Story Transcript
Gizemli Bahçe, Kırmızı Beyaz Yayıncılıkın tescilli markasıdır. Bu kitabın her hakk ı Giz emli Bahçeye aitt ir. İçind ek i şek il, yazı, resim ve graf iklerin yay ınev inin izni olmaksız ın elektron ik, mek an ik, fotokopi ya da herh ang i bir kay ıt sist emi ile çoğaltılm as ı, yayımlanm as ı ve depolanması yasakt ır. Onursal Başkan Mahir SADIÇ Yayına Hazırlayan Saadet SADIÇ Genel Yay›n Yönetmeni Zeynep ÇOBANO⁄LU Dil ve İmla Yönünden İnceleyen Sibel MALKOÇ Resimleyen İlkay GÖEN Çağatay KORKMAZER Emine KORKMAZER Dizgi - Mizanpaj Recep KOŞAK Kapak Tasarım Begüm SÖNMEZ Recep KOŞAK Yayın No. GB-03-5379-223 Bas›m Yeri Yenidevir Matbaacılık ve Gazetecilik A.Ş. 0212 471 71 50 Sertifika No: 41910
Yayıncılık ve Dağıtım Hizmetleri Ltd. Şti. Tevfikbey Mah. 20 Temmuz Cad. Toya Moda No:21F B1. B Blok Dükkan 14-15-16 Küçükçekmece / ‹stanbul Tel: (0212) 550 97 09 - 655 25 17 Belgeç: (0212) 515 63 33
Dünya’nın Merkezine Yolculuk Uykusuz geçen bir gecenin ard›ndan Martha’n›n “Axel, haydi art›k! Graüben seni bekliyor.” sesiyle irkilerek yata€›mdan kalkt›m. Solgun yüzümün ve bitkin hâlimin Graüben’i üze ce€ini ve bu yolculuktan vazgeçilmesi için amcam la konuflabilece€ini düflünerek odamdan ayr›ld›m. Graüben: “Ah, can›m Axel’im!” dedi. “Senin bilim u€runa
3
böyle bir yolculu€a katlanacak olman ne kadar hofl! Döndü€ünde, tam anlam›yla bir erkek olarak karfl›ma ç›kaca€›ndan flüphem yok.” Niflanl›m›n bu sözleri beni heyecanland›rm›fl ve cesaretimi toplamama yard›mc› olmufltu. Graüben ile birlikte amcam›n çal›flma odas›na girdim. “Profesör, yola ç›kmakta kararl› m›s›n›z?” diye sordum. Amcam “Zaman yitirme! Eflyalar›n› toplamakta acele et!” dedi. Söylenecek bir fley yoktu. Niflanl›m› da al›p oda ma döndüm. Graüben ihtiyac›m olan eflyalar› yer lefltirmekte yard›mc› oldu. K›sa ve s›radan bir yolcu lu€a ç›k›yormuflum gibi sakindi. Çantam› haz›rlama ifli bir süre sonra bitti. Gün boyunca elektrikli cihazlar, gerekli silahlar, bilimsel gereçler haz›rland›. Akflam yeme€inden sonra yata€a uzand›m. Önceki gece gibi çeflitli korkulara kap›lm›flt›m. Rüyamda kendimi uçurumlardan düflerken, karan l›klar içinde sürünürken görüyordum. Saat beflte uyand›m ve yemek odas›na indim.
4
Graüben ve amcam da oradayd›. Yar›m saat son ra, araban›n geldi€i haber verildi ve k›sa sürede paketler arabaya yerlefltirildi. Amcam bana dönerek: “Hemen çantan› indirmezsen treni kaç›raca€›z, biraz acele et.” dedi. Evin idaresini Graüben’e b›rakan amcam›n sab›r s›zl›€› her hâlinden belliydi. Genç k›z da her zamanki gibi so€ukkanl›yd›. Amca m› öptükten sonra beni de yana€›mdan öperken gözlerinden birkaç damla yafl dökülmesine engel olamad›. Sadece “Graüben!” diyebildim. “Haydi Axel, git! Ard›nda niflanl›n› b›rak›yorsun ama döndü€ünde, seni bekleyen bir efl bulacaks›n.” dedi. Herkesle vedalafl›p arabaya bindik. Son bir kez el sallarken, arabac›ya itaat eden atlar Altora yolunda ilerlemeye bafllad›lar. Kadere hiçbir flekilde karfl› ç›kamayaca€›m› flim di daha iyi anl›yordum. Art›k yolculuk bafllam›flt›. Amcam›n iste€iyle daha önce asla düflünmeyece
5
€im bir yolculu€a ç›km›flt›m. Her fley, amcam›n eski bir kitap bulmas›yla bafl lam›flt›. Amcam, Profesör Linderbrock (Linderbrok) zay›f, uzun boylu, sa€l›kl› bir insand›. On yedi yafl›ndaki Graüben, Martha ve ben, Konigstrass’taki amca ma ait, Hamburg’un en eski ve küçük evlerinden birinde birlikte yafl›yorduk. Graüben, amcam›n vaf tiz k›z›yd›. Ben ise yetim ye€en olarak amcam›n laboratuvar asistanl›€›n› yap›yordum. Profesör Linderbrock huysuz bir insand›. Onun la anlaflabilmek gerçekten zordu. Voanneaum Üniversitesinde madencilikle ilgili dersler veren bir profesördü. Ö€rencilerini pek umursamayan, ben cil bir bilim adam›yd›. Ondan bir fleyler ö€renmek oldukça zordu. Maalesef, amcam›n dili pek ak›c› olmad›€›ndan, evde ya da baflka bir yerde istedi€i gibi konuflamazd›. Telaffuzu zor sözcükleri söyleye memesi onu oldukça öfkelendirirdi. Amcam›n bu eksikli€ini herkes bilir ama yine de konuflma yapt› €› günler salon çok kalabal›k olurdu. Elbette esas neden dinlemek de€il, amcam›n kendi kendine
6
k›zd›€›n› izleyip e€lenebilmekti. Her fley bir yana, onun iyi bir bilim adam› oldu€u nu söylemeden de geçemem. Maddeyi; modern bilim taraf›ndan bilinen alt› yüz tür aras›nda tad›na, kokusuna, görünüflüne, sertli€ine, sesine bakarak yerine koyabilen ender bir minerolog ve jeolo ji uzman›yd›. Üniversitelerin ve bilim derneklerinin hepsinde bu yüzden ad›ndan sayg›yla söz edilirdi. 24 May›s 1863 Pazar günü amcam eve heyecanl› bir flekilde döndü. Yeme€i oca€a koyan Martha geç kald›€›n› düflünerek hayli telaflland›. “Oh, aman Tanr›’m! Profesör Linderbrock döndü iflte. Mr Axel, siz onun anlay›fl göstermesini sa€laya bilirsiniz, de€il mi? Benim hemen mutfa€a gitmem gerek.” diye söylendi. Profesöre mant›kl› hareket etmesini söylemek, benim gibi yumuflak huylu bir insana göre de€ildi. Yani ben bunu yapamazd›m. Ak›ll›ca davran›p oda ma kaçmaya çal›fl›rken, amcam bana seslendi. Hemen çal›flma odas›na do€ru yürüdüm. Onun çal›flma odas›, bir müzeyi and›r›yordu. Maden türle rinin hemen hepsinden bir örnek bulabilmek müm
7
kündü. ‹çeri girdi€imde, amcam büyük bir ilgiyle elindeki kitab› inceliyordu. Bir süre sonra bafl›n› kald›r›p “Bu kitab›n ne oldu €unu biliyor musun, Axel? Hevelius’un dükkân›nda bu benzersiz mücevheri buldum.” dedi. Ben de ilgileniyormufl gibi yap›p “mükemmel” dedim. “Mükemmel” diye nitelendirdi€im kitap, asl›nda sayfalar› sararm›fl, kaba deriden yap›lm›fl, üzerinde zamana karfl› boyun e€mifl soluk mühür bulunan eski bir kitapt›. Profesör kendini kapt›rm›fl konufluyordu: “Baksana, ola€anüstü!.. Üzerinden geçen yedi yüzy›la ra€men, tek bir çizik bile yok.” Ben, hayran olmufl bir flekilde: “Bu ola€anüstü kitab›n ad› nedir?” diye sordum. Amcam heyecan›n›n doruk noktas›nda: “Snorro Tirleson’un Heims Kringlas’›! ‹zlandal› ünlü yazar, on ikinci yüzy›lda yazm›fl. Bu kitab›nda, ülke sini idare eden prenslerin, krallar›n hayatlar›ndan bahsetmiş.” dedi. Çok meraklanm›fl gibi hayk›rd›m: “Nas›l? Gerçekten mi?”
8
Profesör, kitab›n bask›s›yla ilgilendi€imi düflünü yordu. Bunun üzerine ben de bask›ya dair bir soru yöneltince amcam köpürdü: “Ne bask›s› be! Bunun s›radan bir yerde bas›larak yay›nlam›fl bir kitap m› oldu€unu san›yorsun? Bu, eski Cermen yaz›s›! El yaz›s›yla yaz›lm›fl bir kitap. Eski ça€larda, ‹zlanda’da Runik harfler kullan›lm›fl. Bir baksana flu harflere!..” Söylenecek fley bulamad›€›m için kitaba do€ ru uzand›m. Tam kitab› alaca€›m s›rada kirli, eski bir k‛t parças› kitab›n içinden kay›p yere düfltü. Amcam k‛d› masan›n üstüne koymak için heye canla yere e€ildi. K‛d›n üzerinde, ne ifade ettiği anlafl›lamayan bir iki s›ra çizgi vard›. Profesör k‛ttaki flekilleri bir süre inceledikten sonra “Acaba buradaki Runik harfler ne demek isti yor?” diye söylendi. Çizgilerin ve flekillerin anlam›n› çözemedi€ini ger ginleflen yüz ifadesinden anl›yordum. Tam o s›rada, Martha yeme€in haz›r oldu€unu söylemek için kap›y› açt›. Amcam “Çorba filan istemiyorum! Git bafl›mdan, sen iç o çorbay›!” diye ba€›rmaya bafl
9
10
lad›. Hayat›m boyunca ilk defa amcam›n yeme€e gelmeyece€ini fark ettim ve Martha’n›n ard›ndan odadan ayrıldım. Yemek öylesine lezzetli olmufltu ki kendi taba€›m yetmiyormufl gibi amcam›n yeme€ini de yedim. Tam da tatl›ya bafllayaca€›m s›rada, amcamın bana seslendi€ini iflittim. Ko flar ad›m lar la onun çal›flma odas›na gittim. Odas›na vard›€›mda, amcam hâlâ k‛d› ince liyordu. Elime bir kalem al›p söylediklerini yazmam› istedi. ‹stedi€ini yapt›m. Bu flekilde sözcükler anlam tafl›yordu. Ortaya ne ç›kt›€›n› incelemek için, amcam k‛ d› elimden kapt›. Kitap ile k‛d› karfl›laflt›rarak yaz› karakterlerinden ayn› kifliye ait olabilece€ini düflün dü. Amcama göre sözcükler bilerek kar›flt›r›lm›flt›. Bunu çözmenin bir flifresi olmal›yd›. Sonra bir büyüteçle k‛d› inceleyince, yar› silin mifl flekilde “Arne Saknussem?” yazd›€›n› söyledi. Bu, on alt›nc› yüzy›l›n ünlü simyager ve kimyac›la r›ndan biriydi.
