliğimize ülkemizin bölünmez bütünlüğüne kasdetmek istemektedirler. Bizlere düşen görev ülkemize sahip çıkmak birlik ve beraberliğimizi dahada pekiştirmektir. Dernek ve yönetim kurulu olarak bizlerde tüm terör olaylarını şiddetle kınıyor ülkemizin birlik ve beraberliğine sahip çıkıyoruz. Sevgili hemşehrilerim Dergimizin daha kaliteli daha başarılı bir dergi olması için siz hemşerilerimizden ve bizi okuyan türkiyemin her ilinden insanından gelecek önerileri bizlere ulaştırır ve bizleri bilgilendirirseniz bu dergiye en büyük katkıyı sağlamış olursunuz. İnşaallah hep beraber memleketimize ve ilimiz kırşehire hizmet etmeye devam edeceğiz. Allah bizlere ömür ve güç verirse nice yeni projeler, nice güzel panel ve çalıştaylar yaparak güzel ülkemin, güzel ilimin tanıtılmasında katkı yapmaya devam edeceğiz. Allah yar ve yardımcımız olsun allaha emanet olun 7.Sayımızda buluşmak dileğiyle… MERHABA BAŞKANDAN Sayın hemşerilerim değerli okuyucularımız KIR-BİR GENEL BAŞKANI RECEP DEDEBALİ


3 KÜLTÜR TANITIM Somut Olmayan Kültürel Miras il envanterinde kayıt altına alınan Abdal geleneğinin bir parçası olan ve günümüzde unutulmaya yüz tutan Bozlak kültürünü yaşatmak amacıyla ilimizde Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı olarak 2001 yılında “Kırşehir Ustalar Müzik ve Oyun Topluluğu” kurulmuştur. Bu müzik topluluğunun kurulmasındaki en büyük faktör merhum Bozkırın Tezenesi Neşet ERTAŞ’tır. Bozkırın Tezenesi Neşet ERTAŞ’ın arzusu ile kurulan ve sazlarıyla, sözleriyle geçmişi bugüne, bugünü geleceğe taşımakta, toplumun yaşam biçimlerini, düşünce ve duygularını, olaylara bakış açılarını saz ve sözle dile getirmeye devam eden Müdürlüğümüze bağlı Ustalar Müzik ve Oyun Topluluğumuzla beraber, büyük ustanın aramızdan ayrılışının 4. yıldönümünde mezarı başında kendisini sevgiyle, saygıyla ve dualarla andık. Türk Halk Müziğine unutulmaz eserler bırakan Neşet ERTAŞ hakkında elbette sayısız makale, belgesel, tez vs. gibi çalışmalar yapılmıştır. Kültür ve Turizm Bakanlığımızca da yapılan çalışmalar neticesinde Bozkırın Tezenesi Neşet ERTAŞ Vefatından Evvel Yaşayan İnsan Hazinesi Ulusal Envanterine alınmıştır. Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü tarafından Neşe, Dert, Aşk adlı tiyatro oyunu aylarca kapalı gişe sahnelenmiş ve sahnelenmeye devam etmektedir. Kültür ve Turizm Bakanlığının katkılarıyla hazırlanan “Ah Yalan Dünyada” belgeseli 2016 yılı içinde sinemalarda yerini almıştır. Kırşehir’de de 2014 yılında Neşet Ertaş Gönül Sultanları Kültür Evi açılarak Bozkırın Tezenesi için bir oda düzenlenmiş ve ziyaretçilerin yoğun ilgi gösterdiği bu odada merhumun “Neredesin Sen” türküsünü seslendirdiği hareketli heykeline yer verilmiştir. Üstad hakkında bu kadar çok çalışmanın olması aslında ne kadar çok sevildiğinin ve sahiplenildiğinin de bir kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır. Kırşehir’de girdiğiniz her dükkanda yüzünü görebileceğiniz veya sesini duyabileceğiniz isimlerin başında yer alan ve bu dünyadan yorulup giden büyük usta Neşet Ertaş’ı bir kez daha minnet ve rahmetle anıyoruz. Ruhu şad olsun… USTALAR MÜZİK VE OYUN TOPLULUĞUNUN KURULMASINDAKİ ÖNEMLİ FAKTÖR Yıldız ERASLAN Kırşehir Kültür ve Turizm Müdürü


4 ‘Türk insanının da dünyanın en zengin mutfaklarından birini yaratan beslenme ile ilgili bir geleneği vardır. Türk mutfağının zenginliği dünyanın geniş bir alanında etkili olan Türk kültürüne bağlıdır. Türk yiyecekleri ve Türk beslenme kültürü, Türk Milletini karakterize eden kültürel kodlardan bazılarını içermektedir’. Mehmet Eröz Bu kadar çeşitli üretilmiş. Yıllara dayanarak günümüze ulaşmış. Ancak kaybolmayla karşı karşıya kalmış tatlar. Unutulan tatlar. Geçmişle birlikte hasret dükkânlarının şimdilik camekânlı vitrin dolaplarını süslüyor. Ya da bir özlem hikâyesi gibi bellekteki yerini koruyor. Kırsalda yaşam çok zordur. Köyler sanmayın ki sadece işsizlik için boşalıyor. Köy yaşamından kopan iç içe yaşadığı gelenek ve göreneklerinden hızla uzaklaşırken. Geleneksel “aş”larda onlarla birlikte yöremizden uzaklaşıp bizim olmaktan çıkıp başkalarının oluyor. O nefis tatlar unutuluyor. Bir başka yerde. Bir başka yörenin tadı gibi önümüze çıkıyor. Bu bizim diyemiyoruz. Sadece hatırlıyoruz. “Annemiz yapardı. Neydi o günler!” veya “Hiç kimse benim annem kadar güzel pişiremez!” Hayıfının içinde saklı, elimize bir geçse canımıza can katacak sandığımız tatlar. Tıpkı höşmerim gibi. Aside gibi. Ve daha niceleri. Sütlü “Kayısı Tatlısı”nı kaçımız biliyoruz? Çirlemeyi mutlak biliyorsunuz; ya bu meyveli tatlımızı? Bakmayın siz Ege bölgesinin “sütlü incir” tatlısına! Üzerinde kayısı çekirdekleri sütle buluştuğunda, bir başka olur kuru kayısının tadı. Diğer yanda pekmezle yapılan kabak tatlısı. Hiç ceviz eşliğinde önünüze geldi mi. Toprak küplerin içinde saklandığını, kış boyu akşamları tüketildiğini biliyor musunuz? Ya yöremize ait olan cevizli ve üzümlü un helvası. Yeme içme kültürünün vazgeçilmezlerinden olan bu helvanın özünde pekmez olduğunu sanırım biliyorsunuz. Bölgemizde üzüm bağları da alışkanlıklarımız gibi. Gelenek göreneklerimiz gibi yok oldu. Helva sadece bir damak tadı değil. Bir yemek üstü tatlının ötesindedir. Cevizli un helvası mutlulukların ve üzüntülerin en büyük ortağıdır. Geleneklerimiz göreneklerimiz Beslenme insan ürünü olmasının ötesinde bir kültür meselesidir. İnsanların besinler hakkında birtakım değerleri, alışkanlıkları hatta damak tatları vardır. Sizler Kırşehir’de 11 çeşit bulgur pilavı yapıldığını, tatlılarının ağırlıklı olarak pekmeze dayandığını biliyor musunuz? Ya Sirken’i… Ya Kuymak’ı… Birisi doğrudan doğadan. Lif ağırlıklı ve sindirim sisteminin dostu. Siz hiç Sirken’li, Şahman buğdayı ile yapılmış çörek yediniz mi? Kuymak doğanın insana cömertçe sunduğu en büyük nimetlerin buluşması… Mineral ve vitamin deposu. Sirken yemeği hastalıklardan korunmak içindir. Kuymak lohusa kadınların vazgeçilmez enerji ve kalori deposu. Bebeğin süte. Annenin kaloriye ihtiyacı vardır. Evin büyük anneleri ellerinde tereyağı ve Yufka ekmekler. Ateşin başında bakır tavada tereyağını köpürterek eritir. Yağın kokusu yedi mahalleye ulaşır. Bu yazıda sizlerle unutulmuş birkaç tadı paylaşacağım. Bizim ilimizden, bizim dilimizden bizim elimizden hatırlayacağınız güzel alışkanlıklar. Ben bir köy kızıyım; köyde doğdum; köyde büyüdüm; köy kültür ve geleneklerine bağlıyım. Sizlerin köyleri kadar benim doğduğum köy de çok güzel. Becerikli ve çalışkan insanların yurdudur benim köyüm. HARİKA ÇEŞİTLER ELİF ŞENGÜL ÖZ


5 Annem sabahları tarlaya çapa yapmak için giderken yanında bizleri de götürürdü. Çapa yaparken, yeni, yeni çıkmaya başlamış Sirken Otunu toplar, beline bağlı olan önlüğün içine doldururdu. Akşam yaklaştığında yanına bizleri de alarak yemek yapmak için köye evimize dönerdik. Annem yorgunluğu geçmeden topladığı Sirken Otlarını ayıklar ve yıkardı. İkiye böldüğü Sirkenler’i bir kısmını yemek, diğer kısmını çörek yapmak için ayırırdı. Annemin yemek telaşı ilgimi daha çok çeker, annemin yanından ayrılmaz. Ne yapacak diye arkasında merakla dolaşırdım. Geleneksel köy mutfağını; yaşayarak, annemi gözlemleyerek öğrendim. Bir süre sonra annem öğrenmem için yemekleri bana yaptırıyor. Yanımda gözlemcilik yapıyordu. Yanlışlarımı düzeltiyor. Doğrularım için “tamam” dahi demiyor, yanımdan uzaklaşıyordu. Anlıyordum ki doğru yapıyorum. Bu tür yemekleri yapan son kuşak bizleriz. Buna çok üzülüyorum. SIRKEN OTLU ÇÖREK: Malzemeler: (6 Kişilik) n 1 Kğ Sirken Otu n 2 Kğ Şahman Buğday Unu (Kepekli) n 1 Büyük Baş Soğan n 4 Adet Sivri Biber (Acı/Tatlı) n 2 Yemek Kaşığı Tereyağı (Doğal Zeytin Yağı) n 1 Su Bardağı Süt kaymağı (Koyun, İnek) n 2 Kaşık Ev Salçası n 1 Çay kaşığı karabiber n 2 Çay kaşığı Pul Biber. n 1 Çay kaşığı Tuz (Keyfiyet) YAPILIŞI: Sirken Otunu 1 Su bardağı içinde kendi öz suyu ile birlikte haşlanmasını sağlıyoruz. Haşlanmış Sirken Otunu alıyor soğumaya bırakıyoruz. Hamur Yoğrulup, kişi sayısına göre yumaklar ayarlanır. Diğer yanda iç malzeme olan Soğan pembeleşinceye kadar kavrulur. İnce doğranmış biberleri, Salçayı ilave ederek Haşlanmış Sirken Otu’nuda ilave ederek 1 Dakika süreyle yeniden kavrulur, baharatları ilave edilir ve soğuması için Ocaktan alınır. Ilık hale gelen iç malzemeye kaymak ilave edilir ve iyice karıştırılır. Yumaklar oklava yardımıyla 30 Cm çapında açılır. Hazırlanmış olan hamur içine 2 kaşık iç malzeme ilave edilir yayılır ve muska şeklinde kapatılır. Hazırlanmış olan çiğ çörekler. Hafif ısıda olan tandır sacında pişirilir. Sıcak servis edilir. Yanında Ayran iyi gider. Afiyet Olsun. SIRKEN’LI YEMEK TARIFI: Malzemeler: (6 Kişilik) n 1 Kğ Sirken Otu n 2 Kaşık Tereyağı n 200 gr. Şahman Buğday Bulguru n 1 Yemek Kaşığı Ev Salçası n 1 Çay Kaşığı Karabiber n 2 çay Kaşığı Pul Biber n 2 Çay Kaşığı tuz. Sosu: n 4 Su bardağı Ev yoğurdu n 4 Diş Sarımsak n 1 Çay kaşığı Tuz Yapılışı: Orta ateşte Sirken otlarını Tereyağı içinde 5 dakika kavuruyoruz. Kavurma işlemi içinde Salçayı ilave ediyoruz. Bu işlemlerin ardından bulguru katıp 1 Dakika süreyle karıştırıyoruz. 5 Su bardağı su ilave ediyor, kaynama noktasında ilken baharatlarını ilave ediyor. Suyunu çektikten sonra ateşten alıp dinlenmeye bırakıyoruz. Sos: Sarımsakları tuz içinde ezip yoğurtla karıştırıp servis için ayrı bekletiyoruz. Yemeğimiz ılık hale geldiğinde yufka ekmek eşliğinde sofraya koyuyoruz. İsteyen soslu, isteyen sade tüketebilir. Afiyet Olsun. Toplum ile iç içe girmiş olan kültür bir bütün olarak hayatı kapsayan bir yapıya sahiptir. Eğlenceden cenaze törenlerine, düğünlere, yeme-içme alışkanlıklarına kadar uzanan bir manzumedir Anadolu Kültürü… Yöremizde artık pek hatırlanmayan, unutulmaya yüz tutmuş enerji ve kalori kaynağı olan tatlarımızdan biri de “kuymak”… Kuymak esasta bir lohusa yemeği olarak bilinir. Esasta zayıf güçsüz çocukların hızlı gelişimi içinde yapılan ayrıcalıklı. Ayrıcalıklı olduğu kadar yapımı çok kolay olan bir yiyecek türü. Emzikli kadınların güçlenmesi, beklerin daha yoğun beslenebilmesi, anne sütünün artması için lohusa kadınların yemeği olarak bilinir. Bebeklere gaz yapmayan bu basit ama o kadarda güçlü bir yemek türü olan kuymak üç öğünde yenilebilir. Besleyici ve tok tutucu özelliği vardır. Gelin birlikte kuymak yapalım. KUYMAK TARIFI: Malzemeler: n 1 Yemek kaşığı yayık tereyağı n 1 Bütün kuru yufka ekmek (Kırşehir Yufkası) n 1 Adet doğal yumurta n 1 Yemek kaşığı yayık tereyağı n 3 bardak su Hazırlanışı: Kuru Yufka ekmeği önce bir tas içine koyduğumuz 3 bardak su içinde ufalıyor, yufkayı 1 dakika kadar su içinde bekletiyoruz. Diğer yanda orta ısıda tavada Tereyağı eritiyoruz. Yufkayı suyu ile birlikte Tereyağı içine katmadan karıştırıyor suyun yufka ekmek tarafından iyice emilmesini sağlıyoruz. Hazırlamış olduğumuz yufkayı erimiş olan tereyağına ilave ediyoruz. Kızgın yağda muhallebi kıvamına gelinceye kadar karıştırıyoruz. Ateşi kapatıyor hazırlanmış olan kıvamı 1 dakika bekletiyoruz. (Bazı yörelerde yufka ekmek yerine kavrulmuş un kullanılmaktadır. Geleneksel olanı ise yufka ekmek ile yapılandır). Ayrı bir kapta 1 kaşık tereyağı eritilir. Eritilen tereyağı içine bir yumurta kırıyoruz. (Sahanda yumurta pişirme usulü) karıştırmadan pişmesini, bekliyoruz. Bir tabağa aldığımız kuymak üzerine pişmiş yumurtayı ilave edip servise koyuyoruz. Bu kolay ve yapılabilir yemeğin en güzel içeceği “Lohusa Şerbet”i olur. Afiyet Olsun. Kültürdür yemek. Yemeği kültür içine alan damak tadı, görünüm ve besleme değerleridir. Doğal üretilen ve tüketilen gıdalar insan sağlığını bozması mümkün değildir. Her şeyde olduğu gibi aşırısı elbette ki zararlıdır. Kıvamında ve zamanında tüketmek. Sizlerin sağlığı için inanılmaz faydalar sağlayacağı muhakkaktır. Kırşehir Kültürü içinde yer alan yemeklerimiz başka bölgeler tarafından alınıp kendi özlerine çevrilmekte. Bu oluşum bu şehirde kültür varlıklarını yeterince sahip çıkılmadığı gerçeğini yansıtmaktadır. Bu kaybolan değerler. Elimizden uçup gidenlerin yerine koyacak bir şey bulamazken son türlerinde kaybolması. Unutulması beni üzmektedir. Değerlerimize sahip çıkmak sanırım Kırşehir’li olmanın çok ötesinde sahiplenme duygusunun gelişmesiyle olur. Sağlıcakla kalın. Yöresel Yemekler Kırşehir Aşağı Homurlu Köyü.


4 duraklı 8 hecelidir. Beyitlerin çoğu ise aruz vezniyledir. Kaşgarlı Mahmud eserinde ifade ettiği şu sözle böyle bir sözlüğü yazmaktaki amacını dile getirmiştir: “Türk dili ile Arap dilinin atbaşı beraber yürüdükleri bilinsin diye Halil’in Kitabü’l-Ayn’ında yaptığı gibi, kullanılmakta olan kelimelerle bırakılmış bulunan kelimeleri bu kitapta birlikte yazmak, ara sıra gönlüme doğar dururdu......”. Kaşgarlı Mahmud, Türkçenin İslamiyetten dolayı Türklerin bulunduğu coğrafyada önem kazanmış olan Arapçadan geri kalmadığını göstermeye çalışmış; sözlüğünde yer verdiği lehçeler arasındaki farklılıklar, şiirler, atasözleri ve deyimlerle bu amacını gerçekleştirmiştir. Kaşgarlı Mahmud’un bu sözlüğü yazmasındaki diğer önemli bir neden de Araplara Türkçeyi öğretmektir. Divanü Lugati’t-Türk hakkında ilk çalışma Kilisli Rifat Bilge tarafından yapılmıştır: Kitabü Divânı Lugat-it-Türk, cild-i evvel 1333 (1917), cild-i sâni 1333 (1917), cild-i sâlis 1335 (1919), İstanbul. Kilisli Rıfat, dağınık olan eserin sayfalarını düzenlemiş, tıpkıbasımı yapılan metindeki Arapçayı normal duruma getirerek büyük bir hizmette bulunmuştur. Divan’daki sözvarlığı ise ilk defa Carl Brockelmann tarafından incelenmiştir: Mitteltürkischer Wortschsatz nach Mahmûd Al-Kâşgârîs Divân Lûgat at-Türk, Budapest 1928. Eserin Besim Atalay tarafından Türkçeye çevrilmesinden sonra Divan üzerinde kitap, makale ve tez çalışmaları olmak üzere birçok yayın yapılmıştır, Türk dünyası için zengin bir malzeme olan eserle ilgili çeşitli çalışmalar devam etmektedir. Besim Atalay’ın çalışması 1939-1943 yılları arasında yayınlanmıştır: James Kelly ve Robert Dankoff tarafından yapılan çalışma Atalay’dan sonra eseri bir bütün olarak ele alan ikinci çalışmadır: James Kelly-Robert Dankoff, Mahmud al-Kaşgarı, Compendium of the Turkic Dialects (Dıwan lugat at-Turk), I 1982, II 1982, III 1985. Ansiklopedik bir sözlük olan Divanü Lugati’t-Türk (bundan sonra DLT şeklinde kısaltma kullanılacaktır), içerik olarak bize o dönemdeki Türk boyları, bu boyların kullandıkları Türkçe arasındaki farklılıklar ve en önemlisi de sözcükler hakkında bilgi veren geniş bir sözlüktür.  KÜLTÜR HAZİNESİ DİVANÜ LÛGATİ’T-TÜRK M. BİLGEHAN KARACA ARAŞTIRMACI - YAZAR Tesadüfen bulunması ile türkolojiye yön veren sözlük. Yaklaşık 7500 Türkçe kelime içermesine ragmen degeri anlaşılamamış hazine. TARİH


3=7’li hece ölçüsüyle yazılmıştır. Şiirde halk şiirinde çok kullanılan yarım uyak (artadım/ kartadım ve kaçar/ saçar hariç) görülmektedir. İslamiyetten önceki Türk şiirinde görülen baş uyak ise sadece ikinci dörtlükte (Awlap.../Ayık.../ Akar...) vardır. Şiirin uyak düzeni aşağıda gösterildiği gibidir: Bulnar mini öles köz (a) Kara mengiz kızıl yüz (a) Andın tamar tükel tuz (a) Bulnap yana ol kaçar (b) Awlap meni koymangız (c) Ayık ayıp kaymangız (c) Akar közüm uş tengiz (c) Tegre yöre kuş uçar (b) Yıglap udu artadım (d) Bagrım başın kartadım (d) Kaçmış kutug irtedim (d) Yagmur kipi kan saçar (b) Yüknüp manga imledi (e) Közüm yaşım yamladı (e) Bagrım başın emledi (e) Elkin bolup ol keçer (b) O(nun) baygın göz(leri), pembe yüzü ve yüzündeki kara benleri beni tutsak ediyor; sanki bütün güzellikler ondan damlıyor, beni tutsak edip sonra da kaçıp gidiyor. Beni avlayıp koymayın, söz verip sözünüzden geri dönmeyin; işte gözlerim(den) deniz gibi gözyaşı akıyor, gözyaşlarımın etrafında da kuşlar uçuşuyor. (Giden sevgilinin) arkasından ağlayıp perişan oldum, bağrımın yarasını (yeniden) deştim, kaçmış olan mutluluğu aradım, (şimdi gözlerim) yağmur gibi kanlı yaşlar saçıyor. (Sevgilinin hayali) eğilip bana işaret etti, (böyle davranmakla) gözümün yaşını sildi, bağrımdaki yarayı tedavi etti, (sonra) bir konuk gibi geçip gitti. Eserde bu konuya yer veren dört manzume bulunmaktadır. Bu manzumelerden biri Budist Uygurlara, ikisi Yabakulara, biri de bilinmeyen bir düşmana karşı yapı lan savaşı anlatır.. Kemi içre oldurup Ila suwın keçtimiz Uygur tapa başlanıp Mınglak elin açtımız Tünle bile bastımız Tegme yangak bustımız Kesmelerin kestimiz Mınglak erin bıçtımız Beçkem urup atlaka Uygurdakı tatlaka Ogrı yawuz ıtlaka Kuşlar kipi uçtımız Kelginleyü aktımız Kendler üze çıktımız Furhan ewin yıktımız Burhan üze sıçtımız Kudruk katıg tügdümiz Tenrig üküş ögdümiz Kemşip atıg tegdimiz Aldap yana kaçtımız


8 Yüksekokulumuz 2.11.1996 tarih, 8655 sayılı bakanlar kurulu kararı ile Gazi Üniversitesine bağlı olarak 24.01.1997’de Kırşehir Sağlık Lisesi’nin devri ile kurulmuştur. Yüksekokulumuz 2006 yılında Ahi Evran Üniversitesinin kurulmasıyla birlikte Gazi Üniversitesi’nden ayrılıp Ahi Evran Üniversitesi bünyesinde Sağlık Yüksekokulu adı ile faaliyetlerine devam etmektedir. Ahi Evran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu bünyesinde 24.01.1997 tarihinde açılan Hemşirelik Bölümü 2001 yılında ilk öğrencilerini mezun etmiş, ikinci öğretime ise 2011-2012 eğitim öğretim yılında 82 öğrenci kontenjanını doldurarak ilk eğitimine başlamıştır. Hemşirelik bölümü bireyin, ailenin, toplumun sağlığını korumak, yükseltmek, geliştirmek ve hastalık halinde iyileştirme amacına yönelik hizmetlerin; planlanması, örgütlenmesi, uygulanması, değerlendirilmesinden ve bu hizmetleri yerine getirecek kişilerin eğitiminden sorumlu, bilim ve sanattan oluşan bir sağlık disiplinidir. Hemşirelik programının amacı; etik değerlere, etkili iletişim, problem çözme ve araştırma becerilerine sahip, insan haklarına saygılı, otonomi sahibi, lider ve lisans düzeyinde hemşire yetiştirmektir. Bu bölümden mezun olanlar “Hemşire” ünvanı almakta; resmi veya özel tüm sağlık kuruluşlarında; başhemşire, servis sorumlu hemşiresi ve klinik hemşiresi olarak görev yapabilmekte, “Özel sağlık kabinleri” açarak mesleklerini serbest olarak icra edebilmektedir. Ayrıca huzurevlerinde, dispanserlerde, yasal olarak hemşire bulundurması gerekli olan işyerleri ve fabrikalarda, birinci basamak sağlık kuruluşları olan aile sağlığı merkezleri ve toplum sağlığı merkezlerinde çalışabilmektedirler. Ahi Evran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu bünyesinde 04.09.2007 tarihinde açılan ebelik bölümü 21.09.2009 yılında lisans düzeyinde 21 öğrenci ile ebelik eğitimi vermeye başlamıştır. Programın amacı; gebelik tanısı koyarak gerekli muayeneleri yapabilen; doğum öncesi anne ve fetüsü izleyerek bakımını yapabilen, doğum anında annenin bakımını yapabilen; fetüsü izleyip normalden sapmaları belirleyebilen; normal doğum yaptıran ve gerekli hallerde epizyotomi yapabilen; acil durumlarda makat doğum yaptırabilen; anne ve yeni doğandaki anormal durumları belirleyebilen; gerektiğinde plasentayı elle çıkarabilen ve uterus kontrolü yapabilen; yeni doğanın bakım ve izlemini yapabilen; annenin doğum sonu dönemde bakım ve izlemini yapabilen, riskli durumlarda sevk den; jinekoloji ve doğum alanındaki patolojik vakaların bakımını yapabilen; aile planlaması uygulamalarına katılan; gebelikte, dahili ve cerrahi sorunların bakımını başlatabilen ebeler yetiştirmektir. Bu programdan mezun olanlar, “Ebe” unvanı almakta olup, Sağlık Bakanlığı ve üniversite hastanelerinde, ana-çocuk sağlığı ve aile planlaması merkezlerinde, aile hekimliği birimlerinde, özel hastanelerde ve polikliniklerde görev yapabilmektedirler. Bunun yanında, özel sağlık kabini açmak suretiyle serbest ebe olarak da çalışabilmektedirler. AHİ EVRAN ÜNİVERSİTESİ SAĞLIK YÜKSEKOKULU ÜNİVERSİTEMİZ


9 Ahi Evran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu bünyesinde 04.09.2007 tarihinde açılan Çocuk Gelişimi Bölümü; 0-18 yaşlar arasındaki normal gelişim gösteren, korunmaya muhtaç, hastanede yatan ve özel gereksinimleri olan çocukların zihinsel, dil, öz bakım, motor, duygusal ve sosyal gelişim alanlarında destekleyici programlar oluşturan; çocuğa, aileye, profesyonellere ve topluma hizmet sunan çocuk gelişimcisi yetiştirmek ve çocuk gelişimi alanında bilimsel çalışmalar yapmak amacıyla 21.09.2009 yılında 20 öğrenci alınarak lisans düzeyinde çocuk gelişimi eğitimi vermeye başlamıştır. Programın amacı; 18 yaşlar arasındaki normal gelişim gösteren, özel gereksinimleri olan, hastanede yatan, çalışan, mülteci, suçlu ve korunmaya muhtaç çocukların tüm gelişim alanlarının değerlendirme, gelişimlerinin takip edilmesi, çocuğa ve aileye yönelik gelişimi destekleyici programların oluşturulması, ailelere, kurum ve kuruluşlara alanla ilgili danışmanlık, eğitim ve rehberlik hizmetlerinin verilmesi, hizmet içi eğitim çalışmalarının yapılması, çocuk ile ilgili programların ve yayın organlarının hazırlanması zarar verebilecek nitelikteki yayınlarda ve programlarda bilirkişi görevinin yapılması, gereksinimler doğrultusunda kurum ve kuruluşlara çocuk ve aile ile ilgili proje üretme, yürütme, danışmanlık yapılan projelerin gözden geçirilmesi çalışmalarının yapılması gibi konularda eğitim almaktır. Çocuk gelişimi bölümünden mezun olanlar “Çocuk Gelişimci” unvanı almakta olup, Başbakanlık Aile Araştırma Kurumu’nda, Özürlüler İdaresi Başkanlığı’nda, Devlet Planlama Teşkilatı’nda, Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı çocuk evleri ve sevgi evlerinde, Sağlık Bakanlığı Aile Sağlığı Merkezlerinde ve hastanelerde, Çocuk hastaneleri ve hastane okullarında, Adalet Bakanlığı’na bağlı çocuk mahkemelerinde ve eğitim evlerinde, Milli Eğitim Bakanlığı; Temel Eğitim Genel Müdürlüğü’nde, Özel Eğitim Rehberlik ve Danışma Hizmetleri Genel Müdürlüğü’nde, rehberlik ve araştırma merkezlerinde, halk eğitim merkezlerinde, anaokullarında, özel eğitim, bakım ve rehabilitasyon merkezlerinde, radyo ve televizyondaki çocuk ve gençlik programlarının ve eğitim programlarının hazırlanması ve yürütülmesinde, çocuk tiyatrolarında ve çocuk filmlerinde, çocuklara yönelik kitap, dergi, gazete gibi yayınların hazırlanmasında, eğitsel oyuncak üretiminde, UNICEF, ILO ve gönüllü kuruluşlarda, sivil toplum örgütlerinde uzman, danışman, kurucu, idareci, denetimci olarak görev yapmaktadır. 2015-2016 Eğitim-Öğretim yılı itibariyle öğrenci sayısı 1270 olup; 461’i normal öğretim, 361’i ikinci öğretim olmak üzere 822’si Hemşirelik, 191’i Ebelik, 257’si Çocuk Gelişimi bölümlerinde öğrenim görmektedirler. Yüksekokulumuzda 1 Doç. Dr., 4 Yrd. Doç. Dr. olmak üzere 5 öğretim üyesi, 7 öğretim görevlisi ve 10 araştırma görevlisi ile eğitim ve öğretim faaliyetleri lisans düzeyinde sürdürülmektedir. ÜNİVERSİTEMİZ


