HAZİN BİR GÖÇ HİKAYESİNDE DİL VE KÜLTÜR ZENGİNLİKLERİ Flipbook PDF


73 downloads 109 Views 19MB Size

Recommend Stories


Br Br. Teoría y estructura de Lewis
Teoría y estructura de Lewis Si recordamos el tema anterior, hemos hablado de que cada grupo de la tabla periódica tiene idéntica configuración electr

DL.1 JORGE MANRIQUE ( )
DL.1 JORGE MANRIQUE (1440-1479) l Las coplas o poemas de Jorge Manrique a la muerte de su padre se han convertido en la Literatura castellana en la me

N- ri - Ve )e, C-D G vri
************************ - ** ** **la' ** CONGRESO **---tx4,t ** ************************ (---e2Le-0-, '''' e cer'i5A-ct(e)-1. Vatftrici-^-4-f C2612

Oficina de Radiocomunicaciones (BR)
Oficina de Radiocomunicaciones (BR) Circular Administrativa CA/211 24 de junio de 2013 A las Administraciones de los Estados Miembros de la UIT y a

Story Transcript

HAZİN BİR GÖÇ HİKAYESİNDE DİL VE KÜLTÜR ZENGİNLİKLERİ DOĞU TÜRKİSTAN-UYGUR TÜRKLERİ 01 OCAK 2022-2023 KAYSERİ Çeşitli sebeplerle Doğu Türkistan’dan göç ederek Türkiye’ye yerleşmiş 12 Uygur Türk’ünün göç hikayeleri ile dil kültür zenginlikleri Ek. 1 Uygur Türkleri ile Görüşme Kayıtları Yazılı Doküman


1 İÇİNDEKİLER UYGUR TÜRKLERİNİN HİKAYELERİ Nurala G. ……………………………………………………………………. .2 Sadullah D. ……………………………………………………………….......10 Münevver T. ………………………………………………………………… 17 Gülsüm ……………………………………………………………………….20 İbrahim U. ……………………………………………………………………23 Hürinisa U. ……………………………………………………………………24 Rabia İ. ……………………………………………………………………….26 Abdülhekim S. ………………………………………………………………..29 Rumuz: Gül …………………………………………………………………...32 Arzu B. ……………………………………………………………………….. 35 Paşa İ. ………………………………………………………………………… 38 Prof. Dr. Erkin E. ………………………………………………………………39


2 UYGUR TÜRKLERİNİN HİKAYELERİ Nurala G. /Yazar Doğum Yeri: Yarkent Yaşı: 66 Resim 1. Nurala G. Araştırmacı: Anavatanınız neresidir? Toprakları verimli miydi, doğal kaynaklar bakımından nasıldı? Bizim anavatanımız Türklerin en kadim yurdu Doğu Türkistan’dır. Doğu Türkistan yer altı ve yer üstü zenginlik kaynaklarıyla dünyanın en zengin topraklarına sahiptir. Toprağın verim olması ve iklim şartlarının elverişli olmasından dolayı yılda topraktan iki kez mahsul alınır. Ben 1957 Yarkent doğumluyum. Annemin babamın doğduğu topraklar da orasıdır. Ben ve kardeşlerimde Doğu Türkistan’da dünyaya geldik.… Araştırmacı: Anavatandan neden göç etmek durumunda kaldınız? 1949 da Doğu Türkistan’ı kızıl Çinliler istila ettikten sonra ülke genelinde zulüm ve işkence hüküm sürmeye başladı. Ülke genelinde sudan sebeplerle tutuklamalar, sürgünler, zindanlar ve sunu açlık gibi akla gelmedik dayatmalarla halkı yıldırıyor yok etmeye çalışıyorlardı. Şehrin bütün ulemalarını, din âlimlerini, aydınlarımızı toplayıp hapse attılar. Din âlimlerinden yalan propagandalarla halkı dini vecibelerinden caydırmalarını isteyip zorladılar. “Çinliler abi


3 millet, onlar bize medeniyet getirecek, biz de onlara tâbi olacağız” diyerek toplumu inandırmalarını istediler. Çinin bu yersiz ve yalan dayatmalarını kabul etmedikleri için din büyüklerini hapse, zindanlara atıp çeşitli işkencelere tabi tuttular. Benim babam eğitimci, aynı zamanda dindar bir aydın olduğu için onu da hapse attılar. Birçok aydının gözlerine zehirli ilaç olan nil sürmüşler, ellerine kızgın çivilerle çivilemişler. Babamın hapse girdiği günlerde annem bana hamile olduğunu öğrenmiş, o yılların karanlık, kanlı, kasvetli ortamında annem beni dünyaya getirmek istememiş. Annemin bütün düşürme teşebbüslerine rağmen o karanlık tarihte dünyaya gelmek için inat etmişim. 1957 Doğu Türkistan’ın Yarkent vilayetinde dünyaya geldiğim günlerde babam Çin zindanlarında işkence çekmekteymiş… O yıllarda çinin dünya milletleriyle irtibatı tamamen kopmuş olduğundan Afganistan’la ticari ilişkiler kurmak istemiştir, bu teklif Afganistan Padişahı Muhammet Zahirşahana iletilmiştir. Bunun üzerine kendilerine daha önce gelen beyanatlardan doğrultusunda Afgan hükümeti Çin’den kendilerinin tabiası olan yani Afganistan’la akrabalık ilişkisi olan vatandaşları Afganistan’a göndermelerini şart koşmuştur. Çin yönetimi Doğu Türkistan’da Afgan Uygurlu kişilerin göç edebileceği haberini duyurmuş, bu haber üzerine yurt dışıyla eskiden ticari yollardan bağlantıları olanlar müracaat etmiş ve kendisini kanıtlayabilenlerin göç etmelerine izin verilmiştir. Göç edecek olan muhacirlerin tapu kayıtları, ve kimlik belgeleri ellerinden alınıp ellerine bomboş hiç yazı olmayan sarı renkli kağıt tutuşturmuş, kağıtları da muhacirleri sınıra bırakan muhafızlar toplayıp almıştır. Tapu karşılığında verdikleri az sayıda binek hayvanlarına yaşlıları ve çocukları bindirip çoğu yoları yaya olarak yürümek zorunda kalmışlardır. Dağlık bölgede yaşayan Kırgız vatandaşlardan satın aldıkları binek hayvanları ile yola devam edip dağ, dere tepe o çetin yollar aşarak Afganistan’a gelmişler. Doğu Türkistan’ın o karanlık yıllarında doğup büyüyen aydınlarımız yarım asrı geçen süre içinde, Çin mezalimine baş eğmemiş; akıl almaz zulüm, işkence, baskı ve asimilasyon politikalarına rağmen öz kültür hazinelerini gün ışığına çıkarma, yaşama ve yaşatma mücadelesi vermişlerdir. Dillerini, dinî ve millî kültürlerini, örf ve âdetlerini, gelenek ve göreneklerini en ağır şartlarda dahi koruya gelmişlerdir. Düğün törenleri, doğum ve ölüm arasında yaşattıkları örf ve âdetleri ile özlerine, köklerine bağlı kalmayı başarmışlardır. Son yüzyılda Doğu Türkistan’ın yetiştirdiği değerli yazarlarımızdan Hamit Sabit Bey ve çalışma arkadaşlarının eseri olan Uygur Örf ve Âdetleri adlı eserde Uygurların doğumundan, ölümüne değin hayatına yön veren bütün değerler kaleme alınmıştır. Yine çok yönlü bir aydın olan şair, yazar ve mütefekkir Abdurrahim Ötkür’ ün neslimize miras bıraktığı 420 sayfadan oluşan İz


4 ve 3 cilt hâlinde yayımlanan Ana Yurt adlı yapıtları gibi, tarihimize ışık tutan çok değerli eserler hem günümüz hem de gelecek için hazine değerindedir. Uzun yıllardan beri Doğu Türkistan’da yaşanan iç kargaşayı konu alan eserlerde; Çin’in sinsi emelleri ve Doğu Türkistan’ın içerideki ve dışarıdaki hainlerinin yardım ve yataklık etmeleriyle nasıl oyuna getirildiği, nasıl tuzağına düşürüldüğü anlatılmaktadır. Şahsi çıkarlar ve tamahkârlığın, aldanmışlığın getirdiği büyük felaketin başlangıcını, bir milletin girdaba girişini açık açık gözler önüne sermektedir. Çinliler tarafından bütün tersaneler ele geçirilmiş, bütün hudutlar kapatılmış, ülke dört bir yandan kıskıvrak kuşatılmış, ülkeyi yönetenler ya satın alınmış ya da zindanlara atılmış, şehit edilmişlerdir. Yazar, Doğu Türkistan’ın bu karanlık dönemine sebep olanların akıbetlerinden de söz etmektedir. Kıyameti kopmuş olan milletin tek çaresi, vatan için vatanlarını terk etmek, “göç etmek” olmuştur. Sovyetler Birliği başta olmak üzere, çeşitli ülkelere göç eden vatan evlatlarının unutulmadığını, unutulmayacağını, gittiği yerlerden bir gün mutlaka kendilerinin veya nesillerinin geri döneceklerini yazmaktadır. Filmlere konu olabilecek kapsamlı bu eserler ağır şartlara rağmen komünizm yönetimine övgü yağdırmak pahasına da olsa yarınlara ışık tutacak birer tarihî vesika olarak kaleme alınmıştır. Abdurrahim Ötkür Bey’in kaleme aldığı Uygurlar Tarihi gibi bulunmaz birer tarihî hazine olan eserler, vatanın içinde hâlâ şuur içinde ölümü, zindanı ve ağır bedeller ödemeyi göze alabilecek kahramanların var olduğunu gözler önüne sermektedir. Yayımlanıp dağıtımının yapılmasından çok kısa bir süre toplatılıp yasaklanan bu kıymetli çalışmalar elimizde bulunmaktadır. Tarihî ve edebî alanda titizlikle çalışılan bu eserleri, tek tek dünya dillerine tercüme ederek okurları ile buluşturmak insanlık âleminin en önemli görev ve en büyük hizmetlerinden biridir. Son yüzyılın yetiştirdiği Doğu Türkistan aydınlarımızdan biri olan yazar, şair ve mütefekkir merhum Abdurrahim Ötkür Aşağıda okuyacağınız şu anlamlı mısralarla devam etmektedir. Yaş iduk uzun seperge atlanıp manganda biz, Emdi atka mingidek bopkaldi ene nevrimiz. Az iduk müşkül seperge atlinip manganda biz, Emdi çonğ kervan atalduk, kaldurup çöllerdi iz. Kaldi iz çöller ara, gâhi davanlarda yene, Kaldi ni, ni arsılanlar deşti çölde kevrisiz. Kevrisiz kaldi dimenğ yulgun kızargan dalida,


5 Gül çiçekke pürkünür tanğna baharda kevrimiz. Kaldi iz, kaldi menzil, kaldi uzakta hemmisi, Çıksa boran, köçse kumlar, hem kömülmes izimiz. Tohtimas kervan yolida gerçi atlar bek oruk, Tapkusi bu izni bir kün, nevrimiz ya evrimiz (Abdurrahim Ötkür) Araştırmacı: Gelenek ve görenekleri nasıldır? İki kardeş kültür arasında benzerlikler ve farklılıklar nasıldır? Her milleti millet yapan kendine özgü örf adet gelenek ve görenekleri vardır. Beşikten mezara kadar nenni ile başlayıp ağıt ile biten milli ve dini değerlerine örf adet, gelenek görenek denir. Uygur Türkleri örf adet, gelenek ve göreneklerine bağlı bir millettir. Öz yurtlarından ayrılmalarına rağmen dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın mutlaka milli ve dini değerlerini koruya gelmektedir. Bu değerler, din, dil, bayram merasimleri, doğum ve ölüm merasimleri, evlilik (nikâh ve düğün), sofra (yemek, içmek) gelenek ve görenekleri olarak devam ettirilmektedir. Misafir on bereketi ile gelir, birini yer dokuzunu bırakır” atasözüne binaen Uygurlarda misafir mübarektir, berekettir. Ev sahibi her misafiri kapıda saygı ile karşılar. Misafir uzak, yakın nereden geliş olursa olsun, günün hangi saatinde gelmiş olursa olsun mutlaka sofra çıkarılır. Çay ikramının yanında ekmek ile katık edilecek yiyecekler ikram edilir. Gelen misafirlerin elleri yıkatılır. El yıkatmak için her evde bir leğence ve ibrik vardır. Mevsim kışsa misafirin elini yıkaması için sıcak su ve havlu birlikte getirilir. Bu gelenek hijyenin atalarımızdan günümüze taşınan önemini belirtmektedir. Uygurlar yardımsever bir millettir, yılın her saatinde hayır hassene yapılır, fakır fukara ziyaret edilir. Özellikle Ramazanda ve Bayramlarda ihtiyaç sahiplerine yardımcı olunur, eksiği varsa giderilir. Zenginin malında fakirin hakkı vardır. Uygur Türkleri saygıya sevgiye son derece önem veren bir millettir. Özellikle toy düğün törenlerinde sevginin saygının gözle görülebilir örneklerini görmek mümkündür. Sonradan gelen her misafir için önce gelen misafirler ayağa kalkar saygıyla karşılar. Büyüklere yer verilir. Gençlerin önceden çıkması gerekiyorsa büyüklere ve ya toplu kişilerin olduğu ortama arakasını dönmez. El pençe durarak geri, geri giderek çıkar. Sokakta karşılaştığı büyüklerine


6 selam verirken ellerini göğüs hizasına koyarak başını eğdirip selam verirler. Uygurlarda selamlaşma da çok önemlidir. Bebek doğduğunda; düğün ve nişan gibi toplumsal ve ailevi durumlarda mübarek olsun denir. Bebek için mübarek olsun dedikten sonra, bebeğin uzun ömürlü olması, bahtının açık, aklının ve ilminin bol, rızkının bereketli olması için hayır dualar edilir. Evlenen çiftler içinde mübarek olsun denildikten sonra hayır dualar edilip mutluluklarının sonsuza kadar sürmesi için dualar edilir. Böşük toyu, bebeğin ilk kez alınmasıdır. Anne hamile olduğu günden itibaren esirgenir, doğumda kırk gün özel bakıma alınır. Bebek üç günlük olunca cami hocası veya bir aile büyüğü tarafından bebeğin sağ kulağına ezan, sol kulağına kamet okunarak önceden kararlaştıran ad konur. Kırk gün dolduğunda bebeğe ve anneye çeşitli hediyeler alınır yakın çevre eş, dost davet edilir yemekli merasim yapılır. Bebeğin adı tekrar konur ve bu merasime “at toyu” merasimi denir. Evlilik çağına gelmiş olan delikanlıya uygun görülen kız istenir aileler arasından söz nişan olduktan sonra yine har iki aile tarafından aile dostları yakın uzak dostlar davet edilerek yemekli yapılan düğün merasimine toy denir. Söz ve nişan merasimleri ardından yapılan toy büyük merasimle gençler dünya evine girmiş olur. Geleneksel kıyafetlerimiz olarak kadınlar ipek atlas ve doppa giyer, erkekler ise nakışlı gömlek, cübbe ve doppa giyer. Cenazede başsağlığında “el hükmü lillah” (hüküm Allah’tandır) ve ya “inna lillahi ve inna ileyhi raciun” (Allahtan geldik Allaha gideceğiz) gibi ifadeler kullanır sabır telkini ve teselli edilir. Kardeş milletlerde de olduğu gibi ölüm merasimi Uygurlarda çok önemlidir. Ölen kişinin son toyudur. Cenaze evinde 3 gün ve ya 7 gün yemek yapılmaz, acılı ailenin mutfakta uğraşmaması için yakınları yemek yapıp getirir, bulaşıkları yıkar ev işlerine yardım eder. Cenaze evinde ağıtlar yakılır, kırk güne kadar kuranı kerim okunur, kırkıncı gün yapılan yemekli ve dualı merasim ölen kişinin son toyudur. Bayram ziyaretlerinde kardeş milletlerde olduğu gibi bayramınız mübarek olsun gibi ifadeler kullanılır. Kardeş milletlerden ayırt eden bayram merasimleri sofralarımız, ve ikramların daha bol ve çeşitli olmasıdır.