11
Amcam kendi kendine, flifreyi çözene kadar uykusuz ve aç kalaca€›n› söylüyordu. Bu arada, benim de onunla olaca€›m›, yüksek sesle m›r›l dand›. ‹yiki bir ö€ün yemek yemifltim. Amcam: “Axel, bu yaz›n›n flifresini bulursak kolayl›kla oku ruz.” dedi ve hemen ard›ndan yeni bir fley bulmufl gibi sevinçle: “Aaa, flimdi anl›yorum! Buradaki harfler yatay veya dikey okunmal›.” dedi. Bu flekilde denedik. Hem de defalarca denedik. Ama bir sonuca ula flamad›k. Amcam bu duruma sinir oldu ve ceketini al›p d›flar› f›rlad›. Sokak kap›s›n›n büyük bir gürültüyle kapand›€›n› duyan Martha koflarak yan›ma geldi: “Profesör nerede? Yemek yemeyecek miyiz?” “Hay›r Martha. fiifre çözülene kadar yemek yen meyecek bu evde.” Söylediklerim Martha’y› öylesine endiflelendirmiflti ki 盀l›klarla mutfa€a gitti. Olanlardan Graüben’e söz etmem gerekti€ini düflünüyordum ama her an amcam›n eve döne
12
bilme ihtimali oldu€undan buna cesaret edemiyor dum. Art›k bu flifreyi çözmeden, bana da rahat yoktu. Kar›fl›k yaz›lm›fl harfleri anlaml› sözcükler elde ede bilmek için gruplar hâlinde toplad›m. Hiçbir yarar› olmad›. Ard›ndan dörder befler toplad›m, yine olmad›. Çok s›k›lm›fl ve terlemifltim. Elimdeki k‛d› yelpaze gibi sallay›p biraz serinlemeye çal›flt›m. K‛d› elimde sallarken, “terrestre” ve “eraterem” gibi Lâtince sözcükleri fark ettim. Böylece flifrenin anahtar›n› çözmüfl oldum. Sonra flifreyi çözmek için her harfi parma€›mla takip ederek s›rayla bütün cümleyi okuyabildim. Okudu€um fley karfl›s›nda hem dehflete kap›ld›m hem de flaflk›na döndüm. Bilinçsizce: “Hay›r, olamaz!” diye ba€›rd›m. Amcam›n bunu ö€renmesini engellemeliydim. Böyle bir yolculu€a gider ve mutlaka beni de yan› na al›rdı. Belkide bu bizim sonumuz olurdu. Kesinlikle amcam bunu bilmemeliydi. Elimden geleni yapmal›yd›m bunun için. Hatta bu belgeyi
13
yok etmeye karar verdim. K‛d› tam yakmak için flömineye at›yordum ki kap› aç›ld› ve amcam içeri girdi. Neyse ki görme mesi için belgeyi bir kitab›n aras›na fl›k›flt›rabilmeye vakit bulabildim. Profesör oldukça düflünceliydi. Masas›na oturdu ve tekrar flifre üzerinde çal›flmaya bafllad›. Ertesi gün uyand›€›mda, amcam daha önce söyledi€i gibi uyumam›flt›. Yüzü sararm›fl, gözleri k›zarm›fl, üstü bafl› darmada€›n olmufltu. Onun için çok üzülüyordum. Yine de flifreyi vermemekteki kararl›l›€›m› sürdürmeliydim. Ö€leden sonra olmufltu. ‹yice ac›km›flt›m ama profesör ara vermeden çal›flmaya devam ediyor du. Belki de bu belgeyi fazlas›yla büyütmüfltüm gözümde. Amcama tam bildiklerimi anlataca€›m s›rada amcam kalkt› ve evden ç›kmak için haz›rlanmaya bafllad›. Dayanamay›p: “Profesör Linderbrock, ben dün bir tesadüf sonu cu flifrenin anahtar›n› buldum.” dedim.
14
Amcam›n gözleri ›fl›ldad› ve beni kolumdan tuttu. Yaz›l› olan k‛d› elimden titreyerek ald› ve büyük bir heyecanla okuduktan sonra tekrarlad›: “Temmuz ay›ndan önce, üzerine Scartaris’in göl gesi düflen Sneffells Yokul’un kraterinden afla€› do€ru in. ‹flte o zaman, dünyan›n merkezine inmifl olacaks›n. Ben bunu yapt›m... Arne Saknussem.” Amcam büyük bir yorgunlukla kendini koltu€a b›rakt›. Beyninden vurulmufla dönmüfltü. Bir süre sessiz kald›ktan sonra: “Haydi art›k bir fley yiyelim. Yoksa açl›ktan öle ce€im.” dedi. Sonras›nda: “Eflyalar› haz›rlayabilir misin?” diye sordu. “Olamaz!” diye hayk›rd›m. “Kendi çantan› da haz›rlamay› unutma.” diye ekle di. Söyledikleri beni dehflete düflürmüfltü. Bu ç›lg›n ca fikir hakk›ndaki görüfllerimi daha sonra amcama söylemem gerekti€ini düflünerek yemekte bundan hiç söz etmedim. Yemek bitince çal›flma odas›na döndük. Amcam
15
odan›n kap›s›n› kapad› ve bana flefkatli bir ses tonuyla: “Axel, senin çok zeki bir genç oldu€unu biliyor dum. Ama bu kez beni oldukça flafl›rtt›n. Yapaca €›m yolculukta ve kazanaca€›m zaferde büyük pay›n olacak. Senden istedi€im her fley büyük bir titizlikle ve gizlilik içinde olmal›. Kimse, biz dönene kadar olanlardan haberdar olmamal›. Bu belgeyi aç›klamaya kalksam yüzlerce insan dünyan›n mer kezine inme çabas›na girer.” dedi. “Ama amca, bu yaz›lanlar›n ne kadar›n›n gerçek oldu€unu bilemiyoruz.” “Zaman gösterecek.” Belki de onu vazgeçirebilmek amac›yla sormam gereken birçok soru vard› amcama. “Örne€in; Yokul, Sneffels ve Scartaris ne anlama geliyor?” diye sordum. “Bu çok kolay.” dedi. Hemen bir harita ç›kar›p incelemeye bafllad›. “‹zlanda adas›n›n her yerinde yanarda€lar var ve bunlar›n üstünde ‘yokul’ yazar. Yani bu sözcük ‘buzul’ anlam›n› tafl›r. Buradaki yanarda€lar lavla
16
r›n› buzlar›n aras›ndan püskürtür. Bu yüzden yanar da€lar›n hepsine ‘yokul’ denir.” dedi. Daha sonra “‹zlanda’n›n bat› sahilindeki baflkenti Reykjavik (Reykavik) iflte!” diyerek parma€›yla ifla ret etti. “Buradan, birçok dar ve derin körfez geçerek altm›fl beflinci enlemde duraca€›z. ‹flte orada, deni zin içinden ç›km›fl gibi duran bir da€ var. Oras›da Sneffels’tir.” Amcam›n, sordu€um sorulara zorlanmadan yan›tlar verebilece€ini bildi€imden, onu vazgeçir mek için baflka yollar denemeliydim. En iyisi bilimsel engellere dayal› aç›klamalar yapmakt›: “Arne Saknussem’in anlatt›klar›n›, Sneffels’in dibi ne iniflini, temmuz ay› bafllamadan önce Scartaris’in gölgesinin kraterin yan›na vuruflunu gördü€ünü kabul etmifl olsak da dünyan›n merkezine indi€ine ve sa€ salim döndü€üne inanmak imkâns›z. Dünya n›n yar›çap›, dörtte bir milden daha fazla oldu€una ve topra€›n alt›na inerkende her yirmi bir metrede, ›s›n›n bir derece yükseldi€ini bildi€imize göre dün yan›n merkezi, yan›c› gazlarla dolu demektir. Hiçbir
17
madde, platin hatta kayalar bile böylesi bir ›s›ya dayanamaz.” “Yani ›s›n›n seni eritece€inden mi korkuyorsun?” “Bunun yan›t›n› size b›rak›yorum.” dedim. Profesör yan›t verdi: “E€er senin söyledi€in gibi dünyan›n merkezinde iki milyon derecelik bir ›s› olsayd› eriyen maddele rin ç›kard›€› gaz öylesine yo€unlafl›rd› ki dünyan›n kabu€u buna dayanamayarak bir kazan gibi pat lard›. Böyle bir ›s›n›n kan›tlanmad›€›n› biliyoruz. Ayr› ca ben de böyle olmad›€› taraftar›y›m. Hem zaten yak›nda bunu ö€renmifl olaca€›z; Saknussem gibi.” Onun böyle hevesli oluflu beni de etkilemiflti: “Pekâlâ amca. Görece€iz bakal›m. Tabii gerçek ten böyle bir fley görmek mümkünse...” “Ben mümkün olaca€›n› düflünüyorum. Ne de olsa bizden önce kimse Dünya’n›n merkezine inifli ak›l edemedi.” Sonuçta yenilgiye u€rad›€›m› fark ederek bitir mifltim bu konuflmay›. Amcam yolculuk için gerekli malzemeleri temin etmiflti bile... At arabas›nda giderken dalm›fl buraya nas›l gel
18
di€imi düflünürken atlar arabac›n›n ›sl›€›yla durdu ve istasyona geldik. Amcam eflyalar›n› vagona yer lefltirirken saat alt› buçu€u gösteriyordu. Saat 19.00’da, amcamla ben, sadece ikimizin bulundu€u vagonda oturuyorduk. Saat 22.00’de tren, Kiel’e ulaflt›. Elleore adl› bir gemi, eflyalar›m›z yüklendikten sonra geceleyin hareket etti. Profesör heyecandan bütün gece uyuyamad›. Ertesi sabah 10.00’da, Kopenhagen’e vard›k. Bura da Phonix Oteli’ne yerlefltik. Ard›ndan, telaflla üstü müzü de€ifltirip Kuzey Tarihî Eserler Müzesi’ne do€ru yola koyulduk. Hamburg’daki Danimarka Konsolo su’nun arkadafl› olan müze müdürü olan Profesör Thomson, bize elinden gelen yard›m› yapaca€›n› söyledi. Elbette ona as›l amac›m›zdan söz etme mifltik. ‹zlanda’y› merak etti€imiz için gezi yapan iki yolcuyduk sadece. Bu arada ben durmaks›z›n dua ediyordum, gemi bulunmas›n diye. Ama maalesef Valkyrie (Volkiri) adl› Danimarka’ya ait küçük bir tek ne, 2 Haziran günü Reykjavik’e do€ru yola ç›kacakt›. Tabii, amcam sevinçli bir flekilde kaptan› dinliyordu: “Sal› günü sabah yedide burada olun. Sak›n geç
19
kalmay›n.” Eflyalar Valkyrie’ye tafl›nd›. Hareketten bir saat sonra, Danimarka’n›n baflkenti gözden kayboldu. Bu, h›z l› bir ge miy di. Ara dan üç gün geç tik ten sonra gemi, Faxa Koyu’na girdi. Amcam bir an önce Dünya’n›n merkezine ulaflabilmek için can at›yordu. Gemiden inmeden önce, birlikte geminin bafl taraf›na gittik ve bana koyun kuzey yan›nda kalan ve çift zirvesi olan yüksek bir da€› göstererek: “Sneffels! ‹flte, Sneffels oras›.” dedi. Bizi bekleyen kay›€a bindikten k›sa zaman sonra ‹zlanda’ya vard›k. Adan›n valisi olan Baron Trampe askerî üniforma giymifl, iri yar› biriydi. Bizi karfl›layan da kendisiydi. Amcam ona, Kopenhagen’den ald› €› mektubu verince, bize büyük bir yak›nl›k gösterdi. O gün, Reykjavik Okulunun çevre ve do€a ö€ret meni olan Mr Fridriksson ile tan›flt›k. Bize çok samimi davrand›€› için ona ›s›nmam kolay oldu. Mr Fridriks son bizi evinde misafir olarak görmekten mutluluk duyaca€›n› belirtti. Daha sonra onun evine yerlefl tik. fiehri tan›mak için ç›kt›€›m geziden döndü€üm
20
de, Mr Fridriksson ile amcam› heyecanla bir fleyler konuflurlarken buldum. Amcam, ‹zlanda dilini çok iyi konufluyordu ama ben anlamad›€›m için arada bir Latince ve Alman ca da kullan›yordu. Akflam yeme€inden sonra tavana kadar her yerin kitaplarla dolu oldu€u otur ma odas›na geçtik. Amcam: “Harika bir kitapl›k! Kaç tane kitap var acaba burada?” diye sordu. Mr Fridriksson: “Sadece burada sekiz bin cilt kitap var ve ço€u da her yerde bulamayaca€›n›z önemli eserlerdir.” diye karfl›l›k verdi. Amcam: “Acaba kitaplar›n›z›n aras›nda Arne Saknussem’e ait olanlar d a var m›?” Mr Fridriksson: “Yani 16. yüzy›l›n ünlü bilgini, büyük do€a bilgini, tan›nm›fl gezgin ve kimyac› Arne Saknussem’den mi bahsediyorsunuz?” “Evet!”