10 Ahi Evran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulunun vizyonu; eleştirel düşünen, evrensel değerleri olan, eğitici, araştırıcı ve etik ilkelere sahip hemşireler yetiştirmek ve öğrencilerini profesyonel hemşirelik mesleğine hazırlamak; evrensel standartlarda ve kültürel değerleri gelişmiş, araştırma becerilerine sahip, lider özellikli, ülkenin sağlık bakım gereksinimlerini çağdaş ve hümanistik yaklaşımlar doğrultusunda karşılayabilen, kadın ve çocuk sağlığının korunması ve geliştirilmesine odaklı profesyonel ebeler ve bebeklik, okul öncesi, okul çağı ve ergenlik dönemlerini kapsayan 0-18 yaş grubundaki çocukların tüm gelişim alanlarında (zihinsel, dil, öz bakım, motor, duygusal ve sosyal gelişim) gelişim düzeylerini belirleyecek, gelişim düzeylerine uygun programlar hazırlayacak ve çevre düzenlemesi yapacak; çocuklara, ailelere, kurumlara, çocuk gelişimi alanında çalışan bireylere alan ile ilgili danışmanlık verecek ve multidisipliner çalışma formasyonu ile donatılmış ve nitelikli çocuk gelişimci yetiştirmektir. Başarıya giden yolda sürekli yeni hedefler belirleyen üniversitemiz 2015 KPSS lisans sıralamasında Sağlık Yüksekokulu Çocuk Gelişimi Bölümü ve Ebelik Bölümü ile en başarılı üniversiteler sıralamasında Türkiye birincisi oldu. Çocuk Gelişimi Bölümü öğrencilerimiz genel kültürde 16 bin 870 ortalama seviyesi ile Ebelik Bölümü öğrencilerimiz ise genel yetenekte 26 bin 910 ortalama seviyesi ile kendi alanlarında üniversitemizin ismini birinci sıraya taşıdılar. Ayrıca Hemşirelik Bölümü öğrencilerimizde genel kültürde 17 bin 150 olan ortalama seviyesi ile ikinci olarak üniversitemizin ismini en başarılı üniversiteler arasında birinci ve ikinci sıralara yazdırdı. Öğretim üyelerinin gayreti ile uygulama odası kurulmuş ve uygulanabilir hale gelmiştir. İleriye yönelik planlar arasında okulumuzda Hemşirelik alanında yüksek lisans programı açılarak, yüksek lisans mezunu hemşireler yetiştirilmesi amaçlanmaktadır. Ahi Evran Üniversitesi Sağlık Yüksekokulu genç ve dinamik kadrosu, mesleğinde sürekli kendini yenileme isteği ile dolu fedakar öğretim üyeleri, Üniversite ve Kırşehir halkının desteği ile çalışmalarına devam etmekte, ulusal ve uluslararası düzeyde sağlık ve eğitim politikalarının geliştirilmesinde söz sahibi olan, meslekte öncü bir kurum olmak vizyonudur. Yüksek Lisans programları faaliyete geçti ÜNİVERSİTEMİZ


11 Eğitimdir ki, bir milleti ya özgür, bağımsız, şanlı , yüksek bir topluluk halinde yaşatır; ya da esaret ve sefalete terk eder. Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister sözleri gençliğimizin şekillenmesinde, zihinsel programlarının hayat heyecanını ve mücadele ruhunu yükselten; dünya apartmanında milletler arası medeniyet yarışında yerini alan “iki günü eşit olan aldanmıştır. inancıyla ülke ve mensup olduğu milletinin geri kalmaması için bütün insanlığın hayrına olan ilim ve akıl yolunda durmadan yorulmadan, ömrünün sonuna kadar insanlığın insanca yaşayabilmesi için dünya barışına koşan bireyler yetişmesi; nerede bir canı acıyan görse merhamet ve acıma hissi ile; “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir.” İnancını taşıyarak dünya arenasında kimin canı yanmışsa ırkına, milletine, bölgesine bakmadan hak ve hakikat uğruna kula yaranmadan haykıran; kula kul olmayı reddeden, hak ve hakikat yolundan sapmadan, inandığı islam dini dışında kendini dini duyguları ile sömürülmesine müsaade etmeyen, soran sorgulayan, din yolunda şarlatanları ilahlaştırıp, taassup ve şirk bataklığına girmemek için, dünya hayatında milletimizin ve devletimizin düşmanları tanıtılıp nasıl mücadele ve uyanık kalınması gerektiğini; bunun ancak ilim, akıl ve düşünceyi önceleyerek, geri kalmamak için az uyku, çok mücadele ve nesillerimizin hayat heyecanını körelten “dünya malı dünyada kalır.” “ bir lokma bir hırka yeter.” “dünya ölümlüdür çalışmaya ne gerek.” “dünyayı boş ver ahirete çalış.” Salı sallanır, Çarşamba çarlanır, Perşembe perilenir, Cuma bayramdır. Seni çalışmaktan ve üretmekten alı koyan, hayattan soğutan bu sözlere karşılık; “ iki günü eşit olan aldanmıştır.” Hangisine rağbet edelim. İşleyen demir ışıldar, akmayan su kokar, gezen tilki yatan aslandan daha iyidir. Bizi körelten ve tembellik ruhu ile hayat damarlarımızı kurutan yanlış inanışlar ülkemizi ve milletimiz geriletmek üzerimizde hakimiyet kurmak isteyen bu milletin düşmanlarınca uydurulan kirli düşüncelerdir. Bizi birbirimize düşüren, ayrıştıran, dini duygularımız ile bizi sömürmeye çalışan, alternatif dinler oluşturmaya çalışarak, şirk ve taassup bataklığına sürükleyen “ her sarıklıyı hoca sanmayın , hoca olmak sarıkla değil, beyinledir.” Büyük dinimiz çalışmayanın insanlıkla alâkası olmadığını bildiriyor. Bazı kimseler zamanın yeniliklerine uymayı kafir olmak sayıyor. Asıl küfür onların zannıdır. Bu yanlış yorumu yapanların amacı, İslamların kafirlere esir olmasını istemek değil de nedir? Beyni dört işlem yapamaz hale getiren, düşüncesi bloke olmuş, düşünmeyen sürülere haline getiren, sorgusuz sualsiz itaat bu dinin ruhuna özüne uygun mu? Dinden çıkıp şirk bataklığına saplanmak değil mi? Vurgu düşünmez misiniz? Akıl etmez misiniz? Gökten yağmur yağar ölü toprak canlanır, türlü türlü bitkiler ve nimetler çıkar, ne nankörsünüz? Ne kadar az düşünürsünüz? diyen rabbine kula kul olmayı, kula kulluk ile çıkar ve menfaat yalakalığı sonucu riyakar, şahsiyetsiz ve omurgasız, gelen rüzgara göre şekillenen; münafık insanlar topluluğu oluşturmaz mı? Özünde ve ruhunda özeti “güzel ahlak “ olan dini değerlerimizin çıkar ve menfaatlere alet edildiğinde; insan hayat sisteminin nasıl işlevsiz hale geldiğini yaşadığımız ve geçirdiğimiz tecrübeler ispatlamıyor mu? Özü itibariyle fikri, irfanı ve vicdanı hür nesiller yetiştirmenin akıl ve idrak ile kendi yolunu bulmasını sağlamak; soran, sorgulayan, eleştiren, kendi kararlarını kimsenin etkisinde kalmadan hayatına yön verebilen özgür bireyler yetiştirmeden; sürüleşmiş insan yığınları haline gelinmesine mani olamıyoruz. OKULLAR AÇILIRKEN; GÖNÜL, FİKİR VE RUH DÜNYAMIZIN AYARLARI EĞİTİM DURSUN ÇAKIR


12 Bakış penceremizin ne kadar önemli olduğu mutluluk ile mutsuzluk gibi, gece ile gündüz gibi, gül ile diken gibi hepsi iç içe geçmiş durumda. Sadece hangi pencereden bakmamıza bağlı olarak; hayat yolculuğumuzda kendi içsel programımızı oluştururken başkalarının bizim hayatımıza yön vermesine asla müsaade etmemeliyiz ki; kendi hayat çizgimizi kendi hür irademizle kendi yolumuzu kendimiz çizmeliyiz. Hayatı trafiğe benzettiğimizde direksiyonumuzu hiçbir zaman başkasına teslim etmemeliyiz, yanlışta olsa doğruda olsa başkasına kaptırdığımız hayat direksiyonumuzu başkalarının bizi nereye götüreceğini ve nasıl sonuçlanacağını bilmediğimiz için kararlarımız kötüde olsa bize ait olmalı. Hatır gönül kırılmasın ayıp olur duygusu içinde hayatımızın nasılda yanlışlar bataklığına saplandığını, daha kötüsü; bu sonuç benim iradem ile olsaydı faturasına katlanırdım fakat başkalarının benim alet ederek irademe ipotek koyarak, aman canım ayıp olmasın, başkaları ayıplar düşüncesi ile irada ve istem dışı içimizin onaylamadığı istem dışı yaptığımız kararlarımızın sonucunda nasıl içimizi kemiren pişmanlıklar yaşadığımız gelişimler olmuştur. Bu istem ve irademiz dışında gelişmelere fırsat vermemek için gereksiz ayıp olur duygusundan çıkıp kendimiz olmamız gerekliliği ve zorunluluğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır. Toplumsal hayatımızda hayatın akışı içinde bizi etkileyen irademizi bloke eden yakınlarımız ve arkadaşlarımız çok olmuştur. Doğru ve güzel olan hak ve hukuki olanlara evet, yanlış ve içimizde bizi rahatsız eden yanlışlara da keskin ve kesin irade ile hayır diyebilmekten geçtiğinin önemi de ortada. Hülasa; kendimizi gerçekleştirmek için kendi özgün kararlarımızdan vazgeçmeden başkalarının öneri ve fikirlerine de önem vererek, gelişmelere açık olmak için okumak, araştırmak, akıl ve irade süzgecinden geçirip, olmadı bilenlerden de anne-baba, bizi çok sevdiğine emin olduğumuz dostlarımızdan da yardım olarak doğru ve en doğru kararlarımızı vermede sağlıklı yolu seçmek bizler için hayat yolculuğumuzda istenmedik kazalardan kaçınmanın yolu olsa gerek. Yaşadığımız bunca tecrübe deneylerden sonra; sürü psikolojisine yenik düşmemek için, aklımızı önceleyerek, kim beni nereye götürmek istiyor, iradem ve aklım bunları onaylıyor mu? En değerli varlığım ailem benim bu kararlarımı destekliyor mu? Aman kimse olgusu ve yanılgısı burada başlıyor. Gittiğim yoldan ve aldığım kararlardan emin isem cümle alem duysun onurum ve gururum olur, yanlış bir karar ise gizlemeye çalışmakta iç dünyamda yüreğimi “cız” eder ki; yanlışlığı zaten ortada. Kedimiz ile barışık olmak hayat başarımıza bağlı, başarılı bireyler yaptıkları işlerinden haz alarak başarmanın mutluluğu içinde, hayatlarını fayda üzerine inşa ederler. Meyvesiz ağacın yaprağı da gölgesi de olmayacağına göre sağlıklı görüntüsü olmaz. Bireyde kendini gerçekleştirirken, insan trafiğinde başkalarına zarar vermeden insani kurallar içinde yolunu belli hız limitini aşmadan almalı, kendi mutluluğu yanında; başkalarını da düşünen, faydalı olabilmek için başarılı olmak zorunda hisseden, hayatını anlamlı hale getirmesi için kendine söz geçiren ilkeleri ve hedefi olan bireylerin oluşturduğu; onurlu, şahsiyetli, merhametli, içten ve samimi, iyilik sever, incitmeyen, kendinden başkalarını da çok düşünen, hayat anlayışı; faydalılık üzerine kurgulanmış bireylerin oluşturduğu toplumların dünya arenasında gerçek değerini ve saygın yerini alacaktır. EĞİTİM


13 1959 Kayseri doğumlu. Matematik öğretmeni olarak yurdun çeşitli bölgelerinde çalıştı. Uzun yıllar matematik öğretmeni olarak dersanelerde çalıştı. Basılmış matematik ve geometri kitapları vardır. Milli Eğitim Bakanlığı Açık Öğretim Lisesi için Geometri ders notu hazırladı. Amatör olarak müzikle uğraşmaktadır. Kültür ve Turizm bakanlığı beste yarışmalarında çeşitli derceler almıştır. Çeşitli dergilerde makaleleri yayımlanmıştır. İSMET BURKAY Osmanlı devletinin geri kalması ve çöküşün başlamasında etkili olan sebeplerin büyüğü eğitim alanındaki tedbirlerin zamanında alınmış olmaması idi. Devletin içine düştüğü durumdan çıkası ümidi ile yenilik hareketleri başlatan III. Selim ve II. Mahmut gibi padişahların bu hareketleri yeterli olamadı. Tanzimat Fermanı, Avrupa’ya şirin görünme amacı ile hazırlanmıştı. Ne yazık ki bu ferman; Osmanlı’nın aksayan siyasi sistemine teşkilat yapısına herhangi bir olumlu etkisi olmadı.Devletin mevcut yapısına köklü değişiklikler getirmedi. Fermanla birlikte, merkezi otorite daha zayıflamış, azınlıklara getirilen yeni haklar, ayaklanmaları önleme şöyle dursun aksine hızlandırdı. Sanayi makinelerinin Avrupa’dan geliyor olması, Osmanlı ile Avrupa’nın teknik bakımından farkı, daha açık bir hale geliyordu. Bu makineleri kullanacak olan elemanların sıkıntısı ve bu elemanların yetişmesi de Osmanlı’nın önünde büyük bir sorun olarak duruyordu. Tanzimat fermanının olumlu sayılabilecek yönlerinden biri, yetişmiş teknik eleman ihtiyacı olduğu ve bu elemanların yetiştirecek okulların olmadığını fark edilmesi sayılabilir. Kültürel alanda Avrupa’nın taklit edilmesi, millet üzerinde olumsuz etki bırakmasına rağmen, teknik alanda atılanadımlardan; Yedikule-Küçükçekmece arasında 130 km uzunluğunda bir tür sanayi parkı kurulması,Zeytinburnu’nda demir işleme ve makine imalathanesinin kurulması, çeşitli pamuk işleme ve kumaş fabrikalarının kurulması olumlu sayılabilecek adımlardır. Eğitim alanında yenileşmeler en çok Abdülmecit Efendi’nin attığı adımlarla olmuştur. Eğitim alanında devletin eksik kalması, gün geçtikçe toplum üzerindeki olumsuz etkileri kendini gösteriyordu.1848’de “Darülmuallimîn” adıyla, ilk kez Türkiye’de bir öğretmen okulu açılmıştır. Fransız eğitim sistemi örnek alınarak, 1868’de Fransızca eğitim verecek olan Galatasaray Sultanisi, Eğitim alanında reform sayılabilecek, 1869’da Fransız eğitim sistemini örnek alan Maarif-i Umumiye Nizamnamesi yayınlandı. 1870’te Darülmuallimat adında bir kız öğretmen okulu açıldı. Cumhuriyet kurulduğunda, eski yazı ile okuma yazma oranı, şehirlerde %7, köylerde %3 idi. Cumhuriyet kurulduğunda nüfusun %80 i köylerde, %20 si şehirlerde yaşıyordu. Demek oluyor ki Cumhuriyet kurulduğunda bütün nüfusun okuma yazma yüzdesi %3,8 idi. Cumhuriyet’in kazanımlarından biri eğitim seferberliğidir. Savaştan çıkmış bir millet vardı. Yorgundu, yoksuldu… Savaşın memleket topraklarına verdiği tahribat kendini oldukça gösteriyordu. Ayrıca, Anadolu insanı, Osmanlı Devleti’nin yüzyıllarca unuttuğu bir halktı. Bu unutkanlığın getirdiği çaresizlikler de vardı, üzerinde. Mustafa Kemal birçok kere kalkınmanın mutlaka köylerden başlatılması düşüncesini yakın çevresiyle paylaşmıştı. Nihayet; “Köylü milletin efendisidir.’’özdeyişini harekete geçirecek adımları atmaya başladı. Cumhuriyet’in kuruluşdöneminde, halk aydınlanmasındaki eğitim alanındaki atağı, yokluktan çıkan, küllerinden doğan Türk Milletinin; azminin, kararlılığının sesiydi. Köylü çocuğuna fırsat verildiğinde neler yapabileceğini gösteren bir çabanın zaferiydi. CUMHURİYET’İN KURULUŞ DÖNEMİNDE EĞİTİM


14 Daha savaş yıllarında (1919-1922) bağımsızlık mücadelesi yürütülürken, eğitim önemli bir problem olarak göz önündeydi. Savaş öğrencilerin eğitilmesi noktasında etkili oluyordu… Bununla beraber, eğitim bu mücadeleye önemli katkılarda bulunmuştur. 6 Mayıs 1920’de Maarif Vekilliği adıyla yeni bir teşkilât kuruldu. Maarif teşkilatı eğitimle ilgili problemleri belirli bir sistematiğe göre ele alacak, buna göre çözümler getirecekti. Savaş yıllarında dahi cephede insana ihtiyaç olmasına rağmen 25 Kasım 1920’de mecliste alınanbir kararla öğretmen ve öğrencilerin askerlik yükümlülükleri ertelenmiştir. 9 Mayıs 1920 TBMM’deyapılan toplantıda bir program hazırlanmış; bu programı, Maarif Vekili Dr. Rıza Nur tarafından Meclis’te okunmuştur. Önemli hedefin Misak-ı Milli’ye göre bağımsızlığa kavuşmak olduğunu belirttikten sonra,eğitimle ilgili olan kısmı da dahil olmak üzere, savaş koşullardan dolayı yeni bir şey yapılamayacağı, var olanları koruma ve ıslah etme ile yetinilmesi gerektiği, zaferden sonra radikal önlemlere başvurulabileceği yer almıştır. Oldukça kısa olan programda eğitim ve adalet geniş yer almıştır. 12 gün sürmesi planlanan Maarif kongresi; II. İnönü meydan muharebesinin devam etmesi ve ayrıca Yunanlıların Sakarya’ya saldırması nedeniyle 7 gün sürmüştür (15-21 Temmuz). Savaşın çetin koşullarına rağmen böyle bir kongrenin düzenlenmesi zaferden sonra kurulacak yeni Türkiye için atılan adım olması bakımından manidardır. Hele Mustafa Kemal’in cepheyi bir günlüğüne bırakarak gelmesi ve kongrede bir açılış konuşması yapması, eğitime ne kadar önem verildiğine delalettir. Kongrenin başkanlığını zamanın Milli Eğitim bakanı Hamdullah Suphi yapmıştır. Birçok kişinin savaş nedeni ile ertelenmesini istediği, Mustafa Kemal’in şiddetle karşı çıktığı kongrede açılış konuşmasında; Mustafa Kemal; eğitim için harcanan çabaların gelecekteki eğitimin temellerini atmaya yetmeyeceğini; gerekli vasıtalara sahip olununcaya kadar geçecek olan devrede itina ile çizilmiş bir eğitim programı uygulanıp eğitim örgütünün en verimli şekilde çalıştırılacağını belirtmiştir. 250’den fazla erkek ve kadın öğretmeni bir araya geldiği kongrede, ilk ve ortaöğretim kademelerinin hedef ve programı hakkında tartışmaları yapılmıştır. Kongrede;İlk defa erkek ve kadınlar bir arada toplantı yapmışlardır. Dönemin gazeteleri kongreyi günlük takip etmişler ve gazetelerine taşımışlardır. Kongrede, her ne kadar planlanan sürede gerçekleşmese de, yine de önemli konular görüşülmüş, komisyonlar oluşturulmuştur. Kongrede; 1.İlk defa istatistiki bilgilere yer verilmiştir. 2.Yabancı okulların (ajan faaliyetleri sürdürmesi bakımından) kapatılması 3.Halk eğitimi için, yüksek programlar yerine onlariçin gerekli olan dil, din ve hesap dersleri okutulmalıdır. 4.Meslek derslerinin ilkokullarda bütünüyle öğretilmesi mümkün değildir. Sanat ve bir iş edinmek için yeteneklerin esas olduğu kız okullarında kızların ev kadını olabilmeleri için gerekli olan pratik bilgilerin verilmesi gerekmektedir. 5.İlköğretimin 5 seneye çıkarılması ve ilköğretim modelinin ihtiyaca göre şekillendirilmesi ele alınmıştır. Köy ve kentlerin ihtiyaçlarının farklı olması nedeniyle ilkokul programları ayrı ayrı hazırlanmalıdır. Toplantıda alınan bu kararlar doğrultusunda yapılan uygulamalar, Köy Enstitülerini kurulmasına, ciddi eğitim hamlelerinin yapılmasına taban oluşturmuştur. Türk milletinin bağımsızlık savaşı verdiği yıllarda bile, milletin geleceğinin eğitimle mümkün olabileceğini vurgulayan Mustafa Kemal, meclisin 1 Mart 1922 açılışında da buna değinmişti. Konuşmasında, milletlerin sadece maddi kuvvetlerle değil manevi kuvvetlerle birlikte yükseleceğini, bu manevi kuvvetin bilim ve din olduğunu vurgulamıştır. Hükümetin önem verdiği işlerin başında eğitim olduğunu söyledikten sonra, bunda başarılı olmak için her şeyin bir program dahilinde gitmesi gerektiğini söylemiştir. Bu programın, sosyal ve yaşamın ihtiyaçları ile yerel şartlarla ve çağın gerekleri ile tam anlamıyla denk ve uygun olması gerektiğini vurgulamıştır. Yüzyıllardan beri memleketi yöneten hükümetler batıyı taklit ettiği, bununda, memleket insanlarının problemlerini çözemediğini söylemiştir. Konuşmasının devamında; “Bu hazin gerçek karşısında bizim uygulamak zorunda olduğumuz eğitim politikamızın ana hatları şöyle olmalıdır: Demiştim ki, bu ülkenin gerçek sahibi ve sosyal yapımızın gerçek unsuru köylüdür. İşte bu köylüdür ki, bu güne kadar eğitim nurundan yoksun bırakılmıştır. Bundan dolayı, bizim uygulayacağımız eğitim politikasının temeli ilk önce var olan cehaleti yok etmektir. Ayrıntıya girmekten çekinerek bu düşüncemi birkaç kelime ile açıklamak için diyebilirim ki, genel olarak bütün köylüye okumak, yazmak ve vatanını, dinini, dünyasını tanıtacak kadar coğrafya tarih, din ve ahlâk ile ilgili bilgiler vermek ve dört işlemi öğretmek eğitim programımızın ilk amacıdır’’ cümlelerini ekledi. 27 Ekim 1922’de Mustafa Kemal, Bursa Şark Tiyatrosunda öğretmenlerle bir toplantı yapmıştır. Toplantıya elde edilen zaferi kutlamak için İstanbul’dan gelen öğretmenler de vardı. Mustafa Kemal; Öğretmenler karşısında konuşmanın zevkini yaşadığını, öğretmenlerin ışık ocaklarını temsil ettiklerini, katılan öğretmenlerin gözlerindeki pırıltıyı gördüğünü söylediği konuşmada; “İsterdim ki çocuk olayım ve sizin ders vermekle ışık saçan çevrenizde bulunayım, sizden feyiz alayım, siz beni yetiştiresiniz. O zaman ulusum için, daha faydalı olurdum. Ama ne yazık ki artık elde edilemeyecek bir isteğin karşısındayım. Bu isteğin yerine başka bir dilekte bulunacağım: Bugünün çocuklarını yetiştiriniz. Onları ülkeye, ulusa yararlı insanlar yapınız. Bunu sizden bekliyorum, istiyorum.’’ diyerek eğitim ordusunun Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş aşamasında çok işler yapacağını vurgulamıştır. Eğitimde atılacak adımların amacı, Milli Kültür birliğini sağlamalı, vatandaşlık ve ilköğretimi yaygınlaştırmalı, Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu insan tipini yetiştirmesidir. Mustafa Kemal, bu eğitim anlayışını oluşturabilmek için pratik uygulamalarının yanında teorik görüşlerini de ortaya koymuştur. Bir milletin gerçek kalkınması, bilim ve teknikle olacağını, bunun da kaliteli eğitimle gerçekleşebileceğini biliyordu Mustafa Kemal. Bu önemli görevi üstlenecek olanlar da elbet öğretmenlerdi. Türk insanının muasır devletleri yakalamasında en büyük görevi öğretmenlere yüklemiştir. KAYNAKÇA 1.Dr. Erol Kapluhan, Atatürk Dönemi Eğitim Seferberliği ve Köy Enstitüleri 2.Doç. Dr. Galip Karagözoğlu, Atatürk’ün Eğitim Savaşı 3.Yrd. Doç. Dr. Yavuz Aslan, Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükümeti 4.https://www.tbmm.gov.tr/tarihce/ataturk_konusma/1d3yy.htm “ÖĞRETMENLER YENI NESIL SIZIN ESERINIZ OLACAKTIR”


15 01/08/1969 KIrşehir de doğdum. Kırşehir Lisesinden mezun oldum. 1987- 1993 yılarında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldum. !993-1998 yıllarında ise yine Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz kliniğinde KBB asistanlığı eğitimini tamamlayarak KBB uzmanı oldum. 1998-1999 yıllarında Sivas Numune Hastanesinde KBB uzmanı olarak çalıştım. 1999- 2003 yılları arasında İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde başasıstan olarak çalıştım.2003 yılından itibaren Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Araştırma ve Eğitim hastanesinde uzman olarak çalışıyorum. Evli ve iki çocuk babasıyım. • Yabancı dil ingilizce • 2011 yılında MHP Kırşehir Milletvekili adayı olarak seçimlere katıldım. • üye olduğum sivil toplum kuruluşları • TKBBV( Türkiye Kulak Burun Boğaz Vakfı) • Türk Otorinolarengoloji Derneği • İzmir ve Kırşehir Türk Ocağı Üyeliği • TÜRKAV • Türk Sağlık Sen • 16 adet yerli ve yabacı bilimsel yayınım mevcut. OP. DR. AHMET HAKKI İŞİTME ORGANI OLARAK KULAK Kulak (auris), işitme işlevini gören ve denge organını içinde bulunduran anatomik yapıdır. Kulak Üç kısımda incelenir: 1.Dış kulak 2. Orta kulak 3 .İç kulak. İki kısımdan oluşur. Dışa doğru çıkıntı yapan kısmına kulak kepçesi adı verilir. Kulak kepçesi sesin yönünün belirlenmesinde işlev görür. Burayı orta kulağa bağlayan kanal ikinci kısmı yapar ve dış kulak yolu adını alır. Dıştan içe doğru uzanan bu kanal yaklaşık 2,5 cm kadardır ve S harfi şeklinde kıvrılmıştır. Kıkırdak kısım üzerinde tragi adı verilen kıllar vardır. Kanal içinde bezlerin salgısı ve bunların üzerine binen tozlar sonucu kulak kirleri oluşur. Bu kirler birleşip kuruduğu zaman kanalı tıkayabilir ve işitmeye engel olabilirler. DIŞ KULAK Dış kulak yolunun sonunda yarı saydam olan sedef renginde kulak zarı bulunur. Kulak zarı; dış kulak ile orta kulağı birbirinden ayırır. Her iki yüzü, atmosfer basıncı ile dengelenmiştir. Zarın iç yüzünü, östaki borusu aracılığı ile boğazdan gelen hava dengeler. Böylece kulak zarının içe çökmesi engellenmiş olur. Birbiri ile eklemleşen üç kemik timpan zarına çarpan ses dalgalarının amplıtüdünü yükselterek, iç kulaktaki sıvıya iletirler. Kulak zarına tutunan ilk kemik malleus (çekiç kemiği)’tur. Ortadaki incus (örs), sondaki ise stapes (üzengi)’tir. Üzengi kemiği oval pencere (fenestra vestibuli) adı verilen açıklık üzerine oturur. Orta kulak: Temporal kemik içerisinde altı duvarlı bir kemik boşluğudur. Ön iç kısmındaki “östaki borusu” sayesinde yatakla birleşir. Bu durum kulaktaki iç ve dış basınçları dengeleme yönünden çok önemlidir. Östaki borusu normalde kapalı olup yutkunma ve esneme durumlarında açılır. Üst kısmından kulak arkasındaki mastoid kemiğin hava dolu hücrelerine açılır. Bu ilgi orta kulak iltihaplarının bu kemiğe geçmesi açısından önemlidir. Orta kulakta bulunan önemli kısımlardan biri de kemikçikler zinciridir. Çekic, örs ve üzengi kemikçikleri zar ile iç kulağın bağlantısını sağlar. Bu üç kemikçik vücudun en küçük kemikçikleri olup zara gelen titreşimi takriben 12,19 kat arttırırlar ve iç kulağın “perilenf” sıvısına iletirler. Çekiç kemiği zara yapışıktır. Örs, ortada ve üzengi ise iç duvarda yapışıktır. Üzengi kemiğinin yapıştığı nokta oval pencere adını alır ve iç kulağa titreşimlerin iletimi buradan olur. Orta Kulak KIRŞEHİR DEVLET HASTANESİ KULAK BURUN BOĞAZ UZMANI SAĞLIK