7 Kurban ve Ramazan Bayramı olan iki büyük dini bayram Uygurlar için çok önemlidir. Bayram sofrası için günler öncesinden hazırlık yapılır. Sofraya koymak için Uygur mutfağına özgü çeşitli şekerlemeler, pasta börek türü yiyecekler yapılır. Bayram sofrası her gelen misafire açıktır. Kurban ve Ramazan bayramı boyunca en az 5 gün sofra her sabah yenilenir. Aile büyüklerinden başlayıp zengin fakır her kes ayırt edilmeden bayram ziyaretine gidilir. Çocuklara ve yaşlılara bayram harçlığı verir. Kurban bayramından mümkün olduğu kadar zengin fakir her aile gücü yettiği kadar kurban keser. Bayramlarda hediyeleşmek sevaptır. Türk dünyası mutfaklarının çok köklü ve geniş olmasının yanı sıra tarihsel içeriği ve efsanevî özellikleri ile de diğer milletlerin mutfaklarından üstünlüğü kanıtlanmıştır. Et, Un, Pirinç gibi ana maddelerin yanı sıra mevsim sebzeleri bütün yemeklerle birlikte tüketilmektedir. Acılı ekşili soslar Uygur mutfaklarının olmazsa olmazlarındandır. Türk dünyası mutfaklarının çok köklü ve geniş olmasının yanı sıra tarihsel içeriği ve efsanevî özellikleri ile de diğer milletlerin mutfaklarından üstünlüğü kanıtlanmıştır. Uygur mutfağında et ve hamur çok önemli iki unsurdur. Bu iki malzemeden yapılan bir diğer yemek ise fırında goş nan. Fırında goş nan, Türkiye Türkçesinde etli ekmek demektir. Soğanlı, domatesli ve bol baharatlı etli harç, hamurun içine konarak yapılır. Resim 2. Gos Nan Herkesin bildiği gibi Uygur pilavı meşhurdur. Bunun yanı sıra fırında goş nan, lağmen, suyukaş, çelpek, samsa, bavursak, mantu, sanğza veya zanza Uygur yemek kültürünün içinde yer alır. Türkler öteden beri çaycı bir millettir, özellikle Uygurlarda çay alışkanlığı kardeş milletlere göre daha yaygındır. Sabah kahvaltıda çay, öğlen ve akşam yemeklerinde çay, öğünler arsı çay gibi çayların yanında çay çeşitlerimiz mevcuttur. Mevsimine göre ve kişilerin mizacına göre tüketilen çaylara, ak çay, kök çay, kaşkap çay, dara çay denir. Sütlü Çay (Akçay), Uygur Türklerinin yanı sıra Kazak ve Kırgız Türklerinin de sıkça tükettiği demlenmiş çay ve sütten yapılan, tuz veya şekerle Resim 3. Sütlü çay


8 tatlandırılan bir çay türüdür. Kırgız, Kıpçak, Kazak, Nogay, Türkmen ve birçok Türk toplumu hayvanların etinden ve sütünden yararlanmışlar, beslenmek ve susuzluğu bastırmak için çay tüketmişlerdir. Sanğza veya zanza, sadece Uygur mutfağına özgü olan bir tür pasta çeşididir. Sanza Bayramlarda ve özel davetlerde yapılır. Legmen ve Havuçlu etli Piriç pilavı Uygur mutfağına ait ana yemeklerdendir. Doğu Türkistanda Uygur mutfağında Legmen adlı makarnanın ve Türkistan pilanın diğer yemekler gibi onlarca çeşidi vardır. Legmen ve mantı makarna çeşitlerimizi ünlü İtalyan seyyah Marco Polo uzak doğu seyahatin esnasında Doğu Türkistan’dan İtalya’ya ülkesine Resim 4. Sanğza taşımıştır. Anadolu’da meşhur Kayseri mantısına benzeyen “çöçüre”nin özgeçmişine değinecek olursak Türklerin Ergenekon’dan çıkış yıllarında yaptığı hamurun ve etin bir arada kullanılmak suretiyle ateşte pişirdikleri ilk yemek türlerindendir. Bu yemeğin asıl şekli Bozkurt’un gözleri model alınarak yapıldığı için ve adına Kökböre denildiği, sonraki yıllarda ise küçük böre anlamına gelen çüçböre denildiği dilden dile dolaşarak son yüzyıllarda dilimize çöçüre olarak yerleştiği bilinmektedir. Günümüzde hemen hemen pek çok kimsenin haberi bile olmadığı bu tarihî efsane, 85 ile 95 yaşlarındaki aydın büyüklerimiz tarafından bilinmektedir. Resim 5. Çöçüre Bu efsaneyi birçok ağızdan dinledim. Dede Korkut kadar bilgin şahıslar birkaç sene önce mezar oldular. Ancak bu konu hakkında benimle bu bilgilere şahit olan, o ömürleri destanlaşan tarih adamların torunları halen İstanbul’da yaşamaktadırlar. Çocukluğumda


9 rahmetli babacığımdan da dinlemiş olduğum en az babam yaşlarda büyüklerimden defalarca sordum ve öğrendim, o kadar anlamlı ve özel ki… Kaynak olarak o kıymetli isimleri de vermek istiyorum: 1982’de 96 yaşında vefat eden H.Seyit, A. Velihan Hoca Efendigil, 86 yaşında hakkın rahmetine kavuşan bilge insan kayınpederim, H. Mahmut Göktürk; 2000 senesinde 108 yaşında vefat eden Kırgız ulemâlarından Hamit Hacı Yüzbaşıoğlu ve kız kardeşi Fatma Hacı Yüzbaşıoğlu, mekânları cennet ruhları şâd olsun. İnsan bu denli anlamlı tarihî miraslarına nasıl sahiplenmez? Nasıl yazmaz? Nasıl miras bırakmaz? Uygur Mutfağını en çok Türk milleti tanımalıdır. Kendi öz mirasımız olan bu zenginliğe sahiplenmemek yeteri kadar ilgi göstermemek bizim insanlık ayıbımızdır. Biz yeteri kadar tanıtamazsak sahiplenmezsek birileri çıkıp her şeyimize sahip çıkacak, uyduruk yemekleri ile kendilerine mal edeceklerdir. Araştırmacı: Uygur Türkçesinde kullandığınız kelimelerden ve atasözlerinden hangileri Türkiye Türkçesinde bulunan kelime ve atasözleriyle benzerlik ya da farklılık göstermektedir? Örneğin, ‘’Dost başka karaydu, düşman ayakka.’’ Atasözü, Türkiye Türkçesindeki ‘’Dost başa düşman ayağa bakar.’’ Atasözünün aynısıdır. Türkiye Türkçesi ve Uygur Türkçesinde bunun gibi birçok benzer atasözü bulunmaktadır. ‘’Tag’’ dağ, ‘davan’’ ise yüksek yerlere denir. Kelimelerimiz birbirine çok benzemektedir, bazı ses değişimleri dışında. Resim 6. Nurala G. ile zoom üzerinden görüşme


10 Sadullah D./ Hür Doğu Türkistanlılar Derneği Başkanı/ 44 yaşında Araştırmacı: Uygur Türklerinin anavatanları neresidir? Uygur Türklerinin anavatanları Doğu Türkistan’dır. Doğu Türkistan, Çin Halk Cumhuriyeti içerisinde ve ülkenin batı bölgesinde yer almaktadır. Uzun tarihi boyunca Doğu Türkistan, İç ve Orta Asya'da kurulmuş olan Türk devletlerinin ve hanlıklarının merkezi olmuştur. Göktürk Devleti zayıflamaya başladıktan sonra Uygur Devleti kuruluyor. Uygur Devletini diğer Türk devletlerinden ayıran en büyük özelliği, Bögü Kağan bir defasında Çin’e sefer yapıyor. Sefer esnasında yanında dört tane din adamı getiriyor. Getirmiş olduğu bu dört din adamı Uygurların tamamen tarihini, tarihteki yerini değiştirmesine sebep oluyor. Bu dört din adamı Maniheizm, yani kendi Gök Tanrı inancından sıyrılıp Maniheizm dinine inanıyorlar. Resim 7. Doğu Türkistan Derneği bahçesi Maniheizm dini baktığımız zaman gıda tüketiminde hayvansal gıdayı yasaklıyor. Hayvansal gıdayı yasakladığı için de Türklerin hareket kabiliyetini, savaşçı özelliğini yitirmesine sebep oluyor, et tüketimi olmadığından, kalori almadıklarından dolayı. Kalori almadığından ve hareket kabiliyeti de geri olduğundan dolayı da ister istemez dinle beraber göçebe hayattan, avcılık toplayıcılık ve göçebe hayatından sıyrılarak yerleşik hayata geçiliyor. Yerleşik hayata geçince de Uygur Devleti tam bir kültür devleti oluyor. Yani yerleşik hayatta şehirciliği kuruyorlar. Matbaayı buluyorlar. Bunun yanında teşkilatlanmayı Türk Devletleri arasından en iyi yapan devlet olarak biliniyor. İki tane Uygur yan yana geldiğimiz zaman hemen bir teşkilat, bir devlet ya da bir sivil toplum kuruluşu; herhangi şekilde bir yerde bir teşkilatlanma oluşturuyor. Uygur alfabesi bununla beraber geliyor. 18 harften oluşan Uygur alfabesi. Bundan 7 tanesi sesli harf, 11 tanesi sessiz harf olmak üzere. Akabinde de Uygurlar daha sonra Karahanlıların saldırısıyla yıkılıyor. Yıkıldıktan sonra Uygurlar kendi arasında ikiye ayrılıyor. Bugün itibariyle güneye iniyorlar. Güneye inince Sarı Uygurlar ve bir de şu andaki Doğu Türkistan sınırları içerisindeki Uygurlar var, onlardan bahsedelim. Onlar da Çin esareti altına giriyorlar zamanla. Çin esareti altına girince de dinlerinden, dillerinden ırklarından ister istemez


11 asimile oluyorlar. Belirli dönemlerinde devletler kuruyorlar ama bir Uygur Devleti gibi dünya siyasetinde ismi pek fazla geçmiyor. Ama Uygurların en büyük özelliklerinden bir tanesi bugünkü dünya tarihinde ne kadar devlet varsa bu devletlerin yaşamış olduğu istiklal mücadeleleri olsun, yaşamış olduğu bayrak mücadeleleri olsun hepsinin bir bayrağı var. Uygur Devletinin de bir bayrağı var ve dikkat edin; Uygur Devletinin bayrağında bir tane kadın, bir tane erkek var. Hiçbir bayrakta bir kadın, bir erkek yok. Kadınlara ne kadar değer verdiğini gösterirler. Bizim buralarda da öyle, hala da öyleyiz. Kadının sözünün geçtiği devlet yönetiminde belgelenmiştir bayraklarından dolayı. Tabii zaman zaman devlet kuruluyor ama devlet olarak değil boy olarak kalmış oluyor. Bununla beraber ister istemez en son olarak 12 Kasım 1933 ve 12 Kasım 1944 tarihli iki devlet kurulmuştur, 12 Kasımlar bizim için çok önemlidir. Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti. İkisi de yıkılmıştır maalesef Çinliler tarafından. Çinliler kendileri buraya Doğu Türkistan demiyorlar “Kurtarılmış Bölge” olarak söylüyorlar. Hatta Çin kaynaklarında Uygur kelimesini sadece savaşan, hücum eden anlamı çıkar. Bugün Türk literatüründe Uygur kelimesi uygarlık, medeniyet anlamı taşısa da Çin kaynaklarında saldıran, hücum eden manası taşır. Araştırmacı: Anavatandan neden göç etmek durumunda kaldılar, anavatanda yaşanan sıkıntılar nelerdir? 1944 yılında kurulan Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti 1949-1951 yılları arasında Kızıl Çin tarafından işgal ediliyor. Bundan sonra babalarımız işte işgali, işgal sonrasında buraya nasıl göç ettiklerini zaman zaman sofralarda, sohbetlerde anlatırlar. Burada bir özeleştiri yapacak olursak Çinlileri biz yanımızda çalıştırmışız. Onlara ekmek vermişiz, iş vermişiz, aş vermişiz. Onlara hep iyi gözle bakmışız maalesef. Büyüklerimiz anlatır, bir gece ansızın yönetimi ele geçirdiler diyor. Çok içimize aldık. Çok böyle haşır neşir olduk diyor. Birden bir baktık yönetimi ele geçirmişler, bizi işgal etmişler, biz bunun farkında değilmişiz diyor. Bir silahlı mücadele ya da bir dünya sahnesinde yaşanan savaşlar gibi bir savaşın olduğu söz konusu değil açıkçası. Daha sonra işgal edildikten sonra 5 Ekim 1955’te de bu işgalin neticesinde ulusal dünyadan bakıldığında Doğu Türkistan’ın işgal edildiği söylenip kendileri böyle suçlanılacağı zaman, “Hayır diyor biz orayı kurtarılmış bölge olarak görüyoruz, biz orayı kurtardık.” Şincan Özerk Bölge olarak söylüyorlar. Biz bunu kabul etmiyoruz. Biz devlet olarak da şahsım adına da bir Doğu Türkistanlı olarak da bunları kabul etmiyoruz. 5 Ekim 1995’te de Özel Hitler diyor. Özel Hit, içişlerinde kendisi dışişlerinde Çin’e bağlı olduğunu gösteriyor. Ama öyle bir bildiğimiz kağıt üzerinde, kitap üzerinde bilinen bir özellik değil. Çinlilerin politikası farklı. Bir Rusya gibi ya da Avrupa’daki devletler gibi bir devlet, ırk değil Çin. Çin tamamen çok