21
Amcam, söylediklerinin anlafl›lmas›ndan mutlu olmufltu. “Öyleyse eserleri sizde olmal›...” “Oh, hay›r! Maalesef, eserleri bende yok.” “Peki, ‹zlanda’da bulabilir miyim?” “Arne Saknussem’in eserleri, onun 1573 y›l›nda haks›z yere yarg›lan›p mahkûm olmas›n›n ard›ndan Kopenhagen’de yak›larak yok edildi. ‹zlanda ya da baflka bir yerde bulabilmek imkâns›z.” Amcam›n gözlerinin ›fl›ldad›€›n› fark ettim: “Demek, bu yüzden Arne Saknussem kefliflerini sakl›yordu. fiimdi anlafl›ld› her fley. Niye flifreyle s›rla r›n› gizledi€i ortaya ç›kt›.” Mr Fridriksson bunlar› duyunca oldukça flafl›rm›flt›: “S›r m›? Hangi s›r? Yoksa böyle bir belge mi geçti elinize?” dedi. “Hay›r, benimkisi sadece bir tahmin o kadar.” Mr Fridriksson, amcam› daha fazla s›kmadan: “‹zlanda’daki birçok da€, volkan, buzul ile ilgili bilinmeyen çok fley var. Umar›m, siz de madenleri mizi görmeden adadan ayr›lmak istemeyeceksiniz. Örne€in; incelenmesi gereken da€lardan biri Snef
22
fels... Bu ilginç da€a flimdiye kadar gidebilen pek görülmemifltir.” Amcam sakin gözükmeye çal›flarak: “Bu iyi bir fikir. O da€a t›rmanmaya çal›flarak jeolojik araflt›rmalar›m›, da€›n kraterini inceleyerek sürdürece€im.” dedi. “Profesör Linderbrock, Sneffels yar›madas›na nas›l gitmeyi düflünüyorsunuz?” “Tabii en k›sa yoldan, yani koyu geçerek.” “Bence k›y›y› izlerken karadan gidilmesi daha do€ru. Di€er yol tehlikeli çünkü. Danimarka dilini iyi bilen, yetenekli ve avc› olan bir rehber tavsiye ede bilirim size.” “Onunla ne zaman görüflebilirim?” “Yar›n olabilir.” Profesör bunu kabul etti. Güzel bir uykunun ard›ndan, amcam›n hararetle bir fleyler konufltu€unu duydum yan odada. Yan›na gitti€imde amcam, rehberle konufluyordu. Hans’›n yani rehberimizin mavi gözlerinden, zeki biri oldu€u anlafl›l›yordu. Mr Fridriksson onu bize tavsiye etme mifl olsa omuzlar›na dökülen uzun k›z›l saçlar›ndan,
23
onun bir avc› oldu€unu asla tahmin edemezdim. Amcamla çok iyi anlaflt›lar. Hans, rehberli€ine karfl›l›k haftada üç gümüfl lira alacakt›. Hans, amcam›n her söyledi€ini kabule; amcam da Hans’›n istedi€ini vermeye haz›rd›. Anlaflma do€rultusunda Hans, bizi Sneffels yar›madas›n›n günefl k›y›s›ndaki Stopi köyüne götü recek ve buraya yedi-sekiz gün gibi bir zamanda ulaflacakt›k. 16 Haziran’da yola ç›kt›k. Mr Fridriksson’la veda fl›rken, daha önceden ald›€›m›z s›k›flt›r›lm›fl haval› bir manometre (Deniz yüzeyinden yüksek olan bas›nc› bununla ölçecektik.), iki pusula, eigel termometre si, Hamburg enlemine göre ayarlanm›fl bir ‹sviçre kronometresi, karanl›kta görmeyi sa€layacak bir dürbün, iki Ruhmkroff teli (Elektrik ak›m› sayesinde güvenli ve kolayl›kla tafl›n›r ›fl›k sa€layacakt›.), iki kazma; çekiç, demir, balta, merdiven, baston ve ip, ecza çantam›z ve tütün, çoraplar›m›z ve alt› çift su geçirmez kal›n lastik çizmenin de atlara yüklen me ifli tamamlanm›flt›. Oradan ayr›ld›€›m›zda hava ›l›kt›.
24
Kendi kendime: “Boflu bofluna üzülerek gezintinin tad›ndan mah rum olmamal›y›m. Ne de olsa Dünya’n›n merkezine giden bir yolun oluflu hayalden ibarettir.” diyerek atlarla yolculu€un zevkini çıkarmaya karar verdim. fiehir merkezinden ç›k›nca k›y›y› takip ettik. Çöl den farks›z, yol ya da patikan›n bulunmad›€›, güç lükle yefleren bitkilerin her fleyi örttü€ü bir yerde, h›zla ilerliyorduk. Yolculu€a bafllad›ktan iki saat sonra, Safunes köyüne vard›k. Bize geceyi geçirebilece€imiz yer olarak sadece Gardar’› gösterdiler ki buraya geçe bilmek için bir fiyordu aflmam›z gerekliydi. Akflamüs tü, saat 18.00 sular›nda, bekledi€imiz sal geldi. Atlarla birlikte, yar›m saat sonra Gardar’dayd›k. Buradaki insanlar oldukça misafirperverdi. Bir köylünün evinde bizi konuk ettiler. Bize gösterilen odalar›m›zda elbiselerimizi de€ifltirirken, Hans da atlara yem vermiflti. Birlikte yeme€e inmifltik. Çok ac›km›flt›k. Verilen çorban›n ve bal›n hepsini bitirdik. Güzel bir uykudan sonra, sabah ‹zlandal› köylüye
25
teflekkür edip yola koyulduk. Bir süre sonra karfl›m›za küçük derecikler ç›kmaya bafllad›. Toprak yumuflak ve çamurluydu. Orman› and›ran bir yerde geceyi geçirdik. Deniz kenar›ndaki Büdir köyüne ulaflt›€›m›zda tarih 20 Haziran’› gösteriyordu. Konaklamak için bir yerler aramaya gerek kalmad›. Çünkü Hans’›n hemen hemen bütün akrabalar› bu köyde yafl›yorlard›. Geceyi burada geçirdik. Sabah yola ç›kt›€›m›zda amcam biraz yorgun, ayn› zamanda da mutlu ve heyecanl›yd›. Çünkü her geçen saat, onu hayaline biraz daha yaklaflt› r›yordu. Büyük bir yanarda€›n geniflçe olan eteklerinin yan›ndan geçerken, flaflk›nl›ktan insan›n a€z› aç›k kal›yordu. Büdir köyünden ayr›lal› dört saat olmufltu ve Stopi köyüne varm›flt›k. Buras›, donmufl lavlar›n üzerinde kurulu bir köydü. Stopi Rahibi’nin evine gittik. Onun evi, alçak bir kule gibi infla edilmiflti. Zaten mola ver di€imiz son yer olan bu köyde bütün evler bu flekil deydi. Amcamla ben etraf› gözlemlerken rehber
26
27
de rahibe durumumuzu anlat›yordu. Uzun boylu, as›k yüzlü bir kad›n, rahibin seslenmesi üzerine kulü beden ç›karak bizi içeri davet etti. Rahibin evindeki küçük, pis ve kötü kokulu yemek odas›n› görünce amcam, buradan ayr›lmaya karar verdi. Atlar daha ileri gidemeyece€inden, ertesi gün Hans eflyalar›m›z› tafl›mas› için üç ‹z lan dal›y la an laflt›. Ama daha önce, kratere var›l›nca adamlar›n bizi b›rak›p geri dönecekleri konusunu da konufl mufllard›. Ancak o zaman amcam, Hans’a kraterin içinde de araflt›rmalar yapmak istedi€ini söyledi. Rehberimiz, gidilen yerler ya da bir kraterin içine girmek hiç önemli de€ilmifl gibi bafl›n› sallayarak yan›t verdi. Yolculu€umuz iyice zorlaflmaya bafllam›flt›. Denizden yukar› do€ru giden Bozalt kayalar›na yaklaflt›k. Deniz seviyesinin baya€› üstüne ç›km›flt›k. Yer alt› kaynak sular›n›n oluflturdu€u buharlardan dolay› çevrede yer yer dumanlar görülüyordu. Amcam: “Buharlar› görüyorsun, de€il mi? Bu yanarda€
28
patlamas›ndan korkman›n gere€i olmad›€›n› gös teriyor, Axel.” Hoflnutsuzlu€umu belirterek: “Bence bunlar bir kan›t olamaz.” dedim. Amcam: “Bu buharlar h›zlan›p yo€unlaflmad›€› taktirde patlama olamaz. Çünkü patlamaya yak›n, duman lar kat kat yo€unlafl›r ve patlaman›n bafllayaca€› zaman yok olurlar.” Hoflumuza gitmemifl olsa da rahibin evinden bafl ka kalacak yer olmad›€›ndan geri döndük. Kötü bir gecenin ard›ndan, Hans tuttu€umuz adamlarla birlikte eflyalar›m›z› yüklemifl, hareket iflaretini bekliyordu. Böylece Stopi’den de ayr›ld›k. Da€a do€ru t›rman›rken, düflmemek için çok dik katli davranmam›z gerekiyordu. Sneffels Da€›’n›n dibine var›p mola verebilmek, üç saatimizi ald›. Amcam sab›rs›zl›kla yeme€ini yedi. Di€erleri pek bir fley yemediler. Sanki hiç kimse benim kadar çok ac›kmam›flt›. Mola bittikten sonra çok zor olsa da t›rmanmaya devam ettik. Aç›kças› korkuyordum. Her ad›m›m›z
29
30
da, alt›m›zdaki tafllar afla€› yuvarlan›yordu. Yanar da€›n patlad›€› zamanlardaki akan lavlar›n olufl turdu€u merdiveni and›ran basamaklar olmasaydı t›rmanman›n imkâns›z olaca€›n› düflünecektim. Dik leflen yamaçlardan, yaklafl›k iki bin tanesini geride b›rakm›fl ve kratere befl yüz metre daha yaklaflm›fl t›k. Yamaç gittikçe diklefliyordu. Denizden bin yüz metre yukar›dayd›k. Esen rüz gârlar havay› daha da so€utuyordu. Rehberimiz aniden telaflla seslendi: “Hastight! Hastight!” Dillerini bilmiyordum ama rehberi anlam›flt›m. H›zl› hareket etmemiz ve Hans’›n gitti€i yolu takip etmemiz gerekliydi. Sert bir rüzgâr da€›n yamac›na çarpt›€› s›rada, biz di€er tarafa ulaflm›flt›k. Afl›lmas› gereken dört yüz elli metrelik yeri zikzaklarla dört saatte t›rmand›k. Gece saat onda, Sneffels’in doru€una ulaflt›k. Daha önceden anlaflt›€›m›z gibi tafl›y›c›lar burada bizden ayr›ld›lar. Kratere girmeden önce kontrolle rimizi yapt›k. Akflam yeme€inden sonra yolculu€un verdi€i
31
bitkinlikle derin bir uykuya dald›m. Hava çok so€uk olduğu için sabah neredeyse donmufl bir flekilde uyand›k, gökyüzü bulutsuz ve güneflli olmas›na ra€ men. A€›z geniflli€inin bir mil, derinli€inin ise alt› yüz metre kadar oldu€unu sand›€›m kraterin a€z›, içine dönük bir koniyi an›msat›yordu. Huniye benzeyen kraterin taban›n›n etraf› yüz elli metre kadard›. Hafif meyli sayesinde afla€› kolayca inebilirdik. Düflündü€üm gibi sorunsuz bir flekilde dibe ulaflt›k. Yukar› bak›nca, bir yanda Scartaris’in doru€u, di€er yanda gökyüzü bir halka fleklinde görünüyordu. Her biri otuz metre çap›nda olan ve bizi yutmaya haz›rm›fl gibi görünen, bacay› and›ran ocak bulu nuyordu kraterin içinde. Hans bir yandan amcam› izlerken bir yandan da benim gözlerimdeki korkuyu sezmiflti. Profesörün flaflk›nl›kla “Axel, hemen buraya gel!” diyerek beni ça€›mas›n›n nedenini anlay›nca, ben de hayretler içinde kald›m. Bir kayan›n üzerinde “Bizim bu yolculu€a ç›kmam›za neden olan Arne Saknussem.” yaz›l›yd›.