16 Çok karışık yapılardan oluşan ve önemli fonksiyonlar üstlenen kısımdır. Hepsi de temporal kemik içerisinde yer alan, birbirinden ayrı üç kemik boşluktan meydana gelir. Bu kemik boşluklara kemik labirent (labyrinthus osseus) adı verilir. Kemik labirent üç bölümden oluşur.Oval pencerenin açıldığı kısma vestibulum (dalız) denilir. Diğer ikisi ise cochlea (salyangoz kabuğu) ve semisirküler kanallar (canalis semisircularis osseus, kemik yarım daire kanalları)’dır. Dalız merkezde olmak üzere; önünde salyangoz, arkasında yarım daire kanalları yerleşir. Her üç bölme de, perilenfa adı verilen sıvı ile doludur. Kemik labirentin içinde, labirentin kıvrımlarına uyan ve içi endolenfa ile dolu olan zar labirent (labyrinthus membranaceus) bulunur. Zar labirentin, kemik labirent kısımlarına uyan bölmeleri şunlardır: Vestibulum içindeki kısmı, utriculus ve sacculus’tur. Cochlea içinde kalan kısmı ductus cochlearis ve semisirküler kanallar içinde yer alan kısmı da ductus semisircularis adını alırlar. İŞITME ORGANI VE MEKANIZMASI Mekanik ses uyarılarını elektrik impulslarına dönüştüren reseptörlere işitme veya corti organı denir. Bu reseptörler zar cochlea’nın (ductus cochlearis) içinde yerleşmiş olarak işitme siniri (n. cochlearis) ile irtibat halindedirler. Dış kulak yolu içinde ilerleyen ses dalgaları, kulak zarını titreştirerek buraya temas eden kulak kemikçiklerini harekete geçirir. Burada amplitüdü yükselen ses dalgaları, kemik labirent içindeki perilenfa’ya taşınır. Buradan da endolenfa membranına ulaşırlar. Endolenfa’da ki dalgalanma ince saç kılı şeklindeki reseptörleri (corti organı) uyarır. Bu işlem, sinir impulslarının başlamasını ve işitme siniri ile beyne taşınmasını sağlar.. Duyma sisteminde iki adet algılayıcının olmasının en büyük avantajı çift yollu (stereo) duymaya izin vermesidir. DENGE MEKANIZMASI İç kulakta yer alan diğer duyu reseptörleri denge ve başın uzaydaki pozisyonu ile ilgilidir. Bu reseptörlerin bazısı semisirküler kanalların tabanında yerleşmiştir. Bunlar tamamen denge ile ilgilidir. Bir diğer kısmı ise vestibulumda yer alan sacculus ve utriculus isimli iki küçük zar kese içindedir. Semisirküler kanallar sacculus ve utriculus ile bağlantı halindedir. Bu keselerden biri başın uzaydaki pozisyonu ile ilgili bilgi alır. Diğeri denge duyusu olup, kılların (silialar) hareketi ile ortaya çıkar. Baş hareket ettiği zaman, siliaların pozisyona kilitlenmesi ile sinir impulsu başlar. Buradan ve kanallardan başlayan denge siniri (n. vestibularis), işitme sinirine (n. cochlearis)katılarak n vestibulocochlearis’i oluşturur KULAK GELIŞIM DEFORMITELERI Kulak, insanın dış görünümünü doğrudan etkileyen, estetik değeri ve aynı zamanda fonksiyonel önemi olan bir organdır. Kulakta, doğuştan hiç gelişmeme de dahil olmak üzere çok değişik şekilsel bozukluklar karşımıza çıkabilir. En sık olarak rastlanan şekil bozukluğu kepçe kulak deformitesidir. Kepçe kulak deformitesi, kulakların, olması gereken normal anatomik duruşundan öne doğru açık durması şeklinde görülür. Çocuğun anne karnındaki duruşu ve uyku sırasındaki yatış pozisyonu ile hiçbir ilgisi yoktur. Kulağın içindeki bazı organların gelişmemiş olması sonucu oluşan işitme engelleri de gelişim deformiteleri arasındadır. KULAK HASTALIKLARI Kulağın her parçasında, çeşitli sebeplerden ilerigelen birtakım hastalıklar olur. Bunların başlıcalarını gözden geçirelim: KULAK AĞRILARI Başlıbaşına bir hastalık değildir; kulaktaki, ya da vücudun başka bir yerindeki bazı hastalıkların belirtileridir. Dış kulak borusunda çıkan çıbanlar, kulağı tıkayan kirler, dış, orta ve iç kulaktaki iltihaplar bu sebeplerin başlıcalarıdır. Bademcik iltihapları, nezle dolayısıyla, orta kulakla boğaz arasındaki borucuk tıkanabilir, o zaman insana uyku uyutmayan şiddetli kulak ağrıları başlar. Dış kulaktaki çıbanlardan, iltihaplardan dolayı akıntılar görülür. Ayrıca, ortak kulağın iltihaplanıp cerahat toplaması üzerine, kulak zarı kendiliğinden delinir, cerahat buradan dışarı akar. Bazı şiddetli iltihaplarda kulak akıntıları çok cerahatli, hattâ kanlı olabilir. Bir kazada kafa ve kulak kemiklerinin kırılmasında da omurilik suyu kulaktan dışarı akabilir. KULAK İLTIHAPLARI Dışarıdan boğaz yolu ile, ya da içeriden kan vasıtasıyla gelen birtakım mikroplar kulağın her parçasında iltihaplara yol açabilirler. Bunlar arasında en çok görülenleri ve en çok ağrı verenleri orta kulak iltihaplarıdır. İç Kulak KULAK AKINTILARI SAĞLIK


17 KULAK İLTIHAPLARI - Dışarıdan boğaz yolu ile, ya da içeriden kan vasıtasıyla gelen birtakım mikroplar kulağın her parçasında iltihaplara yol açabilirler. Bunlar arasında en çok görülenleri ve en çok ağrı verenleri orta kulak iltihaplarıdır. Dış Kulak İltihabı Dış kulak kanalının tahriş olması ve iltihaplanması halidir. Belirtiler: – Dış kulak kanalının kaşınması – Kulak ağrısı – Kulakta akıntı olması – Kulakta tıkanıklık. Nedenler: • Kirli sularda yüzmek • Kulağı kaşımak, karıştırmak • Kulak içinde yabancı cisim olması • Alerji • Kulak yıkanması Kulak kirini özellikle pamuklu çubuklarla veya küçük nesnelerle temizlemeye çalışmak kulak yolu derisini tahriş edip hasar verebilir. Bu hasarlı dokuya mikroplar kolaylıkla yerleşerek hastalık oluşturur. Bazen orta kulak enfeksiyonu veya soğuk algınlığı gibi üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında da olabilir. Kulağın nemli olması sulu ortamı seven pseudomonas gibi bakterilerle enfeksiyona yatkınlık yaratır. Diğer bakteriler ve mantarlar da dış kulakta enfeksiyona neden olabilirler. Kulak ağrısı, kulak kepçesinin hareketleriyle şiddetlenebilir. Dış kulak yolunda mantar hastalığı Semptomlar: • Dış kulakta kaşıntı • Kulak akıntısı ( sarı, sarı-yeşil, iltihaplı veya kötü kokulu) • Kulak ağrısı • Kulakta tıkanıklık Muayene ve Testler: • Doktorunuz muayene sırasında kulaklarınızın içine bakar. Kulak ve kulak yolu kızarık ve şiş görünür • Kulak derisi pullu ve döküntülü görülebilir • Dış kulak yoluna dokunmak veya hareket ettirmek ağrıyı arttırır. Dış kulak yolundaki şişlikten dolayı, doktorun kulak zarını gözlemlemesi zorlaşabilir. Doktor, dış kulak yolundaki akıntıdan örnek alarak herhangi bir bakteri veya mantarı tanımlamak için laboratuvara gönderebilir. Tedavi: Tedavinin amacı enfeksiyonu ortadan kaldırmaktır. Tedavide; • Antibiyotik içeren kulak damlaları. • Mantarlar için antimikotikler. • Ağrı kesiciler • Sistemik antibiyotikler kullanılabilir. Kulak yolundaki akıntı temizlenmelidir. Bu işlem ilaçların etkili olmasını kolaylaştırır. Kulak kanalı çok şiş ise dış kulak yoluna ilaç ile ıslatılmış pamuk parçası tampon şekline getirilip dış kulak kanalına yerleştirilebilir. Ağrı ciddiyse ağrı kesici kullanılabilir. Kulağa sıcak bir şey uygulanması ağrıyı azaltabilir. Hastalık Seyri: Dış kulak yolu iltihabı tedaviye iyi yanıt verir ancak tedavi edilmezse, komplikasyonlara yol açabilir. Şeker hastalığı gibi altta yatan problemi olan bazı hastalarda, hastalık kemiğe ve çevresel yumuşak dokulara yayılabilen ciddi komplikasyonlara sebep olabilir. Önlenmesi: Önlenebilir bir hastalıktır. Kirli suda yüzmeyin. Banyodan ve yüzmeden sonra kulaklarınızı nemli bırakmayın. Kulak kanalının nemli olması enfeksiyon riskini artırır. SAĞLIK


18 KULAK İLTIHAPLARI - Dışarıdan boğaz yolu ile, ya da içeriden kan vasıtasıyla gelen birtakım mikroplar kulağın her parçasında iltihaplara yol açabilirler. Bunlar arasında en çok görülenleri ve en çok ağrı verenleri orta kulak iltihaplarıdır. Dış Kulak İltihabı Dış kulak kanalının tahriş olması ve iltihaplanması halidir. Belirtiler: – Dış kulak kanalının kaşınması – Kulak ağrısı – Kulakta akıntı olması – Kulakta tıkanıklık. Nedenler: • Kirli sularda yüzmek • Kulağı kaşımak, karıştırmak • Kulak içinde yabancı cisim olması • Alerji • Kulak yıkanması Kulak kirini özellikle pamuklu çubuklarla veya küçük nesnelerle temizlemeye çalışmak kulak yolu derisini tahriş edip hasar verebilir. Bu hasarlı dokuya mikroplar kolaylıkla yerleşerek hastalık oluşturur. Bazen orta kulak enfeksiyonu veya soğuk algınlığı gibi üst solunum yolu enfeksiyonları sırasında da olabilir. Kulağın nemli olması sulu ortamı seven pseudomonas gibi bakterilerle enfeksiyona yatkınlık yaratır. Diğer bakteriler ve mantarlar da dış kulakta enfeksiyona neden olabilirler. Kulak ağrısı, kulak kepçesinin hareketleriyle şiddetlenebilir. Dış kulak yolunda mantar hastalığı Semptomlar: • Dış kulakta kaşıntı • Kulak akıntısı ( sarı, sarı-yeşil, iltihaplı veya kötü kokulu) • Kulak ağrısı • Kulakta tıkanıklık Muayene ve Testler: • Doktorunuz muayene sırasında kulaklarınızın içine bakar. Kulak ve kulak yolu kızarık ve şiş görünür • Kulak derisi pullu ve döküntülü görülebilir • Dış kulak yoluna dokunmak veya hareket ettirmek ağrıyı arttırır. Dış kulak yolundaki şişlikten dolayı, doktorun kulak zarını gözlemlemesi zorlaşabilir. Doktor, dış kulak yolundaki akıntıdan örnek alarak herhangi bir bakteri veya mantarı tanımlamak için laboratuvara gönderebilir. Tedavi: Tedavinin amacı enfeksiyonu ortadan kaldırmaktır. Tedavide; • Antibiyotik içeren kulak damlaları. • Mantarlar için antimikotikler. • Ağrı kesiciler • Sistemik antibiyotikler kullanılabilir. Kulak yolundaki akıntı temizlenmelidir. Bu işlem ilaçların etkili olmasını kolaylaştırır. Kulak kanalı çok şiş ise dış kulak yoluna ilaç ile ıslatılmış pamuk parçası tampon şekline getirilip dış kulak kanalına yerleştirilebilir. Ağrı ciddiyse ağrı kesici kullanılabilir. Kulağa sıcak bir şey uygulanması ağrıyı azaltabilir. Hastalık Seyri: Dış kulak yolu iltihabı tedaviye iyi yanıt verir ancak tedavi edilmezse, komplikasyonlara yol açabilir. Şeker hastalığı gibi altta yatan problemi olan bazı hastalarda, hastalık kemiğe ve çevresel yumuşak dokulara yayılabilen ciddi komplikasyonlara sebep olabilir. Önlenmesi: Önlenebilir bir hastalıktır. Kirli suda yüzmeyin. Banyodan ve yüzmeden sonra kulaklarınızı nemli bırakmayın. Kulak kanalının nemli olması enfeksiyon riskini artırır. Orta kulakta iltihap olunca, kulak zarı gerilir, kulakta şiddetli ağrılar başlar. Su iltihaplarda, orta kulağı teşkil eden ufacık boşlukta, iltihabın şiddetine göre, kanlı, kirli salgılar, cerahat toplanır. Kimi vakit, kulak zarı kendiliğinden delinerek, cerahat akar; kimi vakit de, zar delinmez, cerahat mikropları kulağın arkasındaki kemikler arasına dolarak orada şiddetli iltihaplar yapabilirler. Kulak zarında delinme ve iltihaplı kulak akıntısı ile karakterize enfeksiyonlar yıllar sürebilir ve ilaç tedavilerine direnç gösterirler. İnfeksiyon ilerleyerek orta kulağın tamamına, kafa kemiklerine, boyuna, beyine ve yüz siniri gibi önemli sinirlere yayılabilir. Bu durumda yüz felci, menenjit ve beyin apseleri gibi komplikasyonlar ortaya çıkabilir. Kronik otitlerin kesin tedavisi cerrahidir. Yapılan ameliyatla iltihaplı bölgeler temizlenir ve kulak zarındaki delik bir yama ile kapatılır. (timpanoplasti ameliyatı). KULAĞA BIR ŞEY KAÇINCA NE YAPMALI Kaza olarak, kulağa birtakım şeyler kaçabilir. Bunlar ya canlı hayvancıklar, ya da cansız maddelerdir. Canlılardan sinek, sivrisinek, böcek, tatarcık, pire gibi hayvanlar kulağa kaçabilir; cansızlardan da kulağa kaçabilecek şeylerin başında çekirdek, yemiş, tahıl taneleri, boncuk, düğme gelir. Çocuklar, oyun oynarken, birbirlerinin kulağına zıpzıp, çivi gibi şeyler sokabilirler. Kronik Orta Kulak İltihabı: Bu gibi durumlarda, kulağa kaçan yabancı cismin büyüklüğüne, içeri giriş derecesine göre, türlü sıkıntılar verirler. Bu arada, kulağın dış borusundan içeri giren cisimler kulak zarını patlatabilir. Kulağa büyükçe bir şey kaçınca, çıkarmaya uğraşmamalı, bir doktora başvurmalıdır; çünkü kurcalamakla kulağa zarar verilebilir. Yalnız, pire, tatarcık gibi ufak böcekler kulağın içine bir tutam saç sokularak kolayca çıkarılabilir. Kulak hastalıklarının tamamı hakkında bilgi vereceğiz ve kulak hastalıklarının her biri için belirtilerini ve tedavi yöntemlerini de açıklayacağız. Şimdi kulak hastalıkları nelerdir, kulak hastalıklarının belirtileri ve sebepleri ve kulak hastalıklarının tedavi yöntemleri hakkında hazırlamış olduğumuz yazıya göz atalım; Baş Dönmesi (Vertigo) Baş dönmesi birçok organa ve bunlardaki rahatsızlıklara bağlı olabilir ve beraberinde ciddi sonuçlar getirebilir. SAĞLIK


19 Bu konuda rol oynayan organ ve sistemler arasında beyin, omurilik, iç kulak (labirent), gözler, eklem ve kaslar sayılabilir. Bu organları etkileyen herhangi bir hastalık baş dönmesi ile birlikte o organa ait diğer belirtilerin ortaya çıkmasına neden olabilir. Sebepleri başlıca şunlardır: – Üst solunum yolu enfeksiyonları – Pozisyona bağlı baş dönmesi – Vestibüler nörinit (denge ile ilgili sinyalleri beyne ulaştıran sinirin iltihaplanması) – Kronik orta kulak iltihapları – İç kulaktaki tümör yapılı hastalıklar – Meniere hastalığı (iç kulaktaki sıvıların dengesinin bozulması) – Menenjit gibi ateşli hastalıkların iç kulağı etkilemesi Nasıl tedavi edilir ? Baş dönmesi kendisi bir hastalık olmayıp başka hastalığın belirtisi olduğu için öncelikle asıl sebebin tedavisi gerekir. Baş dönmesi eğer pozisyonel baş dönmesi (BPPV) ise bunun tedavisi doktorunuzun size muayene sırasında uygulayacağı bazı manevralarla olmaktadır. Bu manevralar iç kulaktaki bazı partiküllerin yerine oturmasını sağlamaktadır. Diğer sebeplerde ilaç tedavisi kullanmak gerekebilir. Bazı şiddetli başdönmesi olgularında hastaneye yatış gerekebilir. İlaç tedavisine cevap vermeyen Meniere hastalığı’nda da nadiren ameliyat yapılır. Meniere Hastalığı Meniere hastalığı iç kulakta bulunan ve dengeden sorumlu sıvılardaki basınç artışının neden olduğu ve en önemli bulgusunun ataklar halinde baş dönmesi olduğu bir hastalıktır. Her yaşta görülebilmesine rağmen 40 yaş civarında başlaması daha sıktır. %20 civarında iki kulak birden tutulur. Meniere hastalığının başlıca belirtileri baş dönmesi, kulak uğultusu, işitme kaybı ve kulakta dolgunluk hissidir. Baş dönmesine bulantı ve kusma eklenebilir. Baş dönmesi ani başlangıçlı, 20 dakika ile 24 saat arasında sürebilen ve bulantı-kusma ile birliktedir. Baş dönmesi başlamadan önce bazen kulakta dolgunluk hissi oluşabilir. Baş dönmesi atakları arasında hasta tamamen normal ya da hafif dengesiz olabilir. İşitme kaybı baş dönmesi olduğu dönemde olur. Hastalığın ilk yıllarında baş dönmesi atakları, sonrasında işitme kaybı düzelir fakat ileri yıllarda atak sonrasında da işitme kaybı devam eder. Kulak çınlaması hastadan hastaya değişir ve aralıklı ya da sürekli olabilir. İşitme kaybı ve kulak çınlaması ile beraber kulakta bir dolgunluk ve basınç hissi olabilir. Meniere hastalığı olan hastaların kulak muayenesi normal görülür. Baş dönmesi atakları sırasında ise hastada görülebilecek en önemli bulgu nistagmus adı verilen istemsiz göz hareketleridir. Ayrıca baş dönmesinin getirdiği ayakta durma ve yürüme zorluğu, bulantı-kusma saptanabilir. Teşhiste baş dönmesinin süresi, sıklığı, derecesi berberinde olan semptomlar hastalığın nedeni hakkında bilgi verirler. Muayene sonrasında yapılacak ilk tetkik odiometri adı verilen işitme testleridir. Meniere hastalığını kuvvetle düşündürecek bir yöntem Gliserol testi’dir. Bilgisayarlı Tomografi veya Manyetik Resonans tetkikleri beyinde veya iç kulaktaki tümör ya da yer kaplayan lezyonları ayırt etmek için kullanılabilir. Meniere hastalığının tedavisi 3 bölümde incelenir. -Baş dönmesi ataklarının tedavisi -Baş dönmesinin önlenmesi -Cerrahi tedavi Kulak Çınlaması (Tinnitus) Hastanın dışarıdan herhangi bir sesli uyaran olmaksızın anormal ses algılanması olarak tanımlanır. Tinnitusun Nedeni Nedir? Sesin sadece hasta tarafından duyulduğu subjektif tinnitusun birçok olası nedeni vardır. Kulak kiri geçici bir süre tinnitus yapabilir. Bunun yanında orta kulakta sıvı birikmesi, kulak zarında delinme, enfeksiyon ve orta kulaktaki kemiklerin eklem yerlerinin sertleşmesi gibi daha önemli nedenler de olabilir. Tinnitus baş ve boyun bölgesindeki damar genişlemeleri (anevrizma) veya denge ve işitmeyi sağlayan sinirden kaynaklanan bir tümörden (akustik nörinom) dolayı da olabilir. Bu problemlerde işitme kaybı da vardır. Yüksek veya düşük tansiyon, tümör, şeker hastalığı, tiroid problemleri, baş ve boyun bölgesine gelen darbeler ve birçok diğer nedenler: bazı ilaçlar tinnitusa neden olabilir. Yaş büyüdükçe sinirlerde yaşlanır. Bu da beraberinde tinnitusu getirir. Kulaklıkla yüksek şiddette müzik dinlemek hem tinnitus hem işitme kaybı problemlerini beraberinde getirir. Tedavi: Tinnitusta belirgin bir etyoloji ortaya konabilirse tedavi etyolojiye yöneliktir. Ancak genellikle etyoloji belirlenemediği için semptomatik tedavi uyguanır. Objektif tinnituslu hastalar tedavi yaklaşımları ile zamanla düzelir. Subjektif tinnitus sistemik hastalık varlığında ilaç tedavisine iyi yanıt verir. Kulak çınlaması için herhangi bir tedaviye başlamadan önce, Kulak Burun Boğaz uzmanı tarafından muayene olmanız önerilir. Kulak Kiri (Buşon) Dış kulak yolundaki cildin salgısıdır. Bu salgı dışarıdan gelen toz ile diğer partikülleri tutar. Dış kulak yolu cildindeki dışa doğru olan hareketlerle kulak kepçesine doğru atılır. Kulak salgısının koyu olması, tozlu ortamlarda bulunma veya salgının dışarıya atılmasına engel faktörler birikime yol açarlar. Kulaklarınızı temizlememelisiniz. Dış kulak yolunun en derin kısmında kulak zarı bulunur. Kulağı temizlemek için sokulacak herhangi bir cisim kulak salgısını zara doğru itebileceği gibi kulak zarına da zarar verebilir. Ucu pamuklu kulak temizDenge Nasıl Sağlanır: SAĞLIK


20 leme çubuğu kullanan kişiler, pamuğun ucuna sıvanan salgıyı görünce temizlediklerini düşünürler ancak salgının çoğunu zara doğru itmiştirler. Kulak salgısı normalde dışarı atılmasına rağmen bazı durumlarda kulakta birikerek tıkanıklığa yol açar. Buna şunlar neden olur: -Hastanın kulağını temizlemek için yabancı cisim sokması -Tozlu ve kirli ortamlarda çalışma -Dış kulak yolunda darlık nedeniyle buşonun dışarı atılamaması -Denize girme veya banyo sırasında dış kulak yolundaki az miktardaki salgının şişmesi Kulak tıkandığında öncelikle bir KBB uzmanının muayenesi ve tıkanıklığın gerçekten buşona bağlı olup olmadığı belirlenmelidir. Buşon saptandıktan sonra yapılacak tek şey buşonu çıkarmaktır. Buşon temizlenmesi periyodik olarak yapılan bir işlem değildir. Ne zaman kulak tıkanıklığı yapacak duruma gelirse o zaman temizlenir. Bu süre bir kaç ay olabileceği gibi temizleme de gerekmeyebilir. İşitme Kaybı İşitme kayıpları genel olarak üçe ayrılarak incelenirler. 1-İletim tipi işitme kaybı 2-Sensörinöral işitme kaybı 3-Mikst işitme kaybı Dış kulak ve orta kulakla ilgili hastalıklar genel olarak iletim tipi işitme kaybı yaparken, iç kulak, işitme siniri ve beyinle ilgili hastalıklar sensörinöral tip işitme kaybı yaparlar. Eğer işitme yollarının sadece bir yerinde değil birden fazla bölgesinde hastalık varsa mikst (karışık) tip işitme kaybı ortaya çıkar. Dış Kulak İle İlgili Sebepler: -Kulak kiri (buşon) -Dış kulak yolunda yabancı cisim -Dış kulak yolunun doğumsal kapalı olması -Dış kulak iltihapları -Dış kulak tümörleri Orta Kulak İle İlgili Sebepler: -Kulak zarı delinmesi -Orta kulak iltihabı -Orta kulakta basınç düşüklüğü -Orta kulak kemikçiklerinde kireçlenme -Orta kulak tümörleri İç Kulak ve İşitme Siniri ile İlgili Sebepler: -İç kulak iltihabı (labirentit) -İç kulaktaki duyma hücrelerinin hasar görmesi -Ani işitme kaybı -Gürültüye bağlı işitme kaybı -Yaşlılığa bağlı işitme kaybı -Meniere Hastalığı (iç kulak sıvılarında basınç artışı) -İşitme sinirini ilgilendiren tümörler Sebebi belirlemek için ilk olarak kulak muayene edilmelidir. Bu muayene sırasında dış kulak veya kulak zarındaki bir hastalık kolayca görülebilir. Kulak zarının görüntüsü özellikle orta kulak iltihaplarında olduğu gibi, orta kulağın durumu hakkında da bilgi verir. Muayenenin normal olduğu durumlarda, işitme kaybı sebebinin daha çok iç kulakla ilgili olabileceği düşünülür ancak bunu belirlemek için bazı tetkikler yapılır. Bu tetkiklerin en önemlisi odiometri denilen işitme ölçümleridir. Bu ölçümler bize işitme kaybının tipini (iletim, sensörinöral veya mikst), derecesini, hangi frekansların tutulduğunu gösterir. Orta kulak basıncını ölçmek için timpanometri, kulak kemikçiklerindeki kireçlenmeleri gösterebilmek için stapes refleksi, özellikle iç kulakla ilgili işitme kaybının sebebini belirlemek için bilgisayarlı tomografi (CT) veya manyetik resonans (MR) tetkikleri yapılması gerekebilir. Dış kulak yolundaki kulak kiri ya da yabancı cisimlerin tedavisi bunların çıkarılmasıdır. Orta kulak iltihapları genellikle antibiyotik ya da diğer ilaçlarla tedavi edilir. Kronik orta kulak iltihaplarında tedavi bazen ameliyattır. Orta kulaktaki stapes kemikçiğinin kiraçlenmesine bağlı gelişen otoskleroz adı verilen hastalıkta stapes kemiği çıkarılarak yerine protez takılır. İç kulak la ilgili işitme kayıplarında, işitme kaybı genellikle kalıcıdır. Ancak tümörler bağlı işitme kayıplarında, işitme feda edilerek tümörün çıkarılması gerekir. ÖZGEÇMIŞ 1/8/1969 KIrşehir de doğdum. Kırşehir Lisesinden mezun oldum. 1987-1993 yılarında Ege Üniversitesi Tıp Fakültesinden mezun oldum. !993-1998 yıllarında ise yine Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Kulak Burun Boğaz kliniğinde KBB asistanlığı eğitimini tamamlayarak KBB uzmanı oldum. 1998-1999 yıllarında Sivas Numune Hastanesinde KBB uzmanı olarak çalıştım. 1999- 2003 yılları arasında İzmir Atatürk Eğitim ve Araştırma Hastanesinde başasıstan olarak çalıştım.2003 yılından itibaren Kırşehir Ahi Evran Üniversitesi Araştırma ve Eğitim hastanesinde uzman olarak çalışıyorum.Evli ve iki çocuk babasıyım. Yabancı dil ingilizce 2011 yılında MHP Kırşehir Milletvekili adayı olarak seçimlere katıldım. üye olduğum sivil toplum kuruluşları TKBBV( Türkiye Kulak Burun Boğaz Vakfı) Türk Otorinolarengoloji Derneği İzmir ve Kırşehir Türk Ocağı Üyeliği TÜRKAV Türk Sağlık Sen 16 adet yerli ve yabacı bilimsel yayınım mevcut. SAĞLIK


21 HUKUK Kira bedelinin ödenmemesi sebebi ile bir kira yılı içerisinde en az iki haklı ihtara dayalı tahliye davası ya da doğrudan muaccel olmuş kira alacakları hesaplanarak ilamsız icra takibi yolu ile tahliye talep edilebilir. Yazımızda her ikisinede kısaca değinmeye çalışacağız. Kira bedelinin ödenmemesi sebebi ile iki haklı ihtara dayalı tahliye davası; 6570 Sayılı kanunun 7/e maddesine göre “Kira bedelini vaktinde ödememelerinden dolayı haklı olarak bir yıl içinde kendilerine iki defa yazılı ihtar yapılan kiracılar aleyhine, ayrıca ihtara hacet kalmaksızın, kira müddettinin hitamında” tahliye davası açılabilir denilmektedir. Bir kira yılı içerisinde kira bedelinin ödenmemesi nedeni ile kiralayan tarafından kiracıya yazılı olarak iki defa ihtarname gönderilmiş olmalıdır. İki ihtarnamenin ardından sözleşmede düzenlenmiş kira süresi bitiminin ardından bir ay içerisinde Gayrimenkulün bulunduğu Sulh Hukuk Mahkemesinde dava açılabilir. Bu süre geçirilirse veya sözleşmeden sonra gelen ilk ayın kira bedeli alınırsa kiralayan bu sebeple gelecek döneme kadar dava açamaz. Dava açıldıktan sonra yargılamayı yapan mahkeme Tahliye kararı verirse mahkeme ilamı icraya konularak taşınmazın tahliyesi istenebilir. Kira bedelinin ödenmemesi ve ilamsız icra yolu ile taşınmazın tahliyesi; İİK 269.mad.ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir. Kira bedelinin ödenmemesi Halinde kiralayan doğrudan icra dairesine müracaat edip kira parasının ödenmesi ve kiracının tahliye edilmesi için kiracıya icra dairesi vasıtası ile ödeme emri gönderebilir. Kiracı Örnek 13 numaralı formu doldurup icra dairesine müracaat eder. Forma mutlaka HACİZ VE TAHLİYE ibaresi eklenmelidir aksi halde mahkemeden tahliye talebinde bulunulamaz. Kiracıya 7 gün (6 aydan kısa kira sözleşmelerinde 3 gün) itiraz süresi ve 30 gün kira parasını ödemesi için süre verir. Kiracı 7 gün içinde itiraz etmez 30 gün içinde de kira parasını ödemez ise icra takibi kesinleşir. Bunun üzerine kiralayan İcra hukuk Mahkemesinde tahliye talepli dava açabilir. Kiracı 7 gün içinde itiraz etmiş olsa da dava açmak için 30 günlük sürenin beklenmesi gereklidir. Kendisine ödeme emri gönderilen kiracı doğrudan kira sözleşmesine itiraz edebileceği gibi kira sözleşmesi dışında itirazlarda bulunabilir. Süresi içerisinde itiraz icra takibini durdurur. Kiralayanın takibe devam edebilmesi için 6 Ay içerisinde icra mahkemesine başvurarak itirazın kaldırılmasını ve tahliye kararının verilmesini icra mahkemesinden istemesi gerekmektedir. Bu süreyi kaçıran kiralayan, bir daha aynı kira alacağından dolayı ilamsız tahliye takibinde bulunamayacaktır. Kira sözleşmeleri zorunlu şekil şartına sahip değildir. Sözlü, Yazılı ve Noter onaylı düzenlenebilir. Sözlü kontrata dayanarak ilamsız icra yoluyla tahliye ve kira alacağı takibi açılır kiracı süresi içinde açıkça kira sözleşmesine itiraz etmez ise kira sözleşmesini kabul etmiş sayılır. Kira sözleşmesine itiraz halinde ise kiralayanın kira sözleşmesini mahkemede ispat etmesi gerekmektedir. Yazılı bir sözleşme varsa sulh hukuk mahkemesinde dava açmalıdır. Kiralayanın elinde Noter tasdikli bir sözleşme varsa icra mahkemesinden itirazın kaldırılmasını isteyebilir. Bu şekilde bir kira sözleşmesi İİK 68/a da belirtilen belgelerdendir. Böylece kiracı itirazını ancak noter tasdikli belgelerle ispatlayabilecektir. Tahliye kararına karşı temyiz yolu açıktır. Kararın icra edilmesi için kesinleşmesine gerek yoktur. İcra mahkemesinin kararının kiracıya tefhimi veya tebliği tarihinden itibaren 10 gün geçtikten sonra kiralayan kararı icra dairesine sunar ve tahliye harcını, haciz yolluğunu icra dairesine yatırıp kiralananın zorla tahliye edilmesini isteyebilir. Eylül 2016 Av. Meral GÜL KİRA BEDELİNİN ÖDENMEMESİ SEBEBİ İLE TAHLİYE YOLLARI