12 farklı, tamamen yıldırma politikası, iskan politikası, doğum kontrolleri gibi şeylerle bizimkileri ister istemez yıldırıyor. Yıldırdıktan sonra da 1951 yılında işte şimdi Doğu Türkistan’ın büyük mücahitlerinden İsa Yusuf Alptekin oradan hicret ediyor, yanında birkaç arkadaşıyla beraber. Durumu izah etmek için, dünya basınına anlatmak için kendi soydaşları olan Türkiye Cumhuriyeti’ne geliyorlar. Yine burayı bir mihenk taşı olarak görüp kendi, öz davalarını anlatmak için Türkiye üzerinden dünyaya bir şekilde anlatmaya başlıyorlar. Bunun akabinde orada hala zulüm olduğunu, asıl topraklarımızın kendimize ait, bizim olduğundan bahsediliyor. 1952’den sonra 1958-1959 yılında ikinci kafile geliyor. İkinci kafile, bizim büyüklerimiz benim annem, babam, dedem, akrabalarımız geliyor. Onlar sınıra büyük kamyonlarla indirildik diyor (Çin sınırına). Dedem zaman zaman anlatırdı rahmetli derdi ki, bizim bin küsur tane büyükbaşımıza kendi şahsına ait, yedi bin küsur tane küçükbaş hayvanımıza, meyve ağaçlarımıza, dönüm dönüm arazilerimize el koydular ve kendisine karşı çıkanları bir kamyona, bir arabaya bindirip bizi sınıra getirdiler, aç bıraktılar bizi dedi. Sonra sınırdan da kış vakti böyle diyor, çok iyi hatırlıyorum bizi attılar diyor. Bunun neticesinde biz sırtımızda eşyalarımız, çocuklarımız, büyük, yürüyemez halde olan ihtiyarlarımız vardı diyor. Annelerimiz, babalarımız, dedelerimiz de vardı diyor. Sonra oradan Altay Dağlarından yürüyerek, eşek sırtında, at sırtında geldiler. Küçükken hatırlıyorum ben, büyüklerimizin hep guatr hastalıkları vardı. Sorardık biz hep, boğazları şişti hep böyle “ Niye guatr hastalığınız var, buralarınız neden şiş böyle?” Balon gibi şişti, derlerdi, biz Altay Dağlarından geldiğimizde oranın isi, sisi , gazı onlardan kaptık. Normalde memleketten çıktığımızda çok iyiydik biz, derlerdi. Bakımsızlık, tabii gelirken insan kaybı da can kaybı da oluyor. Hatta annem söyler onu hiç unutmam. Bir gece yattık, sabah kalktığımızda böyle üzerimizde kar vardı diyor. Yani 10 cm üzerimize kar yağmış diyor. Bunu duyduğumda şok olmuştum. Bir halı gibi, yorgan gibi üstümüze kar yağmış haberimiz yok, diyor. Daha sonra Pakistan üzerinden Afganistan’a geliyorlar. Afganistan’da kaldıkları dönemde 2-3 sene kadar Afganistan, Kabil’de kalıyorlar. Orada tutunmaya çalışıyorlar. Sonra daha önce gelen İsa Yusuf Alptekin’in çalışmalarıyla bizi Türkiye Cumhuriyeti, daha önce Amerika da istiyor mesela bizi. Arabistan da istiyor. Ama hayır, biz soydaşımız, yoldaşımız olan bir devlete yerleşeceğiz diyor, 1965’te Türkiye’ye geliyorlar. Bu muhitte seksen küsur tane ev var. İlk getirdiklerinde Kayserililer bizi bugünkü Düvenönü ve onun etrafında olan otellerde barındırıyorlar. Bir süre kadar otelde kaldıktan sonra buranın inşaatını bitiriyorlar. Burada yerleşmeye başlıyoruz. Burası Doğu Türkistanlılar Mahallesi olarak geçer. Herkes öyle bilir, Göçmen Mahallesi derler halk dilinde. Akabinde bu mahallenin ismi Hoca Ahmet Yesevi


13 Mahallesi. Sokağın ismi de Mehmet Cantürk Sokak. Mehmet Cantürk de yine İsa Yusuf Alptekin ile beraber bu davaya gönül vermiş büyüklerimizden, hocalarımızdan. Vefat ettikten sonra bizim devlet başkanımız, rahmetli Abdulmecit Avşar’ın çalışmalarıyla mahallemize onun ismini verdirdi. 1965’te buraya gelip yerleştirildikten sonra da 12 Eylül zamanlarında. Bu sağ sol davaları olacağı zaman da bizimkiler bir teşkilatlanma yapılarından dolayı Doğu Türkistan Gençler Birliği diye bir dernek kuruyorlar, bizim bu mahalleye. Dedem, rahmetli Habibullah Doğutürk gençler daha rahat hareket edebilsin diye bizim evin arkasına, iki gözlük yere sizin yeriniz bura olsun, diyor. Oraya yerleştikten sonra da işte sağ sol davasında bizimkileri sağcılar olarak bilindiklerinden dolayı, bizim eve solcular saldırıda bulunuyor. Silah atışında bulunuyor. Can kaybı olmadan devam edegeliyoruz. 1980’lerden sonra, Türkiye de artık yavaş yavaş düzlüğe çıkmaya başladıktan sonra kendileri de bu çerçeve içerisinde bir şekilde hayata tutunmaya çalışıyorlar. Bununla beraber yine 2014’te gelen 1000 kişilik bir aile var. Onlar da daha önce yüz dairelik devlet lojmanları vardı Belsin’ de. Oraya yerleştirdiler. Onlar da biz de teşkilatlandığımız için artık birer Türkiye vatandaşıyız, nüfusumuz Türk vatandaşı, askerliğimizi yaptık, babalarımız askerliklerini yaptı. 01 Temmuz 1966 tarihinde Bakanlar Kurulu kararıyla hepimiz Türk vatandaşı oluyoruz. Bundan sonra gelen, 2014’te gelen hemşerilerimiz var. Onlar da öyle zaman zaman insani ikamet, zaman zaman ticari ikamet olarak yardımcı olmaya çalışıyoruz. Gelmiş olduğumuz bu süreç içerisinde 1965’ten bugüne kadar bizim hemşerilerimiz arasında devletine hainlik eden, yüz kızartıcı herhangi bir suç ile hakim karşısına çıkan bir tane Uygur göremezsiniz Allah’ın izniyle. Bizler bu devlete sahip çıkan bireyleri yetiştirmek için sofralarımıza, çocuklarımızın kulağına okuruz sürekli. Bozguncu olmayın, devletinize sahip çıkın, bu devlet bizim devletimiz, oralardan geldik. Altmış sene olmuş, altmışsenedir buradayız artık Türkiye vatandaşıyız, Uygur Türk’üyüz. Biz bundan sonra burası için ne yapabiliriz bunun peşine düşmemiz gerektiğini her fırsatta evlatlarımıza, etrafımıza anlatmakla mükellefiz. Araştırmacı: Aileniz Kayseri’ye geldiklerinde kültür farklılığıyla karşılaşmışlar mı? Annelerimiz ilk geldikleri zaman anlatırlar, bazen de zaman zaman da güleriz. Buranın kültürü nedir, pastırmadır, sucuktur. Bize bunları verdikleri zaman sucuğu bilmezdik, sucuğu çorbaya atmaya başladık. Verdikleri zeytinleri yemedik, bunlar da yenir mi diye diyor. Çünkü kültürümüzde yok işin açığı. Bizim yemek kültürümüzün içinde düğünlerde ve nişanlarda


14 ikram edilen Uygur pilavı meşhurdur. Uygur erkekleri geleneksel kıyafetler giyer, bunlar nakışlı gömlek, cübbe ve doppadır. Araştırmacı: Mahallenizde gelenek ve göreneklerinizi devam ettirmek için neler yapıyorsunuz? Bu mahallede 82-84 hane var. Biz anne karnında ilk doğumda çocuklarımıza mesela biz at toyu diyoruz da burada isim koyma merasimi diyorlar. At toyu olduğu zaman kırk günü geçer, anne doğumunu yapar. Kadın bizde çok önemlidir. Bir kadına, bir geline en iyi kim bakar, annesi bakar. Kadın doğum yaptığı zaman hemen eve annesi hayatta ise o eve gelir, çocuğuna bakmak için. Kendi kızına bakıp onun hizmetini yapmak için. Kırk gün boyunca yataktan kaldırmazlar bizde. Kırk gün boyunca annesi ona kendi maddi imkanları çerçevesinde, bizde küçükbaş hayvan çok muteberdir. Çok büyükbaş hayvan tüketmezler. Küçükbaş hayvandan onun haşlamasını, ızgarasını yaparak ona ikram ederler. Şu düşünce vardır: Bir candan can çıkmıştır, can ortaya gelmiştir. Böyle tabiri caizse yanakları al al olana kadar anne, çocuğunu doğurduğu için kızına bakar. Kırk gün neticesinde de çocuğun babası yani eşi mahalleliyi Kuranı Kerim hatmine çağırır. İşte kaç kişi var mahallede erkeklerden yetişkin, Şu an için 110-120 kişi var. 120 kişiyi Pazar günü sabahleyin çağırır. Pazar sabah saat dokuzda gelir bütün cemaat. Kuranı Kerim, cüzler alırlar. Okumaya başlarlar, 1-1,5 saat sürer. Kuranı Kerim’i hatim ederler. Hatim neticesinde bir dua okunur. Duanın hemen ardından caminin imamı ya da bizim en büyüklerimizden birisine çocuk eline verilir ve bir ezan, bir kametle çocuğun Resim 8. Düğün yemeği hazırlığı ismi konur. Arkasından da bizim kendi kültürümüze ait olan havuçlu Uygur pilavı ikram edilir gelenlere. Ondan sonra o törenimiz biter. Bununla beraber lağmen, suyukaş, çelpek, samsa, mantu, sanğza veya zanza Uygur yemek kültürünün içinde yer alır. Gelin ve damat ilk evlendiği zaman da kız tarafı çil atgu diye bir merasim yapar. Erkek tarafı da yüz açgu diye merasim yapar. Düğün yapılır, düğünün arkasından aradan bir hafta geçer geçmez kızın annesi mahalledeki bayanları çağırır. Çil atgu diye. Çağırmadaki amacı duyurmak. Her ne kadar düğünde duyurmuş olsa da kızı son olarak evinde tekrardan kızının şerefine bir merasim yaparlar. Yemek yedirir, oradaki gelen kadınlarla oturulur, sohbet ederler.


15 Aradan 1-2 hafta geçtikten sonra bu sefer erkek tarafı yine bir merasim yapar yüz açgu diye. O merasim neticesinde de yine erkeğin annesi, biz aldık kızı, kızın yeri bura, bundan sonra bizde ailesiyiz diyerekten de onları davet eder. Ramazan ve Kurban bayramlarında bizde her evde sofra açılır. Ramazan Bayramı’nda yer sofrası olur. O yer sofrası arefe günü kurulur. Kendi örf, adetlerimize göre yiyeceklerimiz içeceklerimiz olur. Bayram namazından çıkar çıkmaz, daha kimse evine gitmeden ilk baştaki birinci evden başlarlar 82. Eve gelene kadar her eve cami cemaati nerden baksanız 70-80 kişi kavimler halinde, bölük bölük girerler. Yaklaşık bayram namazından sonra 11-12 saat sürer bu. Kimse evine gitmez. Kurban Bayramı’nda ise birinci gün kurban kesilir. Birinci gün akşam kurban eti pişirilir. Üçte biri kurban kesemeyenlere dağıtılır. Üçte biri pişirilip soğutulur oda sıcaklığında. O da sofraya konur. Sofraya konduktan sonra da gelen misafirlere ikram edilir. Bayramın ikinci günü sabah namazından sonra. Başlarlar yine en baştaki evden 82-84 evi komple gezerler. İkindi namazına kadar sürer. Ondan sonra anneye babaya, eşe, dosta gidilir. Düğünlerimiz eskiden olduğu gibi burada bahçelerde oluyordu artık düğün salonlarında olmaya başladı. Düğünler evde yapılacağında kız ve erkek tarafı evleri hazırlar. Kız istememiz 3 gün olur. Ardından söz, nişan töreni yapılır. Düğünden sonra bahsettiğim çil atgu ve yüz açgu merasimi yapılır. İlk zamanlar, ben gençliğimde hatırlıyorum, kimse kız vermiyordu dışarı. Uygur Uygurla evlenecek diye verilmiyordu. Sonradan sonraya vermeye başladı. Akabinde dışarıdan birisi geldiği zaman mutlaka ayağa kalkılır bizde ya da görüldüğü zaman herkes selam verir birbirine. Tanıyoruz birbirimizi, burası bir köy gibi işin açığı. Selam vermediğin zaman bizim bir abimiz vardı, Mehmet Cantürk Hocamız, bir gün arkadaşın birine fırça atıyor. Ahmet ne oldu, dedim. Ya selam vermedim bana demediğini bırakmadı, dedi. Yani muhabbet olması gerekiyor bir yerde bir şeylerin iyi gidebilmesi için. Şu an için söylüyorum, bizim gençlerimiz askere gönderilmez, silah verilmez. Çünkü silah tutmasını öğrenen bir Uygur her zaman için Çin’e bir tehdittir. Bundan dolayı bizimkilerin hiçbirine özel güvenlik, zabıta, polis memurluğu ya da askeri hizmet verilmez.