32
Amcam art›k yan›lmad›€›ndan emindi. 25 Haziran günü yani kraterdeki ilk gecemi zin ard›ndan, sabah kalkt›€›m›zda havan›n bulutlu oldu€unu gördük. Amcam›n öfkesi bunun önemi ni anlamama neden oldu. E€er havalar befl gün boyunca böyle olursa incelememiz bir sonraki seneye kalacakt›. Gökyüzü iki gün boyunca endiflelerimizi art›rd›. Fakat 27 Haziran günü hava birden açt› ve günefl ç›kt›. Ayrca Scarteris’in gölgesi dik bir çizgiye ben ziyordu. Ö€le üzeri ortadaki bacan›n üzerine isabet etti. Profesör: “Axel, görüyor musun?” diye heyecanla ba€›rd›. “fiimdi Dünya’n›n merkezine inme zaman›na geldi.” Hans her zamanki gibi so€ukkanl›yd›. Amcam, bir asker edas›yla “‹leri!” dedi. fiimdi as›l amac›m›za yaklaflm›fl, gerçek yolcu lu€umuzu bafllatm›flt›k. ‹çimde bir burukluk vard›. Graüben’den uzakta oluflum ve geriye dönememe endiflesi beynimde bir y›lan gibi dolafl›yordu. Bu kor kunç çukura girmek kâbus gibiydi.
33
Çukurdan afla€› do€ru bakt›€›mda, tüylerim ürper di. Girifli dimdikti. Buradan afla€›ya, sadece kenar lardan ilerleyerek inebilirdik. Amcam bu engeli de aflabilmek için zekâs›n› kullanarak çantas›ndan yüz yirmi metre uzunlu€unda bir ip ç›kard›. ‹pin bir ucu nu bir kayaya ba€lay›p bir ucunu da delikten afla€› uzatt›k. ‹pten tutunarak inip, ipin ucunu kayadan kurtararak ayn› ifllemi tekrarlayacakt›k. ‹lk önce Hans, k›r›lmayacak eflyalar› toplay›p s›r t›na ald›. ‹pten tutunarak deli€in içine atlad›. Ben silahlar›, amcam da hassas aletleri yükleyip Hans’›n ard›ndan Dünya’n›n merkezine do€ru ilerlemeye bafllad›k. ‹pin, as›l› oldu€u kayadan kurtulma ihtimalini düflünmek bile beni dehflete düflürüyordu. Yar›m saat sonra, sa€lam bir kayan›n üzerine geldik. ‹pin yukar›daki ucunu çekip afla€› düflürdük. Aradaki zaman ve mesafeyi hesaplamak için iple yapt›€›m›z hareketlere dikkat ediyordum. Scartaris’in çizgisi tam ö€le üzerinde dik bir çizgi hâlinde ortadaki bacaya vurmufltu; yani saat on iki civar›nda. Eflyalar›m›z› haz›rlamam›z biraz vaktimizi
34
alm›flt›. Yani saat birde derinli€e inmeye bafllam›flt›k. Hesaplar›ma göre on buçuk saattir bu delikteydik. Buna göre flimdi saat on bir civar›nda, doksan dört metre derinlikte olmal›yd›k. Ben bunlar› düflünürken, Hans: “Durun!” diye seslendi. Amcama “Nereye geldik?” diye sordum. “Bacalardan birinin dibindeyiz.” “Yani baflka yolumuz yok?” “Hay›r. Görebildi€im kadar›yla sola do€ru giden bir yol var ama iyice yorulduk. fiimdi, yemeklerimizi yiyip biraz dinlenelim. Daha yolumuz uzun.” Her sabah oldu€u gibi saat sekizde uyand›k. Profesör flakayla kar›fl›k: “Axel bak, et raf ta hiç ses yok! Sen hiç Ham burg’daki evimizde böylesine derin bir uyku çekebil din mi?” diye sordu. “Evet, çukurun dibindeki gibi derin...” “Nas›l yani?” “Amca, biz san›r›m henüz odan›n dibine inebildik. Hâlbuki Sneffls kraterinden bafllayan bu baca deniz yüzeyine kadar iniyor. Bunu barometreye bakarak
35
36
da anlayabilirsiniz.” “Düflündü€ün gibi de€il Axel! Yavafl yavafl inece €imiz için bas›nçtan etkilenmeyece€iz. Barometre de biz inerken altm›fl alt›ya kadar yükselmifl ve dur mufl.” Bunu duyunca rahatlam›flt›m. Amcam kahvalt›dan önce, eflyalar›n› ve aletlerini kontrol etti. Kahvalt›da peksimet, kuru et ve su vard›. Yemek sonras› amcam bir defter ç›kard› ve yafla d›klar›n›, gördüklerini, edindi€i bilgileri not almaya bafllad›. Ard›ndan, boynunda as›l› olan Ruhmkorff kangal›n› bir eliyle tutarken, öbür eliyle bu teli lam bayla birlefltirdi. Elektrikten yararlanmak en önemli ihtiyaçlar›m›zdan biriydi ve bu flekilde parlak bir ›fl›k elde ederek rahatça yol alabilecektik. Profesör: “Haydi gidiyoruz.” dedi. Daha önce de oldu€u gibi Hans önde, amcam ortada ve ben de en arkada, sol taraftaki geçide girdik. E€er bu geçitte yer yer basabilece€imiz ç›k›nt›l› tafllar olmasa k›rk befl derece meyilli bir delikte ilerle
37
memiz imkâns›zd›. Zaman geçtikçe, basamak olarak kulland›€›m›z bu madde, dikit ve sark›t hâlini almaya bafllad›€›ndan iflimizi zorlaflt›rm›flt›. Bafltan beri çok korktu€um ›s› art›fl›, düflündü€üm gibi olmam›flt›. Termometre hâlâ on dereceydi ve yola ç›kal› iki saati geçmiflti. Demek ki diklemesine inmiyor, enlemesine ilerliyorduk. Saat sekiz oldu. Durup yemeklerimizi yiyip istira hat etmenin zaman› gelmiflti. Hepimiz oldukça yor gunduk. Her fley programlad›€›m›z gibi ve yolunda gidiyordu. Bir tek fley d›fl›nda; suyumuz oldukça azalm›flt›. Denizden üç bin metre afla€›dayd›k ve termo metre seksen bir derece yerine on befl dereceyi gösteriyordu. Amcam yine hakl›yd›. Bir sonraki gün, yine saat sekizde yola koyulduk. Ö€leye kadar ayn› geçidi takip ettikten sonra geçi de geldi€imizi sand›k. Profesör, üç geçidin kesiflti€i orta noktada, sakince sa€dakinden devam ede ce€imizi belirtti. Burada mola verdik. Geçidin ›s›s› da e€imi de fazla de€ildi. Yeme€imizi yiyip uyuduk.
38
Yine bütün kontroller yap›ld›ktan sonra, lav kapl› geçidi izlemeye devam ettik. Bu tünel di€erlerinden biraz farkl›yd›. K›sa sürede çok yoruldum ve yavafllad›m. Sonras›nda fark ettim ki afla€› do€ru de€il, hafif yukar› e€imli bir çukurda ilerliyoruz. Yukar› do€ru ç›kt›€›m›z› amcama anlat mak istedim. Ama amcam buna inanmad› ve bana sinirlendi. Fakat kendimi aç›klama yapmak zorunda hissettim: “Bu tünel, bir süredir yukar› do€ru e€imlendi. Biraz daha böyle devam edersek belki de ‹zlanda’ya ç›kaca€›z.” Amcam elbette beni dinlemedi. Ben ise yüzeye ç›kman›n sevinci ile kendimi teselli etmeye çal›flt›m. Üç dört saatlik bir yürüyüflten sonra durdum. Geri dönmek zorunda kalm›flt›k. Geceyi ma€a rada geçirerek üç gün içinde yol ayr›m›na dönmüfl olmay› planlad›k. Maalesef, ertesi gün korktu€um bafl›m›za geldi ve suyumuz tamamen bitti. Kimi zaman kendimden geçerek yola devam ettim. Zaten baflka çaremiz de yoktu.
39
Bacalardan birinin içine giderek derinliklere do€ru yol al›fl›m›z on iki gündür sürüyordu. Ama hiç böyle sine bitkin düflmemifltik. Bir yudum su için, her fleyi feda edebilecek durumdayd›m. Yorgunluktan sürü nerek üç geçidin bulufltu€u noktaya varabilirdik. Dudaklar›m çatlam›fl, rengim iyice solmufltu. Ken dimi b›rakt›€›m yerde derin bir uykuya dalm›fl›m. Bir süre sonra, duda€›mda hayal meyal bir ›slakl›k hissettim ve bunun rüyas›n› görmenin bile ne güzel oldu€unu düflündüm. Sonra amcam beni kucak lad› ve “Haydi Axel, iç!” dedi. ‹nanam›yordum... Mataras›n› a€z›ma dayam›fl, bütün suyu bana içirmeye haz›r bekliyordu. Suyun birkaç damlas› bile beni çok mutlu etmiflti. Amcama teflekkür ettim. “Bundan sonra yol almam›z imkâns›z. Suyumuz olmadan ilerleyemeyiz. Geri dönmeliyiz.” dedim. Profesör: “Buraya kadar geldikten sonra, geriye asla döne meyiz. Amac›m›za çok yaklaflt›k. Ama Axel, sen ve Hans’›n ölmesine raz› olmam mümkün de€il. Geri döneceksiniz.” diyerek derin bir iç çekti.