22 Bürokratlarımızdan M. Sinan Yıldırım’ı Tanıyalım M. SİNAN YILDIRIM TEİAŞ YÖNETİM KURULU BAŞKANI GENEL MÜDÜR 1.M. Sinan Yıldırım Kimdir? 1958 yılında Kırşehir’ de doğdu. 1981 yılında Ankara Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisi (A.D.M.M.A) Elektrik Mühendisliği Bölümü’ nü bitirdim. 1983 yılından itibaren sırasıyla TEK Genel Müdürlüğü Keban İşletme Grup Müdürlüğü’ nde Test Mühendisi, Orta Anadolu Bölgesi İşletme Grup Müdürlüğü, İletim Şebekeleri İşletme ve Bakım Daire Başkanlığı İletim Hatları İşletme ve Bakım Koordinasyon Müdürlüğü’ nde Şube Müdürü, Sistem Etüd Koruma Kumanda Müdürlüğü’ nde Şube Müdürü, Başuzman ve İletim Şebekeleri İşletme Bakım Dairesi Başkanı olarak görev yaptım. 17.09.2010 tarihinde Türkiye Elektrik İletim A.Ş.’ ye Genel Müdür Yardımcısı ve Yönetim Kurulu Üyesi olarak, 06.04.2015 tarihinde Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür V. olarak, 23.06.2015 tarihinden itibaren de Yönetim Kurulu Başkanı ve Genel Müdür olarak asaleten atanmış olup, halen bu görevine devam etmekteyim. -TEİAŞ hakkında bilgi alabilir miyiz? Enerji alanındaki liberalleşme anlayışı 90’ların başında birçok ülkenin resmi gündeminde yer aldı ve bir takım yasal düzenlemelerle dünya enerji piyasaları oluşmaya başladı. Söz konusu yeniden yapılanmaların etkisiyle, Türkiye elektrik sektöründe tekel olan Türkiye Elektrik Kurumu (TEK), 1994 yılında Dağıtım hizmetleri için TEDAŞ, Üretim ve İletim hizmetleri için ise TEAŞ olarak yeniden yapılandırıldı. Türkiye’deki yasal düzenlemelerde amaç; dünya elektrik piyasalarındaki gelişmelere paralel olarak, rekabet ortamında özel hukuk hükümlerine göre faaliyet gösterebilecek, mali açıdan güçlü, istikrarlı ve şeffaf bir Türkiye Elektrik Piyasası oluşturulmasıydı. 4628 sayılı Elektrik Piyasası Kanunu ile 2001 yılında TEAŞ bünyesindeki Üretim, İletim ve Ticaret hizmetleri ayrıştırılarak; Türkiye Elektrik İletim anonim Şirketi (TEİAŞ), Elektrik Üretim Anonim Şirketi (EÜAŞ) ve Türkiye Elektrik Ticaret ve Taahhüt Anonim Şirketi (TETAŞ) olmak üzere üç ayrı iktisadi devlet teşekkülü halinde yapılandırıldı ve TEİAŞ 01.10.2001 tarihinde faaliyetlerine başladı. 2.Mesleki Hayat Başarılarınızı nasıl tanımlarsınız? İş odaklı ve dürüst çalışma ahlakı, benim iş hayatındaki basamakları yukarıya doğru tırmanmamda çok önemli etken oluşturmuştur. Hoşgörülü ve alçak gönüllü olmak ta yadsınamayacak bir gerçektir. Mesleki hayat başarısı kendiliğinden oluşamaz, sürekli ve disiplinli bir çaba gerektirir. Başarı sonucuna odaklanmanız gerek yok, hayatın zorlukları karşısında daima çözüm odaklı olmak, iş disiplininden taviz vermeden alternatif çözümler üreterek analitik düşünmek, doğal olarak zaten sizi tek yol olan başarıya götürür. BÜROKRATLARIMIZ


23 3.Mucize olarak niteleyebileceğiniz hayat anılarınız var mı? Öncelikle şunu belirtmek isterim ki mucizeler Peygamberlerimize mahsus kerametlerdir. Hiç unutmam, ilk tayinim çıktığında bindiğim otobüs Elazığ’da beni çalışacağım yere oldukça uzak yürüme mesafesi olan bir yerde indirdiğini ve uzun bir süre ıssız bir yolda yürüdüğümü hiç unutmam. Kuruma mühendis olarak girdiğim 1983 yılından itibaren 13 yıl boyunca Doğu ve Güneydoğu bölgesinde çok yoğun bir tempoda çalıştım. Özellikle terörün çok yoğun bir şekilde kol kestiği yıllarda bile işime dört elle sarılıp, gözü kara, çözüm odaklı, tuttuğunu koparan, mücadeleci bir şekilde her türlü zor koşullarda ve her yerde çalışarak mühendislik görevimi yerine getirdim. Gittiğimiz yerlerde ulaşım ve yemek sıkıntısı yaşamamıza rağmen az bir kişi ile görevlerimizi yerine getiriyorduk. Özellikle bu yıllardaki çalışmalar hayatımda büyük tecrübeler oluşturmuş ve kılavuzluk etmiştir. Satranç oyununda bir puanlık piyonun karşıya geçtiğinde vezire dönüşebilmesi gibi, mühendislikten Genel Müdürlük makamına geçmem dolu dolu geçen çalışma tecrübesi ve alın yazısı ile nasip olmuştur. 4.Kurumunuzun görev tanımları ve ülkemize olan hizmet sunumları nelerdir? TEİAŞ’ın görev alanı, Türkiye Elektrik Sistemi’nin, Sistem İşletme Operatörü ve İletim Operatörü olarak tanımlanabilir. Daha anlaşılır bir deyişle, elektrik enerjisine olan talebin zamanında, kesintisiz ve sürekli aynı kalitede karşılanmasından ve elektrik sisteminin çok yüksek gerilim (400kV) ve yüksek gerilim (154kV) seviyelerinde işletilmesinden sorumludur. Ayrıca, elektrik piyasasının sağlıklı işleyişinin sağlanması amacıyla Dengeleme Piyasası’nın işletilmesi de Kuruluşun asli faaliyetlerindendir. 5.Kuruluş olarak, geçmiş ile geleceği kıyasladığımızda; farklılık olarak neler değişti? Eskiden elektrik kesintileri çok yaşanırdı. Oysa günümüzde elektrik; neredeyse su ve hava gibidir. Nerdeyse her şeyin elektrikle çalıştığı günümüzde insanların bir saat bile elektriksiz kalmaya tahammülleri bulunmamaktadır. Enterkonnekte sistemimiz; benim kuruma girdiğim yıllarda enerjinin Türkiye’nin doğusundan özellikle hidrolik santrallerde üretilip, Türkiye’nin batısında bulunan sanayi yerlerine akacak şekilde nerdeyse tek bir omurgadan oluşmaktaydı. Oysa günümüzde Avrupa elektrik iletim şebekesine de senkron bağlı olan elektrik şebeke sistemimiz oldukça büyük ve daha karmaşık bir otoban sistemi durumundadır. Haziran 2011 tarihinden itibaren Avrupa ile kontrollü elektrik ticareti yapılmaktadır. TEİAŞ olarak hedef ve beklentimiz; Türkiye Elektrik Sistemi’nin Bulgaristan ve Yunanistan üzerinden Avrupa sistemine entegrasyonu ile birlikte, diğer doğu ve güneydoğu tarafımızdaki komşularımızla olan (Gürcistan, İran-Irak, Suriye) bağlantılarımızda DC Back to Back Sistemle asenkron paralel bağlayarak Türkiye’nin elektrik enerjisinde de Avrupa ile Asya ve Ortadoğu ülkeleri arasında köprü olmasını sağlamaktır. Üretilen enerjinin her yere kesintisiz ve sürekli olarak iletilmesi için Çanakkale boğazında deniz altından iletim hatları tesis etmiş, kurulacak olan nükleer santrallar ile güçlü iletim hatları, trafo merkezleri yaparak büyük projelere imza atmıştır. Ayrıca TEİAŞ; enerjinin kesilmeden enerji altında Canlı Bakım çalışmaları yapmakta ve proaktif yaklaşım siteminin kurulması ile iş güvenliğine azami önem vererek tüm çalışmalarda “Önce İnsan, Önce İş Güvenliği” felsefesi ile hareket etmektedir. Dolayısıyla günümüzde TEİAŞ Sistemi; profesyonel bir yöneticilik anlayışıyla işi asla şansa bırakmadan bir matematik disiplini ve orkestra ahenginde işletilmektedir. 6.Ülkemiz ve milletimizin dünya arenasında yerini daha iyi nasıl alabilir? Enerji; ülkelerin sosyo-ekonomik yapıları içerisindeki yerini ve önemini korurken, enerjinin önemli bir bileşenini oluşturan elektrik enerjisi ağırlığını giderek artan bir oranda geliştirmektir. Çağdaşlığın ve kalkınmanın bir simgesi olan elektrik enerjisinin tüm ülke sathında vatandaşın, sanayinin ve tarımın ihtiyaçları için emre amade tutulması, her şeyden önce “Ulusal Elektrik Sistemi” olarak anılıp ülke genelinde yaygın bir yerleşimi ve şebeke ağı olan üretim – iletim hizmetlerindeki kalite ve devamlılığa bağlıdır. Bu bağlamda; enerjinin lokomotifi olan TEİAŞ; misyon ve vizyonu çerçevesinde kısa, 2023 ve daha uzun süreli hedeflerine çağın gerektirdiği dinamizmle hızla yoluna devam etmektedir. 7.Kalkınma ve gelişmeler için gençliğimize ve insanlarımıza mesajınız var mı? Yeni mezun olup iş hayatına başlayan gençlerin öncelikle çalışma ortamındaki insanlara karşı çok saygılı, alçak gönüllü, dürüst, kibar ve efendi olmalarını öneririm. Aşırı hırslı olmamalarını ve parayı ön planda tutmamalarını, daima girişimci bir ruhla hareket etmelerini isterim. Alanlarında bilgili olabilmek için mutlaka her şeyi sorup öğrenmeleri ve öğrendiklerini mutlaka uygulamaları çok önemlidir. Sadece verilen işi değil, durumdan vazife çıkararak her zaman özel sektör zihniyeti ile çalışmalarının kendilerine çok şey katacaktır. Bilgi paylaştıkça güzeldir. Bireysel değil, Kurumsal aidiyet duygusuyla davranarak ülkesine ve milletine faydalı olacak şekilde çok çalışmalarını tavsiye ederim. Günümüzde At ve silahın yerini bilgi ve teknoloji savaşları almıştır. Üreten güçlü bir ülke olabilmemiz için insanlarımızın okumaya çok önem vermelerini ve mozaik olan ülkemizde aynı paydalar çerçevesinde birlik, beraberlik ve huzur içinde yaşamalarını temenni ediyorum. İnsanlarımız tarafından güzel ülkemize sahip çıkacak değerleri, örf ve ananelerimizin her zaman yaşatılmasını dilerim. 8.Kırşehirliler Birliği Derneğimizin çalışmalarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Görevim gereği faaliyetlerinize çok iştirak edemesem de çalışmalarınızı yakından takip ediyor ve bir Kırşehirli olarak gurur duyuyorum. 9.Toplumsal yapımızı değerlendirirken; nasıl bir toplum tasavvur ediyorsunuz? Dünya bir süredir çok büyük bir değişim yaşıyor. Ekonomik, ruhsal ve çevresel krizler dünyasında; materyalizm yerine manayı koyan bir toplum tasavvur ediyorum. Hayatta paradan daha değerli şeyler vardır. Toplumuzu oluşturan tüm fertler arasında, özellikle teknolojinin getirdiği yeniliklere inatla gerçek manada birbirlerine sıkı sıkıya kenetlenen, hoş görü ve güvenin hakim olduğu, her şeyin paylaşıldığı bir atmosferin olmasını temenni ediyorum. Hayat paylaştıkça güzeldir. 10.Bütün bu soruların ışığında toparlamak gerekirse; son cümleleriniz neler olur? Ülkemizin birlik ve beraberliğe daha fazla ihtiyaç duyduğu bu günlerde Kırşehirliler Birliği Derneğimizin tüm hemşehrilerimize örnek çalışmalar sergilediğini görüyor ve çalışmalarınızda başarılar diliyorum.


24 Belediye Başkanı Yaşar Bahçeci, “Doğal yapısına müdahale etmeden tasarladığımız projemizde daha konforlu bir piknik alanı, seyir terasları, basket sahası, oyun grupları, kafeterya, köprüler, idari binalar, büfeler, satış birimleri ve belki de en önemlisi çocuklarımıza hayvan sevgisini aşılamak için planladığımız evcil hayvan parkı, seyir kuleleri, eğitim alanları yer alıyor. Projemizde ayrıca onlarca çeşit kuşun bir arada yaşayacağı bir kuş bahçesi de olacak. İster kalabalık gruplar halinde, ister ailenizle 650 kişinin aynı anda piknik yapacağı bir piknik alanını da halkımız için bu projede hayata geçireceğiz. Kırşehir’i her alanda geliştirecek, değiştirecek ve Kırşehir’e yeni sosyal alanlar kazandıracak. Daha büyük hedeflere, daha büyük projelerle ilerlemek adına şehrimize yeni hizmetler ekliyoruz. Bu hizmet yarışında biz kendimizle yarışarak daha iyisini, daha güzelini deneyimimiz ve mühendislik bilgimizle harmanlayarak yeni projeler ürettik. Güzler Piknik ve Evcil Hayvanlar Parkında çalışmalarımız devam ediyor, papağanevi ve hayvan barınakları ile çocuklar bayılacak buraya Parkımızın ilk misafirleri yerli ırk koyun ve keçileri bize armağan eden Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Recep Altepe ye teşekkür ediyorum” dedi. Güzler Piknik Alanı ve Evcil Hayvan Parkı’nda Sona Doğru Kırşehir Belediyesi Güzler Piknik Alanı ve Evcil hayvan parkının yapımında sona yaklaşıyor. KIRŞEHİR BAHÇECİ İLE GELİŞİYOR


25 Kırşehir Belediyesi tarafından projesi hazırlanan ve Orman ve Su İşleri Bakanlığı tarafından inşaatı yapılan Aşıkpaşa Mahallesinin doğu kısmı, Bölge Trafik Müdürlüğü karşısındaki 1.300 dönümlük alanı kapsayan Aşıkpaşa Tabiat Parkı projesi çalışmaları hızla devam ediyor. Yapımı hızla devam etmekte olan Aşıkpaşa Tabiat parkının çalışmaları hakkında bilgiler veren Başkan Bahçeci Parkımızın şu an temizlik işleri kaldı. Parkımızda basket sahamız, teniz kortumuz spor ünitelerimizin içinde mevcut. Sporcular için soyunma odaları, duş alabilecekleri yerler var. Alan içinde çeşmeler ve tuvaletler var. Ahşaptan yapılmış satış üniteleri var. Büfe, Cafeterya, Çim sahası var. Alan içerisinde Kır lokantası, yollar ve ayrıca patikalar var.Piknikçiler için kamelyalar ve mangal yerleri var. Parkımız insanlar spor yapabileceği, piknik yapabileceği bir alan olacak ve parkımızda at binicilik alanı yapılması planlanıyor. Bunun projesi için bakanlıkla görüşmeler yapıldı pürüzler giderildikten sonra bu senenin sonunda yapılacak. Parkımız toplam 1.300 dönümden oluşmaktadır. Park alanına 600 dönüm kullanıldı ve bir ay içinde bitirmeyi planlıyoruz. Parkın işi bitikten sonra bakanlık parkı bize devir edecek. Bizim içinde burası ayrı bir yer olacak içerisinde temizlikçisini, güvenlikçisini, bahçıvanını koyacağız. Parka girişler kontrollü olacak eğer kontrollü giriş yapmazsak burası kontrolü mümkün hale gelmez. Vatandaşlarımız burada akşam üstü geldiğinde de pikniğini yapacak. Kırşehir’imiz için güzel bir proje oldu. Proje tamamlandıktan sonra burası Kırşehir Belediyesine devredilecek. Ayrıca Orman ve Su İşleri Bakanlığımıza teşekkür ediyoruz. Aşıkpaşa Tabiat Parkı projesi çalışmaları hızla devam ediyor


26 Başkan Bahçeci Aşure Dağıttı Oldukça yoğun bir katılımın olduğu ve Kırşehir Belediye Başkanı Bahçeci’nin vatandaşlara bizzat aşure dağıttığı organizasyonda Başkan Bahçeci yaptığı konuşmada; Muharrem ayı ve aşure günlerinin Türk-İslam geleneğindeki yeri büyüktür. İnsanlık tarihinin birçok önemli hadisesi muharrem ayının onuncu günü meydana gelmiştir. Kırşehirli hemşerilerimizin ve İslam Âleminin Muharrem Ayını kutluyorum. Çok bereketli bir aydayız. İnşallah bu ayın feyzinden ve bereketinden hepimiz faydalanırız. Biz de Kırşehir Belediyesi olarak bugün Kırşehirli hemşerilerimize aşure ikram etmek istedik. Kırşehir Belediyesi olarak bu geleneği yaşatmaya çalışıyoruz. Bu ay bereket ayı. Bu bereket ayının da inşallah tüm İslam Âlemine, ülkemize ve tüm insanlığa bereket getirmesini temenni ediyor ve herkesin Muharrem Ayını kutluyorum” dedi. Kırşehir Belediyesi Muharrem Ayı dolayısıyla Cacabey meydanında aşure dağıttı.


27 Bitim aşamasında olan Kaman kentsel dönüşüm ve yenileme projesinin 1. Etabının devamı niteliğinde olacak, toplam 13 adayı ve içindeki parselleri kapsayan, tamamı eski kerpiç, taş ve yığma binalardan oluşan Kaman Cuma Mahallesinin yaklaşık 47.000 m2 alanını kapsayacak olan Kaman kentsel dönüşüm ve yenileme projesinin 2. Etabı için Kaman Belediyesi TOKİ’ye başvuruyu yaptı. TOKİ 2. ETAP İÇİN GÜN SAYIYOR Konu hakkında yaptıkları açıklamada ARSLAN, ÇETİNKAYA ve TALU: “TOKİ Başkanlığı ile Kaman kentsel dönüşüm ve yenileme projesinin 2. Etabının en kısa zamanda onaylanarak başlanması için görüşmeler gerçekleştirdik. Bu yatırımlar Kırşehir’imizin ve Kaman’ın sosyal hayatına pozitif yönde katkı sağlayacağı gibi ekonomisine de güç katacaktır. Kaman’a şimdiden hayırlı ve uğurlu olsun” dediler. KIRŞEHİR KAMAN’A TOKİ HİZMETLERİ Milletvekillerimizden Kaman TOKİ Kentsel Yenileme Projesi’nde 2. Etap müjdesi Milletvekilleri Mikail Arslan ve Salih Çetinkaya, Kaman Belediye Başkanı Erhan Talu ile birlikte, Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanı Mehmet Ergün Turan ile yaptıkları görüşmeler neticesinde, Kaman kentsel dönüşüm ve yenileme projesinin 2. Etabının yapılacağının müjdesini verdiler.


28 EPDK Başkanı ile yapılan görüşmede, KIRGAZ’ın dağıtım konusunda EPDK’dan talep edeceği iznin bekletilmeden verilmesinin Kırşehir için önemi vurgulanmış ve EPDK başkanından iznin bekletilmeden verileceği konusunda söz alınmıştı. KIRGAZ LISANS GENIŞLETMESI İÇIN EPDK’YA BAŞVURUDA BULUNDU Milletvekillerimizin girişimleri sonucu harekete geçen KIRGAZ, Nüfusu 10 binin üzerinde olan ilçelere doğal gaz ulaştırılması hakkında alınan 2013/4347 sayılı Bakanlar Kurulu kararı doğrultusunda, doğalgaz dağıtım lisansının Kaman ve Mucur ilçelerimizi de kapsama alacak şekilde genişletilmesi için EPDK’ya başvurdu. KIRGAZ 2017 YILINDA YATIRIM ÇALIŞMALARINA BAŞLAYACAK EPDK’dan, doğal gaz lisansı kapsamının, Kaman ve Mucur ilçelerini de içine alacak şekilde genişletilmesini talep eden KIRGAZ, talebinin uygun görülmesi halinde, belediye meclis kararları gereği ve ilgili mevzuat çerçevesinde yatırım çalışmalarına 2017 yılı içerisinde başlayacak. Arslan ve Çetinkaya; ‘‘Doğalgazın şehrimize ve ilçelerimize sağlayacağı avantajların farkındayız ve bu yöndeki çalışmalarımıza hız kesmeden devam ediyoruz. Mucur ve Kaman’a tekrardan hayırlı, uğurlu olsun.’’ dediler. KAMAN VE MUCUR’U ADIM ADIM DOĞALGAZA KAVUŞTURUYORLAR Geçtiğimiz aylarda T.C. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) Başkanı Sayın Mustafa Yılmaz ile görüşen Milletvekillerimiz Sayın Mikail Arslan ve Salih Çetinkaya, Kaman ve Mucur’a doğalgazı getirecek olan 4,5 milyon dolarlık hat ve vana yatırımının bir an önce bitirileceğinin sinyalini vermişlerdi. MİLLETVEKİLLERİMİZ MİKAİL ASLAN VE SALİH ÇETİNKAYA


29 KLASİKLERİMİZ 27 Haziran 1880 günü Alabama’nın kırsal kesiminde Tuscumbia adlı küçük bir kasabada sağlıklı bir bebek olarak doğan Helen Keller (1880-1968), 19 aylıkken geçirdiği bir ateşli hastalık sonucu görme, işitme ve konuşma becerilerini yitirmiştir. Çok huysuz ve bakımı zor bir çocuk hâline gelen Helen’ın ailesi çok zor duruma düşmüştü. Helen 6 yaşındayken Charles Dickens’in “Genel Okur için Amerikan Notları” adlı eserini okuyan annesi, başka bir kör ve sağır çocuk olan Laura Bridgman için yapılanlardan etkilenmişti. Bunun üzerine Baltimore’da bir uzman doktorla görüşmeye gittiğinde Helen’ın bir daha asla görme ve duyma yetilerine kavuşamayacağını öğrenmiş, ancak doktor, çocuğun eğitilebileceğini, bunun için de sağır çocuklarla çalışan bir uzmanla görüşmelerini önermişti. Bunun üzerine Helen’in ebeveyni Graham Bell ile temas kurdu. 1876 yılında telefonu icadından sonra kendisini sağır çocukları eğitmeye adamış olan Bell, aileye Perkins Enstitüsü ve Massachusetts Sağırlar Evi ile görüşerek bir öğretmen bulabileceklerini belirtti. Böylece efsanevî öğretmen Anne Sullivan ile tanıştılar. Kendisi de çok az görme yeteneğine sahip olan ve aynı kurumda eğitim görmüş bulunan Anne Sullivan, Helen Keller’a okuma-yazmayı, konuşmayı öğretti ve normal bir eğitim almasını sağladı. Helen’ın öğrenmeye başlaması, yaşamının ilk on dokuz ayında zihninde yer etmiş “su” kelimesinden yola çıkarak başladı. Öğretmeni Anne Sullivan, öğrencisi Helen’ı bir su pompasının yanına götürüp elini oraya tutmuş ve hemen ardından eline “su” kelimesini yazmıştı. Bu ilk kelimeyi takip eden bir kaç saat içinde Helen Keller, 30 yeni kelime daha öğrenmeyi başarmıştı. Perkins Enstitüsü, Helen Keller’ın başarılarını kamuoyuna duyurduğunda Helen Keller, tüm dünyada tanınan bir karaktere dönüşmüştü. Gençlik yıllarından arkadaşı Mark Twain, onun ünü hakkında şöyle dedi: “Sezar, Büyük İskender, Napolyon, Homeros, Shakespeare ve bütün unutulmaz şahsiyetlerle aynı yerde buluşan insan. Bundan 1.000 yıl sonra da en az bugünkü kadar ünlü olmaya devam edecek.” Dr. İrfan PAKSOY Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Doktoru, Millî Güvenlik Analisti, Stratejist ve Yazar. SIRA DIŞI BİR YAŞAM; HELEN ADAMS KELLER 1890 yılından itibaren konuşma dersleri almaya başlayan Helen Keller çok çabalaması ve farklı kişilerle birlikte farklı teknikler deneyerek çalışmasına rağmen konuşması ancak öğretmeni Anne Sullivan ve birkaç yakınının anlayabileceği sesler çıkarmak seviyesine gelebilmiştir. Helen Keller, Massachusetts kentindeki Körler Okulunda, New York’ta Sağırlar Okulunda okuduktan sonra eğitimini Massachusetts’de, öğretmeni Anne Sullivan ile birlikte 1896 yılında gittiği Cambridge School for Young Ladies (Cambridge Genç Hanımlar Okulu) adlı eğitim kurumunda sürdürdü. 1900 yılında ise günümüzde Harvard Üniversitesi ile birleşmiş olan, kadınların devam ettiği Radcliffe College (Koleji) adlı yükseköğrenim kurumuna devam etti. Eğitimi boyunca ve yaşamının geri kalanında yanında öğretmeni Anne Sullivan vardı. Bu okuldaki zorlu çalışma, öğretmeni Anne Sullivan’ın gözlerinin daha da bozulmasına yol açmıştı. Helen, 1904 yılında mezun olduğunda lisans derecesi alan ilk kör-sağır kimse unvanını kazandı. Resmî eğitimi burada bitse de hayatı boyunca pek çok üniversiteden onursal doktora derecesi almıştır. Helen Keller, üniversite eğitimi sırasında hayat hikâyesini de kaleme almıştır.


30 Hem normal, hem braille (tuşları kabartmalı olan görme engelli) daktilosu ile yazdığı bu kitabı 1903 yılında yayımlanmıştır. Başlangıçta çok satılmasa da “Hayatımın Öyküsü” adlı bu kitap sonradan bir klasik hâlini almış ve 50 dile çevrilmiştir. ABD’li kör ve sağır bir pedagog olan Helen Keller’ın bebeklik çağından itibaren kör-sağır ve dilsiz olması, onu pek çok meslektaşından ayıran önemli özelliğidir. Engelli hâline rağmen başardıkları, onu efsanevî bir kişilik haline getirmiştir. Kitaplar: Helen Keller, Story of My Life, ABD 2009. Helen Keller, Hayatımın Hikâyesi: Her Şey Su İle Başladı, Kuraldışı Yayıncılık, İstanbul 2009. İnternet Siteleri: -“Alexander Graham Bell”, https://tr. wikipedia.org/wiki/ Alexander_Graham_Bell, erişim tarihi: 18.09.2016. -“Anne Sullivan”, https://tr.wikipedia. org/wiki/Anne_Sullivan, erişim tarihi: 18.09.2016. -“Anne Sullivan Macy: Miracle Worker “,http://www.afb.org/ annesullivan/asmbiography.asp, erişim tarihi: 18.09.2016. -“Helen Keller Sözleri ve Hayatı”, http://www.sozkimin. com/a/1478-helen-keller-kimdir-sozleri-ve-hayati.html, erişim tarihi: 18.09.2016. -“Mark Twain”, http://www. tr.m.wikipedia.org, erişim tarihi: 18.09.2016. -“Story My Life, Helen Keller, Chapter”, http://www.afb.org/ MyLife/book.asp?ch=P1Ch1, erişim tarihi: 18.09.2016. Aşağıdaki özlü sözler de ona aittir: - Eğer hayat sadece sevinçle dolu olsaydı, asla zaman cesur ve sabırlı olmayı öğrenemezdik. - Dünya işlerindeki payım sınırlı olabilir ama değerlidir. - Yüzünü güneşe çeviren insan, gölge görmez. - Uygulanmayan fikirlerin hiçbir değeri yoktur. - Hayattaki en güzel şeyler gözle görülmez veya dokunulmaz; onları kalpte hissetmek gerekir. - Karakter kolaylık ve sükûn içinde geliştirilemez. Sadece denenme ve acı çekme yoluyla ruh güçlenebilir, görüş berraklaşır, istek körüklenir ve başarı elde edilir. - Başarı ve mutluluk sizin yaşam duvarınızdır. Mutlu olmak ve zorluklara karşı yenilmez bir duruş oluşturmak için mutluluğun sizin doğanız olduğunu kabullenmelisiniz. - Bir mutluluk kapısı kapandığında diğeri açılır. Ancak biz kapanan kapıya o kadar uzun bakarız ki, bizim için açılmış bulunan yeni kapıyı görmeyiz. - Hayat büyük bir serüvendir ya da hiçbir şeydir. Beş lisan bilen, bisiklet, kano ve yelkenli ile gezintiye çıkan, yüzen, satranç oynayan Helen Keller, yazdığı makaleler ve bir dizi kitapla kendisini özürlülere yardımcı olmaya adamıştır. Başta Amerikan Görme Engelliler Vakfı olmak üzere çok sayıda organizasyonda görev almış ve görevleri nedeniyle dünyanın pek çok yerine seyahat etmiştir. 1931 yılında İngiltere Kral ve Kraliçesi ile tanışmış, hakkında 1962 yılında çekilen film Oscar ödülü kazanmıştır. 1961 yılında ilk kalp krizini yaşamasının ardından, sosyal yaşamdan uzaklaşan Helen Keller’ın katıldığı son etkinlik ABD’nin başkenti Washington DC’deki bir toplantı olmuş, sonrasında da Başkan John F. Kennedy tarafından da Beyaz Saray’da ağırlanmıştır. Sosyal hayattan uzaklaşsa da unutulmayan Helen Keller, ABD toplumunun en büyük sivil madalyası olan Özgürlük Madalyası’nı Başkan Johnson’dan almıştır. 1 Haziran 1968 tarihinde uykusundayken hayatını kaybeden Helen Keller, New York’ta öğretmeni Anne Sullivan’ın yanına defnedilmiştir. FAYDALANILAN KAYNAKLAR: KLASİKLERİMİZ