16 Resim 9. Doğu Türkistan Dernek odası Araştırmacı: Uygur Türkçesinde kullandığınız kelimelerden ve atasözlerinden hangileri Türkiye Türkçesinde bulunan kelime ve atasözleriyle benzerlik ya da farklılık göstermektedir? En sevdiğim atasözlerinden biridir: ‘’Yaman söz egisiye yanar.’’ Günümüz Türkçesindeki karşılığı ise ‘’Kötü söz sahibine aittir.’’ atasözüdür. Bu iki lehçe arasında bazı kelime farkları olsa da anlatılan şeyler pek değişmemiş, birbirleriyle bağlantılı kalmıştır. Aynı zamanda, günümüz Türkçesiyle Uygur Türkçesi arasında bazı kelime farklılıkları bulunmaktadır. Biz, Uygur Türkleri, evet demez, ‘’he ya da şundag/rast” deriz. Resim 10. Türkistan Cami


17 Münevver T./ Yarkent/ 73 yaşında Resim 11. Araştırmacı ve ev sahibi Uygur Türkleri ailesi Araştırmacı: Doğu Türkistan tarihi, coğrafi, ekonomik özellikleri nasıldır? Toprakları verimli, çok güzel bir yerdi. Orada yediğim kavunun tadı hala damağımdadır. Belki de bu toprakların Çinliler tarafından bu kadar istenmesinin sebebi bu kadar verimli olmasıdır. Araştırmacı: Anavatandan ayrılırken göç esnasında neler yaşadınız? 1961 senesinde Doğu Türkistan’dan göç ettik. O sırada 11 yaşındaydım. Annem babam ve iki kardeşimle yola çıktık. üç ayda farklı araçlarla göç ettik. Gelmemizin sebebi ibadetlerimize ve inancımıza yasaklar getirilmesi, İslami ibadetlerde bulunan Uygur Türklerinin hapse atılması. Afganistan’da yaşayan bazı akrabalarımızın tasdikleriyle Afganistan hükümetinden onay alıp oraya yerleştik. Zulümden kaçmak için bunu yapmak zorundaydık. Komünist işgalinden dolayı gıda alamıyor, ihtiyaçlarımızı karşılayamıyorduk. Askeri açıdan çok zayıftık: herhangi bir teçhizatımız yoktu. Büyük alimler, varlıklı insanlar ve toplumda etki oluşturan kişiler genellikle hapse atılırdı. Böylece inancımız ve Türklük bilincimiz törpülenmeye çalışıldı. Göç esnasında çok fazla insan hava şartları ve gıda yetersizliğinden dolayı vefat etti. Takas yaparak, altınlarımızı vererek alışveriş yapmaya çalışırdık. Yoldayken rastladığımız Kazak, Kırgız, Tacik yerliler bize yardım etti. Yanımıza alabildiğimiz yorganlar kış soğuğunda bizi ısıtmıyordu. Üç ay boyunca gece üzerimize kar yağardı ve her sabah karların içinden kardelenler gibi çıkardık. Bir dayım yol bulmaya


18 çalışırken kayboldu. Onu aradık ama bulamadık. Ölenlerden bedenini bulduklarımızı elbisesiyle beraber gömdük. Bunları çocuk yaştayken yapmıştık. Bu şekilde Afganistan’a göç ettik ve Farsça öğrenmeye başladık. Annem 28 yaşında vefat ettiği için kardeşlerime ben baktım. Babam Afganistan’a göç ederken vefat etmişti. İlk çocuğumu 13 yaşındayken kucağıma aldım. Çocuklarıma hep şöyle ninni söylerdim: “Elley balam elley /Sağlık balam elley” Afganistan’da ne kadar dini özgürlüğe sahip olsak da oranın dilini öğrenmek ve kültürüne uyum sağlamak zorunda kaldık. Zor hayat şartlarında yaşamamız, Taliban’ın ülkede nüfuzunun artması ve Çin hükümetinin Taliban’a yakın olması sebebiyle tekrar göç ettik. 1965’te Ankara’da nüfus işlemlerimiz yapıldı ve Kayseri’de bizim için inşa edilen evlere taşındık. Araştırmacı: Anavatandan neden göç etmek durumunda kaldınız, anavatanda yaşanan sıkıntılar nelerdi? Çinlilerin Doğu Türkistan’a ilk gelişi şöyleydi: Ben okulda okurken Çin Mektebi denen bir yer açıldı ve Çinliler oraya ilk kez gönderildi. Böylece ilk kez Uygur Türklerinin içine girmeye başladılar aslında sızdılar. Zor durumdaydılar ve biz de onlara din, dil, ırk ayırt etmeden yardım ettik. Bize neler yapabileceklerinden haberimiz yoktu. Bize yavaş yavaş zulmetmeye başladılar ve kendi topraklarımızdan göçe zorlandık. Bir aylığına yoğun gözetim altında Doğu Türkistan’a seyahat ettik. Her yer yıkılmış haldeydi, anılarımın ve çocukluğumun da yıkıldığını hissettim. Biz Türkiye’ye tekrar döndüğümüzde ziyaret ettiğimiz kişileri sorguya çekmişler. Zaten çoğu kişi de şu an Çin hapishanelerinde. Ve bu durumdan çoğu Çinli bile haberdar değil. Çin medyası çok daha farklı bir durum yansıtıyor ve biz sesimizi ne kadar çıkartsak bile onlar duymuyor. Çin medyası, o kamplarda eğitim yapıldığını ve zulüm olmadığını iddia etmeye devam ediyor. Türk hükümetinin de bu durumda yapabileceği bir şey kalmıyor. Teyzem ve çocukları, dayılarım orada kaldılar, Afganistan’a göç etmek için müracaat ettiler ancak kabul edilmedi. Kendi evlerinde kalıyorlardı ancak kendi ektikleri ürünleri toplayamıyorlardı. Çin devleti el koyuyordu. Ayrıca namaz kılmak ve Kuran okumak yasaktı. İbadetler her zaman gizlice yapılırdı. Eve yiyecek sokmak yasaktı, toplu yerlerde yemek yeme zorunluluğu vardı. Sözde özgürlerdi ama aslında hayatları açık bir cezaevinden farksızdı. Çince öğretilmeye başlanmıştı. Ayrıca her Uygur Türkü çalışmak zorundaydı, yaş fark etmeksizin. Görümcem tarlada çalışmak zorunda kaldığı için ağlayan bebeğini toprağa yatırmıştı. Başka koyacak bir yer yoktu. Bebek


19 hala ağlamaya devam ettiğinde annenin çocuğu emzirmesine bile izin verilmemişti. Maalesef çok güzel anılarımı hatırlayamıyorum. Çinlilerin aileleri toplantıya çekip konuştuğunu hatırlıyorum. Biz de o sırada sabaha kadar uyurduk. Bazı hocaları toplumda küçük düşürürlerdi, sarıklarını alıp kafalarına vururlardı ve yaptıkları şeyleri sorgularlardı. Uygurlar birbirleriyle buluştuklarında bir Uygur Türkünü konuştuklarını sızdırmaya zorlar, casus olmaya zorlardı. Kimse özgürce konuşamazdı. Birçok işkence yöntemini Uygur Türklerinin üzerinde denemişlerdi. Araştırmacı: Türkiye’ye gelince nasıl karşılandınız? Eşim burada elektrik şirketinde çalışmaya başladı ve 25 sene çalıştıktan sonra emekli oldu. 11 yıl önce vefat etti. 6 kızım, 1 oğlum var ve burada yaşamaktan çok memnunum. Araştırmacı: Gelenek ve görenekleri nasıldır? İki kardeş kültür arasında benzerlikler ve farklılıklar nasıldır? Uygur pilavı çok ikram edilir. Lağmen, suyukaş, çelpek, samsa, bavursak, mantu, sanğza veya zanza Uygurların çok tükettiği yemeklerdir. Geleneksel kıyafetlerimiz olarak kadınlar ipek atlas ve doppa giyer. Araştırmacı: Uygur Türkçesinde kullandığınız kelimelerden ve atasözlerinden hangileri Türkiye Türkçesinde bulunan kelime ve atasözleriyle benzerlik ya da farklılık göstermektedir? ‘’Miden ağrıtkan aş emes, köngül ağrıtkan dost emes.’’ Atasözünün Türkiye Türkçesi, mideni ağrıtan aş değil, gönlünü ağrıtan dost deği olarak çevirilebilir. Dost, mide gibi kelimeler aynı halde kalırken; köngül gibi kelimeler değişikliğe uğramıştır. Resim 12. Ev sahiplerinin Araştırmacılar için yaptığı hazırlıklar


20 Gülsüm/ Yarkent/ 72 Yaşında Resim 13. Araştırmacılar ve ev sahibi Uygur Türk’ü Araştırmacı: Anavatanınızdan ayrılırken göç esnasında neler yaşadınız? Memleketten ayrıldığımızda, ben mesela 1951 doğumluyum. 1961’de memleketten ayrıldık. Yollardan, böyle Erciyes Dağı gibi yüksek dağlardan yürüyerek, atla, eşekle ,deveyle kimileri öyle geldiler. Kimileri yürüyerek, bineklere binemeyen çok zordu yani. Bizim bu tarafa düşersen suya düşersin, Rus tarafı. Bu taraf dağ Erciyes gibi böyle yol bir metre gelir genişliği. Uzun yol, çıkışlı inişli, tehlikeli yollar. Öyle geldik ama ben hiç unutmadım, unutmak da istemiyorum zaten yaşadıklarımı. Yola çıktık. Afganistan’a geldik oradan buraya sığındık. 1965’te Türkiye’ye geldik. 1961’de ayrıldık, 1965 onuncu ayında Kayseri’ye yerleştik. Bizden önce çıkanlar var. 1958’de, 1949’da çıkan var. Önceden çıkanlarla haberleşip o zaman telefon yok, gazete yok , bir şey yok. Nasıl anlaştılarsa öyle anlaşıp biz kurtulduk yani. Maksat vatanımızı kurtarmak, destek olmak. 1965’te buraya geldik. Güz zamanıydı böyle Cumhuriyet Bayramı’na az kalmıştı. Araştırmacı: Anavatanınızdan neden göç etmek durumunda kaldınız, anavatanda yaşanan sıkıntılar nelerdir? 1949’da Çin gelmiş bizim memlekete, bizim olduğumuz tarafa. Geldiği için birer, ikişer, beşer giriyorlar bahçelere, denetliyorlar yani. Kimi zengin kimi fakir kimi akıllı, ne kadar insanların aklını zekasını sınıyor. Öyle yapıp memleketimizi işgal ettiler yani. Birden doldular


21 yani. Bizim olduğumuz, Müslümanların oturduğu bölge. Şuraya getirdi, bizim iki evimiz varsa şu tarafa Çin’i oturturdular. İç içe. Ben gördüm, 7 çocuğu olan bir Çinliyi oturtturdu bizim bahçeye. Doğumlara izin vermiyorlar. Annenin çocuğunu doğurmasına. Kontrol ediyor onları. Maksadı onların dinini, örfünü, adetini yok etmek. Öylelikle kimisi fakir olan, aklı yetmeyenler onlara teslim oluyorlar. Bize düşman oluyorlar. Böyle olunca bizimkiler de canını kurtarmak için gece gündüz demeden bizim büyüklerimizi tutukladılar götürdüler gecenin bir saatinde. Bir cumhurbaşkanı, başbakan olacak mahallenin büyüklerini tuttular tuttular götürdüler, kaybettiler önce. Onları yok ettiler, yöneticileri. Ondan sonra bizimkiler, akılları işte ailede birkaç tanesi benim abimi, babamı tutuklamışlar, götürmüşler, bulamamışlar. Sonra nasıl oldu bir şekilde bulmuşlar. Ondan sonra aklını kullanmışlar. Biz gidelim buradan, kurtulalım. O zamandaki işkence, Müslümanları bir araya topluyor. Evinde aşını, ekmeğini, hiçbir şey koymuyor. Yani evinde yemek yapamıyorsun. Hiç, çay demleyip içemiyorsun bile. Bizim evlerimizi işgal ediyor yani. Evimizden kaldırıp başka yere taşıyor. Evde mısır unu da yok, buğday unu da yok, yemek yapacak hiçbir şey yok. Kendi malına, ağaçtan üzüm koparıp yemiyorsun. Bağında, bahçende oturamıyorsun. Hepsini götüren alıyor. Okuldan geldim ki , ilkokul 1. Sınıfa gidiyordum o zamanlar, aç susuz. Su yok, aş yok. Ondan sonra annemi buldum. Ahıra götürmüşler anamı. Daha sonra abim 2 sene hapiste yattı. 2 sene hapisten sonra biz Türkiye’ye çıktık. Bu işkenceler iki sene içinde, ölen öldü. Gerisi hapisten çıktı. Türkiye’ye geldik, bunları tek tek anlattık. Herkes, büyüklerimiz anlattı. Hapse atıldıklarını, işkence gördüklerini. Benim abim dağda yol yaparken ayağında zincir, elinde zincir yol yaptırıyorlar. Kaçmasın diye hem eli hem ayağı bağlı. Yavaş yavaş taş diziyor yola. Öyle yaparken dağdan yuvarlanıyor, en büyük abim. Araştırmacı: Türkiye’ye gelince nasıl karşılandınız? Ben ilkokul mezunuyum memleketten çıkıp burada 2 ay kurs gördüm. Türkçeyi, okumayı, kendimi idare etmeyi öğrendim yani. Buraya geldik, bizi otele yerleştirdiler. Bizi götürdüler devlet dairelerine imza attırdılar. Nüfusumuzu verdiler. Sordular, büyüklerimize çok soru sordu. Önce gelenler tercüman oldu. Biz Türkçe bilmiyoruz ya. Onlar tercüman oldu. Bizimkiler buraya yerleşti. Kimisi Kayseri’ye, kimisi İzmir’e kimisi İstanbul’a gitti. Kökümüz Türk olduğu için Türkiye’ye geldik. Türkiye dışına gidenler de oldu. Dünyanın her tarafında Uygurlar var. Hepsi nasıl olsa kurtulayım da, çıkayım da rahat bir nefes alayım. Örf adetimizi yaşatmak için. Bizimkiler durmadılar dava ettiler, dernekler kurdular. Hala da var orada işkence.