40
Bunu yapabilmem elbette olanaks›zd›. Onu burada yaln›z b›rakmak... Ne olursa olsun, bu do€ru de€ildi. Amcam: “Axel, sizin gitmenizi istiyorum. Bu yolu tamam lamak için ç›kt›m ve yoluma yaln›z devam edece €im.” dedi. Amcama, bunu yapmayaca€›m› belirtir flekilde kafam› sallad›m. Amcam kararl› oldu€umu anlam›fl, flimdi çözüm yollar› ar›yordu. “Lavlardan ve kömürden oluflan do€u geçidinde su bulamad›k. Ama eminim, bat› geçidinde su bul ma olas›l›€› daha yüksek. fiu an tek engelimiz susuz luk oldu€una göre bunu çözebiliriz. Siz uyurken, ben bat› geçidine biraz göz att›m ve derinliklere do€ru gitti€ini fark ettim. Yani tahminlerime göre, birkaç saat sonra granit kayalar›na vararak orada bol su bulabiliriz. Bana biraz zaman verin. E€er bulamaz sak geri döneriz.” dedi. Zaten yapacak baflka bir fley yoktu. Gönülsüzce “Peki.” dedim. Bat› geçidinden içeri girmifl, afla€› do€ru iniyor
41
duk. Duvarlarda gördü€ümüz ilkel kayalar, do€ru yolu izledi€imizin kan›t›yd›. Üç dört saatlik bir yürüflten sonra duvardaki Pale ozoik devrinden kalma Silüryen kayalar›n› fark ettim. Sonunda kendimi tutamad›m. “Silüryen tabaka lar›, bu kayalar ilk bitki ve hayvanlar›n ortaya ç›kt›€› ça€dan kalmad›r!” diye ba€›rd›m. Profesör sinirli bir sesle, bunu kendisinin de bildi€i ni söyledi ve sonras›nda yemek molas› verdi. Sadece su içmekle yetindim. Bu arada, rehbe rimizin matar›s›nda yar›ya kadar su kalm›flt›. En son suyumuz buydu. Yolculu€umuz, sabah alt›da yeniden bafllad›. Bu defa karfl›m›za otuz metre eninde, k›rk befl metre yüksekli€inde, önü görülmeyen bir ma€ara ç›kt›. Geceye kadar bu ma€arada yol almam›za ra€ men, hâlâ sonuna ulaflamam›flt›k. Karanl›k yüzün den, derinlik hesaplamas› da yapamam›flt›k. Ümit sizli€e düfltü€ümüz bir anda, bir duvar gördük. Ama hiçbir yerde geçit yoktu. Böylece, amcam›n seçti€i yolun Arne Saknussem’in iflaret etti€i yol olabilece €ini düflündük.
42
43
Saat alt› olmufltu ve biz durmaks›z›n ilerliyorduk. Saat sekiz oldu€unda, art›k dayanacak gücüm kalmam›flt›. Fark›nda olmadan derin derin iniltiler ç›kar›yordum. Profesör ise yoluna devam ediyordu. Sonunda dayanamay›p: “Ölüyorum!.. Yeter art›k!...” diye ba€›rd›m. Amcam öfkeyle bana bakarak: “Art›k her fley bitti!” dedi ve yüzüme bir yumruk savurdu. ‹yice s›k›lm›flt›m. Yumruktan sonra bay›lm›fl›m. Uyand›€›mda, amcamla Hans uyuyordu. Yer yüzüne ç›kmak istiyordum. Ama bu flekilde bafla ramazd›m. Bir süre sonra Hans’›n lambay› yan›na alarak uzaklaflt›€›n› gördüm. Kaçmak istese yukar› do€ru giderdi. Halbuki Hans afla€› iniyordu. Amca ma Hans’›n gitti€ini haber vermek istiyordum ama buna gücüm yoktu. K›sa bir süre sonra, uzaktan gelen sesler duydum ve Hans’›n geri döndü€ünü fark etttim. Hans’›n, heyecanla amcam›n yan›na giderek Danimarka dilinde: “Su! Su buldum! Su!..” dedi€ini iflittim.
44
Su kayna€›na ulaflabilmek için zaman yitirmeden yola ç›kt›k. Yar›m saat sonra granit bir duvar›n yan›na vard›k. Bu duvar› afl›p suya ulaflman›n bir yolu olmad›€›n› düflündüm. Sesi duymak ama suya ulaflamamak çok üzücüydü. Hans bunun bir yolunu biliyormufl gibi duvara yaklafl›p dinlemeye bafllad›. San›r›m, ne yapt›€›n› anlad›m. Duvar›n en ince yerini kazarak suya ulaflmay› deneyecekti. Biraz dinlendikten sonra eline kazmay› ald› ve bir noktay› kazmaya bafllad›. Kazma ifllemi bir saat ten fazla sürmüfltü. Duvar altm›fl santim kal›nl›€›nda delinmiflti. Büyük bir heyecanla Hans’› izliyordum ki birden korkunç bir t›slama sesi duyduk. Ard›ndan da Hans’›n ac› feryatlar›n›... Rehberimizin yan› na giderken, suya dokundum ve ayn› 盀l›€› ben de att›m. Su, önüne ç›kacak her fleyi hafllayacak kadar s›cakt›. Amcam ise sakince; “Nas›l olsa so€ur, o zaman içeriz.” diye karfl›l›k verdi.
45
Suyun so€umas›n› bekledi€imiz k›sa süre, öylesine uzun gelmiflti ki iyice sab›rs›zlanm›flt›m. Sonunda, suyu içebilmenin sevinciyle doldum. Kana kana içerek bütün susuzlu€umu giderdim. Amcam: “Bu suyun tad› hiçde fena de€il. Yerin, alt› mil dibinde ve demir tad›nda olmas›na ra€men... Ben bu suya Hans’›n ad›n› vermeyi düflünüyorum.” dedi. Kabul ettik ve suya “Hansbahle” ad›n› verdik. Bana göre, içebildi€imiz kadar su içip matarala r›m›z› doldurarak bu deli€i kapat›p bofla akmas›n› engellemeliydik. Bu önerim kabul edildi ve Hans, granit parçalar›yla deli€i kapamaya çal›flt›. Ama suyun bas›nc›ndan dolay› bunu yapamad›. Suyun püskürme h›z›, düzeyinin çok yukar›da oldu€unu kan›tl›yordu. Amcam içimden geçenleri okumuflças›na: “Suyun yüksekli€i dokuz bin metre ise bas›nc› bin atmosferdir. Ama bence bu deli€i kapamamak bizim için daha yararl› olur. Su afla€› do€ru akarak bize yol gösterebilir ve ayn› zamanda mataralar›m›z bitti€inde, bu sudan tekrar yararlanabiliriz.” dedi.
46
“Bu, harika bir fikir!” diyerek amcam› tebrik ettim. Su içebilmifl olman›n verdi€i rahatl›kla biraz dinle necek, sabah tekrar yola ç›kacakt›k. Kahvalt›dan sonra, bu geziyle ilgili düflüncelerim de€iflti. Su bulabilmek beni umutland›rd› ve dün yan›n merkezine gitmeyi herkesten çok istememe neden oldu. Art›k dönmek gibi bir fley olmamal›yd›. ‹çinde bulundu€umuz geçit, oldukça kar›fl›k bir labirent gibiydi. Her an karfl›m›za beklenmedik bir çukur ç›kabilirdi. Amcam yönümüzü saptayabilmek için sürek li olarak pusulas›n› gözden geçiriyordu. Hemen hemen yatay gibi olan bu geçit oldukça meyilliydi. Pusula genelde güneydo€uyu gösteriyordu. Sa n› r›m, on gün ka dar ya tay ola rak bu ge çit te yol ald›k. Ama derine do€ru çok az bir mesafe alm›flt›k. Hesaplar›ma göre, Reykjavik’in yedi mil afla€›s›n da, yetmifl befl mil de güneybat›s›ndayd›k. Biraz iler ledikten sonra önümüzde, dik bir tüneli and›ran bir çatlak belirdi. Bu çatlaktan, kendili€inden oluflan do€al basamaklar sayesinde kolayca inebilirdik.
47
Hansback ismini verdi€imiz suyumuz da yol boyun ca bize efllik ediyor, susuzlu€umuzu gideriyordu. Bu tünel güneydo€uya do€ru devam ediyordu. Üçüncü gün, tüneldeki meyil iyice azald›. 15 Temmuz’da, Sneffel’in yüz yirmi befl mil ötesin de ve 18 mil afla€›dayd›k. Pusula, manometre ve termometre sayesinde nerede oldu€umuzu bilmemiz kolaylafl›yordu. Bu aletlerin tekrar kontrolünden sonra yatay hâlde yüz yirmi befl mil yol ald›€›m›z ortaya ç›k›yordu ki bu da beni dehflete düflürmüfltü. Çünkü bu hesaplara göre, ‹zlanda’n›n alt›nda de€ildik. Haritay› amca ma da göstererek güneydo€uya do€ru yüz yirmi befl mil ilerlemekle okyanusun alt›na geldi€imizi aç›klad›m. Amcam heyecanlanm›fl bir flekilde; “Denizin alt›nday›z, demek! Bu çok güzel, Axel. Bilirsin ki Newcastle’daki kömür madenlerinin uzan t›s› da okyanusun alt›nda kal›yor.” “Ama amca, üstümüzdeki uçsuz bucaks›z bir deniz!” demekten alamad›m kendimi. Bu fikre al›fl mam biraz zor oldu ama amcam çok rahatt›.
48
18 Temmuz’da, çok büyük bir ma€arayla karfl› laflt›k. Amcam, bu ma€arada bir gün kalarak din lenmemiz gerekti€ini söyledi. Rahat bir uykudan sonra kahvalt›m›z› yapt›k. Hansback suyu da bizi yaln›z b›rakmam›flt›. Amcam o gün, flimdiye kadar ald›€› notlar› bir düzene sokmaya karar verdi. Nerede oldu€umuza dair hesaplar yapt›k. Buna göre, flu anda Atlantik’in tam alt›nda bulunuyorduk; yani Sneffels’in güney do€usunda ve k›rk sekiz mil derinlikte... Her fley yolunda gidiyordu. Susuzluk sorunumuz d›fl›nda flimdiye kadar ciddi bir sorunla karfl›laflma m›flt›k. Bu flekilde devam ederse istedi€imiz noktaya varabilecektik. Tünelden inmeye devam ediyorduk. Pek fazla konuflacak bir fley de bulam›yorduk. Ama gittikçe dikleflen bu tünelde dikkatli davranmam›z gereki yordu. Sessiz sedas›z geçen iki haftan›n ard›ndan bafl› ma çok kötü bir olay geldi. 7 A€ustos günü, derinli€imiz yetmifl befl mile ulafl m›flt›. Tüneldeki meyil de oldukça azd›. Ruhmkoff
49
lambalar›ndan biri bende idi ve önde ilerliyordum. Di€eri ise amcamdayd›. Kendimden geçmifl, kaya lar› incelerken, bir ara arkama dönüp amcamlara bakt›m. Ama onlar yoktular. Ne yapaca€›m› flafl›r m›fl bir durumda, gel di €i miz yö ne do€ ru on befl dakika kadar yürüdüm. Ama onlar› bulamad›m. Sonra afla€› do€ru yürümeye bafllad›m. E€im öyle sine artm›flt› ki sanki yürümüyor, sürükleniyordum. Sonra birden ayaklar›m yerden kesildi ve yuvarla narak bir kayaya çarpt›m. Ne kadar süre bayg›n kald›€›m› bilmiyordum. Gözlerimi açt›€›mda, amcam büyük bir sevinçle: “Yaflas›n! Yafl›yor! Ölmemifl!” diyerek bana s›ms›k› sar›ld›. “Sevgili o€lum benim, kurtuldun iflte!” dedi ve sevgiyle gözlerimin içine bakt›. Onun bu hâli beni çok duyguland›rd›. Ertesi sabah uyand›€›mda, gözlerime inana mad›m. Günefl ›fl›€›n›n, rüzgâr›n sesinin, denizin kokusunun sadece bir hayal oldu€unu sand›m. Yan›lm›fl›m; her fley gerçekti... Etraftaki bütün battaniyelerden haz›rlanm›fl rahat
50
yata€›mdan kalkt›€›m› gören amcam gülümseye rek yan›ma geldi: “Günayd›n Axel! Kendini daha iyi hissediyorsun, de€il mi?” “Gerçekten iyiyim ve bunu size kahvalt›da vere ce€iniz her fleyi yiyerek kan›tlayabilirim...” “Senin hayatta kalabilmen bir mucize. Yuvarlan d›ktan sonra yaflaman imkâns›zd› ama sen baflar d›n. Tanr›’n›n bir lütfu, senin yaflaman. Bu arada, amcam kahvalt›m› haz›rlam›flt› ve yavafl yavafl yememi söylemesine ra€men, hemen cecik bitirmifltim yeme€imi. Amcama; “Ben akl›m› yitirmedim, de€il mi?” diye sordum. “Hay›r...” “Peki, kemiklerimde k›r›k var m›?” “Hay›r, hepsi sa€lam...” “O zaman, beynime ve kafama bir fleyler oldu?” “Neden böyle düflündün?” “Biz dünyan›n yüzüne ç›kmad›k, de€il mi? O zaman ben kesinlikle akl›m› yitirmifl olmal›y›m. Çün kü rüzgâr esti€ini ve deniz kokusunu hissediyorum.