31 ANI 1974 KIBRIS GAZISI HİRFAN HAYKIR RUMLARLA ÇATIŞMA- Girne Zeytinlik Köyü Çatışması Sabah bütün bölükler kaleden aşağıya bir daha saldırıya geçtik ve çok kalmadan kale civarına geri döndük. Öğlenden sonra saat 14.00 veya 15.00 sıralarında tekrar taarruza geçtik. Takım Komutanımız Teğmen Mustafa Akkuş elimden havanı aldı büyük bir kaya vardı, sağ yanına geçti, yanında iki kişiydik, bölüğün ilerisini havan atıp, önlerini açmaya çalışacaktı, kayanın üst tarafı çıkıntılıydı, oraya çarptıracağını düşündüm ve daha arka tarafa geçemeden havan o çıkıntıya çarptı ve benim cephaneci arkadaş yaralandı. Ben geri çekilerek kurtuldum, arkadaşı hemen yolladık hastaneye, bir daha da Takım Komutanım elimden havanı almadı, hep “Hirfan ateş et” diyordu ben de gereğini yapıyordum. Zaten birliğimizde Havanı iyi kullananlardan biriydim. Hatta bir keresinde Bölük Komutanımızda daha iyi isabet ettirmiştim o beyaz daireye. Birkaç havan mermisi yolladım Rumlara, “açılın biz geliyoruz” dercesine. Bu kez Girne ye bağlı Zeytinlik Köyünü kuşatan Rumlara yöneldik. Bizim baskımıza dayanamayıp geri çekilen ve canını kurtaran Rumlar deniz kenarında kendilerini bekleyen küçük motorlu kayıklarla kaçıyorlardı. Kaçarken de kurşun yemeyelim diye denize kadar kendilerine kanal yapmışlardı. Daha yarım saat geçmemişti ki Bölük Komutanımız Erkan Gencer; Nizamettin Uygur Üsteğmenin başında bulunduğu Karargâh Bölüğünün Rumlar tarafından kuşatıldığını, onlara yardıma gitmemizi emretti. Biz birinci takım olarak önden avcı zinciri şeklinde yayılarak ilerlemeye başladık. Arazi zeytin ağaçlarıyla kaplıydı. Yerler kuru otlarla, dikenlerle örtülüydü. 60’lık havanımın yedek mermilerini taşımakla görevli Mehmet Kıran a, zayıf olduğundan dolayı “şu havanı al” dedim ve kalın bir zeytin ağacının arkasına oturttum. Elindeki G3 Piyade Tüfeğini de ben aldım. Hissetmiştim karşımıza çıkacaklarını. Dereden çıktık 10-15 adım ilerlemiştik ki Rumlar çok şiddetli kurşun yağmuruna tuttu bizi. Aramızda 20-30 metre mesafe vardı. 12 mm. lik uçaksavar silahlarıyla üstümüze ateş ediyorlardı, mermiler zeytin dallarını budama makası gibi biçiyordu. Önümde kendime siper alacak hiçbir şey yoktu. Diken ve otlarla kaplı olan toprağın önümde hafif yükseltili olması beni kurtarmıştı. Karşıdan gelen ateşi durdurmak için elimi tetikten hiç çekmiyordum, 20 mermilik ters yönden bantlı çifterli şarjörün biri bitiyor diğerini takıyordum. Sürekli ateş etmekten namlu kıpkırmızı olmuştu. Silah tutukluk yapar diye çok korktum ama biz G3 Piyade Tüfeği ile ne kadar övünsek yeridir. İkinci şarjöre geçerken namlu biraz soğuyor, sonra yine aleve sokulmuş demir çubuk gibi oluyordu. Namlu kaç defa kızardı kaç defa soğudu hatırlamıyorum. Sağ arkamda Manga Komutanım Astsubay Zeynel Abidin Akkaya, onun sağında Takım Komutanımız Akkuş ve postası, solumda MG 42 Makinalı Tüfeği kullanan Kayserili Turan Tok bulunuyordu. Diğerleri de sırasıyla yerlerindeydi. İkinci ve üçüncü takımdan da aramıza katılan arkadaşlarımız vardı. Çatışmamız bütün şiddetiyle sürüyordu, “Biz de öleceğiz” diye gerçekten de bir telaşımız söz konusu değildi. Kurşun gelirken saldıran bizdik. Asıl ölüm korkusuna kapılıp kaçan Rumlardı. Rumlarda aşağı yöne hem kaçıyorlar, hem de ateş ediyorlardı. Onlar da dereden aşağı kaçarken bir tümsekten geçme durumunda kalıyorlardı. Tümseğe çıkanları görüyor ve elimi tetikten hiç çekmiyordum. Mermiyi yiyip düşeni de yemeyip kaçanı da görüyordum. Takım arkadaşlarımdan benim arkamda kalanlar da başlamıştı Rumlara ateş açmaya ama o kurşunlar da kafamın üzerinden geçiyordu. Çatışmamız yarım saati aşmıştı. İyi de alışmıştım, götürüyordum işi. O arada Takım Komutanım Mustafa Akkuş “biraz daha ileri çık” diye bağırıyordu. Arkamdaki arkadaşların ateş etmeye başlaması işimi ve moralimi bozdu. İleri çıkmaya hazırlanıyordum. Kurşunu yememek için kararımı değiştirdim. MG 42 Makinalı Tüfeği kullanan ve yirmi metre solumda kalın bir zeytin ağacının arkasında bulunan Turan Tok’a; ”karşıyı çok şiddetle taramasını” söyledim. O da beni duydu. Normal günlerde de birbirimizi dinlerdik zaten. KIBRIS GAZİSİ HİRFAN HAYKIR’IN KALEMİNDEN KIBRIS BARIŞ HAREKÂTI ANILARI


32 Hiç kesmeden seri şekilde ateş ederken Rumların bazıları mermiyi yiyordu, bozguna uğramışlardı, Turan Tok’un bulunduğu yere yani on beş metre sola çekilecektim ki tam o esnada ortamıza adedini bilmediğim, sayamadığım havan mermileri üzerimize düşmeye başladı. Ortalığı toz duman bürüdü, şarapnel parçaları havada uçuşuyordu. Sağımdaki ve solumdaki arkadaşlarımı bir an için göremez oldum. Herkesin yerinde olması ve onları görmem bana güç veriyordu. Ateş etmeyi kestik. Rumlar da zaten kaçma telaşına düşmüş, ateş etmeyi bizden önce kesmişlerdi. Bizden kaçan Rumlar deniz istikametinde bulunan bir evin geniş avlusunda toplanıyordu. Ahmet Bağcı Astsubay’ın mangası onları sıkıştırmış, gerekli dersi vermişlerdi. Biz üstümüze düşen havan mermilerinden neye uğradığımızı şaşırmıştık. Kısa bir şaşkınlıktan sonra sağımı-solumu yokladım. Bende bir şey yoktu. Manga Komutanım Zeynel Astsubay’a şarapnel parçası isabet etmiş, şarapnel hem karnından hem de kalçasından girip, idrar yollarına zarar vermişti. Otuz sekiz yıl sonra tesadüfen kendisiyle karşılaştığımda kalçasının üstünde yumruk gibi delik hala açık duruyordu. Yürüyüşünde de biraz sıkıntı vardı. Üçüncü takımdan İsmail’in kafasını kurşun sıyırmıştı, Takım komutanımızın postasının ateş eden sağ eline mermi girip çıkmıştı. Karargâh Bölük Komutanı Üsteğmen Nizamettin Uygur ve dört arkadaşımız şehit olmuştu. Biz ateşi kesince bizden kurtulan Rumlar da kanaldan denize doğru kaçmışlardı. Denizde kendilerini bekleyen motorlu kayıklara biniyorlardı. Biraz daha kendimize gelince yaralılarımızı toplayarak geri çekildik. Ağır yaralanan Zeynel Astsubayı, Süleyman’ı ve diğer hafif yaralıları bir kamyonete bindirip, hastaneye gönderdik. Bize “geri çekilin” emri verilip de Zeytinlik köyüne dönmemizden sonra ertesi gün sabaha kadar Karargâh Bölük Komutanı Nizamettin Uygur Üsteğmen, diğer şehit olanlar ve yaralılar orada kalmışlar, onların yanına gidilmemişti. ANI


33 Abdallık mesleğine kaynaklık eden halk ozanları veya âşıklık geleneğidir. Anadolu’da toplumun öncüsü olmuş bu gelenek, halka mal olmuş bir kültürdür. Abdâl, kelime olarak “Badal” (BDL)’in çoğulu olduğu bildirilir. Tanrıya yaranmak için fani olan her şeyden elini, eteğini çekmiş, dünyadan ayrılmış Zahid, manâlarının taşıdığı Abdal kelimesi, daha sonraları anlamını genişleterek, Veli, Ermiş, Sofi, Derviş manâlarını da içine alan bir hüviyet kazanmıştır. (Altınok, 2013: 30-40). Günümüzde yaşayan Abdallar hakkında bu güne kadar birden çok kitap ve makale yayınlanmıştır. Fakat bunların tarihsel kimliği konusunda detaylı bir araştırma hemen hemen yok gibidir. Bu nedenle Abdal Türkmen tarihine bir göz atmak gerekirse: Yazma bir esere göre Abdallar üç ana gruba ayrılır: * Fütüvvetçi derviş abdallar. * Koyun, deve besleyip, ziraat işleriyle uğraşan abdallar. * Musikî ile uğraşan abdallar. Milattan sonra 5. ve 6. yüzyıllarda Orta Asya tarihinde önemli rol oynamış olan Eftalit veya (Ak Hun) diye bilinen Türk topluluğunun adının da Abdal olduğu bildirilir. Nitekim bugünkü Yakutça’da erkek şamanların lakabı olarak kullanılan abidal kelimesi de bu hususu doğrular mahiyettedir. Eftalit yani Ak Hunlar Devleti Altay bölgesinde ortaya çıkmış, daha sonra güç kazanarak Türkistan bozkırlarında büyük bir devlet olmuştur. Milattan sonra 350. yıllarına doğru önce Güney Kazakistan’a gelen Eftalitler, burada bulunan diğer Hun kavimlerini İtil yani Volga’ya doğru sürdükten sonra tekrar güneye yönelerek Afganistan ve Toharistan bölgesine inmişler, Maveraünnehr ve Soğdan’da hâkimiyet sağlayarak İran’ı sıkıştırmaya başlamışlardır. 513 yılında İran tahtına oturan Anuşirvan, Eftalitler’in baskısından kurtulmak için Göktürkler’den yardım isteyince İran ordularıyla birleşen Göktürkler, Eftalitler’i ortadan kaldırmışlardır. (Gürün, 1981: 153-156). Abdal adı verilen sosyal gruplara Doğu Türkistan, Azerbaycan, Afganistan, İran Azerbaycan’ı ve de Türkiye sahalarında tarihin birçok dönemlerinde rastlanıldığı gibi, birçok tarihi belgelerle de sabittir. (De Bulocgueville, 1986: 87). Örneğin F. Grenard, 1898’de yayınladığı “Le Türkestan et le Tibet” Türkistan ve Tibet adlı eserinde abdallar hakkında kısaca şöyle bahseder. “Yerli halkın abdal adını verdiği abdal grubu kendilerine Heynu, Hunu, Hun adını verirler. Kendi aralarında ayrı bir dille konuşurlar ve Müslüman olduklarını söylerler. Her yıl Muharrem ayı sonunda Matem Ayini yaparlar. Hz. Muhammed, Hz. Ali ve onların evlâtlarına büyük saygı ve muhabbet beslerler. Dillerinin Türkçe olduğu fakat birkaç Farsça sözcükler de kullandıklarını bildirir. Ahmet Caferoğlu, bu aşiret hakkında mevcut bilgilere bakılırsa “bunlar Türkmendirler” demektedir. Fuat Köprülü de bu görüştedir. Türk kabilelerini inceleyen Logofet, Tumanoviç ve Jarring gibi bilginler de aynı fikirdedirler. Yazar Nebelson ise 1852’de yayınladığı eserinde Hazar ötesi Türkmen toplulukları arasında abdal adıyla anılan bir kabilenin varlığını açıklar. Ve bu topluluk hakkında bize şu bilgileri verir. “Oradaki Türkmenlerce yaşatılan bir ananeye göre Türkmen topluluklarının ayrıldığı 12 boydan altısı Kayın oğlu Hasan (Esen)’dan gelmişlerdir. Bu altı boydan birincisinin adı ise Abdal boyudur. Bu boyun damgası da Ay’dır.” demektedir. Ayrıca Aral gölünün kıyısında yaşayan Oğuz boylarından birinin obasının adının da Abdal adını taşıdığını elimizdeki yazma vesikalar bize söylemektedir. Bir Türkmen Devleti olan Safevîler döneminde, İran’ın çeşitli bölgelerinde yaşayan Türk aşiretleri içinde en önemli topluluklardan birini teşkil eden Şam’lı oymakları arasında Abdallı adıyla anılan bir oymağın olduğunu da görmekteyiz. Yine I. Abbas devrinde Horasan’da beylerbeyi görevini yürüten Hüseyin Han ve oğlu Hasan Han da yine bu Abdallı oymağına mensup idiler. (Köprülü, 1935: 46). Orta Asya’dan İran, Azerbaycan yoluyla Anadolu’ya, bir müddet sonra da Halep, Şam Türkmenleri içindeki bazı oymaklarla İran’a giden bir Abdal oymağının varlığını Tahmasb Tezkiresi adlı eser yine bize bildirmektedir. Bu bilgiler ışığında Abdalların Horasan ve civarında yaşayan bir Türkmen aşiretine mensup olduğunu, Moğol baskısı ve diğer sosyal olaylar nedeniyle Anadolu’ya geldiklerini söyleyebiliriz. Bunların Anadolu’nun hemen hemen her bölgesinde yaşadıklarını da biliyoruz. Tarihçi Âşık Paşa: “Rum’da dört taife vardır. Biri Gaziyân-ı Rum, biri Ahiyân-ı Rum, biri Abdalân-ı Rum, biri de Bacıyân-ı Rum.” Bu dört grubun içinde Abdalları da sayar. Diğer üç taife gibi Abdalların da büyük bir topluluk olduğunu bildirir. (Tevârih-i Â’li Osman, Âşık Paşa Tarihi, 1332). Ahmet Refik de Suriye’nin Rakka bölgesinde zorunlu oturmaya tabi tutulan konar-göçer Abdalların olduğunu, diğer Türkmen oymaklarıyla tekrar Anadolu’ya kaçtıklarını ve bunlar hakkında bir ferman yazıldığını “Anadolu’da Türk Aşiretleri” adlı eserinde bildirmektedir. ABDALLAR VE NEŞET ERTAŞ Buldular ol bi-nişandan çok nişan Abdallar Lâ-mekân ilinde tuttular mekân Abdallar. İçtiler Fazl-ı İlâhi çeşmesinden âb-ı Hızr İtdiler kesb-i hayat-ı câvidan Abdallar. Öldüler ölmezden evvel, oldular hayy-ı ebed Verdiler can buldular bir özge can Abdallar. Şair Hayretî Baki Yaşa ALTINOK KÜLTÜR BÜYÜK USTANIN ÖLÜMÜNÜN 4. YILINDA


34 Abdalların eski yaşlıları da bu görüşü doğrular ve ulu büyüğümüz dedikleri Kara Yağmur adlı reislerinin başkanlığında Beydilli Türkmenleriyle Güney Anadolu’ya geldiklerini söylerler. Burada şu hususu da belirtmek gerekir. Kırşehir Yağmurlu köyleri Karacakurt Türkmen aşiretine mensupturlar. Abdal oymakları arşiv belgelerinde “Türkmen Taifesi” olarak gösterilmiş, yine Osmanlı resmi belgelerinde Abdalların hem Türkmen Aşiretleri, hem de “Türkmen Cemaatleri” olarak Anadolu’nun birçok bölgelerine yerleştiklerini bildirir. (Türkay, 1979: 34). Bu nedenle de: “Türkmen obasız, oba ağasız, ağa daabdalsız olmaz.” denmiştir. 17. yüzyılda gerçekleşen Horasan’dan kalkan ve 4.000 Abdal Oymağına mensup olmak üzere 84 bin çadırlık bir Türkmen aşireti Ferez Bey adında bir oymak beyinin başkanlığında, önce Erzurum’a sonra Yozgat ve Kırşehir başta olmak üzere Orta Anadolu’ya gelip yerleşmişlerdir. Güzelbey, 1985: 116-136). 12. ve 14. yüzyıllarda İran’da yazılmış metinlerde, Abdal kelimesi “Derviş-Sufi” anlamındadır. 15. yüzyıldan itibaren ise Bön, Ahmak anlamına gelecek bir şekilde son derece yanlış bir anlam yüklenilmeye başlanmıştır. (Pala, 1989: 87 ). Özellikle 17. yüzyılın ortalarında tarihe Kadızâdeler adıyla geçen ve şeriat açısından katı bir yol tutan âlimlerle, Tasavvufçular arasında bazı inanç konularda tartışma başlamıştı. Tasavvufçuların saz, musiki ve semâ’ın günah olmadığı görüşüne karşı, Kadızâdeler’in saz, musiki ve sema’ın günah hatta sapkınlık olduğuna dair verdiği fetvalar Abdalları olumsuz yönden ve derinden etkilemiştir. Osmanlı yöneticilerinin de Kadızâdeleri tutması nedeniyle oluşan baskılar ve menfi propagandalar, Anadolu halkı üzerinde etkisini göstermiş, bazı bölgelerde yaşayan halk, saz çalan, türkü söyleyen, şiir yazanları inançsız ve sapık kişiler olarak görmeye başlamıştır. (Parmaksızoğlu, 1982: 97-98; Timur, 1649-1651: 281). Oysaki Türk geleneğinde Dede Korkut, kopuzlu Veli, Türk Ulularının atası sayılmaktaydı. Çünkü elinde kopuz taşıyan kimse, Dede Korkut hürmetine saygı görüyordu. O, bir devlet ve bütün Türk kavimlerinin ulusu idi. Kopuzunun sihirli nağmeleri ile Türk törelerini şiirsel bir dille överek, halka güç veriyor, yol gösteriyordu. Çünkü Türklerde şiirsel sözcükleri tele aktaran kopuz, Orta Asya ve Anadolu sazlarının, ünlü ve şanlı bir atası sayılmaktadır. (Ögel, 1988: 240-241). Bu gelenekte yetişen Hoca Ahmet Yesevî de Türk dilini ve kültürünü korumak amacıyla “Hikmet” adını verdiği Türkçe şiirler yazmış, Türkler arasında düşünce, dil ve inanç birliğinin kurulmasında önemli katkılar sağlamıştır. Bu da bize Anadolu Türklerinin ve Anadolu Türk kültürünün bin yıllara dayanan köklü, kendine münhasır bir Türk kültürünün var olduğunu gösterir. (Roux,1998: 113). Ozan Dede Korkut ve Kopuz geleneğiyle Türkçe başta olmak üzere millî ve manevî değerleri yaşattıkları için, Türk toplumu tarafından her dönemde desteklenen, bu nedenle de ekonomik açıdan iyi durumda olan Türkmen Abdalları, yukarıda arzedilen menfî propagandalar neticesinde ekonomik açıdan zaman içinde iyice yoksullaşmışlardır. 18. yüzyıldan itibaren Abdal kelimesi halk arasında “serseri-dilenen” manasına kullanılmaya başlanmıştır. Bu dönemler çalgıcı Abdalların en zor yıllarıdır. Yine bu yüzyılda bölgelerinde hâkimiyet kuran Türkmen beylerine sığınan Abdallar, beylerin konaklarında saz çalmışlar, düğünlerini ve sünnetlerini yapmışlardır. Abdal kadınları da eskiden çulhacılık denen aşiretin çadır, çuval, heybe, kazak, çorap, döşek, yorgan yani dokumacılık işlerini yapmışlardır. 1865 tarihli Fırka-i İslâhiye kararı ile Toros bölgesinde bulunan aşiretlerden Avşarlar, Yörükler ve Türkmenler yerleşik hayata geçirilmiştir. Bu aşiretlerin işlerini gören Abdallar da bunlarla birlikte göç etmişlerdir. Orta Anadolu Abdalları 1865 Fırkayı Islahiye kararı ile Toros Dağlarında göçebe olarak yaşayan Türkmenlerin yerleşik hayata geçtiği dönemde Türkmen aşiretleriyle birlikte bölgeye gelip yerleşmiştir. Antakya’da Davulcuoğlu Necib gibi, yörüklerde ve köylerde Davulcuoğlu soyadında ailelere rastlanmaktadır. (Yalgın, 1940: 10-23).


35 18. yüzyıl başlarında Anadolu’nun güney ve güneydoğusunda yaşayan Türkmen aşiretlerinin arasında diğer meslek gruplarının yanısıra, Abdal denilen saz şairlerinin bulunduğu, bunların Türklüklerinden en ufak bir şüphe bulunmadığı ve hâlâ Orta Asya Türk geleneklerinin izlerini taşıdıklarını bildiren birçok kaynak ise bizim yukarıda belirttiğimiz bu savımızı doğrulamaktadır. (Ülkütaşır, 1968: 251). Ali Rıza Yalman (Yalgın), Yazılıbecer köyünde Abdal Topal ismindeki bir saz şairinden güzel türküler dinler. Topal Abdal, “Urum Bozlağı, Düdem Bozlağı, Benderi Bozlağı, İskân (ağıt, harp ve darb) makamları, Elbeyli, Urum Divanı adıyla bilinen altı makam sayar ve bu makamların adlarını bilirim hepisinden söyleyemem” der. Sohbet esnasında kendisine, “Çingene misiniz?” diye sorar. Bunun üzerine Topal Abdal: “Haşa efendim, biz Çingene değiliz! Çingene soyu ayrıdır” yanıtını verir. Topal Abdal, yörede, Fakçılar, Tencili, Beydili, Gurbet veya Cesis, Kara Duman gibi Abdal boylarının yaşadığını belirtmektedir. (Yalgın, 1993: 18-19). Orta Anadolu’da özellikle Kırşehir, Yozgat, Kaman, Keskin, Hacıbektaş, Avanos ve Ortaköy yöresinde yoğunlaşan Abdallar, 19. yüzyılın sonlarında ve 20. yüzyılın başlarında yine zor dönemler yaşamışlardır. Osmanlı yönetiminin zayıflamasıyla otoritesizlikten faydalanan bazı kişiler bölgelerinde eşkıyalığa başlamış, sessiz ve sakin bir mizaca sahip olan Abdallar da bölge halkıyla birlikte bu eşkıyalardan çok çekmişlerdir. Abdallar, diğer Türkmen aşiretleri gibi namus ve şereflerine çok düşkün oldukları için huzur içinde yaşamak maksadıyla kendilerine emin bir yer aramışlardır. Bu dönemde Kırşehir merkeze bağlı Yağmurlu Kurtbeli Yeniyapan köyünde oturan ve Karacakurt aşiretinden olan Hacı Sadıkoğulları’ndan Yusuf Çavuş, (Orbay) Kırşehir bölgesinde sözü geçen bir Türkmen beyidir. Yusuf Çavuş, Abdalları koruması altına almış. Yusuf Çavuş’un korkusundan eşkıyalar da başta olmak üzere Abdallara kimse dokunamamıştır. Yusuf Çavuş, Abdalları Yağmurlu Büyük Oba köyünün bitişik kuzeyine düşen Abdal Deresi denilen yere yerleştirmiştir. 1952 yılında hazine arazisinde toprak almak için, Sevdiğin denilen yaylaya topluca taşınmışlardır. Bu yıllarda motorlu araçların yaygınlaşmasıyla ulaşım kolaylaştığı için, uzak bölgelere düğün çalmak ve daha çok para kazanmak için Kırşehir Bağbaşı mahallesine göç etmişlerdir. Haydar Usta, oğulları Topal Hasan Usta, iyi saz çalıp bozlak okuyan Yusuf Usta bunlara Devecioğulları denir. Muharrem Ertaş’ın babası, Neşet Ertaş’ın da dedesi olan zurnacı Kara Ahmet de bu Deveci kabilesindendir. Abidin Usta ile Veli Usta’nın dedeleri ünlü Kemancı Veli Usta’dır. Bunların Yağmurlu köyüne ilk gelenler olduğu söylenmektedir. Arşivimde bulunan Osmanlıca yazma bir cönkte Anadolu Abdallarının genelde 6 türlü sanat icra ettikleri bildirilir: Fakçı Abdalı, bunlar aşirete av avlayan Abdallardır. Aşiret beylerine Şahin ve Doğan kuşu avlarlar. Yine beyler ile birlikte av süreklerine öncülük ederlerdi. Cıncıllı -Tencili Abdalı, Kuyumculuk işleriyle uğraşan Abdallar. Bunlar aşiret kuyumcularıdır. Gayet sanatkârane altın ve gümüş işlerler. Çulhacı Abdalı, Türkmenlerin çadırlarıyla, giyim-kuşam dokumalarını yapan Abdallar. Gurbet, Cesis, Seleci Abdalı, Yani aşirette sepetçilik, sandıkçılık yapımı işleriyle uğraşan Abdallar. Yarıcı Abdalı, Çiftçilik-ziraatçılık ile uğraşan Abdallar. Bunlar toprak sahiplerinin arazisini yarı yarıya ekip biçerler. Gıygıdı Abdalı, Saz, davul ve diğer çalgı aleti çalan Abdallar. Çalgıcı Abdallar, müziğin dışında başka bir işle uğraşan yakınlarına iyi gözle bakmazlardı. Hatta ona “Yol pişkini, Tel şaşkını, Hal düşkünü” derlerdi. Akdeniz bölgesinde ağaç işleriyle uğraşan Abdallar olduğu gibi, Ordu’nun Gürgentepe ve Ulubey kazasına bağlı Derbent, Kıran Yağmur, Fındıklı köyleri ile Giresun’un Keşap, Aziz Abdal, yeni adı Piraziz kazalarıyla Bozat nahiyesinde ziraat ve çiftçilik işleriyle uğraşan Abdal Türkmen toplulukları bulunmaktadır. Bu bölgedeki birçok aile ekonomik nedenlerle Sakarya, Bolu’nun Bakacak, Düzce’nin Çilimli ve Cumaovası bölgesine göç etmiştir. Bir Oğuz-Türkmen yani Türk topluluğu olan Abdallar, Dede Korkut, Kopuz geleneğinin Anadolu’daki temsilcileridirler. Hazar ötesi Türkmen Bahşıları’nın at ve deve sırtında giderken kopuzla ve Domburayla koşmalar dizip, destanlar söylerken çıkardıkları o doğal kendine has gırtlak nağmeleri, ses titremeleri hemen hemen Anadolu Abdallarında da görülmektedir. Yine Türkmenistan’daki Türkmen Bahşıları’nın doğal olarak kazandıkları sesi yerine göre kullanma teknikleri de Anadolu Abdallarıyla büyük benzeşmeler gösterir. Bu benzerlikler ve veriler de bize Abdalların Orta Asya’dan göçlerle gelen bir Türk topluluğu olduğunu gösterir. Özel arşivimde bulunan Osmanlıca yazma bir metinde Abdallar hakkında şöyle tarihi bir olay anlatılır: Türk Hükümdarı Timur, Osmanlı Sultanı Yıldırım Beyazıt ile savaşmak için Kırşehir’e gelir. Otağını Malya Ovasına kurar. Yörenin beylerini, Ahi dervişlerini ve Abdallarını çadırına davet eder. Gelen beyleri sırasıyla otağında kabul eden Timur, ilk gelen beye, “bölgenin en büyük beyi kimdir deyi” sorar. Her gelen bey, “benim” der. Timur, bunlar “birbiriyle didişmekten ve beylik kavgasından benimle uğraşmaya vakit bulamazlar. Bunlardan bana zarar gelmez” der. Ahi dervişleri otağına davet eder. Dervişler giderken birer tabak bal götürürler. Timur ve komutanları balı yerler, hoşlarına gider, tatları damaklarından kalır. Dervişlerden otağa her gün bu baldan getirmesini söyler. Sırasıyla Abdalları davet eder. Abdallar, çalgı aletleriyle Timur’un otağına varıp güzel bir fasıl yaparlar. Timur ve komutanları Abdalları dinler, oldukça hoşlarına gider. Her akşam gelip kendilerini eğlendirmesini emreder. Ahi dervişleri her sabah bal çanağını alıp Timur ve komutanlarının çadırına varırlar. Onlar balı yerken dervişler, “tatlı yiyelim tatlı konuşalım” deyip söze başlarlar. Sabahtan akşama kadar sohbet devam eder. Akşamüzeri de Abdallar komutanları sabaha kadar eğlendirirler. Eğlence ve sohbet nedeniyle bir müddet sonra Timur’un ordusunda disiplin kalmaz. Hilenin farkına varan Timur, tez elden buradan ayrılma emrini verir. Timur gitmeden önce Abdalları ve Ahi dervişlerini otağına çağırır. Bu işin sırrını sorar. Ahi dervişleri, “Bizim balımızda tadanların kolu kardeşine kalkmaz” derler. Abdallar’da Timur’a “Bizim sazımızı, türkümüzü dinleyen insan, hiçbir zaman kardeşine kılıç çekmez” cevabını verirler. Muharrem Ertaş 1913 yılında Kırşehir merkeze bağlı Yağmurlu Büyükoba köyünde dünyaya gelen Muharrem Ertaş, 7-8 yaşlarında dayısı Bulduk Usta’dan, daha sonra da Yusuf Usta’dan bağlama dersleri alarak yetişti. İlk karısı Hatice Hanım’ın kısa bir süre sonra vefat etmesi üzerine ikinci hanımı Döne ile evlendi. Hanımı Döne’den Neşet Ertaş ile birlikte dört çocuğu oldu. Hanımı Döne’nin vefatıyla Yozgat’ın Kırıksoku köyünden Arzu Hanım’la evlenen Muharrem Ertaş, bu köye yerleşti. Son evliğinde de dört çocuğu oldu. Mesleği gereği düğünlerde çalgıcılık yaparak evinin geçimini sağladı. Radyo ve TV proğramlarında mahalli sanatçı olarak türküler çalıp söyledi Kendi deyimiyle havalandırdığı Dadaloğlu’nun Kalktı göç eyledi Avşar elleri adlı 1865 Fırkayı Islahiye olayları için söylediği ünlü “Avşar Bozlağı” ile adını yurt gene-