22 Araştırmacı: Gelenek ve görenekleriniz nasıl? Bayramlarda, bayram ziyaretlerimizi yaparız. Herkes, her yer, her ev ziyaret edilir bayramlarda. Misafirlerimize ikramlarda bulunuruz. Yiyecek olsun, içecek olsun ikram ederiz. Yemek yediririz. Kurban Bayramı’nda kurban etinden ikram edilir, paylaşılır. Düğünlerde önce kız isteme yapılır, 3 gün boyunca kız istenir ve nişanlandırılır. Düğünlerde ev hazırlığı yapılır. Misafirler evlerde ağırlanır. Düğün de evde yapılır. Erkekler ve kadınlar ayrı evlerde olurlar. Düğünden sonra kız tarafı çil atgu düzenler. Erkek tarafı yüz açgu düzenler, evlendiklerini tekrar duyurmak için. Sohbet ederler, ikramlar olur, hediyeleşirler. Doğumda, kadım doğum yapınca kırk gün ona bakılır. Kadın değerlidir bizim için. Onun için kurban kesilir ki bir an önce sağlık, şifa bulsun. Kırk gün güzelce bakılır. Sonra bebeğe isim koymak için Kur’an okunur, bebek için dualar edilir. Araştırmacı: Uygur Türklerinin gelenek ve görenekleri nasıldır? İki kardeş kültür arasında benzerlikler ve farklılıklar var mıdır? Bunun yanı sıra lağmen, suyukaş, mantu, sanğza veya zanza Uygur yemek kültürünün içinde yer alır. Uygur pilavı ise sofralarımızın baş tâcıdır. Kadınlar ipek atlas ve doppa giyer, erkekler ise nakışlı gömlek, cübbe ve doppa giyer. Araştırmacı: Uygur Türkçesinde kullandığınız kelimelerden ve atasözlerinden hangileri Türkiye Türkçesinde bulunan kelime ve atasözleriyle benzerlik ya da farklılık göstermektedir? ‘’ Rahetnin anisi emgek.’’ Atasözü, Türkiye Türkçesinde ‘’Emek olmazsa yemek olmaz.’’ Atasözüne denktir. Resim 14. Uygur ekmeği (nan)


23 İbrahim U./ Afganistan/ Emekli Elektrik Mühendisi/ 61 yaşında Resim 15. Araştırmacılar ve ev sahibi Uygur Türkleri ailesi Araştırmacı: Anavatanınızdan neden göç etmek durumunda kaldınız? Anavatandan ayrılırken göç esnasında neler yaşadınız? Ailem Doğu Türkistan’dan Afganistan’a gelmişler, ben orada doğdum ve 52 yıl orada yaşadım. Bizi Uygur Türkü olarak değil, Çin göçmeni olarak kabul ediyordu. Ticaret için Doğu Türkistan’a gittim ve orada eşimle tanışıp evlendim. Afganistan’daki politik karışıklıklardan sonra Pakistan’a taşındık. Karışıklıklar düzeldikten sonra tekrar Afganistan’a, sonradan ise Türkiye’ye taşındık. Ailemin Afganistan’a taşınmasının sebebi 1947’de Doğu Türkistan’ın Çin Hükümeti tarafından işgal edilmesiydi. Afganistan’a kitleler halinde bir göç yaşanmıştı. Yine de hala birçok Uygur Türkü Afganistan’da Taliban yönetiminin altında yaşıyor. Yeğenlerim hala orada yaşıyorlar ancak hala kendi benliklerini ortaya çıkaramıyorlar. Taliban ve Çin hükümetinin yakınlığı, onların hayatlarının kısıtlanmasına neden oluyor. Elektrik mühendisiyim. Abim de Afganistan’da bir deri fabrikasında çalıştı. Şu an Türkiye’de yaşamaktan çok memnunuz ancak Çinliler bizim yıllarca süregelen aidiyet eksikliğimizin hesabını nasıl verecek merak içindeyiz. Araştırmacı: Uygur Türkçesinde kullandığınız kelimelerden ve atasözlerinden hangileri Türkiye Türkçesinde bulunan kelime ve atasözleriyle benzerlik ya da farklılık göstermektedir? ‘’Ekil izdiseng kitab kör, Köngül izdiseng bitab (kör)’’ atasözü Türkiye Türkçesinde ‘’Akıl istersen kitap oku, Gönül istersen hasta ziyaret et.’’ Anlamına gelir. Bu atasözü, Uygur Türklerinin ne kadar misafirperver olduğunu gösterir.


24 Kelimelere bakacak olursak, ‘’banam’’ çocuk, ‘’anam’’ anne, ‘’dadam’’ baba demektir. Bazı ses değişimleri dışında çok fazla benzerlik bulunmaktadır. ‘’Banam’’ kelimesi, eski Türkçedeki ‘’Bala’’ kelimesine çok benzer. Hürinisa U./ Gulca/ 55 yaşında Araştırmacı: Doğu Türkistan’ın tarihi, coğrafi, ekonomik özellikleri nasıldır? Altın madeni çok fazlaydı. Küçükken özellikle uzun etekler giyerdik ki altın tozları eteklerimize yapışsın, toplayalım. Sonra babamla onları satardık. Kömür rezervleri de çok fazla. Çin ise madeni kaynaklardan uzak bir yer. Çin bütün kaynaklarımızı yıllardır kullanıyor. Resim 16. Ev sahiplerinin Araştırmacı için yaptığı hazırlıklar Araştırmacı: Uygur Türklerinin gelenek ve görenekleri nasıldır? İki kardeş kültür arasında benzerlikler ve farklılıklar var mıdır? Suyukaş, samsa, mantu, samsa, zanza Uygur yemek kültürü olarak bilinir.. Kadınlar ipek atlas ve doppa giyer, erkekler ise nakışlı gömlek, cübbe ve doppa giyer. Uygur pilavı, Uygur Türklerinin özel günler ve kutlamalarında en çok tükettikleri yemeklerden biridir. Bu pilavın tarihi 1000 yıl kadar öncesine dayanır. Rivayete göre İbn-i Sina, hastalandığında bu pilavı yapıp yiyerek iyileşir. Bu pilavın sağlığa yararlı olduğu, günümüzde modern bilimle kanıtlanmıştır. Havucun, insan vücuduna güç verdiği, susuzluğu giderdiği ve beyni beslediği tespit edilmiştir. Soğan da zengin vitamin ve mineral içeriyor. Pirinç ve kuzu eti de çok besleyicidir.


25 Lağmen, elde çekilen erişte, et ve sebzelerden yapılan bir Uygur yemeğidir. Lağmen, Uygur Türklerinin ulusal yemeğidir. Türkiye Türkçesiyle soğanlı krep, yumurta, tuz ve ince kıyılmış soğanın yağsız tavada pişirilmesiyle yapılan bir yemektir. Suyukaş, Türkiye Türkçesinde ‘’sulu aş’’ demektir. Uygur mutfağındaki çorbaların genel adı ‘’Suyukaş’’tır. Sebze ve et türü değiştirilerek farklı türleri yapılabilir. Bununla beraber lağmen, suyukaş, çelpek, samsa, mantu, sanğza veya zanza Uygur yemek kültürünün içinde yer alır. Bavursak, mayalı hamurun küçük parçalara ayırılıp kızartılmasıyla yapılır. Samsa, Orta ve Güney Asya kökenli bir börek çeşididir. Yufka üçgen şeklinde kesilir ve içine kıyma konularak yapılır. Araştırmacı: Uygur Türkçesinde kullandığınız kelimelerden ve atasözlerinden hangileri Türkiye Türkçesinde bulunan kelime ve atasözleriyle benzerlik ya da farklılık göstermektedir? ‘’Köp söz kümüş bolsa, az söz altun.’’, ‘’ Söz gümüşse sükût altındır.’’ İle aynı anlamdadır. ‘’Kiliç kinida tursa dat basar.’’, ‘’ İşleyen demir ışıldar.’’ Anlamına gelir. Resim 17. Uygur Mantısı


26 Rabia İ./ Kayseri/ 56 yaşında Resim 18. Araştırmacı ve ev sahibi Uygur Türkleri ailesi Araştırmacı: Aileniz göçle ilgili neler anlatırdı size? Bizler burada doğduk büyüdük ama annemle babam memleket hasretiyle yandılar. Memleketten ayrı kalmak çok zormuş. Babam memleketimden gelen eşyaları alırdı, mutlaka kardeşlerimizin eli değmiştir, derdi. Çok zor şartlarda gelmişler, çok acı çekmişler. Babam rahmetli oldu. Araştırmacı: Uygur Türklerinin gelenek ve görenekleri nasıldır? İki kardeş kültür arasında benzerlikler ve farklılıklar var mıdır? Yemek kültürünün içinde en önemli havuçlu Uygur pilavımızdır. Suyukaş, samsa, mantu, sanğza veya zanza Uygur yemek kültürünün önemli yemekleridir. Kadınlar ipek atlas ve doppa giyer, erkekler ise nakışlı gömlek, cübbe ve doppa giyer. Bir kız istendiğinde üç kez gidilir. Akrabalarla toplaşıp karar verilir uygun mu diye. Cuma günü annesinin evine götürülür. Mübarek gün. Kız alırsan annesine bakılır. Damat eğer annesine babasına saygılıysa kız verilir. Çocuğa kurban kesilir buna akike denir. Düğün ve nişanlar salonda yapılmaz bizde. Birkaç ev açılır. Misafirler o evlerde ağırlanır. Erkekler ayrı, kadınlar ayrı toplanır. Gelin geldikten sonra hürmetle kaynanaya selama gelir. Büyükler öğüt verir. Nasihat verir. “Kaynana evindeki söz anneye gitmez, evini temiz tut, hürmet et!” gibi nasihatler verilir kıza. Bir hafta sonra büyükler ziyarete gelir kızı evde durumlar nasıl diye kontrol için. Doğum yapınca kırk


27 gün annede kalır. Suyun içine altın, bal, etin içine tuz, biber gibi kırk çeşit baharat koyup çocuğu o suyla yıkarlar. Dili tatlı olsun diye bal, altın gibi değerli olsun altın, bedeni kokmasın güçlü olsun diye et ve tuz, paylaşmayı öğrensin, vatanına milletine hayırlı evlat olsun diye türlü türlü baharatların olduğu suyla bebek kırkıncı gününde yıkanır. Bebek, kız ise kız çocukları gelir; bebek erkek ise erkek çocukları gelir, bebeğin başından bu hazırlanan sudan bir tas su dökerler. Su döken çocuklara hediyeler verilir, toka, oyuncak çakı gibi… Lohusa olan anneye ise o suyla gusül abdesti aldırılır. Anneanneye de hediyeler alınır bu arada. Yeni doğum yapmış anne güçlensin diye kelle paça mutlaka içirilir. Henüz sürünmeye başlayan yürüme çağındaki bebeğin dizlerinin altına kesilen küçükbaş hayvanın böbrekleri bir bezle sarılır, bağlanır güç kuvvet versin de yürüsün diye. Çocuğa Kur’an okunarak isim verilir daha sonra. Düğünlerde düğün pilavı ikram edilirdi. Gümüşten işlemeli abdüvüçılapça adını verdiğimiz ibrik ve leğenle sağ koldan selam verip içeri girerdik. Omzumuzda havlu hürmetle hoş kal Allah rahmet. Dışarı su akıtmasın diye su döktüğümüz ibriğin ağzı kapaklı yapılmış. Tül kadife kıyafetler giyerler. Resim 19. Tül kadife ve ipek atlas kadın kıyafetleri Bizim üç kişilik tepsilerimiz olur, hazırlanan yemekler üç kişiye göre hazırlanır. Babam derdi ki kızım hep beraber yersek bereket olur. Bir misafir gelse herkes kalkar. Hürmetle sağına soluna geçer. Herkes için iyi dileklerde bulunulur. Misafire ikrama çok önem verilir. Annemler memlekete gittiklerinde durumu iyi olmayan bir akrabamız bir koyununu kesip yedirmiş. Uygur Türkleri selamlaşmaya çok önem verir. Geleneklerine ve dinlerine çok bağlıdır. Mesela bizde güneşin tam tepede olduğu saatte dışarı çıkılmaz ve namaz kılınmaz O vakite “aptâb, appak tâb, appak-tâb gibi” ifadeler kullanılır.


28 Hasta olan için “Hüdayim şifalık versin.” Cenaze için “Ellek mulla” teslim olma, allah’ın takdiri anlamında, her canlı ölümü tadacaktır. Rabbimizin sabır vermesi için… Düğün olduktan sonra oğlan tarafı kız tarafını toplar yemek verir buna yüz açgu denir, birlik beraberlik sağlanması için. Geline yine altın takılır. Kız tarafı da mutfak çeyizlerinden hediye olarak getirir. Bizde çok çeyiz verilmez, adet olarak yatak yorgan verilmez. Evlenip boşananlara verilir diye… Ramazan ve Kurban Bayramı’nda herkes bayram namazından sonra bayram ziyaretine gider. Kurban Bayramı’nda ilk gün kurban kesilir, sonraki günler gidilir ziyaretlere. Et pişirilip, paylaştırılır Kurban Bayramı’nda fakire yoksula, misafire, komşuya. Sofralar kurulur, misafirler ağırlanır bayramlarda. Araştırmacı: Uygur Türkçesinde kullandığınız kelimelerden ve atasözlerinden hangileri Türkiye Türkçesinde bulunan kelime ve atasözleriyle benzerlik ya da farklılık göstermektedir? Yaşlılıkım paşlıkum kilur her taraftan kül. Tengli beş kündin kiyın kim kilur. Kol koluna yusa kol koluna vurup yüzüne vurur. Gözün ağrırsa elini çek / Dişin ağrırsa dilini çek / Karnın ağrırsa nefsini tut. Olmuyorsa elini çek. Miden ağrıtkan aş emes. Köngül ağrıtkan dost emes Resim 20. Abdüvüçılapça


29 Abdülhekim S./ Yarkent/ 68 yaşında Resim 21. Kayseri’de Doğu Türkistan Derneği bahçesindeki Doğu Türkistan haritası Araştırmacı: Doğu Türkistan’ın coğrafi özellikleri nasıldır? Coğrafi olarak Doğu Türkistan ile Çin ve Moğolistan arasında Altay Dağları, Karlık Dağ, Altın Dağ, Çimen Dağı ve Bukalık Dağı, Batı Türkistan ve Sibirya ile arasında Tanrı Dağları (Tiyenşan, Tengri Dağları), Altaylar bulunmaktadır. Tiyenşan Dağlarının en yüksek yeri, meşhur Türk destanlarında adı geçen Han Tanrı'dır. Araştırmacı: Anavatanınızdan ayrılırken göç esnasında neler yaşadınız? Biz Doğu Türkistan’dan tek tek gelmedik, fert olarak gelmedik biz kabileler halinde geldik buraya gelirken de kabileler halinde kaldık. Birden kimse tek olarak gelmedi gruplar halinde geldik. Biz 1965 yılında Doğu Türkistan’dan çıktık biz Türkistan’dan çıkarken ben daha 6 yaşındaydım. O zamanları siyah beyaz hatırlıyorum, yolda gelirken ne ile geldiğimizi hatırlıyorum. At sırtında, deve sırtında… Tabi onlar bizim değil. Ceplerimizde neler varsa onları o bölgede yaşan Kırgız Türklerine vererek 1965 yılında Doğu Türkistan’dan çıkıyoruz. Afganistan’a varıyoruz. Afganistan’da 4 yıl kalıyoruz. Biz oraya çıkarken akraba ziyareti olarak çıkıyoruz. O zamanlar pasaport yok. Benim de bizim dedemin babası üç kuşak önceki geçmiş Afganistan’dan gelmiş, Doğu Türkistan’dan evlenmiş gitmişler gelmişler bir akrabalık bağı olmuş. Daha sonra biz çıkarken bizi akrabalar bizi yolcu ederken bizim buradaki halimizi özgür