51
fiu anda günefl ›fl›klar›n› görüyorum. Neler oluyor amca?” “Akl›n› yitirmedin, Axel. K›sa zaman sonra her fleyi anlayacaks›n...” “Öyleyse hemen gidelim!” “fiimdi olmaz, ye€enim. Henüz tam iyileflmedi€in için aç›k hava sana dokunabilir.” “Nas›l? Aç›k hava m›?” “Evet, rüzgâr da kuvvetli esiyordu. Biraz sabret men gerek. Senin iyileflmeden yola ç›kman, daha büyük sorunlara yol açar ve zaman kaybederiz. Bu yolculuk oldukça uzun sürece€e benziyor.” “Hangi yolculuk?” “Bugün biraz dinlen. Yar›n yelken açaca€›z.” “Ne! Yelken mi?” Amcam›n sözleri beni iyice heyecanland›rm›flt›. Çabucak giyindim. Amcam›n söyledi€i gibi rüzgâ r›n fliddetini düflünerek üzerime bir battaniye ald›m ve d›flar› ç›kt›m. Ifl›€› unutmufl gözlerimi açmakta zorland›m. Sevinç 盀l›€› atmaktan alamad›m ken dimi... Prefösör bana dönerek;
52
“Evet... Benden önce baflka bir bilim adam›n›n buray› ziyaret edece€ini sanm›yorum. Bu yüzden bu denizin ad›n› Linderbrock Denizi koyuyorum.” dedi. Bu, hayret verici bir olayd›. Dünyadaki gibi k›y›lar›, yüksek kayalar› olan gerçek ve ucu buca€› görün meyen bir deniz ayaklar›m›n alt›ndayd›. Ay’dan kat kat üstün bir ayd›nlatma kayna€› olan, çok güçlü, parlak ve bembeyaz bir ›fl›k, suyun üstünde flekiller çiziyordu. Bu ›fl›k, elektrikten baflka bir fley olamazd›. Gökyüzü diyebilece€imiz tepemdeki kubbede, bulutlar de€iflip duruyordu. Ifl›k, bulutlara acayip bir etki yap›yordu. Manzaraya bakarken, bu yer alt› denizinin hangi jeolojik zamanda olufltu€unu tah min edemiyordum. Sanki dünyada de€il de Uranüs ya da Neptün gibi yabanc› bir gezegende do€aüstü olaylara flahit olurmuflças›na flaflk›n ve korkmufltum. Karanl›klar ve dar tüneller içinde, k›rk günden fazla kald›ktan sonra böylesi bir manzarayla karfl› l›flmak müthifl rahatlatt› bizi. Benim için etraftaki her fley ola€anüstü güzellikteydi. Amcam ise her fley
53
normalmifl gibi davran›yordu. Amcama yürüyebilece€imi söyledim ve birlikte k›y›ya indik. Sol tarafta, üst üste ç›km›fl kayalar derin bir uçurum izlenimi veriyordu. Tepeden yanlara do€ru akan sular da bu uçuruma ça€layan özelli€i kat›yordu. Befl yüz metre ileride, hiç beklenmedik bir man zarayla karfl›laflm›flt›m. Dik bir yamac›n üstünde devasa büyüklükte, hareketsiz duran a€açlardan oluflmufl bir orman vard›. Amcam flaflk›nl›€›m› fark ederek: “Buras› bir mantar orman›. Buradaki, mantarlar on-on iki metre yüksekli€inde, a€açlar› and›ran yap›dalar.” dedi. Bu orman›n arkas›n› merak ettim. Ama mantar orman›n›n içi çok so€uktu ve dayanamayaca€›m›z› düflünerek deniz kenar›na döndüm. Bu orman, bundan sonra göreceklerimizin bir ifla retiydi. ‹leri do€ru bakt›€›mda, yeryüzünde “e€relti otlar›” diye adland›rd›€›m›z, bahçelerimizde bulu nan küçük bitkiler vard›. Fakat büyük bir farkla; bu küçük otlar yer alt›nda, dev bir çam a€ac› kadar
54
yüksekti. Amcam bunlar›n, Dünya’n›n ikinci ça€›n dan kalma oldu€unu aç›klad› ve beni yan›na ça€› rarak: “Her yeri dikkatlice izle, Axel! Daha önce hiçbir bilgin, ömrü boyunca böylesine muhteflem manza ralarla karfl›laflmam›flt›r.” dedi. “Evet, hakl›s›n amca.” dedim. Amcam gülümseyerek; “Belki de burada bir hayvanat bahçesi vard›r.” dedi. “Nas›l yani?” “Axel, üstünde yürüdü€ümüz topraktaki kemik parçalar›n› fark etmedin mi?” “Kemikler mi? Aman Tanr›’m! ‹lk ça€daki hayvan kemikleri bunlar!” diye ba€›rd›m. Hemen kemikleri inceleyebilmek için yere e€ildim. “Bu bacak kemi€i, delo canavar›n›n en büyü €üne ait. Bu da bir mastedonun alt çenesi. Evet amca, ilkel hayvanlar burada yaflam›fllar. Ama ya hâlâ buralardaysalar? Ya flu kayalar›n ard›nda bu canavarlardan varsa?” Etrafta hiçbir hareket olmasa da bu düflünce
55
beni korkutuyordu. K›y›da, bir kayan›n üzerine oturup düflünmeye bafllad›m. Çevre öylesine tan›d›kt› ki sanki birazdan bir gemi belirecek ve biz ona atlay›p yolculu€u sür dürecektik. Rüzgâr hafifledi. Beynimde birçok soru vard›. Sislerin ard›nda neler oldu€unu, denizin nere de bitti€ini merak ediyordum. Amcam karfl› sahile geçebilece€imizi düflünür ken, ben bundan emin de€ildim. Geceyi orada geçirdik. Sabah kahvalt›s›n›n ard›ndan amcam: “Haz›rlan›n! Bugün med bafll›yor. Sular yüksele cek, manzaray› kaç›rmay›n!” dedi. Bu sözlere çok flafl›rm›flt›m. Amcam aç›klamaya devam etti: “Üstümüzdeki büyük atmosferik bas›nca ra€men Ay ve Günefl’in Atlantik’teki etkisini burada da gör memiz mümkün.” K›y›ya indik. Bir süre sonra, amcam›n hakl›l›€›n› anlad›k. Sular kabarmaya, dalgalar k›y›ya vurmaya bafllad›. Dalgan›n üstündeki köpüklerden, üç metre kadar bir yükselme olaca€› anlafl›l›yordu.
56
“Mükemmel bir olay!” diye ba€›rd›m. Amcam her fleyin do€al oldu€unu düflünüyordu ama bana ola€anüstü geliyordu. Profesör burada yaflananlar›n aksinin bir kan›t› olmad›€› için flafl›rma n›n anlams›z oldu€u kan›s›ndayd›. Öyleyse yer kabu€unun alt›nda baflka okyanus lar, ormanlar olmal›yd›. Hatta denizde farkl› türden bal›klar bulmak bile mümkündü. Amcama: “Haydi amca, olta atal›m.” dedim. Amcam sab›rl› davranmam› ve flu an yapma m›z gereken daha önemli fleyler oldu€unu söyledi. Amcamdan nerede oldu€umuzu ö€rendim. ‹zlan da’dan sekiz yüz yetmifl befl mil uzakta ve seksen sekiz mil derindeydik. Pusulam›z güneydo€uyu gös teriyordu. Fakat dünyadaki gibi bat›ya do€ru on dokuz derece k›rk befl saniyelik bir sapma vard›. Amcam: “Manyetik bir alan olan Kutup, yeryüzüyle bizim bulundu€umuz yerin aras›nda olmal›. Ama man yetik alan, derin bir yerde de€il. Çünkü pusulan›n ibresi Kuzey Yar›m Küre’de oldu€u gibi kutbu gös
57
termek yerine yukar› do€ru döndü.” “Derinli€imizin, ‹skoçya’n›n da€l›k alan›n›n alt›n da oldu€umuzu gösteriyor.” dedim. “Peki, flimdi plan ne? Yeryüzüne dönecek miyiz?” diye sordum. “Yeryüzü mü? Hay›r, yolculu€uz henüz bitmedi. Devam ediyoruz.” “Ama amca, bu denizi nas›l geçece€iz?” “Bu okyanusun da k›y›lar› vard›r. Yetmifl ila yüz mil kadar uzakta k›y›ya ulaflaca€›m›z› san›yorum.” “Evet Axel! Bir ge mi miz yok. Ama Hans bir sal yap›yor flu anda.” “Olamaz! Hans, a€açlar› nas›l devirebildi ki?” “O, devrilmifl a€aç lar dan, sa€ lam bir san dal yapmaya çal›fl›yor. Gel, birlikte yan›na gidelim.” Bir süre sonra, Hans’›n oldu€u yere vard›k. Sal›n yar›s› tamamlanm›flt› bile. Burada öyle çok a€aç vard› ki bir orduya yetecek kadar sal yap›labilirdi. Sonraki gün, sal tamamlanm›flt›. Denemek için Linderbrock Denizi’ne b›rakt›k. Sa€lam oldu€u her hâlinden belliydi. 13 A€ustos’ta, erken saate kalkt›k. Bugün sal yol culu€umuz bafllayacakt›.