36 linde duyurdu. Fırkayı Islahiye’nin canlı şahidi Âşık Hüseyin’in Yağmur yağdı da bulandı hava, Yine, Şu yalan dünyada osandım doydum, bozlaklarını o kendine özgü tavrıyla plaklara okuyup tanıttı. (Altınok, 2000: 65-105). Muharrem Ertaş, Anadolu sanatçısının adeta kaderi olan yoksulluk içinde 3 Aralık 1984 yılında Kırşehir Bağbaşı mahallesindeki mütevazi gecekondu evinde vefat etti. Muharrem Usta, gayet nüktedan bir insandı. Kırşehir, Mucur’a bağlı Karakuyu köyüne düğün çalmaya gelmişti. Cuma namazından sonra köy halkı düğün evinde toplandı. Benim de hocam olan köyün İmamı Hacı Molla Said Efendi bayrağı dualadı ve bayrağı sırığın başına bir elma geçirip düğün sahibinin evinin damına gençler götürüp diktiler. Sıra saz çalmaya geldiğinde; Muharrem Ertaş, daha önce tanıdığı ve yörenin büyük âlimi olduğunu bildiği Hocayla şakalaşmak istedi. Said Efendi’ye: “Hocam, siz hocalar mı has, yoksa biz ustalar mı?” Muharrem Usta’nın sözünün altında bir nüktenin yattığını anlayan İmam Said Efendi, “Bilmem Usta, sen söyle de bilelim.” dedi. Muharrem Ertaş, “Biz insanlar evlensin, çocukları olsun, erkek çocukları sünnet edelim, gençlerin düğünlerini çalalım, böylece geçimimizi sağlayalım diye dua ederiz. Sizler, şu ağa ölse cenazesini yıkasak, iyi elbisesi, tespihi varsa alsak diye dua edersiniz.” dedi. Muharrem Usta’nın müzipliğinin altında kalmak istemeyen İmam da: “Öyle şey olur mu? Bizler de insanlar evlense, bayrağını dualasak, nikâhlarını kıysak, güveği donatsak diye dua ederiz” dedi. Muharrem Usta, “Hocam o zaman ikimiz de has imişiz” deyip sazını kucağına bastı, çalıp söylemeye başladı. HACI TAŞAN Keskin ilçesinin Hacıali Obası köyünde 1930 yılında dünyaya gelen Hacı Taşan, eniştesi Muharrem Ertaş’dan saz dersleri alarak yetişti. Kendine özgü saz ve söyleyiş tavrıyla yörede tanındı. O da diğer Abdallar gibi geçimini düğünlerde saz çalıp türkü söylemekle kazandı. Yurdun her yöresinde türkü derlemeleri yapan Muzaffer Sarısözen ile Keskin’de tanıştı. Sarısözen’in daveti üzerine Ankara Radyosu’nda Halk Müziği proğramlarında mahalli sanatçı olarak türküler söyledi. Doldurduğu plaklar nedeniyle yurt genelinde adını duyurdu. Yöresindeki Türkmen aşiretlerinin göç ve iskân olaylarını anlatan; Erciyes’ten Duman Kalktı, Cerit Rakka’dan Sökün Edince, Seksen Bin Haneyle İskân olunca, Anadolu Benim Dedi Beydili, Aşağıdan Yusuf Paşam Gelince, bozlaklarını ve yöre halaylarını büyük bir ustalıkla yorumladı. Keskin’deki Yirik Yaşar’ın yerinde türkü söylerdi. Hacı Taşan hayranı olduğumu bilen yakınım ve arkadaşım Mehmet Ateş, bir akşam, ‘Seni Hacı Taşan’ı dinlemeye götüreyim’ dedi. Vardığımızda Hacı Taşan türkü söylüyordu. Arkadaşım gidip Hacı Taşan’ın kulağına bir şeyler söyledi. Hacı Taşan hemen türküyü kesti ve doğruca benim yanıma gayet saygılı bir biçimde geldi, ‘hoş geldin’ dedi ve oturdu. Sıkıntılıydı, bir bana bir arkadaşıma bakıyordu. Meğer arkadaşım, Hacı Taşan’a, ‘Bu gelen bilgili bir din âlimi, seni dinlemeye geldi’ demişti. Hacı Taşan da acaba bu hocaya ne ikram etsem diye ikilemde kalmıştı. Durumu anladım, ‘Hacı Emmi ben içki kullanmam’ dedim. Çaldı söyledi. Proğramı bitince biraz sohbet ettik. Yukardaki saydığım türkülerin hangi tarihi olaylara söylendiği hakkında bir bilgisi yoktu. Erciyes’ten Duman Kalktı türküsü için de bir hatırasını anlattı: “Kırıkkale’deki Obalıların düğününe gitmiştim, köyün konağında içki masası kurulmuş, ben çalıp söylüyorum. Masadan birisi bu türküyü istedi. Bende: Erciyes’ten duman kalktı Herkes o tarafa koptu Kurban olam Abidin Bey’im Evimi başıma yıktı. (Altınok, 2008: 63). diye söylemeye başladım. Masadan birisi içtiği bardağı kaptığı gibi duvara fırlattı. Masadakiler adamı zor sakinleştirdiler. Meğer bu türkü beylerinin vurulmasına yakılmış. Ne olur ne olmaz deyip o günden sonra bu türkünün bazı yerlerini şöyle değiştirdim: Erciyes’ten duman kalktı Herkes harmanına koptu Yalınızım kurban oluyum Evimi başıma yıktı. Ozan Budala, Deli Boran, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Kırşehirli Âşık Hüseyin, Derviş Ali, Seyyid Süleyman başta olmak üzere birçok ozanın şiirlerini çeşitli formlarda ezgilendiren Hacı Taşan, mesleğinin verdiği hızlı yıpranma sonucu 9 Mart 1983 yılında 53 yaşında vefat etti. Çekiç Ali Orta Anadolu Abdal müziğinin en önemli yorumcularından olan Çekiç Ali, Kırşehir’in Kaman ilçesinin Meşe köyünde 1932 yılında dünyaya geldi. Asıl soyadı Ersan’dır. Yörede Çekiç unvanıyla bilinir. Çekiç Ali adıyla İstanbul’daki bir plak şirketine okuduğu türküyü bir başka plak şirketi Çekiç Ali Adı’yla izinsiz çoğaltıp piyasaya sürer. Buna itiraz eden Çekiç Ali’ye de, ‘Senin soyadın Ersan’ diyerek yaptığı sahtekârlığına bir kılıf uydurmak ister. Çekiç Ali, mahkemeye başvurarak Ersan soyadını Çekiç olarak değiştirir. Kendine özgü kıvrak, seri, hızlı bir saz çalışı ve türkü söyleyişi vardır. O da diğer Abdallar gibi düğünlerde çalgıcılık yaparak geçimini sağladı. Genelde Kırşehir Toklumen’li Âşık Said ve oğlu Seyfullah Değirmenci’nin şiirlerini ezgilendiren ve ‘Acem Kızı, Sarı Yazma da Yakışmaz mı Güzele, Doğar Yaz Ayları da Çiçekler Açar, Oy Nari, Çorabın Miline Bak gibi türküleriyle tanındı ve bilindi. Çok sayıda plak ve kasetleri vardır. Kalp hastası olan Çekiç Ali, Ankara Yüksek İhtisas Hastanesi’nde ameliyat oldu. İki yıl sonra da ani bir beyin felci sonucu 13 Eylül 1973 yılında vefat etti. Çekiç Ali’yi Kırşehir, Mucur’a bağlı eskiden bizim köyün bir mahallesi olan Çömelek (Yeniköy) köyünde Nuri Köksal’ın oğlu Cevdet’in düğününde görmüştüm. 1960 yılları idi. Akşam köy odasında içki masası kuruldu. Biz çocuklar da saz, türkü, fasıl dinlemek için can atıyorduk. Odanın alt tarafı testilikte ayakta sessizce dinliyorduk. Hasta olduğu için Çekiç Ali içmiyordu. Düğün Sahibi Nuri (Çavuş) Köksal yörede iyi türkü söylemekle ünlü idi. Nuri Çavuş söylüyor Çekiç Ali sazıyla eşlik ediyordu. Bazen de türkünün bir kıtasını Çekiç Ali söylüyor, diğer kıtasını Nuri Çavuş söylüyordu. Çekiç Ali’nin ‘Acem Kızı’ türküsünün yaklaşık on kıta kadar olduğunu o karşılıklı söyleyişte öğrendim. Neşet Ertaş Babası Muharrem Ertaş’ın Kırşehir Yağmurlu Büyükoba köyünden göçmesi nedeniyle Kırşehir’in Çiçekdağı ilçesinin Kırtıllar köyünde 1938’de dünyaya gelen Neşet Ertaş, Türk Halk müziğinin en üretken usta sanatçılarındandır. Özellikle saz çalarken mızrap tuttuğu eliyle sazın gövdesine diğer parmaklarıyla vurarak darbuka görevi yaptırması, bağlama çalış tekniğine değişik ve orijinal bir tavır getirmiştir. Neşet Ertaş İlkokula başladığında zeki bir öğrencidir fakat babasıyla düğünlere gitmesinden dolayı okuluna pek devam edemez. Mesleği gereği 6-7 yaşlarında iken babasının yanında köçek olarak düğünlere gitti. İlk müzik derslerini babasından alan Ertaş, önce cümbüş ve keman, sonra da bağlama çalmayı öğrendi. Babası ile birlikte yörenin düğünlerinde saz çalıp türküler söylemeye başladı. Neşet Ertaş’ı ilk kez 1955 yılı sonbaharında kendi köyüm olan Kırşehir-Mucur ilçesi Küçük Kavak köyünde Hacı Aydın’ın oğlu Veli’nin düğününde tanıdım. Esmer, siyah koyu seyrek düz saçlı, incecik bir delikanlı idi. Keman çalıyordu fakat oyunculuğu da yörede dilden dile dolaşıyordu.


37 Bir akşam fasıl anında düğün sahibi Neşet Ertaş’tan oynamasını istedi. Neşet çoktandır oynamadığını söyledi. Düğün sahibi ısrar edince kabul etti. Ertesi gün evin önüne beş altı kilim serildi. Bir hayli kalabalık toplandı. Neşet davul ve zurna eşliğinde ‘yumurta atma,’ yorgan, sini dönderme’ gösterisi yaptı. Muharrem Usta ve diğerlerinin altlarına minderler attılar. Neşet’in üstünde beyaz bir gömlek ve yakaları geriye kıvrık siyah yelek vardı. Rengârenk eteğini giydi ve babasının önüne diz çöküp oturdu. Muharrem Usta bir iki bozlak okuduktan sonra Neşet oynamaya başladı. Tahminim bir saatten fazla oynadı. Neşet’e verilen bahşiş sanırım o düğünden alacakları paradan fazla idi. 1957’de de aynı köyden Hüseyin Aykurt’un oğlu Duran’ın düğününde Neşet Ertaş yine Keman çalıyordu. 1953-54 yıllarında Kırşehir Toklumen köyünden Zeynep, kızı Hacer’i beline bağlayıp Kızılırmak’tan ölmesi üzerine, aynı köyden Âşık Said’in torunu Kâni Değirmenci’nin yaktığı Son Bakışım Oldu Toklumen’in Köyüne ağıdını Neşet’in kemanıyla söyleyişi halâ kulağımdadır. (Altınok, 2003: 389-390). Yıllar sonra Ankara, Samanpazarı, Kurşunlu Cami’nin yanındaki şimdiki Kado ve Ankara Pazar Hırdavat dükkânlarının olduğu yerdeki kendisine ait saz evinde tanıştık. Arasıra yanına uğrardım. Dükkânına Davut Sulari, Feyzullah Çınar, Mahmut Erdal ve daha birçok sanatkârlar gelir, saz çalar, türkü söylerlerdi. Bayram Aracı’yı da bir kez orada gördüm. Bu sohbetlerin birinde Davut Sulari: Havalanmış gönlüm Dönüyor bugün yine Gidecektir yare diye Olamam olamam Ben o yarsiz olamam dizelerinden oluşan bir türkü okumuştu. Neşet de: Gönül yarin bulmayınca Muradını almayınca O yar benim olmayınca Gülemem gülemem Ben o yarsız olamam Olamam olamam Ben o yarsız olamam sözleriyle başlayan türküsünü Davut Sulari’ye çalıp söyledi. Davut Sulari Neşet’in bu kıvrak zekâsına hayranlığını belirtmişti. Ertaş bu türküyü daha sonra Gönül Yâri Bulmayınca adıyla plağa okudu. Ankara, Cebeci’de Bayburtlu Recep Kırıcı’ya ait Kırıcı Saz Yapımevi vardı. Halk müziğinin ünlü isimleri, TRT’nin tanınmış sesleri buraya gelir ve sazlarını, Recep Kırıcı’nın büyük oğlu Kenan ustaya yaptırırlardı. Neşet de sazını genelde bu ustaya yaptırırdı. Rahmetli Özay Gönlüm’ün yaren adlı üçlü ünlü sazı da bu ustanın elinden çıkmıştı. Zekeriya Bozdağ, TRT Bağlama sanatçısı hemşerimiz Saim Çağlayan, Rifat Özsaraç, Güngör Onurlular ve daha bir çok halk müziği sanatçıları buraya gelir, yörelerinde derledikleri türküleri karşılıklı çalıp söylerlerdi. Bu toplantıların birinde Neşet’in tamire getirdiği duvarda asılı sazı gören bir saz sanatçısı duvardaki sazı aldı. Neşet’in okuduğu bir türküde saz bölümünü yanlış çaldığına dair bir sürü laf etti. Biraz sonra Neşet içeri girdi. Hoşbeşten sonra sanatçılardan birisi adamın eleştirdiği türküyü çalıp söylemesini Neşet’ten rica etti. Neşet çalıp söyledi. Biraz önce Neşet’i eleştiren adamdan hiç ses çıkmadı, duramayıp oradan ayrıldı. Neşet Ertaş’ın meşhur ettiği türkülerden biri de: Seher vakti çaldım yârin kapısın Baktım yârin kapıları sürmeli Boş bulmadım otağını yapısın Çıka geldi bir gözleri sürmeli dizeleriyle başlayan Sivaslı Agâhî’ye ait bir şiirdir. Bu şiir Neşet Ertaş gibi popüler ve usta bir halk sanatçısı tarafından bestelenmiş, Neşet Ertaş’ın Aslanım eller eller, Kokuyo güller güller, Ne bilsin eller eller, Perişan hallerim nakaratını da kattığı bu bestesi sayesinde Agâhî’nin ismi geniş kitlelere duyurulmuş, değişik sanatçılar tarafından da yıllarca söylene-gelmiştir. Âşık Hüseyin’in: Sabreyle ey gönül sabırsız olma, Şu cümle âlemi yareden vardır Darda kaldım diye umutsuz olma Yoğ iken dünyayı var eden vardır Bizim gönlümüzde yârimiz olan Sevdası sînede nârımız olan Şu çarhı dünyada birimiz olan Doğup dü cihanı nur eden vardır. Muhabbeti artır durma yarinen Gâhi bâtın, gâhi zâhir görünen Türlü türlü irenklere bürünen Kendin binbir donda sır eden vardır. Mah cemâle inler telin aşkına Derde derman olan dilin aşkına Garip bülbül gibi gülün aşkına Düşüp gece gündüz zâr eden vardır. Hüseyin kendini yorma boş yere Ağyâri bırakıp bağlan o yâre Bunca dertlerine bulur bin çâre Halkeyleyip seni kul eden vardır. beş kıta olan bu şiirini Neşet Ertaş, ikiye bölerek, ayrı ayrı makamlarda plak ve kasetlere okumuştur. Tac beyti olan son kıt’ayı okumamıştır. Ertaş, bu eseri yorumlar iken, her iki okuyuşunda da büyük bir ustalık örneği sergiler. Neşet Ertaş’ın halk arasında çok bilinmeyen eserlerinden biri de Garip adlı türküsüdür. Neşet, bu türküde gayet ölgün, yumuşak bir ses tonu kullanır. Birçok eseri gibi bu plak da özel arşivimizdedir. Türkü şu üç beyitten oluşmaktadır: Aşk ataşı düştü garip gonüme Yanıyo bu gonüm nar senin için Derdin oku battı garip gonüme Kanıyo bu gonüm yar senin için. Ağlayıp gözleri yaş eyleyerek Şu garip bağrımı daş eyleyerek Yaz gününde gonüm kış eyleyerek Bu başıma yağdı kar senin için. Kerem gibi yansam aşk ataşında Bülbülüm ayrılmak gülün peşinde Yar aşkına yolum dağlar başında Aşsa da giderim yar senin için. Ertaş her eserinde olduğu gibi, bu üç kıt’alık türküyü de okur iken Kırşehir ağzını oldukça maharetli kullanır. Ürgüplü Refik Başaran’ın plağa okuduğu: Köprüden geçti gelin Saç bağın düştü gelin


38 Yazık oldu ömrüme Gençliğim geçti gelin (Haldan bilmez diloy loy, Söz anlamaz sevdiğim) Köprünün altı diken Yaktın beni gül iken Allah’ta seni yaksın İki günlük gelin iken (Haldan bilmez diloylu, Derdim fazla diloylu) Türküsünü; Köprüden geçti gelin Saç bağın düştü gelin Eğil bir yol öpeyim Gençliğim geçti gelin (Diloylu haldan bilmez diloylu, Söz anlamaz ne fayda) Köprüden geçemiyom Az doldur içemiyom Sen benden geçtin amma Ben senden geçemiyom (Diloylu haldan bilmez diloylu, Söz anlamaz ne fayda) dizeleriyle yorumlayan ve plağa okuyan Ertaş, bu türküyü adeta yeniden dirilterek halka sevdirmiştir. Kendine has tavrıyla deyişler söyleyen Ertaş; Güzel şahtan bize bir dolu geldi Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver Hünkâr Hacı Bektaş Velî’den geldi Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver. Payım gelir erenlerin payından Muhammed neslinden Ali soyundan Kırkların ezdiği engür suyundan Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver. Herkes sevdiğini tanır sesinden Dostun muhabbeti beni has eden Selman’ın içtiği billur kâseden Bir sen iç sevdiğim bir de bana ver. dizeleriyle başlayan Şah Hatayî’nin tamamı altı kıt’a olan bu deyişinin üç kıt’asını o kendine has yorumuyla kasete okumuştur. Neşet Ertaş, kendi yazdığı şiirleri havalandırdığı gibi, özellikle Kırşehirli ozanların şiirlerini besteleyip plak ve kasetlere okumuştur. Bu nedenle de yörenin ozanlarının ve türkülerinin tanıtılmasında önemli katkıları olmuştur. Halk arasında “Zahidem” adıyla ün yapan türkünün şairi Âşık Arap Mustafa (1901-1966) yılında Çiçekdağı’na bağlı Orta Hacı Ahmetli köyünde dünyaya gelmiştir. Babasını annesini çok küçük yaşlarda yitirdi. İlk önce bir akrabasının himayesinde daha sonraları da onun bunun yanında büyüdü. Arap Mustafa’nın babası düğünlerde toplantılarda “Koca Oyunu” adı verilen oyunda “Arap” rölünü üstlenirdi. Bu nedenle Mustafa’ya da “Arap” lakabı takılmıştır. Kimsesiz kalan Arap Mustafa 10 yaşına gelince Yukarı Hacı Ahmetli köyünden Hacı Bürozadeler’den Mehmet’e çiftçi durdu. Arap Mustafa Ağasının yeni yetişen kızı Zahide’ye gönlünü kaptırdı. Fakir ve kimsesiz olduğundan bu sırrını bir türlü açığa vuramadı. 20’sinde askere giden Mustafa’nın aklı deliler gibi sevdiği Zahide’de kalmıştı. Köydeki dostlarına mektuplar göndererek Zahide’den haber almaya çalışan Arap Mustafa, Zahide’nin başka biriyle evlendirildiğini ve düğününün de bir hafta sonra olacağını duyunca üzüntüsünü aşağıda içli mısralara dökmüştür. Türküyü Neşet Ertaş plağa okuyup tanıtmış ve halka sevdirmiştir. (Bulut, 1983: 91-94; Altınok, 2003: 206-208). Ünlü halk ozanı Toklumenli Âşık Said’in (1835-1910) Nuri adındaki oğlu ile yeğeni Zilfi 1874 kıtlık yılında ot toplamak için Kızılırmak’tan karşıya geçerken suya kapılıp boğulmuşlar. Oğlu ve yeğeninin genç yaşta ölmesi Âşık Said’i oldukça sarsmıştır. Üzüntüsünü mısralara döken Âşık şöyle feryat eder: Der Said’im arşa çıktı figanım Elimden aldırdım bir çift doğanım Biri yiğenimdi biri ciğerim Mahşerde davacı var Kızılırmak. (Ergün, 1938: 2). Âşık Said, Kızılırmağın başka canlara kıymaması için söylediği bir şiirini Neşet Ertaş sazının tellerine döker: Kızılırmak can incitme sen bugün Mübarek günlerde sel bayram eder Kitabın kavlince dağlar al giymiş Karışmış çiçeğe gül bayram eder. Neşet Ertaş’ın sazı ve sesinden bu türkü de adeta klâsikleşir ve dillere destan olur. Aklî bilgilere çok değer veren Ertaş, Anadolu’nun manevî mimarlarına da hurafeye kaçmadan sevgisi vardı. Mevlâna hakkında söylediği şu dizeler onun sesi ve sazından gönüllere dinginlik vermiştir: Bu dünyada yok değilsin Varsın Mevlâna Mevlâna Sen cümlemizin gönlüne Yarsın Mevlâna Mevlâna. Neşet Ertaş’ın Hacı Bektaş Velî’ye karşı sevgisi büyüktü. Bu nedenle de Hatayî’nin aşağıdaki deyişini “el aman” nakaratını ekleyerek kasete okumuştur: Gördüm güvercin donunda oturur Gördüm seyreyledim Hacı Bektaş’ı (elaman) Kösâsini Horasan’dan getirir (El aman, el aman, el aman) Gördüm seyreyledim Hacı Bektaş’ı (El aman, el aman, el aman.) Ertaş, Yunus Emre için de bir türkü söylemek istiyordu. Hacı Bektaş’ın Hararet nardadır sacda değildir şiirini Âşık Daimi’den dinlemiş, nasıl olduysa Yunus Emre’nin şiiri olarak aklında kalmıştı. Bir görüşmemizde: “Hemşerim senin bu konularda epey bilgin var, Yunus Emre kitabında bu şiiri bulamadım” dedi. Ben de “Abi bu şiir Hacı Bektaş’a ait” dedim. Bana; Ruhi Su’da dinlediğini, fakat kitaplarda bulamadığını söyledi. Ertaş ülkesindeki gelişmeler konusundan da oldukça duyarlı idi. Rumların yıllarca Kıbrıslı Türklere yaptığı zulüm ve kıyım 1974 yılında doruk noktasına ulaşmış, Türkiye’nin Birleşmiş Milletler de dâhil olmak üzere başvuruları sonuçsuz kalmıştı. Türkiye buradaki katliamı önlemek ve garantör haklarını kullanarak oradaki Türk varlığını korumak için adaya asker çıkartmıştı. Neşet Ertaş’ın bu olaya yazıp söylediği ve halk arasında pek bilinmeyen türküsü şu dizelerden oluşmaktadır: Başkaldırdı Yunan, durmaz göründü Sabrile sabretti durdu Türkiye Zaptetti Kıbrıs’ı vermez güründü Bu işi dünyaya sordu Türkiye. 1980 öncesi ülkede baş gösteren anarşi ve ikiliğe oldukça çok üzülen Ertaş, bu konu hakkında söylediği türküsü adeta bir öğüt niteliğindedir: İkilik noktası çıksın aradan Birdir Allah adı hoş dal midir (değil midir) İnsanları bir yaratmış Yaradan İnsanlar hep bir kardaş dal midir (değil midir) Hep kardaşız birbirimizi sevelim Hoş dil ile birbirimizi övelim İkiliği aramızdan kovalım Eğrinin emeği boş dal midir (değil midir) Garib’in sözleri birlik içindir Birliğin içinde dirlik içindir Doğru çalış aileni geçindir Eğrinin emeği boş dal midir (değil midir). Her konuda olduğu gibi, mensup olduğu Türk kimliğine sıkı sıkıya bağlı olan Ertaş, bu bağlılığını ve sevgisini şu dizelerle dile getirmiştir: Bunca erler evliyalar Türkü sever türkü söyler Görür gözlü enbiyalar Türkü sever türkü söyler Türk’üm diye. Türkü söyler dillerimiz Ne gözeldir ellerimiz Bağlamada tellerimiz Türkü sever türkü söyler Türk’üm diye. Aydın gerçekler sözleri Gerçeğin gitmez izleri Çalar Garib’in sazları Türkü sever türkü söyler Türk’üm diye. Türkü söyler dillerimiz Ne gözeldir ellerimiz Bağlamada tellerimiz Türkü sever türkü söyler Türk’üm diye.


39 Sazı ve sesi kuvvetli sanatçılarımızdan olan Neşet Ertaş, yaşadığı yörenin türkülerini sazı ve sözüyle dile getirir. Okuduğu Zahide türküsünü dinleyen Zeki Müren’e kafasını duvarlara vurdurur. Kendine özgü stiliyle müzikle uğraşan birçok kişiyi etkileyen Ertaş, birçok ozanın şiirlerini havalandırarak onları geniş kitlelere tanıtmıştır. Neşet Ertaş’ın gençliği, olgunluk dönemi, hastalandıktan sonrası olmak üzere, sanat yönü üç dönemde ele alınması gerekir. Neşet Ertaş, 1957 yılında İstanbul’a gelerek ilk plağını Neden garip garip ötersin bülbül adı ile babası Muharrem Ertaş’a ait bir türküyle çıkardı. Halk tarafından çok beğenilen bu plağın ardından Gitme Leylam gitme yolumuz uzak, plağın diğer yüzü Dağlar başı karlı olur plağını çıkardı. Bunu diğer plak, kaset ve halk konserleri takip etti. Daha sonra Ankara’ya yerleşti. Buradaki bir gece proğramı sırasında aniden hastalandı. Kardeşinin daveti üzerine 1979’da Almanya’ya gitti. Çocuklarının eğitimi ve sanat çalışmalarından dolayı uzun süre Almanya’da kalan sanatçı, 2000 yılında İstanbul’da verdiği konserle sahne hayatına döndü. Anadolu bozkırındaki kayalıkları yarıp boy atıp açan bir çiçek misali kendi kendini yetiştiren ve UNESCO’nun ‘’Yaşayan İnsan Hazinesi’’ ilan ettiği Ertaş, Abdal müzik geleneğinin yaşayan en önemli temsilcilerindendir. Bu nedenle 2006 yılında TBMM kendisine ‘’Üstün Hizmet Ödülü’’ vermiştir. Neşet Ertaş’ın türkülerinde ve dizelerinde, Aşk Sultanı Mevlanâ’nın şiir coşkusuyla Hakk’a kulluk, Hacı Bektaş’taki soyuna bağlılık, Yunus’taki insan sevgisi, Ahi Evran’daki sanat ahlâkı, Âşık Paşa’lardaki tarih ve Türkçe sevgisi, Âşık Kerem’deki sevda uğruna yanıp kül olma, Âşık Garip’deki kimsesizlik, Pir Sultan’daki zalime direnme, Karacoğlan’daki her güzel şeye güzel gözle bakma, Kul Nesimi’deki Melâmet hırkasını giyip horlanmak, Dadaloğlu’daki haksız fermana başkaldırı, Âşık Hüseyin’deki Türkmen sürgün acıları, Âşık Sait’teki Kızılırmağa sitem ve haykırış vardır. Neşet Ertaş, ayrılığın, yoksulluğun ve kimsesizliğin acısını ruhunda yaşayan bir sanatçıdır. Gün olur, “Turnalar ne haber yarden ne haber” diye turnalardan haber sorar. Gün olur, Kırşehir özlemiyle yanar tutuşur. Gün olur, “Gelenim yok gidenim yok gardiyan” diye sızlanır. Gün olur, Yaralı Telli turnaya üzülür. Boz toprağın insanı suya hasret kalmış sert kayadan dal verip açan güle benzer. Bu gülün üzerine birde Ağustos ayında kar yağdığında acısı, hasreti, hüznü katmerleşir: Yine karlar yağdı gönül dağına Bülbül konmaz oldu aşkın bağına Arefe yollarda, bayram yanına Ah sevdiğim sana gelemiyorum. diyerek, üzüntüsünü, hasretini mısralara döker. 1815-1900 yıllarında yaşayan Kırşehirli Âşık Hüseyin: Gönül dağı geçilmiyor azına Kurban olam edasına nazına Hüseyin’im dertli vurur sazına Yâr aşkıyla inler tel gizli gizli. dörtlüğünde yüzyıl öncesiyle bu günün hasretliğinin hiç değişmediğini bize hatırlatır. Bozkırın insanı genelde Kırşehir tabiriyle “Atının alnına güneş doğmayan, güzel gün görmeden giden insanlardır.” Muharrem Usta, Hacı Taşan, Çekiç Ali, Neşet Ertaş da bu gün görmeden gidenlerimizdendir. Sazını bağrına basan Neşet Usta, yağmur boran saran gönül dağlarını âşığın dilinden alır, sazının tellerine döker: Gönül dağı yağmur boran olunca Akar can özümde sel gizli gizli Bir tenhada can cananı bulunca Sinemi yaralar dil gizli gizli. Almanya’dan sonra İzmir’e yerleşen Neşet Ertaş’ın çok sayıdaki türküsü Barış Manço, Cem Karaca, Selda Bağcan, Zeki Müren başta olmak üzere pek çok ünlü isim tarafından da seslendirildi. Son yıllarda sağlık sorunları nedeniyle İzmir ve İstanbul’da tedavi gören ve çeşitli operasyonlar geçiren Ertaş, bir süre önce Medical Park İzmir Hastanesi’ne kaldırıldı. 25 Eylül 2012’de İzmir’de vefat eden Ertaş, memleketi Kırşehir’de Devlet Töreniyle toprağa verildi. Neşet Ertaş adıyla simgeleşen Abdallar, Âşık Kerem, Âşık Garip, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Dadaloğlu, Sivaslı Agâhî, Kırşehir-Mucur-Küçük Kavak köyünden Âşık Sülük Hüseyin, Kırşehir-Toklumen köyünden Âşık Said ve oğlu Seyfullah’ın şiirlerini makamlandırmışlardır. Anadolu halk ozanlarının tabiat, göç, savaş, iskân, gurbet ve diğer konuları işleyen şiirlerini Muharrem Ertaş Usta’nın gayet güzel deyimiyle havalandıran Abdallar, o kendilerine has yorumlarıyla geniş halk kitlelerine Bozlak ve türküyü sevdirdiler. Türk kültürünü yaşatan Abdallar, her türlü ekonomik zorluğa rağmen, pek çok örnekleriyle bugün de canlı olarak bu kültürü yaşatmaktadırlar. Bulduk ve Yusuf Usta’dan Muharrem Ertaş’a, Hacı Taşan’dan Çekiç Ali’ye intikal eden bu gelenek, günümüzde Abdalların ve Kırşehirlilerin yaşayan sanat abidesi Neşet Ertaş’la devam etmiştir. ‘Göl yerinde su eksik olmaz’ misali bundan sonra da bu kültür genç nesillerle devam edecektir. Abdal Çağırdığı türkü Çaldığı kopuz Rehberi Dede Korkut Töresi Oğuz Toprağı bozkır Türkmen kara yağız. Bizleri yetiştiren bu kutsal boz toprağın insanı Kırşehirliler özüne, kültürüne sahip çıkan, kadir bilir insanlardır. Her yıl bağrında yetiştirdiği Neşet Ertaş’ı anmakla bunu ispatlamışlardır. Altınok Baki Yaşa, “Abdallar ve Neşet Ertaş”, Türk Yurdu, c. 33, Sayı:306. 2013. Altınok Baki Yaşa, Bir Türkmen Ozanı Âşık Hüseyin, Ocak Yay., Ankara, 2000. Altınok Baki Yaşa, Pehlivanlı Türkmen Aşireti Tarihi, Ankara, 2008. Altınok Baki Yaşa, Öyküleriyle Kırşehir Türküleri, Destanları, Ağıtları, Oba Kitabevi, Ankara, 2003. Bulut H. Vahit, Kırşehir Halk Ozanları, Filiz Yay., 1983. De Bulocgueville Henri De couliboeuf, Türkmenler Arasında, Çev. Rıza Akdemir, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara, 1986. Gürün Kamuran, Türkler ve Türk Devletleri Tarihi, 1981-1984. Güzelbey Cemil Cahit, “Bir Göç Hikâyesi ve Gaziantep Şeri Mahkeme Sicilleri,” Türk Dünyası Araşt. Sayı: 35, Nisan 1985. Ergün Muzaffer, Toklumenli Âşık Said, Kırşehir Şairleri, Kırşehir Halkevi Neşriyatı, 2, Kırşehir Basımevi, 1938. Köprülü M. Fuad, Türk Halkedebiyatı, Ansiklopedisi, Sayı: 1, Burhaneddin Basımevi, 1935. Roux Jean Paul, Türklerin Tarihi, Çev. Galip Üstün, Milliyet Yay., 1998. Ögel Bahaeddin, Türk Kültür Tarihine Giriş, c. 1, c. 9, Kültür ve Turizm Bak. Yay., Ankara, 1988. Pala İskender, Ansiklopedik Divân Şiiri Sözlüğü, Kültür Bak. Yay., c. 1, Ankara, 1989. Parmaksızoğlu İsmet, Türklerde Devlet Anlayışı, Başbakanlık Basımevi, Ankara, 1982. Tevârih-i Â’li Osman, Âşık Paşa Tarihi, Matbaai Âmire, İstanbul, 1332. Timur Taner, “Müftü Bahaî Efendi Bektaş Ağa ve İngiliz Elçisi, 1649-1651. Türkay Cevdet, Osmanlı İmparatorluğunda Oymak, Aşiret ve Cemaatler, İstanbul, 1979. Ülkütaşır M. Şakir, “Abdallar,” Türk Kültürü, Sayı: 64, Ankara, 1968. Yalgın Ali Rıza, Cenupta Türkmen Çalgıları, Adana Seyhan Basımevi, Adana, 1940. Yalman (Yalgın) Ali Rıza, Cenup’ta Türkmen Oymakları, Haz. Sabahat Emir, Kültür Bak. Yay., Ankara, 1993. KAYNAKLAR