30 dünyaya açıklayın demişler. Biz olalım, bizden sonraki kuşaklar olsun oradaki insanların yaşamını durumunu anlatmak mecburiyetindeler. Onlar demiş ki bizim yaşadıklarımızı anlatmazsanız kıyamet günü tırnaklarımız yakanızda olacak demişler. Afganistan’da böyle bir olanak olmamış bu kardeşimizin dedesi (Arzu G.nin dedesi/Seyit Abdülveli Efendi) o zaman önderlik etmiş Afganistan’da gidilecek yerlere gitmiş. Bir köşede bir yer ver verin demişler. Adamlar yok demiş. Bizi Çinlilerle karşı karşıya getirmeyin, biz küçücük bir ülkeyiz. Velhasıl böyleyken biz bir sorumluluk almıştık, bu sorumluluğu burada yerine getiremeyeceğiz. Kendi kanımızdan olan bir Türkiye var, müracaat ediliyor. Amerika, Almanya, Fransa bunlar hep bize gelin diyor ama bizimkiler yok diyormuş. Araştırmacı: Kayseri’ye geldikten sonra kendi gelenek ve göreneklerini devam ettirebildiniz mi? 60 yıldır buradayız ama biraz uyum sağlasak da Türkiye’deki yaşama ama genelde kendi örf ve adetleri yaşatmaya çalışıyoruz. Araştırmacı: Anavatandan neden göç etmek durumunda kaldılar, anavatanda yaşanan sıkıntılar nelerdir? İnsanlara korku vermemek için Müslümanlara iyilik yapmışlar, yavaş yavaş içeri girmişler. Bugünkü durum eskisinden daha vahim. Eskiden komünist sistem varmış herkes yemek karşılığı sabahtan akşama kadar çalışıyor, insanları mecburi çalışma kamplarına göndermiş. Eskiden mahallelerde aş evleri var. Eskiden babaannem dedi, oğlum git ekmek al. Tabi her şey karne ile babaannem çalışmadığı için ona vermiyorlar. Para yok, her şey karne ile mesela her ailenin 1 aylık verilen erzaklar: 1 kg şeker, 2 kg buğday unu, 3 kg mısır unu, bir kefen bezi bile olmayan üç aydan üç aya 10 metre bez. Bunlar karne ile veriliyor. Eğer kaçak alayım falan dersen olmuyor. Bu zamanda öbürü aç kalıyor. İnsanlar bu şartlarda yaşamış. Şu anda bizim Doğu Türkistan’da eğitim kampları diye bir şey var. Doktoru da orada, doçent de orada profesörler de orada. Sanayici zanaatkarlar var, şimdi aşağı yukarı bize gelen haberlerle 5 milyondan fazla insanın içerde olduğunu biliyoruz. Evvelden mektuplaşıyorduk burdan giden ve oradan gelen mektuplar okunurdu başkent Urumçi, İstanbul’a telefon edecek olsan 1 gün bekliyordun. Ben burada İstanbul’a 1995’te bir telefon aldım. 1300 dolara sabit telefon aldım. Postacılara rica minnet bağlattım, 2015’e kadar görüşüyorduk. Dayımın kızında vardı. Ben ona telefon ederdim. Alo der demez telefon dinleniyor, kızla konuştuktan sonra 4 saat sorguya aldılar. Sonra telefonlar kapatıldı. 5 milyon insan nazi kamplarından daha kötü durumda 1,25 milyon hane erkekleri kamplarda sabah gidip akşam gelmiyor. O orada hapis, karısının başına


31 bir Çinli erkek koyuluyor. Bunu hiçbir insan yapmaz, tarihte hiçbir güç bunu yapmamış ama Çin bunu yapıyor. Geçen televizyonlarda bir yangın olayı vardı. Corona’dan karantinaya alıyoruz diye evlerin kapılarını kaynakla birleştirmişler. İtfaiye yanan binaya 800 metre uzakta. 20 katlı binanın 11. katında yangın var, hortumu 4. Kata uzatıyor. Kasıtlı sıkmayıp insanları ölüme terk ettiler. Araştırmacı: Uygur Türklerinin gelenek ve görenekleri nasıldır? İki kardeş kültür arasında benzerlikler ve farklılıklar var mıdır? Bazı adetlerimiz aslında çok benzer çünkü aynı kökten geliyoruz, ancak yemek kültürümüzde bazı farklılıklar var, mantı aynı Kayseri mantısı gibi suda pişer, Uygur Türklerine ait yemekler ise havuçlu Uygur pilavı meşhurdur. Kıyafetlerimizden geleneksel olanlar farklıdır, doppa, cüppe ve nakışlı gömlektir erkeklerin giydiği kıyafetlerdir. Araştırmacı: Uygur Türkçesinde kullandığınız kelimelerden ve atasözlerinden hangileri Türkiye Türkçesinde bulunan kelime ve atasözleriyle benzerlik ya da farklılık göstermektedir? ‘’Adem ademge koşular, tag tagka koşulmas.’’ Atasözü, ‘’ Dağ dağa kavuşmaz, insan insana kavuşur.’’ İle aynı anlama gelir. Bazı aile üyeleri Uygur Türkçesi ve Türkiye Türkçesi arasında büyük bir değişim geçirmiştir. Örneğin, ‘’çomdada’’ dede, ‘’hammaçe’’ hala, teyze; ‘’zonne, çomana, çong’’ babanın annesine, ''ağaça’’ abla, ‘’aka’’ abi, ‘’uka’’ ise kardeşe denir. ‘’Hede’’, saygıdan ötürü kullanılan kendimizden büyük olan kadınlara kullanılır. Resim 22. Doğu Türkistan Yardım ve Dayanışma Derneği


32 Rumuz: Gül / Gulca/ 49 yaşında Araştırmacı: Doğu Türkistan’ın tarihi, coğrafi, ekonomik özelliklerinden bahseder misiniz? Benim memleketim Gulca. Urumçi’ye yakın. İstanbul gibi bir yer. Biz çok zengindik. Kömür, altın kaynaklarımız vardı. Babalarımızı, zenginliklerimizi kırdılar, geçirdiler diye anlatırdı babam. Araştırmacı: Bize kendinizden ve hikayenizden bahsedebilir misiniz? Babamın abisi çocuğunun olmasını çok istemiş fakat on yıl beklemesine rağmen çocuğu olmamış. Karımdan ayrılıp başka biriyle evlenirsem belki çocuğum olur diye düşünmüş. Benim öz annem de bana hamileyken bu çocuk oğlan da olsa kız da olsa bu çocuğu sana vereceğim demiş. Ondan sonra beni vermiş. Annem ve babamı çok severdim. Üvey annem ben 14 yaşındayken hastalandı. 4 yıl yatakta kaldı. Ona baktığım için okuyamadım. Yemek yaptım, onun karnını doyurdum, temizlik yaptım. Okuyamadım işte. Ben 18 yaştayken üvey annem vefat etti. Ondan sonra kendi annem ve babamın yanına vardım. 8 kardeşim vardı: Üç kız, beş erkek. Annem, babam, kardeşlerim var Doğu Türkistan’da elhamdülillah. Kardeşlerim Elhamdülillah çıktılar hapisten. O hapisten çıkanlar var ya uzun ömür görmez. Onlara iğne yapıyorlar. 3 yıl ya da 2 yıl, hapisten çıkanlar yaşamıyor. Başka bir kardeşin babası hapisten çıkmıştı ama kemikleri çok ağrıyor o yüzden vefat ediyor. Hapiste iğneyle zehir vurduklarını söylüyorlar. Annem babamdan haber yok fakat yaşadıklarının haberini alabiliyorum. Araştırmacı: Anavatanınızdan ayrılırken göç esnasında neler yaşadınız? Buraya gelmesi bizim için çok zor oldu. Yollarda çok çileler çektik ama bizden sıkıntılı olanlar da vardı. Biz pasaportla geldik. Kaçak gelenler çok zorluk çekmişler. Üstleri eşya gibi örtülmüş kamyonun içine gizlenmişler. Hanımın çocuğu ağlasa da ağzını kapat demişler, annesi çocuğun ağzını sıkıca kapamış ses çıkarıp diğer insanların da hayatını tehlikeye atmayalım diye ama bu sefer çocuk ölmüş havasızlıktan nefessiz kalmış. Benim şimdiki komşum var ya kaçarlarken üç çocuğu da dağdan düşmüş ölmüş. Biz pasaporta vize kondu ya Urumçi’de 45 gün durduk. O yerden bir mescit buldum, namaz kılmak için. Bir bayan geldi, o da namaz kıldı. Onu gördüm, elleri yaralıydı. Bu bayana söyledim, ne oldu bu ellerine diye. ‘’Benim eşim hicret yaptı. Ben Türkiye’ye gidemedim. Hadis kitapları satıyordum. Ellerime elektrik verdiler. Çok zulüm var.’’ Dedi. İğnelerle elektrik vermişler. Canı çok acıyordu. İğneleri kendi çıkarttığını söyledi.


33 Araştırmacı: Anavatandan neden göç etmek durumunda kaldılar, anavatanda yaşanan sıkıntılar nelerdir? Çok zulüm var. Mesela, birisini sözletmek (konuşturmak) için çok eziyet ederlermiş. Eşim kalp hastasıydı. Buraya geldikten 11 ay sonra vefat etti. Şimdi iki çocuğumla beraberim. 12 Ekim’ de abim vardı, o da İslamiyetti. İslam kitapları vardı ya onu çıktı, bana attı. Misafir vardı, başka şeherden gelen. Anası babası yok. Çocuk babası öldü kaldı da karındaşımız o yüzden gelmiş. Şimdi polislerin başı çırağ var ya onu görmüş, çocuk kaçmış. Bizim Doğu Türklerinde yataklar birer kişi kalıyor. O yüzden polisler gelmiş, bir kişi nerde? Abim söylemiş, yok demiş. 12 yıl hapis yattı. Doğu Türkistan biz varken çok daha iyiydi. Neden derseniz Allah’ın selamını alıyorduk. Şimdi ne selam var ne Allah diyen söz var, hiçbir şey yok. Şimdi zulüm de arttı. Babam da var, annem de var, akrabalarım var ama onlardan haber almak çok zor. Biri haber alsa ya da telefondan bir şey yazsa sen Türkiye ile alaka kurdun diye hapis kalıyor. 17-20 yıllık hapis kalıyor. Sadece Türkiye ile alaka kurulduğu için. Çok kişi söyledi, babam da söylerdi. Ben küçükken öteden beri zulum varmış. Her bir yeri yakıp yıkmış. Büyük kazanlarda yemek yapılırken onlara yemek vermemişler. Daha ben küçükken babam söylemişti. Bunlar bizim düşmanımız diye. Şu anda orada insanlar bir kelime bile etmekten korkuyorlar. Allah denmiyor, esselamünaleyküm denmiyor. Camiler yok. Mesela camiler yerine içki içecek yerler, restoranlar yapmış. Çocuklara Çince veriliyor, her şey yasak. Bir hanımın çocuğu olsa üç yıl geçmeden ikinci çocuğu doğuramaz. Hamile kalırsa bulup annenin karnını yarıp bebeği alırlar. Mesela Müslüman hanımlar hastaneye gidip doğum yapmazlar, rahim alınma durumu var çünkü. Benim altı aylık çocuğum düştü hastaneye gitmedim. Sonradan Allah iki çocuk bağışladı. Hastaneye gitmesen bile evlere girip annelerin karnını kontrol ediyorlar. Nesli tükensin diye bebeklerin doğmasına engel oluyorlar. Bize şimdi soruyorlar, neden çok çocuk yapıyorsunuz, diye. Neslimizi kafirler tüketmeye çalışıyor. Bizim çocuklar sadece ekmek ile çaya razılar. Şunu yer misin, bunu yer misin, yok. Kafir Çinliler çok kırdı Uygurları, 97 yılında 18-25 yaşındaki gençleri kırdı, 94 yılında Urumçi’de hepsini kırdı. 2005 yılında vurdu, kırdı, öldürdü. Cenazelerini bile vermedi. Hapis olanlar ölse bırakıp koyuyor. Cenazeleri üst üste koyuyorlar. Aileler evlatlarının mezarını bilmiyor. Urumçi’de kilit altında Müslümanlar. Evdeki bıçaklar da kilit altında, birisi üstünde 3 cm’lik bıçak bulundursa yedi yıl hapis cezası var. Daha geçen günlerde bir oğluyla bir kızı Türkiye’ye çıktı diye evlerini ateşe verdiler. Haberlerde 10 kişi olarak verildi. Halbuki 41 kişi


34 can vermiş o yangında, durumdan paylaştılar oradan gördük. Anne ve babası çalışan çocuklar yurtlara veriliyor, 1,5 yaşındaki çocuk anne kucağından çekip alınıyor. Kendi memleketimizin altın ve madenlerini kullanamıyoruz, sizler ne kadar şanslısınız, memleketinizin kıymetini bilin. Burası da bizim vatanımız ama annem babam kardeşlerim hep orada onlardan haber alamıyorum, görüşsek onların hayatı tehlikede, bu yüzden çarşafla dolaşıyoruz, ajanları bizi teşhis edip ailelerimize zarar vermesinler diye. Araştırmacı: Gelenek ve göreneklerle ilgili bilgi verir misiniz? Benim dedem ticaretle uğraşırdı. Her hafta misafir gelirmiş misafir gelmezse üzülürmüş. Dışarıdan geçenleri çağırırmış nenem kızarmış. Misafir olmazsa bereket olmaz dermiş. Misafir kısmetiyle gelir, "Bir verirsen Allah on verir." Peygamberimizin hadisi bu. Peygamberimiz "Üç oğlun olursa adını Muhammed koyun. " dediği için 3. Oğlumun adını Muhammed koyduk. Memlekette baskıdan dolayı Musab dedik. Araştırmacı: Uygur Türkçesinde kullandığınız kelimelerden ve atasözlerinden hangileri Türkiye Türkçesinde bulunan kelime ve atasözleriyle benzerlik ya da farklılık göstermektedir? ‘’Kol kolunu yusa kol kola vurup yüzüne vurur.’’ Atasözü, El elini yıkasa el ele vurup yüzüne vurur. Anlamına gelir. Bu da yardımlaşmanın önemini gösterir Resim 23.Uygur Türkleri ile görüşme