58
Sala, yelken açabilece€imiz iki a€aç ve bunlara dik bir a€aç ba€lanm›flt›. Battaniye, yelken görevi yapacakt›. Her fley normal gidiyordu. Eflyalar sala yüklendikten sonra saat alt›da yola koyulduk. Amcam, isim koymak için bu liman› da unutma m›flt›. Buras›n›n çok güzel oldu€unu düflünerek ‘Gra üben Liman›’ olmas›n› istedi. Niflanl›m›n ismi sonsuza dek burada yaflayacakt›. Hans, dümene geçti. Kuzeybat›dan esen rüzgâr› arkam›za alarak yola ç›kt›k. Bir saat sonra, amcam h›z›m›z› hesaplad›: “Bu h›zla günde yetmifl befl mil yapar›z. Böylece k›sa sürede karfl›ya geçebiliriz.” dedi. Çevrede, gri bulutlar yüzünden kasvetli bir hava vard›. Elektrik ›fl›€›, sal›n ilerlerken arkas›ndan ç›kar d›€› köpüklere yans›yarak parl›yordu. K›sa süre son ra kara gözden tamamıyla kayboldu. Birden karfl›m›za denizin dört yüz metre derinli €inde yetiflen, dört yüz atmosferlik bas›nca daya nabilen kocaman yosunlar ç›kt›. Denizin yüzeyini tamamıyla kaplad›lar. Böylesi yosunlar› daha önce hiç görmemifltim. Yosunlara tak›lmamak için Hans
59
60
dümen k›rd›. Tam bitti derken, tekrar bafll›yordu yosunlar. Onlar› seyretmek can›m› s›kmaya baflla m›flt›. Kendi kendime “Acaba, bu yosunlar Dünya’n›n olufltu€u ilk ça€larda nas›l görünüyordu?” diye düflünüyordum. Gökyüzünün ayd›nl›€› gece yar›s›na ra€men azalmam›flt›. Bu bizim için büyük bir flanst›. Yemek ten sonra derin bir uykuya dalm›fl›m. Graüben Liman›’ndan ayr›l›rken, okyanus yolcu lu€uyla ilgili bütün notlar› benim tutmam› istemiflti amcam. Bu notlar› aktararak yolculuk hakk›nda daha çok ayr›nt› verebilirim. “14 A€ustos Cuma: S›cakl›k otuz iki derece. Tam rotam›zday›z. Rüzgâr yönü kuzeybat›. Sal›m›z h›z la yoluna devam etmekte. Hans ö€le üzeri bir ipin ucuna küçük bir et parças›n› takarak denize att›. ‹ki saat kadar hiçbir sonuca ulaflamad›. Ama sonra birden olta afla€› do€ru çekilmeye bafllad›. Olta y› yukar› do€ru çekmeye bafllad›k. ‹pin ucuna bir bal›k tak›lm›flt›. Hepimiz heyecanlanm›flt›k. Bu bir mersin bal›€›yd›. Bal›€› biraz inceledikten sonra bafl
61
ka bir sonuca vard›k. Vücudunun üst k›sm› k›lç›klarla kapl›, yuvarlak ve yass› bafl› olan küçük bir bal›kt›. Mersin bal›€› denen familyadan oldu€u anlafl›lan bal›€›n diflleri ve kuy ru€u yoktu.” Amcam: “Böyle bir bal›€› canl› ele geçirmek hayret verici ve bir bilim adam› için anlat›lmaz bir onur. Bu hay van›n soyunun as›rlar önce tükendi€i bilinir. Hatta devonik ça€da bile bunlar›n fosilleri bulunur.” dedi. “Bu bal›k hakk›nda baflka ne biliyorsun amca?” “Yer alt›nda yaflad›klar› varsay›lan birçok bal›k tan farkl› bir tür. Bu, Pterychtis türünden. Ama bal›k kör!” “Kör mü?” “Yani bunun gözleri yok!” Hemen bal›€› incelemeye bafllad›m. Amcam hakl›yd›, bal›€›n gözleri yoktu. Bu okyanusta daha baflka bal›klar da olabilece€ini düflünerek oltay› suya b›rakt›m. K›sa süre içinde birçok Pteryctis ve yine soyu çoktan tükenmifl Dipteridis bal›klar›ndan tuttuk.
62
Gezimiz daha da ilginçleflmeye bafllam›flt›. Dür bünü alarak incelemeye bafllad›m. Ortal›k sessizdi. Gökyüzüne do€ru bakt›m. Her an karfl›ma koca man korkunç bir kufl ç›k›p beni pençeleriyle yukar› çekecekmifl gibi geldi. Kendimi bir an hayal âlemin de buldum. Suda eski ça€ kaplumba€alar›n›n yani dev chersiteslerin yüzdü€ünü; k›y›da karanl›klar içerisinde lepotherjumlar›n dolaflt›€›n›; Dünya’da ki ilk maymun türü olan protopithecan›n yüksek kayalara t›rmand›€›n›; büyük ve güçlü kufllar›n genifl kanatlar›n› açarak tavana do€ru yükseldi€ini kolay l›kla hayal edebildim. Bir anda, eski ça€lara yolculuk yapm›fl ve bütün o yarat›klarla göz göze gelmifltim. Gerçek Dünya’y› unutmufl, bir sal›n üzerinde bulundu€umu akl›mdan ç›karm›flt›m. Amcam›n: “Dikkatli ol, Axel. Saldan düflmek üzeresin!” demesiyle irkildim. Tam düflecektim ki Hans haya t›m› kurtard›. Amcam öfkeyle: “Ne yapmaya çal›fl›yorsun, Axel? Delirdin mi?”
63
diye ba€›rd›. “Affedersin amca. Birden kendimi bir hayal dün yas›nda buldum. Ama flimdi iyiyim. Sizde her fley yolunda m›?” “fiimdilik hiçbir sorun yok. Rüzgâr ve deniz k›sa sürede karaya varmam›za yard›mc› oluyor.” Dürbünü al›p aya€a kalkt›m. Fakat karaya dair hiçbir fley göremedim. “15 A€ustos Cumartesi: Etraf sessiz ve s›k›c›. Karaya dair hiçbir fley yok ortada. Deniz dümdüz.” Amcam dürbünle sürekli çevreyi gözlüyordu. Öfkeli oldu€u, as›k surat›ndan belli oluyordu. Dayanamay›p sordum: “Amca, bir sorun mu var?” “Hay›r, bunu da nereden ç›kard›n?” “O zaman sab›rs›zlanmaya mı bafllad›n?” “Evet, bu da çok normal.” “Yavafl gidiyoruz.” diyordum ki amcam müdaha le etti. “Hay›r, yavafl de€iliz. Ama bu deniz oldukça büyük!” dedi. Amcam yolculu€un bafl›nda yüz mil sonra k›y›ya
64
varaca€›m›z› söylemiflti. Ama iki yüz elli mili geçti ve hâlâ çevrede kara görünmedi. Profesörün oldukça gergin oldu€unu fark ediyordum. Bu yüzden onu rahatlatmaya çal›flt›m: “Amca, Arne Saknussem’in izledi€i yoldan ilerle di€imize göre...” Amcam sözümü kesti ve ümitsiz bir sesle: “Acaba do€ru yolda m›y›z?” dedi. “Bence, yanl›fl bile olsa manzara mükemmel. Pifl man olmaya gerek yok...” Bunu duyunca çok öfkelendi: “Benim manzaraya ihtiyac›m yok! Asla döneme yece€im bir karar verdim ve bunu baflaraca€›m!” diye hayk›rd›. Bir daha bu konuyla ilgili konuflmad›m. “16 A€ustos Pazar: Yolculuk ayn› seyrinde devam ediyor. Rüzgâr biraz sert esiyor, deniz durgun. Deni zin derinli€ini ölçmek için bir baltay› iple ba€laya rak iki yüz kulaç kadar derine b›rakt›k. Ama dibe ulaflamad›k. Baltada s›k›flt›r›lm›fl gibi izler vard›.” Biz baltan›n üzerindeki izlerin ne oldu€unu anla maya çal›fl›rken, Hans elleriyle a€z›n› iflaret ederek
65
bize izlerin difl izi oldu€unu anlatt›. “Nas›l? Difl izi mi?” diye ba€›rd›m. Gerçekten de bunlar difl izleri ve bunlar› yapan çok büyük bir yarat›k olmal›yd›. ‹yice korkmaya bafl lad›k. “17 A€ustos Pazartesi: ‹rkilerek uyand›m. Korku yorum. Belki de ilk ça€lara ait canavarlar flu an etraftalar. Oysa yaflayan hiçbir insan onlardan birini bile göremedi. Sadece fosilleflen kemikler birleflti rilerek bilgi edinilmeye çal›fl›ld›.” Daha önce, eski ça€dan kalma dev bir yarat› €›n iskeletini, bir müze ziyareti s›ras›nda görmüfltüm. fiimdi, bu dev yarat›€›n canl› olabilece€ini düflün mek tüylerimi diken diken ediyordu. Bu olaydan sonra, amcam da etraf› kontrol edi yordu. Endiflem gitikçe art›yordu. Silahlar› kontrol etti€im s›rada, deniz birden dalgalanmaya bafllad›. Bir sorun vard› ve bize do€ru yaklafl›yordu. “18 A€ustos Sal›: Nöbet s›ras› Hans’ta. Uykumdan müthifl bir sars›nt›yla uyand›m. Sal›m›z su yüzeyinden otuz metre yükseldi ve ileriye f›rlat›ld›.” Amcam:
66
“Neler oluyor? Karaya m› oturduk?” diye seslendi. Rehberimiz yan›t veremedi. Sadece çeyrek mil ötede, suya bat›p ç›kan iri bir fleyi gösterdi. “Bu çok tu haf bir hay van! Bir kap lum ba €a! Yan›nda kocaman diflleri olan bir timsah var! Amca ne yapaca€›z?” “Bak, biraz ileride kocaman bir balina!” “Buradan uzaklaflmam›z mümkün de€il! Birçok deniz hayvan› var çevrede. Bize do€ru geliyorlar. Silah›mla onlar› vurmal›y›m.” “Hay›r Axel! Kal›n pullarla kapl› bu yarat›klara kur flun ifllemez!” Baz› hayvanlar bir süre sonra yok oldu ama y›lan ve timsah hâlâ sal›n çevresindeydiler. Niflan alm›fl atefl edece€im s›rada, iki yarat›k birbirinin üzerine at›ld›. Yarat›klar›n savafl› s›ras›nda, di€er yarat›klar da ortaya ç›kt› . Bu arada Hans bana “iki” iflareti yap›yordu . Yani sadece iki tane yarat›k vard›. Amcam dürbünle bakarak Hans’› do€rulad›: “Yarat›€›n biri, üstünde kaplumba€a kabu€u olan bir deniz y›lan›, di€eri ise diflleri timsah›, vücu
67
dunun fliflli€i kaplumba€ay› ve bafl› da kertenkeleyi and›ran korkunç bir yarat›k.” dedi. Aradan uzun zaman geçmesine ra€men savafl, korkunç t›slama sesleriyle devam ediyordu. Deniz kabard›kça kabar›yordu. Biz, elimiz tetikte bekliyor duk. Bir ara canavarlar gözden kayboldu. Denizde büyük bir girdap olufltu. Bizi de içine almas›ndan kor kuyor dum ki y›lana ben zeyen canavar bir den su üstüne ç›kt›. Yaralanm›flt› ve debelenip duruyordu. Daha fazla dayanamad› ve cans›z bedeni denizin derinliklerinde kayboldu. Kertenkeleye benzeyen di€er yarat›k ise ortal›kta gözükmüyordu. “19 A€us tos Çarflamba: Bugün deniz dur gun. Rüz gâr›n h›z l› esifli, bizi savafl alan›n dan git tik çe uzaklaflt›rd›. Hâlâ karaya dair bir fl ey göremiyoruz.” “20 A€us tos Perflembe: S›cakl›k artt›. Dokuz mil h›z la iler liyoruz. Rüz gâr kuzey ve kuzey do€udan hafif çe esiyor. Uzak ta, deniz dal galar›n›n vurarak sesler ç›kard›€› bir ada olmal›.” Dürbünü ald›m, çevreye iyice göz gezdirdim. Ada falan göremedim. San ki bir ça€ layan dan geliyordu sesler. Ama öyle olsa deniz ak›nt›l› olurdu. Bunu denemek için suya bofl bir flifle b›rakt›m ama
68