40 Güldeste kelimesinin her insanımıza sıcak gelen bir ifade olduğuna inanıyorum. Bana da aynen öyle. Merakımdan güldeste kelimesi hakkında bilgi taraması yaparken Türkçemizde nasıl bir anlam yüklendiğini öğrenmek için önce sözlüğe baktığımda değişik anlamlar taşıdığını gördüm. Bunlar şu şekildeydi; gül demeti, hâl tercümesi kitabı, şiir mecmuası, çeşitli şair veya yazarlara eserler veya eser parçaları derlenmek suretiyle hazırlanan eser, antoloji ve Türk müziğinde mürekkep makamlardan biri. Doğrudan güldeste isimli ve bu isme başka kelime ulamalı birçok kitap ve cd’nin yayınlanmış veyahut çıkmış olduğu görülmektedir. Yakın zamanlarda çıkan İskender Pala’nın Güldeste kitabı bunlardan biri. Yunus Emre’nin şiirleri de muhtelif yazarlar tarafında derlenerek Güldeste adıyla kitap haline getirilmiş. Bir de Türk kültürüne, edebiyatına ve edebiyat tarihine büyük hizmetler veren ve eserler kazandıran rahmetli Ahmet Kabaklı’nın, kurucusu olduğu Türk Edebiyatı Vakfı tarafından yayımlanan eski baskılı antika durumundaki İstanbul Güldestesi kitabına rastladım. Evet, internette böyle taramaya devam ederken son ve tek kaldığı belirtilen Kırşehir Güldestesi kitabına rastlayınca içimde sıcak bir kıpırtı ve heyecan koptu. Hemen internet üzerinden siparişi verdim ve bir hafta içinde kitap bana intikal etti. Hemen okumaya ve incelemeye başladım. Kırşehir Güldestesi kitabının yazarı Mehmet Önder olup, Kırşehir’ de Filiz Yayınevi tarafından 1976 yılında 10.000 adet basılmış. Basıldığı yer Ankara’da bulunan Nüve Matbaası. Kitabın hemen ilk girişinde Ahmed-i Gülşehri’nin şu dörtlüğüne yer verilmiş. Ol vakit Kırşehri ulu şehirdi Orta yerinden geçen hem nehirdi, Onsekiz bin derler evi varidi, Burcu burcu çevresi hisar idi. Küçük hacimli bir kitap olmakla beraber içindekiler dizini konmuş, söze başlarken adıyla önsöze yer verilmiştir. İşte bu kısa önsözde, yazar bize kıymetli bilgiler de vermektedir. Rahmetli Mehmet Önder Bey’in ailesi, Kırşehir’ de yaşamış, kendisi de Kale Ortaokulu’nda okumuş bir kişi. Bundan dolayı da edindiği birçok arkadaşından biri olan Ali Baytok’un, Kırşehir için kitap yazmasını istemesi üzerine bugün bizlere kadar intikal eden Kırşehir Güldestesi kitabını bizlere armağan etmiştir. Kırşehirliler Derneği (KIR-BİR) kuruluşunun temel gayelerinden olan, Türk kültürüne katkı ve hizmet sunmak amacına yönelik olarak, Kırşehir’in maddî, mânevî ve millî değerlerini ve şahsiyetlerini muhtelif seçeneklerle tanıtmaya ve anmaya çalışmaktadır. İlk beş sayısı çıkan ve dağıtılan Bozkırın Sesi dergisinin her sayısında sahalarında yetkin ve uzman yazarların bu hususlarda yazılarına yer verilmiştir. Yine bilim insanlarımızın katılımıyla, Ankara’da 2015 yılında Âşıkpaşa, 2016 yılında da Cacabey paneli gerçekleştirilmiştir. Âdeta bu kitabın ruhuna ve tavsiyesine uygun bir hizmet gerçekleştirmenin farkına ve bilincine vardık. Yazar kitabının, Kırşehir’in Maddî-Mânevî Kültür Değerleri başlıklı bölümünün sonunda aynen şöyle bir değerlendirme yapıyor: Bir şehirde adı anılacak, bir, bilemediniz ikiüç değer bulunur. Kırşehir Âhi Evren’i, Âşıkpaşa’sı, Gülşehri’si, Süleyman Türkmanî’si, Âşık Musa’sı, Âşık Said’i, daha başka bilginleri, düşünürleri ve ozanları ile bir değerler bütünüdür. Bu bütünlükte, Türk kültürünü oluşturan temelleri aramak gerek. Yazarımız aslen Konya Çumra’lı olup, Kırşehir meftunu bir kültür insanımızdır. Konya Müzesi’nde başlayan memurluğunda; müze müdürlüğü, genel müdürlük ve kültür müsteşarlığı görevlerinde bulunmuştur. Kültürümüze hizmet yolunda birçok görevleri üstlenmiş, yürütmüş ve başarı ile yerine getirmiştir. Ulusal ve uluslararası bilim, kültür ve sanat kongrelerine katılarak bildiriler sunmuştur. Yayınlanmış bine yakın makalesi ve 74 kitabı bulunmaktadır. Mehmet Önder 2004 yılı Ağustos ayında hayatını kaybetmiştir. Bu vesile ile kendisine Allah’tan rahmetler niyaz ediyor, kültürümüze, milletimize ve ülkemize ve de Kırşehir’imize yaptığı hizmetlerden dolayı minnetle anıyoruz. Mehmet Önder, bu küçük ama çok çeşitli ve yönlü bilgiler içeren Güldestesinde sadece Kırşehir’in abidevî şahsiyetlerini, maddî-mânevî kültür değerlerini destelemekle kalmamış; bizlere Kırşehir’in tarihçesinden, Âhilik sisteminden, Esnaf Loncalarından, Evliya Çelebi gezisinden ve birçok konuda bilgi destelerini bizlere iletirken, Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün Kırşehir’ e gelişinden de bahsetmiştir. Bana göre bu şirin, küçük, sıcak ve bilgi desteleri ihtiva eden Kırşehir Güldestesi kitabı, bugün yeniden basılmalı ve her Kırşehirli’ye ulaştırılmalıdır. Kitabın sonunda yazarın Kırşehir için taa 1976 yılında yaptığı önerilerini de aynen takdim ediyorum ki hafızalarımızı ve zihinlerimizi tetiklesin. KIRŞEHİR İÇİN ÖNERİLER Anadolu’da, tarihi boyunca bir bilim ve kültür merkezi olarak ün yapan Kırşehir için söylenecek sözlerin sonu gelmez. Ne var ki, burada bazı konulara değinmeden geçemeyeceğiz: 1. Kırşehir’de her yıl yapılagelmekte olan (Âhi Evren – Esnaf ve Sanatkârlar Bayramı)’na bilimsel bir yön verilmeli, bu konuda seminer ve konferanslar düzenleyerek, tarihi gelişimi içerisinde ahilik ve ahiliğin toplum üzerindeki etkileri açıklığa kavuşturulmalıdır. 1975 yılında Kırşehir’de düzenlenen (Âhi Evren ve Kırşehir semineri) bu konuda olumlu ilk çaba olmuştur. 2. Yalnız Kırşehir’in değil, Türk kültürünün temel taşları olan, Türk diline sahip çıkarak Anadolu’da Türklük bilincini oluşturan Âşık Paşa, Gülşehri gibi Kırşehirli büyükler her yıl törenlerle anılmalı, fikirleri ve eserleri tanıtılmalıdır. 3. Âhi Evren ve ahilik konularını da içine alan bilimsel bir araştırma enstitüsü kurulmalı, bu enstitü Kırşehir’in tarihi, folkloru, sanatı üzerinde araştırmalar yaparak yayınlamalıdır. 4. Kırşehir ve çevresinin maddi kültür belgelerini, etnoğrafik eserlerini, müzelik değerlerini derleyen, koruyan ve sergileyen bir (Kırşehir müzesi) kurulmalıdır. 5. Yedi yüzyıl önce Cacabey Müspet Bilimler Fakültesinin Kırşehir’de kurulmuş olduğu gerekçesi ile en azından bir fen fakültesinin hatta bir üniversitenin Kırşehir’de açılması için çaba gösterilmelidir. 6. Kırşehir’in geleneksel el sanatları arasında bulunan halı ve kilim dokumacılığı, Kırşehir oniks taş işçiliği bir sanayi olarak geliştirilmelidir. 7. Kırşehir’in zengin ve yaygın folklor ürünlerini derleyecek ve değerlendirecek bir çalışmanın içine girmeli, Kırşehir’de her yıl folklor festivalleri düzenlenmelidir. 8. Kırşehir’in Terme ve Karakurt Kaplıcaları turizm gereklerine uygun biçimde modern bir düzenleme ile yeniden ele alınmalı, özellikleri Türkiye ve dünyaya tanıtılmalıdır. 9. Kırşehir’i sosyal ve ekonomik yönden ileri düzeyde bir kültür ve sanat şehri olarak geliştirmek, bu amaçla birlik ve beraberlik içinde girişimlerde bulunmak her Kırşehirlinin görevi olmalıdır. Kırşehir’e, aydınlık düşüncelerin filizlenerek dal budak saldığı erenler şehrine hizmet bir ibadettir. Bu hizmete yürekten inanmalıyız. Ahmet HAYKIR KIR-BİR GENEL BAŞKAN YARDIMCISI GÜLDESTE


41 Belediye Başkanı Erdoğan TEKELİ 26 Eylül 1971 Kaman doğumlu. Evli ve 3 çocuk babası. İlk ve ortaöğretimi Kurancılı’da bitirdi. 1990 yılında Kaman Lisesini bitirdi. 1994-1995 yıllarında Hatay’da piyade olarak yaptı. Askerden geldikten sonra 2014 yılına kadar taşeronluk yapmış olup 2014 Mahallî Seçimlerinde MHP’den Belediye Başkanı adayı olmuştur. Seçimi Sn. TEKELİ hâlen Tekeli Belediye Başkanlığı görevine devam etmektedir. Sn. TEKELİ’nin Belediye Başkanı Olmasından Sonra Belediye Tarafından Yapılan İşler 2014 yılında kasabanın yayla mevkiinden içme suyu getirilerek şebeke hattına katılmıştır. Kasabanın Cumhuriyet Mahallesinde bir adet çocuk parkı yapılmış olup adı da Cumhuriyet Parkı olarak konulmuştur. Kasabada Orta Mahallede bir adet çocuk parkı yaptırılmış olup adı da Aşır Kara Parkı olarak yazılmıştır. Kasabada Yeni Mahallede bir adet çocuk parkı yaptırılmış olup adı da Cemal Önkal Parkı olarak yazılmıştır. 2014-2015 yıllarında kasabanın muhtelif cadde ve sokaklarına 40.000 m2 kilitli parke taşı döşeme işi yapılmıştır. 2015 yılında kasabanın içme suyu deposuna ve dinamolarına otamatik sistem taktırılarak elektrik tasarrufu sağlanmıştır. Belediye Başkanı Erdoğan TEKELİ’nin Özgeçmişi: KURANCILI BELEDİYESİ 2016 yılında Kasabanın muhtelif cadde ve sokaklarına 32.000.m2 kilitli parke taşı döşenerek kasabanın yol sorunu ortadan kaldırılmıştır. 2015 yılında Kasabanın Aviz Mevkiinde 5.000 adet çam ve sedir ağacı dikmiş olup oluşturolan bu küçük ormana Kurancılı Belediyesinde çalışmaktayken vefat eden Selahattin GÜR’ün hatırasına izâfeten Selahattin GÜR Hatıra Ormanı adı verilmiştir. 2016 yılında Kasabanın yayla mevkiinden 100’lük boru ile su getirilerek Kasabanın su şebekesine katılması sonucu Kasabanın uzun süre su sorununu çözülmüş oldu. 2016 yılında Kasabanın girişinde bulunan tabela Osmanlı motiflerini içeren bir tabela ile değiştirilmiştir. Kasabaya saat kulesi yaptırılarak adı da 15 Temmuz’da Beştepede şehit olan Ayhan KELEŞ’in anısına ithâfen 15 Temmuz Demokasi Şehidi Ayhan KELEŞ Saat Kulesi konulmuştur. Kasabanın arazi yollarında her yıl düzenli şeklide çalışmalar yapılmıştır.


42 ÂŞIK PAŞA (1272-1332) VE AHLÂK ANLAYIŞI ÂLEM İNSAN METAFOR/CEVİZ 1. Bitki Vücut Gök Kap (Yeşil Acı Kısım) 2. Hayvan Nefs Katı Kap (Sert Kabuk) 3. İnsan Can (İnsani Nefs) Lüb (Cevizin İçi) 4. Melek AkılYağ (Cevizin Yağı) 5. Sır/Aşk Gönül/Aşk Nur (Cevizin Yağının Gizlediği) Aşık Paşa, Türk düşüncesinin önemli isimlerinden birisidir. 13. Yüzyılın sonları ve 14. yüzyılın başlarında yaşamış ve Osmanlı Devleti’nin kuruluş felsefesinde önemli rol oynamıştır. En mühim eserlerinden birisi olan Garipnâme’yi Mesnevi tarzında ve Anadolu Türkçesi ile yazmış olan Aşık Paşa, bu eseriyle derin felsefî ve tasavvufî hususların açık bir Türkçe ile nasıl yazılabileceğini göstermiştir. O, Türkçe’nin bir ilim dili haline getirilmesi konusunda çalışanlardan elbette ilki değildir. Hakikatte Türkçe yazma geleneği, Aşık Paşa’dan önce, gerek 11. asırda Yusuf Has Hacip’in Kutadgu Bilig’i ve Kaşgarlı Mahmut’un Divan-ı Lugati’t-Türk’ü ve gerekse 12. asırda Edip Ahmet Yükneki’nin Atabetü’l-Hakâyık’ı ve Ahmet Yesevi’nin hikmetleri ile belirli bir noktaya gelmişti. Böylece Aşık Paşa’nın yaşadığı dönem ve hemen öncesi Türkçe’nin; tasavvufî, felsefî ve ahlâkî anlamda önemli metinlerinin ortaya çıkmasına zemin hazırlamıştır. Bu metinler ve benzerleri, dil şuurunun oldukça üst düzeye çıktığının en bariz göstergesidir. Sonraki yıllarda Türkçe, tamamen bir ilim dili olmak için Cumhuriyet dönemini beklese de Osmanlı döneminde de birçok Türkçe ilmi metine rastlanmaktadır. Aşık Paşa’nın yaşadığı dönemin bir başka önemli özelliği, dönemin ilmî yapısında görülen birtakım gelişmelerdir. Onun yaşadığı dönem, Türk ve İslam dünyasının yepyeni fikrî ve siyasî bir oluşuma hazırlandığı bir süreci oluşturmaktadır. Bu dönemde; ilk olarak 11. asırda büyük Türk filozofu İbn Sina ile temelleri atılan ve sonraları 12. asrın hemen başlarında vefat eden meşhur âlim Gazali ile devam eden ilmi anlayışın bir sonucu olarak felsefe, tasavvuf ve kelâmın bir araya gelmesi sağlanmıştır. Bu sebeple söz konusu dönemde yazılan metinlerde felsefî ve tasavvufî yoğunluk göze çarpmaktadır. Aşık Paşa ile beraber; Yunus Emre, Mevlana ve Gülşehri’nin metinleri buna en güzel örnektir. Bunlara ilave olarak; İbnü’l-Arabi ve başta Sadreddin Konevi olmak üzere Davudü’l-Kayseri vb. isimler, İbn Sina düşüncesiyle tasavvufi geleneği birleştirmeye çalışmışlar ve bu yolda eserler vermişlerdir. Bilhassa vahdet-i vücut anlayışı, bu dönemde Anadolu’da büyük yaygınlık kazanmıştır. Siyasi olarak Osmanlı Devleti’nin de temellerinin atıldığı 13. Ve 14. asırlar, Türk düşüncesinin Türkçe etrafında yeni kavramlarla gelişmesine zemin hazırlamış ve neticede Türkçe’nin bir devlet dili olarak kullanımını sağlamıştır. Özellikle Aşık Paşa’nın yaşadığı Kırşehir bölgesindeki Ahilerin Osmanlı’nın kuruluşunda oldukça etkin olması da burada dikkat çekici bir başka hususiyettir. Son olarak üzerinde durmamız gereken bir başka husus ise, dönemin siyasi ve sosyal karmaşasıdır. Moğollların yakıp yıktığı Anadolu’da toplumsal düzen ciddi bir sarsıntıya uğramış, birlik ve beraberlik bozulmuş ve en önemlisi de ahlâki problemler ortaya çıkmıştır. İşte böylesi dönemlerde ortaya çıkan Ahi Evran, Aşık Paşa, Yunus Emre, Şeyh Edebalı ve Mevlana gibi düşünürler, toplumun ruh yapısını sağlamlaştırma maksadıyla ahlâkî konulara ağırlık vermişler ve hep insanın bireysel ve toplumsal açıdan olgunlaşması üzerinde durmuşlardır. Aşık Paşa, yazmış olduğu bütün eserlerinde insanın değeri, alemdeki ve Tanrı karşısındaki konumu ve buna uygun bir şekilde nasıl yaşaması gerektiğini anlatmaya çalışmıştır. Gerek Garipname’de gerekse diğer eserlerinde bunu görmek mümkündür. Aşık Paşa, İslam ahlâk düşüncesinin temel kavramlarını eserlerinde büyük bir incelikle Türkçe olarak kullanmıştır. Platon’dan Aristo’ya, Fârâbî’den İbn Sina’ya varıncaya kadar pek çok düşünürün izahlarını sade ve manzum bir Türkçe ile yeniden yorumlayarak ve zenginleştirerek bizlere anlatmaya çalışmıştır. Onun anlatımının en ilginç özelliği ise metaforik birçok anlatımlara başvurmasıdır. Aşık Paşa’nın insanın alemdeki yeri ile ilgili Garipname’sinden çıkardığımız şu beşli tablo, bize onun ahlâk anlayışı ile ilgili önemli bazı bilgiler sunmaktadır: Prof. Dr. İbrahim MARAŞ Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi


43 Aşık Paşa’nın yukarıdaki tablosunda insan varlığı, beş tabakadan oluşan bir olgunlaşma aşaması içerisinde değerlendirilmektedir. Bu aşamalar, insanın varlıklar sıralamasındaki yeri ile de doğru orantılıdır. Bunun en güzel metaforik anlatımlarından biri de elbette Aşık Paşa’nın yaşadığı coğrafyanın meşhur meyvesi cevizle olacaktır. Buna göre, alemde; bitkisel, hayvani ve insani nefs olmak üzere üç nefs vardır. Bunlardan insani nefs, diğer bütün nefslerden farklıdır. İnsani nefs, bitkisel ve hayvani nefsin özelliklerine sahip olmakla birlikte onlardan ayrı olarak akıl gücüne sahiptir. Bu yüzden Aşık Paşa, insani nefsi, “can” diye isimlendirmektedir. Aynı zamanda “can” kavramı, Melek için kullanılan “akıl” kavramından da farklıdır. Tabir yerindeyse insanı insan yapan şey “can” olmasıdır. Ancak Aşık Paşa, İnsanın önce insanlığının farkına varmasını, yani “can” olmasını olgunlaşmanın henüz başı olarak görmektedir. Bundan sonra esas yapılması gereken şey, insanı sırasıyla “akıl” ve “gönül” mertebelerine eriştirebilmektir. Bunun anahtarı ise insanın davranışlarını aklın kontrolüne vermesi, yani “gönül/aşk” ile yapılan ahlâkî eylemler ve erdemlerdir. Bunu gerçekleştiren bir insan Hakk’ın nurunun kendisinde tecelli etmesini sağlayacak ve etrafını aydınlatacaktır. Çünkü Aşık Paşa, “aşk”ı, varoluşun sebebi olarak görmektedir. Varlığın ve varoluşun sebebi “aşk” olunca insanı yegane gayesi de bu “aşka” ulaşmak olmalıdır. Nitekim o, bir beytinde bu durumu şöyle izah etmektedir: “İnsan diye aşkı olan ve o aşkla Hak yolunda devamlı yanan kişiye derler. Aşkı olmayanın varlığı da yokdur, böyle kişinin gündüzü de gece gibidir. … Alemdeki bütün hareketler aşktandır; Hak da aşkla beraberdir, bunu iyi bilin. Nefeste âh olan, nefs içinde kul ve canda padişah olan da aşktır.” Aşık Paşa’nın “can” kavramı üzerinde durması, onun insan nefsinin bir cevher olduğu görüşüyle doğrudan bağlantılıdır. O da, tıpkı selefleri Farabi, İbn Sina ve Gazali gibi, insan nefsinin bir cevher olması yönüyle hayvani ve bitkisel nefslerden farklılık taşıdığını savunmaktadır. Ona göre, nefsin süfli yönü onun bu dünyadaki bedenle olan bağlantısını sağlarken, “can” ile ilgili yönü, ilahi alemden insanın vücuduna gelmektedir. Yani onun deyimiyle “yüce yaratılışlı can” (ulvî can), ilahi alemden geldiği için bir cevher olma özelliği taşımaktadır. Bu yönüyle de ezelî ve ebedîdir. Bu izah tarzı geleneksel ahlak düşüncesindeki fikirlerle benzerlik arz etmektedir. Zira İslam ahlâk düşüncesinde de nefsin kendi yüce kaynağının farkına varıp onu açığa çıkarması bir gerekliliktir. Bunun yapabilmek için de ahlâkî erdemleri kazanmak temel şarttır. Bu yüzdendir ki, Aşık Paşa, insan nefsinin sahip olduğu arzu ve öfke gücünün onu bu dünyadaki hayata bağlı kıldığını, yapılması gerekenin bu iki gücü ortadan kaldırmaksızın, üçüncü bir gücün emrine vermek olduğunu vurgulamaktadır. Bu üçüncü ve ilahî güç ise, akıl ve aşktır. O halde insanın canlar canını bulabilmesi onun bu dünyadaki temel gayesi olmalıdır. İnsan bunun için yaratılmıştır. Aksi takdirde yaratılışının gereğini yerine getiremeyecektir. Yaratılış gayesini yerine getirmenin formülü ise bilgi ve eylem bütünlüğüdür. Yukarıdaki açıklamalar bize insanın dünya ve ahret dengesini kurması gereken bir varlık olduğunu, bunu da zaten kendi vücut ve candan oluşan yapısıyla temsil ettiğini göstermektedir. Aşık Paşa, bu fikirden hareketle, insanın, kendi beninin farkına varmasını ve yaşadığı hayattaki eylemlerini herhangi bir çıkar için değil karşılıksız yapmasını istemektedir. Ona göre, böylesi bir durum insanı kibirden, zulümden, bencillikten, hasetten uzaklaştıracak ve tevazuya, kendi eksikliğinin, kusurlarının farkına varmaya, merhamete, cömertliğe ve sevgiye yaklaştıracaktır. Böylece insan, neden, nasıl ve ne amaçla yaratıldığının farkına varacaktır. Bütün bu ahlâkî erdemsizlikler ve erdemler insanın iradesini kullanmasının sonucu ortaya çıkacaktır, çünkü insan, erdem ve erdemsizliğin arasında seçim yapabilme kudretinde yaratılmıştır. Aşık Paşa, insanın bireysel ahlâkî gelişiminin yanı sıra onun örneklik yönü, yani ahlâkî eğitimdeki rolü üzerinde de durmaktadır. Onun anlayışında, kendini yetiştirmiş ve insan olma vasfını kazanmış olan kişi, ahlâkî eğitimi de bu minval üzere yapabilecektir. Ahlâkî eğitimi yapan insan, her şeye Tanrı gözüyle bakmalıdır. Tanrı gözüyle bakmak, akl-ı maaş ile yani sıradan bir akıl ile değil akl-ı küll ile yani akıl ve gönül gözüyle ile bakmayı gerektirmektedir. İşte böyle bakabilen insanlar, diğer insanların durumlarına göre onlarla muhatap olup ahlâkî erdemleri onlara anlatmalıdırlar. Ona göre, en iyi ve güzel anlatım da sadece sözle değil, aynı zamanda bizzat yaparak örnek olmak şeklinde gerçekleşmektedir. Bu açıdan insanların dış görünüşlerine, zenginliklerine veya dış güzelliklerine değil gönlüne bakmalı, bütün insanları eşit bir gözle değerlendirmek gereklidir. Onun bu Hak bakışından gayesi, insanı insan yapan değerlerin ortaya çıkarılmasını sağlamak istemesinden kaynaklanmaktadır. Bu Hak bakışı sayesinde insan, nefsin mertebelerini aşarak kâmil insan makamına erecektir. Bu düşünce, esasında, İslam düşüncesinin de özüdür. Bu ve benzeri görüşleriyle Aşık Paşa, Türk-İslam düşüncesinin önemli kilometre taşlarından birisi olmuştur.