35 Arzu B./ Kayseri/ 36 Resim 24. Araştırmacılar ve ev sahibi Uygur Türkleri ailesi Araştırmacı: Anavatandan neden göç etmek durumunda kaldınız? Anavatanda yaşanan sıkıntılar nelerdir? Annemin anlattıklarına göre büyükleri yani liderleri hapishaneye atmışlar, yiyeceği içeceği kısıtlamışlar, günde bir kere yemek vermişler bize karşı gelmesinler diye memleketin başı olanların ellerini ayaklarını zincirlemişler. Önce milletin başındakileri alırsak halkı çabuk sindiririz, diye işe büyüklerden başlamışlar. Hamile kadınların bebeklerini alıyorlar, doğum yaptırtmıyorlarmış. Yoklamaya geliyorlarmış sürekli bebeği var mı yok mu diye. Bir ara arbede çıkmış, arbede çıktıktan sonra annemgil, dedemgil kaçmışlar ellerindeki paraları Çinlilere rüşvet vererek çıkmışlar. 5 tane akısını(abisini) götürmüş. 5 tane abisini götürünce babası yaşlıymış ya yüreği kaldıramamış, hastalanıp vefat ediyor. Köy, inek, at, ne varsa el koymuşlar. 5 tane abisini götürmüşler içeriye. Zincire bağlayıp götürmüşler hapishaneye. Öyle olunca babası dayanamadan vefat etmiş. Annem okuldan geliyor ki bahçeden çağla alayım derken bir tane Çinli geliyor ve alamazsın, diyor. Annem diyor ki: Bu bizim bahçemiz ağacı, diyor. Bu senin değil artık, diyor. Annem o zaman ağlaya ağlaya eve gidiyor. Abileri yok 5 tanesi, annesi de yok. Hiç kimse yok. Bizim evlerimizi işgal ediyor yani. Evimizden kaldırıp başka yere taşıyor.


36 Annem 7-8 yaşında o zaman. O yaşta o zulmü görüyor. Abisini dağa gönderiyor. Evde aş yok, ekmek yok, hiçbir şey yok. Annesi yok bulamıyor tabii ki. Başka bir yerde annesini buluyor, gidiyor. Ama bu sefer de babası vefat ediyor. Cenazenin arkasından ağlaşıp gidiyorlar. Araştırmacı: Anavatanlarından ayrılırken göç esnasında neler yaşadılar? Annemgil zor şartlardan gelmişler. “Yolda ölenleri gömemedik üstüne taş koyduk.” der, annem. Çok eziyet çekip gelmişler. Araştırmacı: Türkiye’ye gelince nasıl karşılanmışlar? Türkiye’den davet gelmiş şu an oturduğumuz evlerin yerlerini satın almışlar Türkiye’dekiler çok iyi karşılamışlar “Müslüman Türk kardeşlerimiz geldi.” diyerek. Uygur Türkleri askerliğe gitmiş, devlette memurluk yapmış, esnaf olmuş hayata burada devam etmişler, kültürlerimiz devam etmiş, annemlere Türk kimliği vermişler ben burada doğduğum için bana da vermişler sonradan gelen Uygurlar 6-7 sene oldu Tayland'dan Malezya'dan gelmişler. Resim 25. Uygur Türkleri ile görüşme ve Araştırmacılar için hazırlıkları Araştırmacı: Uygur Türklerinin gelenek ve görenekleri nasıldır? İki kardeş kültür arasında benzerlikler ve farklılıklar var mıdır? Bayramlarda genellikle Uygur pilavı pişer, lağmen, suyukaş, samsa, mantu, zanza misafirlere ikram edilir. İpek atlas ve doppa kadınların giydiği geleneksel kıyafetlerdir.


37 Bayramlarda sofra kültürümüz var. Kadın doğum yaptıktan sonra kadının annesi onun evinde 30 gün kalır anne bakar, kurban kesilir anne için. Güç, kuvvet alsın diye. Bebeği toparladıktan sonra gider sonra çocuğa ad düğünü yaparlar, ilk cenazelerde ilk gün yemek verilir yedinci ve kırkıncı günde yemek verilir Önceden cenazelerde bizim büyüklerimiz mezarın başında konaklarlarmış onun adına Kur'an okunur ilk gecesini yalnız bırakmayalım diye sonra sabah namazında geri gelirlermiş geldiklerinde de gece konaklayanlara süt çayı verilir. Kurban Bayramı’nda 1. günü gelinmez 2. günü kurbanın eti 3 eve dağıtılır 2. gün erkekler dolaşır 3. gün kadınlar dolaşır Bizim geleneklerimizde kız isteme üç gün sürer. Oğlan tarafı üçüncü gün geldiğinde söz kesilir. Dua okunur. Damat gelmez. Düğünlerde erkekler ayrı kadınlar ayrı ağırlanır. Evde düzenlerler düğünleri, birkaç evde birden karşılanır misafirler. Düğünde kız evi yüz açma der çağırır annesi bir kumaş koyar önüne sonra erkek evi çağırır kız evini vakit geçirilir. Araştırmacı: Uygur Türkçesinde kullandığınız kelimelerden ve atasözlerinden hangileri Türkiye Türkçesinde bulunan kelime ve atasözleriyle benzerlik ya da farklılık göstermektedir? Uygur Türkçesi ve burada konuşulan Türkçe birbirine çok benzeyen unsurlar içerir. Örneğin ‘’min’’ ben, ‘’birle’’ ile demektir. Çopğu kelime, bundan dolayı birçok atasözü birbirine benzemektedir. Resim 26. Havuçlu pilav tenceresi


38 PAŞA İ. Duddamin sarısni çokuvaldi tomurcuk kelin yarım oynayli siz ciraylik men ocuk. (Sazımın telini koparıverdi kuş/ gel yarim oynayalım sen güzelsin ben açık yani kollarımı açıp) Araştırmacı: Bize kendinizden ve hikayenizden bahsedebilir misiniz? Ben Afganistan'a geldim meni Çinli dediler oradan Türkiye'ye geldim, bize “Niye geldiler?” dediler yurtsuz hatasız kalmak çok zormuş. Çin zulmünden dolayı kaçıp geldik ben orada okula gidemedim beni Çin'den korumak için samanların altında sakladılar. Araştırmacı: Anavatanlarından ayrılırken neler yaşadılar? En son yurdumuzdan kaçtık İslamiyet’i yaşamak için çok zorluklar çektik. Afganistan’ da dört yıl kaldık orda çadır örttüler bize çarşaf çektirdiler. Çinliye teslim etmeye çalıştılar. Eşim ve birkaç erkeği verecekleri için mahkeme açtılar. Ben orda dayanamadım çadırımı peçemi açtım: “Yeter artık niye bunları veriyorsunuz, biz size sığındık siz Müslüman kardeşlerinize nasıl böyle davranıyorsunuz? Bunları yollarsanız Çinliler öldürür.” diye mahkemeye karşı geldim onlar şaşırdılar. “O zaman hepimizi şehit edin, eşim yoksa ben ne yapayım.” dedim bizi bıraktılar çok macera çok olaylar yaşadık vatansız kalmayı Çanakkale savaşını zaferini dinleyip öğrenince çok daha farkına vardım vatanın yurdun toprağın önemini. Araştırmacı: Uygur Türklerinin gelenek ve görenekleri nasıldır? İki kardeş kültür arasında benzerlikler ve farklılıklar var mıdır? Düğünlerimiz, nişanlarımız, kız istemelerimiz aynıdır. Gelenek göreneklerimiz çok benziyor. Biraz yemeklerimiz değişik. Suyukaş, mantu, zanza adıyla bildiğimiz yemeklerimiz buradaki kültürün içinde yok. Havuçlu pilav sofralardan eksik olmaz. Kadınlar ipek atlas ve doppa giyer. Araştırmacı: Uygur Türkçesinde kullandığınız kelimelerden ve atasözlerinden hangileri Türkiye Türkçesinde bulunan kelime ve atasözleriyle benzerlik ya da farklılık göstermektedir? Uygurların atasözlerinden biri: Gözün ağrırsa elini çek, dişin ağrırsa dilini çek, karnın ağrırsa nefsini tut.


39 PROF. DR. ERKİN E. İLE GÖRÜŞME • Dünya Uygur Kongresi Eski Genel Sekreteri, şimdiki Sözcüsü/ Akademisyen, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih -Coğrafya Fakültesi Öğretim Üyesi/ Yazar • Doğum Yeri: Doğu Türkistan Kaşgar İli, Yopurga İlçesi. • Yaşı: 60 Resim 27. Prof. Dr. Erkin E. ile zoom üzerinden görüşme Araştırmacı : Uygur Türklerinin anavatanları neresidir? O bölgenin tarihi, coğrafi, ekonomik özellikleri nasıldır? Dünyanın çeşitli bölgelerinde özerk bölge statüsünde topluluk halinde yaşayan çok sayıda Türk toplulukları var. Tarihte devlet kuran Uygur Türkleri bugün Çin Halk Cumhuriyetinin işgali altında özerk bölge statüsündedir. Uygur Türkleri genel Türk tarihine göre göçebe hayattan ilk yerleşik hayata geçen şehir hayatı yaşayan önemli bir Türk topluluğudur. Yaşadıkları coğrafya dolayısıyla önemli bir konuma sahiptir. Milattan önce Hun İmparatorluğu döneminden sonra Göktürk devleti, 840’te kurulan Uygur devleti döneminde, ve Karahanlı devleti döneminde bu devletlere ev sahipliği yapmış önemli bir coğrafya. Bu bölgede eski İslamiyet öncesi ve İslamiyet sonrası Türk tarihi ile ilgili çok önemli tarihi eserler var. Mesela Divan-u Lügat’it adlı eserin yazarı Kaşgarlı Mahmut’un türbesi burada, Yusuf Has Hacip’ in türbesi burada. Bütün Türk tarihinin ortak değerleri bunlar. Bunun dışında Karahanlı Devleti ilk defa İslamiyet’i devlet dini olarak kabul eden Sultan Satuk Buğrahan’ın türbesi burada. Uygurlar genel Türk tarihine göre işte göçebe hayattan ilk yerleşik hayata geçen şehir hayatı yaşayan önemli bir Türk topluluğudur. Bu çok önemli bir coğrafya.


40 Araştırmacı: Kendi kültürünüzü devam ettirebilmek için neler yapıyorsunuz? Bu komünist Çin 1949 yılında Doğu Türkistan’ı işgal ettikten sonra bu bölgede yoğun bir şekilde asimilasyon politikası var. Burada Uygurlar değil Özbek, Kazak, Tatar olmak üzere 20 milyon civarında homojen kent kültürünü korumuş, Türklerin yaşadığı bir bölge. Orada doğdum büyüdüm, şimdi burada üniversitelerde öğrencilerine Uygur Türkçesini öğretiyorum, Uygur edebiyatını öğretiyorum, atasözleriyle deyimlerle ilgili çalışmalar yaptırıyoruz. Bu bölgedeki bu Uygur Türkçesi başta olmak üzere o Türk kültürünü Çin sistematik bir şekilde yok etmeye çalışıyor, Şimdi Türkiye’de ortaokul ve liselerde biliyorsunuz derslerde Uygur Türkleriyle ilgili bilgiler anlatılır. Bugünkü Uygurlarla ilgili fazla bir şey bilinmiyor. Dolayısıyla Uygur Türklerinin kültürünü dünyada yaşatmaya çalışıyor Uygurlar. Karşılaştırmalı çalışmalar yapıyoruz. Araştırmacı: Bize hikayenizden bahseder misiniz? Doğu Türkistan’ın en büyük İli olan Kaşgar’a 82 kilometre uzaklıkta Yopurga ilçesinde doğdum. Ben İlkokulu ortaokulu liseyi ilçede bitirdikten sonra üniversite sınavına katıldım pek iyi dereceyle Pekin Merkezi Milletler üniversitesini kazandım. Öyle bir üniversiteyi kazanacağımı hiç düşünmüyordum, oraya en iyi öğrenciler seçiliyordu. Pekin’de yani Çin’in başkentinde, Merkezi Milletler Üniversitesinde Türkolog yetiştiren bir bölüm bu. 1951 yılında kurulmuş Türkoloji araştırmalarında, Çin’de bir numara yani en iyi bir fakülte idi, ben orayı kazandım. Çin Doğu Türkistan’ı işgal ettiği günden beri bizim etnik kimliğimizi inkar erme siyaseti vardı. Çocukluk yıllarımızda da hep bu inkar siyaseti vardı. Çin, Uygur diye bir topluluk yoktur. Uygurlar Türk değildir bunların asıl kökeni Çinli, siz Türk kültüründen etkilenmiş bir topluluksunuz derdi, şimdi de öyle söylüyor Çin. Böyle olduğu için ben de kimliğimi merak ederdim, ben kimim nereden geldim diye araştırdım. Ben Pekin’e vardıktan sonra böyle hep tarihî kaynaklardan araştırıyordum. O zaman Çin’de “açıklık politikası” diye 1980’de başlayan bir rahatlama vardı. Yani kendi tarihimizle ilgili kendi dilimizle ilgili izin verilmeye başlanmıştı. Çok güzel eserler yayımlanmıştı. Divan-ı Lugati’t-Türk Uygur Türkçesine çevrildi, Ali Şîr Nevai’nin eserleri çevrildi. Yaşar Kemal’in İnce Memed’i Uygur Türkçesine çevrilmişti. Ben onu iki kere okumuşumdur. Ben 30 Ağustos 1988’de Zafer Bayramı gününde İstanbul’a gelmiştim, hiç unutmam. Pekin Merkezi Milletler Üniversitesini dört yıl okuduktan sonra asistan oldum yani derslerim iyiydi, çalışkan bir öğrenciydim, orada asistan olarak kaldım. 4-5 sene öğretim


41 görevlisi olarak derse girdim, hem Uygur öğrencilere hem Çinli öğrencilere Uygurca Türkoloji dersi verdim. Sonra Türkiye’den heyetler geldi, sonra Türkiye’de büyük bir şirket Türkiye Pekin Büyükelçiliği üzerinden bana burs verdi. O zamanlar Türkiye ile Çin arasında öyle sıkı bir ilişki yoktu. 1980’lı yıllardaki Çin ile olan ticari, kültürel, ekonomik ilişkileri geliştirme siyaseti vardı. Türkiye Türkçesi öğrenmek için Türkiye’ye geldim. Türkiye’ye geldikten sonra 1991’de Sovyetler Birliği parçalanınca beş tane Türk cumhuriyeti kuruldu. Türkiye’de ilk olarak Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih- Coğrafya Fakültesi’nde Çağdaş Türk Lehçeleri ve Edebiyatları Bölümü kuruldu. Bu bölümde Uygurca, Kazakça, Kırgızca, Özbekçe, Tatarca, Azerbaycan Türkçesi, Türkmen Türkçesi, olmak üzere bütün Türk lehçeleri öğretiliyor. Ben bu bölümde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başladım. Ben bu bölümde Çağdaş Uygurca dersi vermeye başladım. Onun dışında Sarı Uygurlar diye bir Uygur topluluğu var Çin’in iç bölgesinde, onlar Müslüman değil, Budist. Çin’in Gansu eyaletinin Sunan Sarı Uygur Özerk ilçesinde yaşarlar. Sarı Uygurlar 10. yüzyılda burada devlet kurmuş, bunların diliyle de ilgili araştırma yapıyorum, Onların dili özel bir dil, hiç Arapça, Farsça kelime yok. Eski Türkçenin özelliğini aynen korumuş. Bazı kişiler Müslüman olan Türk’tür derler. Dini inanç başka bir şey, ırk başka bir şey. Dini inanç bizim kültürel kimliğimiz. Hıristiyan Türkler var. Mesela Gagavuzlar Hıristiyan biliyorsunuz. Yahudi olan Türkler var. Hazarlar var, Afganistan’da, İran’da var, biliyorsunuz. çeşitli dinlerde Türkler var. Ama ırkımız aynı, aynı kökten geliyoruz. Ben fakültede bu dersleri veriyorum. Bir de Salur duymuşsunuzdur, Oğuzların 24 boyundan biridir. Türkmenistan’da var bunlar. Anadolu’ya Selçuklu döneminde gelmiş. İşte Manavgat’ta, Isparta’da özellikle Akdeniz Bölgesi’nde, Tokat’ta Salur köyleri var. Salurlar 13-14. yüzyılda Horasan tarafından Çin’in iç bölgesindeki Çing Hay eyaletine gitmişler. Şu an 130 bin civarında Salur var, Çin’in iç bölgesinde yaşayan. Bunlarla ilgili de derslere giriyorum. Bunlarla ilgili yazılan eserlerin çoğu Çince kaynaklarda yer alıyor. Bunlarla ilgili dersleri de ben veriyorum. Araştırmacı: Anavatanda yaşanan sıkıntılar nelerdir? Bizim en acı hikayemiz Uygurların ortak trajedi, ortak acı hikaye. Duyduğunuz zaman tüyleri diken-diken eden her Uygur’un acı hikayesi var. İşte en son memlekete gidişim… 1997’de Doğu Türkistan’a gittim, 5 kardeşim ve annem babam orada. 1997’de Doğu Türkistan’ın Gulca İlinde bir olay oldu. TRT’de bir açıkoturum var. Açıkoturuma beni davet ettiler, dediler ki orada neden bu olay oldu? Ben de gerçekleri anlatsam bir daha memleketime gidemem diye düşündüm, Çin’in beni memlekete sokmayacağını bile bile bu açıkoturuma katıldım. Bunun üzerine Çin hükümeti beni kara listeye aldı. Çin’e giremezsin dedi. Ondan


42 sonra, ben 1997’den beri Doğu Türkistan’a gidemiyorum. Yani biz gerçekleri anlattığımız için. Orada insan hakları ihlalleri var. Orada zulüm var. Çin’in verdiği statü uygulanmıyor. Bu bölgeye Çin anayasası ile Uygur özerk bölge yasasında bir süre hak verilmiş. Fakat bu yasalar uygulanmıyor. Doğu Türkistanlı bir aydın olarak mücadele ediyoruz, bu yasalar uygulansın diye. “Bir Çinli hangi hakka sahipse ben de o hakkı istiyorum.” dediğim için o tarihten şimdiye kadar Doğu Türkistan’a gidemiyorum. Annem babam vefat etti cenazelerine gidemedim. 2016’nın sonu aynı Çin’de bir toplama kampı kurulmaya başlandı. Benim annemle, ablamla eşim yazışıyordu, başlarına bir iş gelmesin diye ben yazışamıyordum; ben Türkiye’de Doğu Türkistan’daki zulüm ile ilgili yazıyorum, çiziyorum, anlatıyorum. 2016 yılının sonu Kasım ayındaydı, bize bir haber geldi, artık bize yazmayın. 2016’dan beri hiç haber alamadım. Bir buçuk yıl sonra 2018 başlarında Çin’in iç bölgesinden bir arkadaşım bana bir haber gönderdi, mesaj yazdı dedi ki: “Senin ailenden 13 kişi hastaneye kaldırıldı. Ne zaman taburcu olacağı belli değil.” Bana böyle şifreli bir mesaj geldi. Ben de şüphelendim, kampa götürülmüş olabilirlerdi. 2017’de kampa götürülmüşler akrabalarım; dayımın çocukları, amcamın ve halamın çocukları, kendi kardeşlerim ve onların çocukları olmak üzere. Sonra 2019’un başlarında kardeşlerimin hüküm giydiği ile ilgili savcının kağıdını gönderdi bana. Benim hiçbir kardeşim Türkiye’ye gelememişti. Bir kız kardeşim devlet memuru olmadığı için eşi müteahhitti. Durumları iyiydi, 2012’de Türkiye’ye turla gelmişler İstanbul’a. Ben onları İstanbul’dan alıp Ankara’ya getirdim, evimde misafir etmiştim, sonra dönmüşlerdi. 2018 yılında onların evine polis bir gece baskın düzenliyor; arama yapıyor, sorguya çekiyor onları. Zaten turla gelmişti, pasaport vermişti devlet. “Nereye gittin?”, “İşte üç gece kardeşimin yanına gittim, onun yanında kaldım.” Sonra “Ne götürdün oraya?” Ben uzun süredir kardeşlerimle görüşmediğim için abim, eşim ve çocuklarıma hediyeler göndermişti. Savcı, bütün şeyleri yazmış oraya, terörle mücadele yasamızın 72. Maddesine göre “Terör Örgütüne maddi yardımda bulunma” suçundan üç kardeşime 12’şer yıl kız kardeşime 14 yıl hapis cezası verildiğini bildirmiş. Bunun üzerine ben de dilekçe verdim Cumhurbaşkanlığına. Hem Dışişleri Bakanlığı hem Büyükelçilik, Çin’e konuyla ilgili yazılar yazdı. Hiçbir cevap alamadı. Şimdi düşünün 21. Yüzyılda bir tuşa bassanız dünyanın her yerindeki insanlara ulaşabilirsiniz. Doğu Türkistan’ın dışında 1,5 milyon Uygur yaşıyor. Kazakistan’da en kalabalık, sonra Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Türkiye; Türkiye’den sonra Suudi Arabistan, Avrupa ülkelerinin çoğunda Uygur Türkleri var. Bunların dışında Amerika Birleşik Devletleri, Kanada sonra Avustralya. Bu bölgelerde Uygur Türkleri yaşıyor. Hiçbiri Doğu Türkistan’daki akrabasıyla görüşemiyor. Düşünün 21. yüzyılda böyle bir


43 trajedi yaşanıyor. Tamamen kapanmış durumda bölge. Ben de bir akademisyen olarak hem alanımda dille ilgili çalışmalar yapıyorum hem oradaki trajediyi dünyaya anlatmaya çalışıyorum. Ben yurt dışına çıktıktan sonra nasıl sesimiz duyurabiliriz diye düşünmeye başladım. Örneğin: Türkiye’ye geldikten sonra hem bir balina işte denizin kenarına vuruyor, haber oluyor köpek ya da kedi çukura düşüyor saatlerce haber oluyor. Orada milyonlarca Türk zulüm altında işte 70 yıldır temel hak, hukuklarından mahrum, yoksun bunlar hiçbir yerde gündeme gelmiyor ne yapabiliriz sonra biz 2004 yılında Dünya Uygur Kurultayı diye bir sivil toplum kuruluşu kurmuştuk, gelecek sene kuruluşunun 20 yılını kutlayacağız, bu sivil toplum kuruluşu ilk kurulduğu zaman dünyanın çeşitli yerlerinden 17 sivil toplum kuruluşu üyeydi, bir şemsiye teşkilatıydı bu. Merkezi Almanya’da. Uzun yıl siyasi olarak işte bu sivil toplum kuruluşunda, Birleşmiş Milletler teşkilatında hem Avrupa parlamentosunda hem Washington’da, hem TBMM’de, Japonya’da Doğu Türkistan’daki insan hakları ihlallerini anlattık. Bugün hem BM Cenevre’de Newyork’ta bizim dünya Uygur kurultayı Uygurların diasporadaki dışarıdaki temsilcisi olarak kabul ediliyor, ciddiye alınıyor raporları. Hazırladığımız raporları çeşitli ülkelerin meclislerine veriyoruz, parlamentolarına veriyoruz. Türkiye’de bazı vakıflarımız var Doğu Türkistan Araştırmaları Vakfı diye Ankara’da bir vakıf var o vakfın da ben kurucu üyesiyim o vakfı kurduk, bir de İsa Yusuf Abdi’nin kurduğu İstanbul’da Doğu Türkistan Vakfı var. Bu sivil toplum kuruluşlarıyla beraber biz yıllardır Doğu Türkistan sorununu hem yazılarımla raporlarla hem medya aracılığıyla hem çeşitli etkinliklerle duyurmaya çalışıyoruz. Türkiye’de bu sorunla ilgili 50-60 tane üniversitede ben konferans verdim, mesela Erciyes Üniversitesinde birkaç kere Doğu Türkistan sorununu anlattım. Türkiye’nin pek çok üniversitesinde öğrenci topluluklarının daveti üzerine orada hem Çin’in Doğu Türkistan’da uyguladığı politikaları hem Türk kültürünün oradaki durumu, bu Çin’in imha siyaseti, Uygur Türkçesiyle ilgili konferanslar verdim. İşte Uygur edebiyatıyla ilgili konularda çok sayıda konferans verdim, onun dışında televizyon programlarında çok sayıda tv programlarına katıldım; orada da bu sorunu anlatmaya çalışıyoruz. Bunların dışında kitap makaleler yazıyoruz. Akademik hayatım bu şekilde devam ediyor. Dünyanın çeşitli dergilerinde yayımlanmış 40 civarında bilimsel makalem var, yedi tane kitabım yayımlandı. İşte ben STK üzerinden bu tip çalışmaları yapıyorum.


44 Araştırmacı: Türkiye’ye gelince dil açısından, sosyal ve ekonomik açıdan uyum sağlamakta zorluk çektiniz mi? Türkiye Türkleri ile Uygur Türkleri bin yıldan fazla bir zaman ayrılmışız, coğrafi olarak Kaşgar buraya 5000 kilometre uzaklıkta. Çeşitli nedenlerden dolayı farklılılar var ama ana hatlarda genel olarak aynı. İşte düğünler, cenazeler, nişanlar, türküler pek çok şey benziyor. Ben ders anlatırken öğrencilerimize yoğurda “katık” diyoruz mesela öğrenciler diyor biz Çorum’da da Çankırı’da da Yozgat’ta da katık deriz diyorlar. Anadolu Tarama Sözlüğü diye bir sözlük var, bu İstanbul standart edebî dilde yok, ama Anadolu’da yaşayan derlenmiş sözlük var ben onu inceledim, Uygurcayla yüzlerce kelime aynı. Türkiye Türklerinin oyunları, folklarda oynadığımız İç Anadolu oyunları aynı yani Türkiye Türklerinin geçmişini araştırdığınız zaman biz Oğuz boyu diyoruz, Uygur Türklerinin geçmişi benzer çünkü aynı kökten gelmişiz. Sivas ve Kayseri merkezli 14. yüzyılda Eratna Beyliği diye beylik kurulmuş. Beyliğin kurucusu Alaeddin Eretna, Uygur kökenlidir. Bu beylik 85 yıl hüküm sürmüş, “Köse Eratna” diye adlandırılmış. “Köse Peygamber” de denmiş. Halkıyı Çok adil yönetmiş. O dönemde Anadolu’ya gelen Uygurlar okur yazar olduğundan İlhanlı döneminde yönetici olmuşlar. İç Anadolu’da özellikle Kayseri tarihte Uygurların çok yerleştiği bir yer. Kayseri’de her yeri ziyaret ettim Onun için Kayseri ’de pek çok yer adları Uygur Türkçesinde de var. Mesela Talas var. Bizim oradaki yer adlarıyla aynı. Havaalanının adı Erkilet. Uygur Türkçesinde de var. “Mançusun” da var. Ben Kayseri’yi dolaşmıştım orada pek çok yer adı Uygurca, bu tesadüf değil. Bunların damarları oradan geliyor. Hem dil bakımından hem gelenek görenekler bakımından pek çok benzerlikler var. Yemek konusunda benzerlik de var, farklılık da var. “Kayseri Mantısı” Uygurlardan gelmedir. Çünkü Kayseri mantısının aynısı Doğu Türkistan’da var. Başka bir yerde yok. Kebap çeşitlerimiz aynı. Pilavlarımız benziyor. Ama Uygurların yaşadığı bölge dolayısıyla çeşitli kültürlerin etkisi var. Dolayısıyla yemek kültürü farklılaşıyor. Daha çok baharat ve sosları çok kullanır Uygurlar. Çinli Müslümanların etkisi yemek kültürüne girmiş. Şimdi soya sosu kullanılıyor. Benim büyük nenelerim bunu kullanmazdı. Soya kullanmak zararlı aslında. Farklılıklar var ama genel olarak aynı. Doğu Türkistan’a gitseniz size kimse yabancı demez, yabancılık çekmezsiniz. Antropolojik bakımdan da çok benziyoruz.


Get in touch

Social

© Copyright 2013 - 2024 MYDOKUMENT.COM - All rights reserved.