44 Dünyaca ünlü tarihçimiz Halil İnalcık, 26 Mayıs 1916 tarihinde İstanbul’da dünyaya geldi. Çocukluğu hep savaş yıllarında geçen İnalcık, 1924 yılında, ailesiyle birlikte Ankara’ya yerleşti ve ilkokulu burada, Gazi İlkokulu’nda bitirdi. Babası Seyit Bey ailesini bırakıp Mısır’a yerleştiği için Halil İnalcık’ı annesi büyüttü. Ortaokulda yatılı olarak Sivas Öğretmen Okulu’na verilen İnalcık, 1932 yılında ise Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu’na nakledildi. Burada, fizik dalında Nusret Kürkçüoğlu, edebiyat dalında ise edebiyat tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı gibi ünlü hocalardan ders aldı. Çocukluk yıllarındaki Atatürk ile olan anısını şöyle anlatmıştı; “Atatürk’le konuşma imkanım oldu, Atatürk kendi ideolojisiyle Sümerlerden başlayarak bütün dünya tarihini 4 cilt olarak tarih kitabı yazdırdı ve bu kitapları mekteplerde okutulmak üzere mecbur kılmıştı, bununla; Türk tarihine güvenen, kendi tarihini benimsemiş bir gelecek nesil yetiştirmek istiyordu, ve çok önem verdiği bu proje için mektepleri sık sık ziyaret edip tarih derslerine giriyordu, orada bunların nasıl okutulup okutulmadığını kontrol ediyordu, bizim okuduğumuz mektep çiftliğe yolunda yakın olduğu için uğramıştı, derste hoca yoktu bende önümde Ortadoğu haritasını çiziyordum, Ata kendi mahiyetiyle birden bire kapı açıldı odaya girdi. Ben en önde ortada oturuyordum, benim önüme geldi, gülümseyerek tatlı bir ifade ile parmağını Mekke’nin üzerine koyup “Burası neresi?” dedi. “Yesrip” dedim. “Başka?” dedi “Mekke” dedi. Güldü, babaca bir yaklaşımı vardı. Arabistan’ı sordu; “Nasıl bir ülke?” dedi. “Efendim.” dedim “Bir tepsiye benzer, etrafı dağlık çöle benziyor.” dedim. Aramızda güzel bir sohbet geçiyordu, tebessüm etti. Kızıldeniz’e parmağını koydu “Bu denizin adı ne?” dedi; “Bahri Ahmer” dedim. “Başka?” dedi. “Sah Denizi” dedim. O, Türkçe söylememi bekliyordu, sonra “Kızıldeniz değil mi?” dedi. Panik halindeydim beni imtihan ediyordu, sonra yanımızdaki odaya girdi tarih dersi vardı orada.” 1935 yılında öğretmen okulundan mezun olduktan sonra, Atatürk’ün tarih tezini bilimsel temellere dayandırmak için kurduğu Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’ne başladı. İnalcık, üniversite eğitimi sırasında da dönemin önemli isimlerinden ders aldı. Bunlar arasında Fuad Köprülü, Şemsettin Günaltay, Muzaffer Göker ve Yusuf Hikmet Bayur gibi isimleri sayabiliriz. Ortaçağ Tarihi derslerini aldığı Köprülü, İnalcık üzerinde büyük bir etki bıraktı ve meslek yaşamı boyunca kendisine örnek oldu. İnalcık, 1940 yılında mezun olduktan sonra Dil, Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde kaldı ve Yakınçağ Tarihi Bölümü’nde asistan oldu. Bu arada Şevkiye Hanımla evlendi ve 1948 yılında Günhan adlı çocukları dünyaya geldi. İki yılda tamamladığı ‘Tanzimat ve Bulgar Meselesi” başlıklı doktora tezi için şunları söylüyordu İnalcık: “Arşivlerde 1432 yılına, II. Murat devrine ait bir tımar defteri buldum. Bu, arşivimizdeki en eski defterdir. Onu 1954’te neşrettim. PROF. DR. HALİL İNALCIK (1916 - …..) Hüseyin GÜL


45 Bu Arnavutluk’a ait bir defterdi ve Arnavutluk tarihine yönelik çok önemli sorunları çözmemize yardımcı oldu. Ben eğer şöhretli bir tarihçi olmuşsam, bunu Türk arşivlerine borçluyum. Bu arşivler çok mühim ve çok zengindir. Sosyal bilimlerle uğraşan Türk bilim adamları bu arşivler sayesinde önemli çalışmalar yapabilirler ve Türkiye’nin sosyal bilimlerdeki başarısı bizi Fransa’nın yanına yerleştirir. Fakat zaman zaman arşivlerimizin yönetiminde anlaşılmaz bir düşünce hâkim oluyor. Vesikaların tamamını alamayacağımız söyleniyor. Son olarak, 1989 yılında defterlerin fotokopilerinin tam olarak çıkışı yasaklandı. Bugün bunların ancak üçte birini alabilirsiniz. Eskiden bu kural geçerli olsaydı ben “Tanzimat ve Bulgar Meselesi” başlıklı tezimi ortaya çıkaramazdım. Bu vesikaların açıklığı sayesinde bütün dünya çarpıtmalardan kurtulmuş hakikî tarihimizi öğrenecektir. Vaktiyle, Köprülü’nün Dışişleri Bakanı olduğu zamanlarda tam açıklık vardı. Macarlar kendileri ile ilgili defterlerin fotokopilerini aldılar ve Macarca’ya tercüme ettiler. Macarlar bugün kendi kayıtlarında Türkler aleyhine olan bölümleri düzeltiyorlar. Macar tarihini yalnızca Macar vesikaları ile yazarsanız çok düşmanca sonuçlara varırsınız, ama Türk vesikalarını da kullanırsanız daha dengeli bir tarih ortaya çıkar. Bunu böyle yapmamak bizi Türk tarihinin gerçeklerini öğrenmekten alıkoyar.” İnalcık, Türk tarihçilerine şu öğütlerde bulunuyordu; “Türk tarihçilerine bir öneride bulunmak gerekirse diyebilirim ki daima belgelere sadık kalın. Eğer hakikati ortaya çıkarırsanız bu daima bizim lehimizedir, çünkü bugüne değin tarihimiz hakkında yazılanların çoğu ya yalandır, ya çarpıtmadır. Eğer mübalağa yaparsanız kendinizi kabul ettiremezsiniz, sizi ciddiye almazlar.” Halil İnalcık’ın iyi bir tarihçi olmasındaki en önemli nedenlerden biri de bildiği yabancı dillerdir şüphesiz. İngilizce, Almanca, Fransızca’yı çok iyi okuyabilen İnalcık, Arapça ve Farsça’yı da kullanabiliyor ve bir sözlük yardımıyla okuyabildiği diller arasına İtalyanca’yı da katabiliyordu. Daha 17 yaşındayken Fransızca öğrenmişti. Vermiş olduğu seminerlerinden birinde “Beş dil bilmeden orijinal bir Osmanlı Tarihi yazamazsınız.” deyip devam etmişti; “Dilimiz, kargaşa içinde ifade kabiliyetini kaybetmiştir” ‘Cumhuriyet zamanında sırf Türk kaynaklarından üretilmiş yeni bir dil, aşırı milliyetçi bir dil oluşturulmaya çalışıldığını ve bir kültür kopukluğu oluştuğunu sözlerine ekleyen Prof. Dr. Halil İnalcık, “Osmanlıca’daki Arapça ve Farsça kelimeleri atıp, tamamen Türkçe köklerden yeni bir dil yaratıyoruz. Bu suni bir dildi. Bu yeni nesle mal olmuştur. Bir dil kargaşası içerisindeyiz. Bir uzuv gibidir. Kesip atamazsınız. Çok karışık bir meseledir. Şimdi aydın kesimi bazı kelimeleri, eski dilde kullanamadığı için batılı dillerde kullanıyor. Dilimiz, kargaşa içerisinde ifade kabiliyetini kaybetmiştir. Başka başka diller konuşan nesiller var. Çocuğun konuştuğu dille, benim konuştuğum dil farklıdır. Osmanlıca dil meselesi son zamanda ortaya atıldı, siyasi bir konum aldı. Bir tarihçi olarak, bir aydın olarak benim fikrim budur”. İnalcık, birçok üniversiteden almışolduğu fahri doktoraların yanında 1986’da Amerikan Akademisi’ne, 1993’te British Academy’ye üye seçildi ve böylece uluslararası alanda seçkin bir yer alan ilk tarihçimiz oldu. “Batılıların Osmanlı Tarihine bakışını kökten değiştirdim” demiş ve eklemişti; “Balkan milletlerinin tarihçiliği, Osmanlı devri ile tarihi tamamen Türk düşmanlığı aşılamaya çalışan bir tarihçilikti. Ben Osmanlıların arşivlerini incelemeye aldım. Osmanlı arşivlerinde Rumeli’ye ait tahrir defterleri var. Osmanlı, fethettiği yerlerde köy köy, her kişinin arazisini, ekonomik durumunu ve ona göre alacağı verginin yazıldığı tahrir defterleri tutmuştur. Osmanlılarda iki tür defter vardı: Defter-i Mufassal ve Defter-i İcmal. Defter-i Mufassal, Balkan memleketindeki bütün varlığı, ekonomik aktivitenin tespitidir. Osmanlı fethettiği yerlerde özel bir sistemle yürüyordu. Bu sistem, çok geriye gider. Balkanlarda köylerde her kişiden bir altın vergi alırdı. Bu Bizans’a kadar gider. İslam tarihinde böyle bir kaide yok. Bu Roma’dan gelir. Köylü vergi olarak senede bir altın verirdi. Bunu akçe olarak ele alırsak, 22 akçe alırdı. 1 altın, 22 akçeydi.” Osmanlı’nın Rumeli’de tuttuğu ve 1432 tarihli tahrir defterini incelediğini ifade eden Prof. Dr. Halil İnalcık, “Bu defterlerde Arnavutluk’un işletilen sistemini inceledim. Benim doçentlik tezimdi. Orada gördüm ki, Osmanlı Tahrir Defterleri ile memlekette esaslı bir gelir tahlili yapılıyordu. Bu durum sebebiyle Osmanlı hâkimiyeti Rumeli’de benimsenmiştir. Osmanlı ayrımcı değil, yerli aristokrasi ile beraber hareket ediyor. Onlara bir kısım imtiyazları, devleti tanımak kaydıyla tanıyor. Sırbistan’a ait defterleri de tetkik ettik. Benim bu konuda makalem çıkar çıkmaz Sırplar tercüme ettiler. Yepyeni bir tarih anlayışı benimsendi. Benim kitabım Balkanlarda ders kitabı olarak okutuluyor”. Fatih Devri üzerine yazdığı kitabın Bulgarca’ya çevrildiğini anlatan Prof. İnalcık, Bulgaristan, Sırbistan, Arnavutluk, Yunanistan ve Romanya üniversite ve akademilerinin kendisine doktora verdiğini ifade etmişti. Dört uzmanla birlikte hazırladığı eseri “An Economicand Social History of Ottoman Empire” bugün dünya üniversitelerinde el kitabı haline gelmiştir. Son olarak 13 Eylül 2015 tarihinde Hürriyet gazetesine yaptığı söyleşide sorulan soruya şöyle cevap vermişti; 100 yaşında bir tarihçi olarak Türkiye’nin bugününe bakınca ne hissediyorsunuz? - Sıkıntılı bir devir yaşıyoruz. Ama geçecektir. Tarihimizde bu dalgalanmalar olmuştur. Günlük siyasetle ilgili bir şey söylemek istemiyorum çünkü ben siyasetin üzerindeyim, bilim adamıyım. Kehanette bulunmaya girişmem. Yanlış yerlere çekilebilir. Ama bir sosyal tarihçi olarak durumu görüyorum. Reaksiyon halindeki gençliğin görüşlerini tespit ediyorum. Tarih bilmek bugünü ve geleceği doğru yorumlamakta bize yardım eder” derler. Ama sanki biz geçmişten hiç ders almıyoruz, hep aynı şeyi yaşıyoruz... Türkiye şimdi bir dönüm noktasında. Sadece Türkiye de değil, bence insaniyet son asırda istikametini kaybetti. Kendi rahatı için düşmanını nükleer silahlarla ezmek gibi yollara sapıyorlar. Ama bunlara bakıp yılmamalı. Bu memlekete ve geleceğine güvenerek çok çalışmalı. Esas mesele fikir zenginliğidir. O yüzden ne olursa olsun fikir hürriyetini muhafaza etmek gerekiyor. - Yaşananlara bakıp “Bu ülkede yaşanmaz artık” diyen çokça genç var. Siz uzun yıllar yurtdışında yaşadınız. Ama sonra döndünüz. Onlara ne demek istersiniz? Karamsarlık korkaklıktır. Türkiye büyüktür. 1500 yıllık bir tarihimiz var. Canımızla, başımızla bu büyüklüğü devam ettirmeliyiz. Bırakıp kaçmak ihanettir bence. Eğer noksanlar varsa gidermeye uğraşmalıyız. Bu devletin tarihine yakışır şekilde yaşamalı ve çok çalışmalıyız. Tarihçilerin kutbu olarak bilinen ünlü tarihçi Halil İnalcık 1916 yılında başlayan hayatına 25 Temmuz 2016 tarihinde 100 yaşında veda etti. Geride gelecek nesillere ışık tutacak sayısız makaleler, kitaplar ve araştırmalar bıraktı.


46 KALBE DÜŞEN’İZ, Gülfidan Şüheda Çalışkan’ın şiirlerini topladığı ilk kitabı. Akıcı bir üslupla yazılmış şiirleri okumaya başlayınca zaman unutuluyor ve tüm şiirleri oumadan kitabı kapatmak adeta imkansızlaşıyor. Zira geçmişi, bu günü ve geleceği yaşatıyor. Milli ve manevi duyguların ustaklıkla harmanlandığı mısralar okuyanı büyülüyor. Şairimizin başarılarının devamını dilerim. Ömer Yılmaz İnce mesel Sınama gözlerini ve dönüp bakma bir an, Ardında cehennem var yanındaki Lut değil, Gönlümün mabedidir bir sözünle yıkılan Çağırma İbrahim’i, içimdeki put değil, Hercai göklerimin narına yağmur yetmez, Ruhumu tutuşturan dayanılır hub değil, Hasmı gönül olanın harı dili inletmez, Sabredemem, gücüm yok, yoldaşım Eyüp değil, Sonsuzluk iksiridir ruhumu baki kılan, Gönlümün dilediği saray değil han değil, Ve hoş bir seda imiş dünyadaki baki kalan, Şöhretiyle şanıyla şah-ı Süleyman değil, Ömür ince bir mesel gibi sessiz solunca, Aftır gönül muradım, ümitsiz bir ahh değil, Ruhum bir aşık gibi vuslatını bulunca, Hamd olmalı son sözüm, kırık bir eyvah değil! Gülfidan Şüheda ÇALIŞKAN


47 1975 Çiçekdağı – Kırşehir İlk ve ortaokulu Ömeruşağı Köyünde, liseyi Kırıkkale Ticaret Meslek ve İstanbul Kartal Ticaret Meslek Lisesi Bankacılık bölümünde okudum. -T.C Ziraat Bankası Pendik Şubesinde stajımı yaptım. -T.Vakıflar Bankasında 2 sene çalıştım. -Özel bir Firmada 1996 yıllarında Muhasebe Müdürlüğü ve Bilgisayar Operatörlüğü yaptım. -1998 yılında “Yolum Düşse Dağlarıma” adlı söz ve müziği bana ait olan türkümün adını verdiğimiz kaseti çıkardım -1998 yılı ağustos ayında Askerlik görevi için acemi birliğim Kütahya Hava Er Eğitim Tabur Komutanlığı, Usta birliğimi Erzurum Hava Meydan Komutanlığında Sanatçı, Lokal sorumlusu ve Komutan protokol garsonu olarak 2000 yılı şubat ayında tamamladım. -2001 yılında Hollanda’ya gittim -Ecco Deri Fabrikasında span ve vardiye şefi olarak çalıştım -Vitron Group Servis Temizlik firmasının 700 personelin çalıştığı firmada 4 Türk vatandaşından biri ve grup sorumlusuydum. -Hollanda’da ROC West Brabant Radius College okulunda 1,5 sene Flemençe dil eğitimleri aldım. -Hollanda Tilburg Üniversitesi Özel kurumlar birlikteliği ile 1 sene Eğitim aldım. -Türkiye’den aldığım Bankacılık diplomamın Hollanda eğitim ve iş düzenine uyumu için kurs aldım. -Cromolay Holland Uçak Fabrikasında Şirket sorumlusu olarak görev yaptım. -Jardin Bv Netherland Plastik Fabrikasında Çalıştım. -Sunny Belçika ve Hollanda Distbüritöründe Halkla ilişkiler Müdürü olarak görev yaptım. -Türkiye’nin ilk Bozlak Radyosu olan Bestof Anadolum Fm ile internet yayıncılığını başlatarak Kırşehir ve Neşet Ertaş Türkülerini bütün dünyaya duyurdum. -İnternet üzerinden yayın yapan Anadolum Tv yi kurdum. Ünal Kaya Dünya Kırşehirliler Derneği Oluşum Başkanı -Hollanda Merkezli Dünya Kırşehirliler Derneği Oluşumunu gerçekleştirdim. -2007 yılında ozaman Avrupa’nın en büyük spor kompleksi olan İstanbul Tuzla Kafkale spor kompleksinde “HERKES SUSACAK BOZLAKLARIMIZ KONUŞACAK” isimli Anadolu Dile Geldi slogonlu yöremizin önde gelen sanatçılarıyla yaptığımız Dev Bozlak Gecesini düzenledik. -Avrupada bulunan Türkler arasında sesi en güzel olan ilk 10 kişi arasında yeraldım. Bir çok kültürel ve sanatsal faaliyetlerde bulundum.Euro’nun Avrupa ülkelerine verdiği zarar, enflasyonun yükselmesi derken yaşam şartları hep geriye giden bir Hollanda’da bir gelecek göremediğimden dolayı Türkiye’ye 2008 yılında kesin dönüş yaptım. Avrupa’da İnsan Hakkı değil, İnsan Haksızlığı Var !... Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin bulunduğu Hollanda’da biz Müslümanlar insan haksızlıklarına uğradık.E kardeşim hakkını ara dediler, Rahmetli Büyük Ozanın sözü aklıma geldi.Neşet Hocamın dediği gibi gardaş “Hırkızdan Hak Talep edemezsinki, Hırkız gene hırkızdır.Bir taraftan alırsın bir taraftan gene çalar, çırpar” derdi. Kısacası İnsan Haklarından bahsedenlerin insan haksızlığını görünce kanlarımız donuyordu ve yine ozanımızın dediği gibi “Kalk kısmet bu ellerden gidelim, bu eller bize yaramaz” diyerek kesin dönüş yaptım. Hollanda’da yaşayan bir sürü hemşerimiz var dönmek istiyorlar ama dönemiyorlar.Allah yardımcıları olsun. Türkiye’ye Kesin Dönüşüm 2008 yılında Türkiye’ye kesin dönüş yaparak İstanbul’da yaşamıma devam etmeye başladım. -Unkagrup adında ajans reklam firmasını kurarak Show Tv Program seyirci koordinatörlüğü, Kurtlar Vadisi Dizisi cast-ajanslık ve oyunculuk, Kanal 7 99 dizisine organizasyon koordinatörlüğü oyunculuğu görevlerinde bulundum. -Kral Karadeniz Tv de Türkiye’nin ilk Bozlak “BEN ANADOLUYUM” Tv Programını yaptım.Kırşehir ve Bozlak sanatçılarımızın önünü açarak her yerde türkülerimizin dinlenmesine vesile olarak tv ekranlarına çıkarılmayan değerlerimizi ekranlarla buluşturdum.Bu programın ardından program projemın üzerine Tv ve Radyo kanalları kuruldu. -Vatan Tv’nin kurulmasının öncüsü oldum. Tufan Altaş ve Bahri Altaş ile birlikte “BABADAN OĞULA” programının yapımcılığını ve sunuculuğunu yaptım. -Yaren Tv’de “Ben Anadoluyum” -Euro Star “SEKTÖR ANALİZ” -Atv Avrupa “EKOPAZAR” -Tgrt Euro “GÜNDEMİMİZ TÜRKİYE” -Kanal Avrupa “HABER DOSYASI” -CİNE5 “HABER DOSYASI” -TRT TÜRK “MEMLEKET ANADOLU” kanallarda programlar yaptım. -Kanal 7 “EBRU YAŞAR ile HER GÜN” programında tanıtım yaptık. -Tvnet – “HABER DOSYASI” Neşet Ertaş’ı Canlı Yayında andık. -5.000 üzerinde Tv Kanalarında ve Gazetelerde haber oldum.Ana haber bültenlerine konu oldum. -Söz ve Müziği Bana ait olan 200 üzeri kayıtlı Türkü formatında eserlerim bulunmaktadır. “Üyesi Olduğum Yöneticilik Yaptığım Yerler,, SİVİL TOPLUM KURULUŞU BAŞKANLARIMIZ


48 -Dünya Kırşehirliler Derneği Koordinasyon Başkanlığı -Ahisiad – Ahi Sanayici ve İş Adamları Derneği Genel Başkan Yardımcılığı -Kırşehirspor Yönetim Kurulu Üyeliği -MSG Musiki Eserleri Sahipleri Meslek Birliği Üyeliği -İstanbul Yörük Türkmenler Derneği Kurucu üyeliği -İstanbul Mucurlular Derneği üyeliği -Geri Dönüşümcüler Konfederasyonu Genel Koordinatörlüğü “Aldığım Ödüller ve Belgeler,, -Parlayan Kristal Ödülleri - Neşet Ertaş “Özel Ödülü” Direksiyon Dergisi – ANKARA -Neşet Ertaş “Bilim ve Sanat Ödülü” Tubitak projesi – ANKARA -Neşet Ertaş “Onur Ödülü” Kırklareli Üniversitesi – KIRKLARELİ -Hava Kuvvetleri Komutanlığı Üstün Hizmet Plaketi - ERZURUM -Hava Kuvvetleri Komutanlığı Üstün Hizmet Belgesi – ERZURUM -Çevre Ödülleri “Çevre Duyarlılığı Medya Ödülü” – Haysu – ANKARA -Kırşehir “Yılın Kırşehir Tanıtım Ödülü” – Kırşehir Posta Gazetesi – KIRŞEHİR -Karadenizliler Gecesi “Sanatı Yaşatanlar Plaketi” Giresunlular Derneği – HOLLANDA -Hasandağı Festivali “Anadoluyu Tanıtanlar Plaketi” Helvadresei Belediyesi – AKSARAY -Geleneksel Pilav Şenlikleri “Anadolu Hizmet Plaketi” Özkonder Nevşehirliler Derneği – İSTANBUL -İstanbul Aksaraylılar Büyük Buluşması “Hizmet Ödülü” 68 Aksaraylılar Dernekleri – İSTANBUL -Kırşehirlier Gecesi “Onur Plaketi”Kırşehir Öğr.Genç.Yrd. Drn.Kocaeli Şubesi –İZMİT -Kırşehirliler Gecesi “Hizmet Plaketi” Gebze Kırşehirliler Derneği – KOCAELİ -Kırşehirliler Gecesi “Hizmet Plaketi” Kırklareli Kırşehir Dayanışması – KIRKLARELİ -Şehirler Buluşması “Özel Hizmet Ödülü” Darıca Belediyesi – KOCAELİ -Aşıkpaşa Paneli “Hizmet Plaketi” KırBir Derneği – ANKARA -Mucurlular Gecesi “Tanıtım Plaketi” Mucurlular Derneği – İSTANBUL -Sempozyum “Destek ve Projelendirme Ödülü” Geri Dönüşümcüler Kooparatifi – KOCAELİ -Rezene ve Yayla Şenliği “Program Koordinatörlük Ödülü” Osmankalfalar Korkuteli – ANTALYA -Kırıkkaleliler Gecesi “Hizmet Plaketi” Kırıkkale Eğitim Yard. Derneği – ANKARA -Kırşehir Ticaret Odası “Neşet Ertaş Hizmet Plaketi” -Kırşehir Esnaf ve Sanatkarlar Odası “Hizmet Plaketi” -Sportif Faaliyetler “Spora Destek Plaketi” Türk Standartları Enstitüsü (TSE) – İSTANBUL -Forklift Kullanma Belgesi – HOLLANDA -Elektronik Montaj Kurs Belgesi – Çalışma Bakanlığı & Milli Eğitim Bakanlığı – İSTANBUL -Toplam Kalite Yönetimi Belgesi – Ahi Sanayici İş Adamları Derneği Semineri – İSTANBUL Başlıca aldığım ödüllerimden ve belgelerimden sadece bir kısmıdır. “Yönettiğim, Sunumunu Yaptığım, Konuşmacı olduğum Panel – Sempozyum ve Etkinliklerden Bazıları, -Ahilik Programı – Esenler Belediyesi ile Esdef’in düzenlemiş oldukları Ahilik Program Sunuculuğu ve Koordinatörlüğü – Esenler Belediyesi Konferans Salonu– İSTANBUL -Neşet Ertaş Anma Programı – Esenler Belediyesinin düzenlediği “Neşet Ertaş’a Saygı Gecesi” konuşmacı olarak katıldık. Yıldız Teknik üniv.Davutpaşa Kampusü Konferans Salonu – İSTANBUL -Geri Dönüşümcüler Sempozyumu – Kocaeli Bölgesi Geri Dönüşümcüler Koop.- Kocaeli Büyükşehir Belediyesi – Kocaeli Şehircilik İl müdürlüğü ile birlikte yapılan program Büyükşehir belediyesi Fuar alanı Kongre Merkezi Sunucu Koordinatör – KOCAELİ -Mahsenli Ali Efendi Anma programı – Sunucu Koordinatör – Mahsenli Belediyesi Organizasyonunda, Kırşehir Valiliği, Kırşehir Müftülüğü destekleriyle – KIRŞEHİR -Aşıkpaşa Paneli – Sunum ve Program Koordinatörlüğü. Kır-Bir Derneğimizin, Etimesgut Belediyesi ile birlikte düzenlemiş oldukları. Aşıkpaşa Paneli – Etimesgut Belediyesi Kültür Merkezi– ANKARA -Ahilik Kutlamaları – Ahisiad Derneğimizin öncülüğünde İstanbul Ticaret il müdürlüğü, Pendik Kaymakamlığı, Pendik belediye Başkanlığı, Pendik Müftülüğü ve Esnaf odalarının birlikteliği ile yapılan programda sunum ve koordinatörlük - İSTANBUL Ünal Kaya’nın Genel Anlamda Meslekleri Nedir ? -Bankacı -Tv programcısı -Ses Sanatçısı -Bestekar


49 -Dernek Yöneticisi -Futbol Klup Yöneticisi Her zaman dediğim bir laf vardır. “Ekmeğim aşım olmasada Kırşehir’e hizmet etmeye devam edeceğim”.Bazı zaman zor şartlarda mücadele ediyorum. Bu mücadele esnasındada Kırşehir Kültürünü, örfünü, adetlerini ve değerlerini nasıl tanıtırım diye çaba gösteriyorum.Bu nedenle Kırşehir benim yaşam kaynağım ve hizmet etmekte kimlik borcumdur. “KIRŞEHIRLI OLMAK LAZIM” Kırşehir’li olmak lazım, hayatı yaşamak için, Kırşehir’li olmak lazım terazide dengeyi sağlamak için bazen AYDOST olup yeri göğü inletmek bazı zaman KIZILIRMAK olup akmak lazım Türkülerle gönüllere. Selçuklu zamanında dünyanın ortası diye tabir edilen yer CACABEY Medresesidir.Uzay bilimini incelemek üzere kurulan gözlem evidir.Bu yapıtın mimarisine insanların baktığında şu anda uzaya fırlatılan uzay araçlarıyla benzerlik taşımaktadır.Kısacası Cacabey Medresesi uzay bilimini incelemek üzere yapılmış ve kullanılmıştır: işte burası Kırşehir’dir. “İnsanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler.Avun oğlum avun, güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın ama: bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilemezsen, sabah rüzgarında savrulur gidersin” diye Oğul nasihatı ile Osman beye seslenen ve Osmanlı İmparatorluğunun manevi kurucusu olan Şeyh Edebali’dir.Şeyh Edebali’de Kırşehir’de doğmuştur. BOZKIRIN SESİ GAZETESİ VE VEKİL GAZETESİ İMTİYAZ SAHİBİ ÜNAL KAYA Osmanlı Devleti’nin kuruluşunda olduğu gibi genişleyip yayılmasında roller alan hatta Osmanlı Ordusuna yetecek kadar ayakkabı, kılıç ve kalkan imal ettikleri gibi İmparatorluğun en sıkışık olduğu zamanlarda İran’a olan borçlarıda ahi Kooparatifi vasıtasıyla ödemişlerdir.Kardeşlik anlamına gelen günümüzde esnaf bayramı olarak kutlanan AHİLİK esnaf geleneğini kuran ve yaşatan Ahi Evran-ı Veli’de Kırşehir’de yaşamıştır ve Türbeside buradadır. Arapça, Farsça, İbranice ve Ermenice dillerini çok iyi konuşan, Acem,Arap kültürlerine hayran olanların karşısında bilerek ve isteyerek Türkçe ile çıkan, yabancı kültüre kendilerini kaptıranlara içi yanarak şöyle seslendi: Türk diline kimse ne bakmaz idi, Türklere her giz gönül akmaz idi, Türk dahi bilmez idi bu dilleri, İnce yolu ol ulu menzilleri, Diyerek Türkçe’nin önemine vurgu yapan ve 12.000 beyitlik “Garipname” yi yazan Aşık Paşa’da Kırşehir’lidir ve türbesi Kırşehir’de bulunmaktadır.


50 Yüzyıllardan beri susmayan bir ses, gönüllere taht kurmuş bir sultan ve Allah’ın katında yüksek bir mana önderidir. Türk ve İslam ruhu ile en güzeli söyleyerek insanlığa yol göstermiştir. O, şiirlerinin güzelliği ve eşsizliği ile büyük Türk milletini gönül evinden vurmuş; onun tek vücut olmasında, en önemli yapı harçlarından birisi olmuştur. Onun büyüklüğü Anadolu’dan Azerbaycan’a, Tuna’dan Türkistan boylarına kadar yayılmıştır.Yunus Emre’dir bu gönül adamı. Kırşehir’de Anıt Türbesi vardır. Zahidem gurbanım ne olacak halım dedi.Ahu gözlerini sevdiğim dilbar sırrımı ellere veremiyorum,kendim ettim kendim buldum eyvah, iki büyük nimetim var biri anam biri yarim diyerek değerleine sahip çıkan Gönül dağı yağmur yağmur boran olunca akar can özümden sel gizli gizli diyerek gönülden gönüle giden yolu türküleriyle tarif eden.Çileler çekip garipliği yaşayan, Almanya gurbetine giden ve yıllardır orada kalan daha sonra Türkiye ye dönen. Yaşayan insan ödülünü alan hayatı belgesel yapılan, türküleri dilden dile gönülden gönüle ulaşan bozkırın sesi BOZLAKLARIN Bababası Türkü Baba Neşet Ertaş’da Kırşehir’lidir. İşte Kırşehir’li olmak lazım bir çok nedenden. Yaşantımızın parçasında, hayatımızın ritminde, gönüllerin ufkunda bir Kırşehir’li vardır.İşte bu yüzden Kırşehir’li olmak lazım. Kırşehir’li ama Kırşehir’i bilmiyorsa onada sesleniyorum. “Tarihine bak tanı atanı,senin yaşantına hayat katanı, Çanakkalede şehit yatanı,tanı tanımalasın ecdadını sana ışık tutanı.Türkünü öğren söylemesini bilmezsen dinle.Garipnameyi aç oku anlamazsanda, anlam çıkar.Senede bir git sılayı rahim yap hayır dua al işin gücün rast gitsin.” Değerini bilemezsen değer bulamazsın, değer vermezsen değerlenmezsin. Kır-Bir Derneğimizin sevgili Başkanı Recep Dedebali ve değerli yönetimini yapmış oldukları hizmetlerden dolayı tebrik ediyorum.Beni Aşıkpaşa Paneli’nin sunumunu yapmak üzere davet ettiler çok mutlu oldum.hasta halimle gittim beni onure ettiler.Yapılan hizmetleri takdire şayandır.Destekliyorum, çünkü her işin başında KIRŞEHİR varsa desteklemek zorundayız.Bozkırın Sesi Dergisini çıkarıyorlar kardeş yayınımızdır bu nedenle yaptıkları içerik ve haberlere baktığımda burcu burcu Kırşehir ve Kırşehirliler kokuyor.Bu nedenle kendilerini birkez daha tebrik ediyor başarılar diliyorum. Gönlünüzden ve yüreğinizden sevgi sağlık ve sıhhat hiç eksik olmasın. Saygılarımla... Ünal Kaya


Get in touch

Social

© Copyright 2013 - 2024 MYDOKUMENT.COM - All rights reserved.