oldu€u yerde duruyordu. Hans ö€leden sonra saat dörtte tekrar dire€e t›rmanarak çevreyi izledi. Sesini çıkarmadan bir nok taya do€ru bakakald›. Neler oldu€unu ö€renmek için amcam, Hans’a seslendi. Hans direkten afla€› in di ve yine hiç birfley söy lemeden güneyi iflaret etti. Bu kez amcam dire€e t›rmand› ve büyük bir çoflkuyla: “‹leride gökyüzüne do€ru yükselen bir su sütunu görüyorum.” dedi. “Olamaz! Bir su canavar›yla daha karfl›laflmamak için dümen k›r›p yolumuzu de€ifltirmeliyiz amca.” Amcam bu fikrime karfl› ç›kt›: “Bunun ne oldu€unu ö€renmeliyim. O yöne gidiyoruz.” Am cam ve Hans önümüz deki teh likenin far k›n da de€ilmifl gibi sakindiler. Otuz mil kadar ileride kocaman ve koyu renk li bir canavar havaya su püskürtüyordu. Biz ona gittikçe yaklafl›yorduk. Art›k hepimiz korkmaya bafllam›flt›k. Hans, Danimarka diliyle ‘Home’ diyerek ilerideki cismi gösteriyordu. Son ras›n da am cam “Bu bir ada ve püs küren sular bizim sad›k suyumuz Hans back gibi yer den
69
ç›k›p gökyüzüne yükseliyor.” dedi. Bu, canavara benzetti€imiz büyük bir ada, bir do€a harikas›yd›. Elektrik ›fl›klar› da gökyüzüne yük selen sulara vuruyor ve eflsiz bir gökkufla€› oluflturu yordu. Korkumuzun yersiz oluflu bizi çok sevindirmiflti. Adaya yanaflt›ktan sonra hemen kendimi saldan d›flar› att›m ve bu harika güzellikleri incelemeye koyuldum. Amcamla birlikte etraf› geziyorduk. Yer lerde kum ve sünger tafl› kar›fl›k granitler gördük. Ayr›ca buras› öylesine s›cakt› ki sanki birazdan eriyip buharlaflacakt›k. Püsküren suya termometreyi sokunca, derecenin yüz altm›fl üçü gösterdi€ini gördüm. Her taraf kay nar suyla kapl›yd›. Nedenini bilmiyorum ama bu ›s› bizi fazla etkilemedi. Ancak bildi€im bir fley vard›. Bu yolculu€un devam›nda, termometrenin göstermeye gücü yet meyecek s›cakl›klarla karfl›laflacakt›k. Graüben Liman›’n dan alt› yüz yetmifl befl mil, ‹z lan da’dan da bin befl yüz elli mil uzak ta, ‹n gil tere’nin alt›ndayd›k. Buradan ayr›l›rken, bu volkanik adac›€a amcam benim ad›m› verdi: Axel Adas›. “21 A€ustos Cuma: Axel Adas› gözden kaybol
70
du. Bugün gökyüzü normal de€il. Koyu gri bulut lar, kümeler hâlinde toplan›p denize iyice yaklaflt›. Görüfl alan›m›z iyice azald›. Elektrik ›fl›klar› da gri bulutlar› afl›p bize ulaflam›yor. Güneyde kümülüs bulutlar› toplanm›fl, savafla gidermifl gibi öfkeyle üzerimize do€ru geliyor. Yeryüzünde, f›rt›na baflla madan önce bu bulutlar›n, bu flekilde biriktiklerine dikkat etmifltim. Sal›m›z denizde hareketsiz duruyor. Rüzgâr durdu. Neredeyse bir kas›rga ç›kmak üzere.” Amcama: “Dire€i ve yel ken leri in direlim, f›rt›na geliyor.” dedim. “Kesinlikle hay›r! F›rt›na umurumda de€il!” diye hayk›rd›. Bu konuflma geçti€i s›rada, birden buharlar yo€unlaflt›. Gökyüzünde korkunç flimflekler çakma ya, y›ld›r›mlar düflmeye bafllad›. Deniz olabildi€ince kabard› ve bizi oradan savurdu. Deftere birkaç sat›r yazabildim ancak. S›k›ca sala tutunuyorduk. Tepemizde korkunç gök gürültüleri ç›k›yor, tutundu€um direk gittikçe e€iliyordu. “22 A€ustos Cumartesi: Dinmek bilmeyen f›rt›na
71
bizi h›zla götürüyor. Bulutlar elektrik yüklü ve s›kl›kla atefl toplar›na benzer y›ld›r›mlar düflüyor. Termo metreye bakt›m ama say›y› seçemiyorum. Is› çok yükseldi.” “24 A€us tos Pazartesi: Bütün efl yalar› ve ken dimizi sala ba€lad›k. F›rt›na gittikçe fliddetleniyor. Günlerdir hiç konuflmuyoruz. Konuflsakda bu gürül tüde birbirimizi duyamay›z.” Birden bir atefl topu, yelkene ve dire€e isabet etti ve onlar› inan›lmaz bir flekilde yükseklere savurdu. Korkumuz had safhaya ulaflt›. Yirmi befl cm uzun lu €un da bir atefl to pu sa la do€ru geldi. Silahlar›n onu bir m›knat›s gibi çekti€ini anlam›flt›m. Sal›n korkunç bir flekilde sallanmas›yla aya€›m silah çuval›n›n alt›nda kald›. E€er bir saniye daha aya€›m› çekmekte gecikseydim korkunç y›l d›r›m beni de al›p f›rlatacakt›. “25 A€ustos Sal›: F›rt›na devam ediyor. H›z›m›z sürekli art›yor. ‹ngiltere’nin ve Manfl Denizi’nin alt›n dan geçip Fransa’y› geride b›rakt›k.” Bunlar defterimdeki son yaz›lard›. Neyseki denize düflmekten son anda kurtarm›flt›m onu. Sonra kayal›klara büyük gürültüyle çarpt›k. Hans beni tutmasa denize savrulacakt›m.
72
Kendimize geldi€imizde, kayalar›n üstünde uza n›yorduk. Amcam pusulan›n kuzey ucunun, bizim güney olarak bildi€imiz yönü iflaret etti€ini söyledi. F›rt›na bizi, bafllad›€›m›z noktaya geri getirmiflti. Ama buralarda, Graüben Adas› ve mantar orman› görünmüyordu. Bir süre sonra amcam: “Yolculuk bafll›yor, haydi sala!” diye seslendi. Karfl› ç›kmak anlams›zd›. Eflyalar› Hans’›n onard›€› sala yükledik. Bu arada, amcam›n vazgeçmesi için dua edi yordum. Profesör: “Bizi tekrar buraya getiren, kaderimiz. fiimdi her yeri daha fazla incelememiz gerek.” dedi. Graüben Liman›’n›n daha bat›s›nda olmal›yd›k. Yelkenler indi, tekrar k›y›ya yaklaflt›k. Amcamla birlikte içerilere do€ru ilerledik. Bir kilometre kadar sonra, yürümek zorlaflt›. Etrafta çukurlar ve küçük tepecikler belirdi. Birden her yer, göz alabildi€ine kemikle doldu. “Burada, yirmi yüzy›ll›k bir tarih yat›yor olmal›.” dedim.
73
Birçok müze buradaki kemiklere karfl›l›k bir servet verebilirdi. Amcam›n yüz ifadesi birden de€iflti. Kafas›n› ilk önce yukar› kald›rd› ve yavaflça afla€› indirdi. Heyecanla: “Axel, burada bir insan kafatas› var!” dedi. “Nas›l? ‹nsan kafatas› m›?” diyebildim. fiaflk›nl›k tan dilimi yutacakt›m. “Kim bilir, flu an kaç bilgin benim yerimde olmak isterdi!” diye hayk›rd›. Amcam, bu kemiklerle ilgili uzun ve s›k›c› bir aç›k lama yapt›. Yar›m saat kadar kemiklerin üzerinde yol ald›k. Bir iki kilometre sonra bir orman belirdi. Karfl›m›z da, üçüncü zamana ait devasa bitkiler vard›. Türü ne rastlayamad›€›m›z, yeryüzünde olmayan çam, servi, palmiye ve daha birçok a€aç vard›. Çiçekler renksiz ve kokusuzdu. Hepsi solgundu. Amcam tam orman›n içine ad›m atm›flt› ki geri çektim. Çünkü k›m›ldayan bir fley görmüfltüm. Amcam ormanda bir insan oldu€unu, flaflk›n bir ifadeyle bana söyledi. ‹nan›lmazd›. Dört yüz metre ileride kocaman bir adam vard›.
74
75
H›zl› ad›mlarla bu korkunç yerden uzaklaflmaya bafllad›k. Sola do€ru ilerliyorduk ki yerde parlayan bir cisim gördük. Amcam parlayan cismi eline ald› ve bu cismin bir hançer oldu€unu söyledi. Ama bu hançer ne amcama aitti ne de Hans’a. Eski ça€larda yap›l mas› da imkâns›zd›. Çünkü çelikten yap›lm›flt›. Pro fesör cismi inceledikten sonra: “Bu, alt›nc› yüzy›la ait.” dedi. “Yani birisi bizden önce buraya gelmifl!” diye heyecanla ba€›rd›m. “Acaba o insan bu hançeri niçin kulland›?” “Amca, buldum! Bu hançerle bize bir iflaret b›rak m›fl olmal›.” diyerek çevreye araflt›rmaya bafllad›m. Bir süre sonra iflte o yaz›y› gördük. “A. . . S. . . Yani Arne Saknussem...” Geri dönüp eflyalar› sala yükledik ve iflaretin bulundu€u yöne do€ru yol ald›k. K›sa bir yolculuk tan sonra k›y›ya vard›k. Biraz yürüdükten sonra kar fl›m›zda bir kaya belirdi. Yol kapanm›flt›. Amcama bu yolu dinamitle açabilece€imizi söy ledim, kabul etti. Hans bu sert kayaya bir süre yar›k açmaya çal›flt› ve baflard›. Ma€aradan d›flar› kadar uzanan bir fitil
76
haz›rlad›k ve yar›€›n içine yerlefltirdik. Ertesi gün, fitili ateflledim ve h›zla oradan ayr›l d›m. Çok fazla ses ç›kmamas›na ra€men, birden kayalar aç›l›verdi. Sars›nt›yla sala yap›flt›k. Kayan›n di€er taraf› uçurum olmal›yd› ve deniz suyuyla bir likte sal›m›z da uçuruma ilerliyordu. Birbirimizin sesini duyam›yorduk. Çok h›zl› ilerliyorduk. Hans elektrik lambalar›ndan birini yakt›. Karanl›k az da olsa ayd›nland›. Ama bu uzun sürmedi ve fener söndü. Hava ak›m›na s›rt›m›z› dönmeseydik bo€ulabilirdik. Düflüyorduk. Üçümüz birbirimize s›ms›k› sar›ld›k. Birden sal bir fleye çarpm›fl gibi durdu. Her taraf›m›z yara bere içinde kalm›flt›. Yolculuk sona ermemiflti. Tam “Rahatlad›k.” derken sal›m›z bu defa korkunç bir h›zla yükselmeye bafllad›. Hava bas›nc› ve ›s›, nefes darl›€›na neden olu yordu. Aradan geçen birkaç saate ra€men, hâlâ durum ayn›yd›. Duvarlardan atefller ç›k›yordu. Is› dayan›lacak gibi de€ildi. Herhâlde altm›fl derecenin üstündeydi. Su da ayn› flekilde s›cakt›. Pusula ç›ld›rm›flças›na dönüyordu. Bütün bunlar deprem iflaretiydi. Art›k sonumuz gelmiflti. Düflüncelerimi amcama söyledim.
77
“Hay›r Axel, çok daha iyi bir durumday›z. Dep rem de€il ama sönmemifl bir yanarda€›n içindeyiz.” dedi. Kim bilir hangi yanarda€›n içinde, yeryüzüne do€ ru yükseliyorduk. Birden çevremizde kükürt alevleri belirdi. Bunlar, patlama s›ras›nda ortaya ç›k›yordu. Böyle bir s›ca€a hiç flahit olmam›flt›m. Yetmifl dere ceyi de aflm›flt›. Yükselip durmalar sürekli devam ediyordu. Sayamad›m kaç defa durdu€umuzu. Kendimden geçmiflim. Kül ya€murlar›, alev, s›cak, gürültü... Neler oldu€unu kesik kesik hat›rlayabiliyor dum. Uyand›€›mda, Hans beni kemerimden tutuyordu. Di€er yandan da amcama destek oluyordu. Hans ikinci kez hayat›m› kurtarm›flt›. Amcam: “Buras› çok s›cak. Patlamalar sürüyor, hemen afla€› inmeliyiz.” dedi. Da€›n yamac›ndan inerken saçmal›yordum: “Dünya’y› bir uçtan di€er uca dolaflt›k. Avru pa’n›n aksi taraf›nda bir yerdeyiz.” Açl›ktan ve susuzluktan bitkin düflmüfltük. ‹ki saat kadar yürüdükten sonra, yeflillik bir alana geldik ve çimenlikte so€uk bir kaynak suyu bulduk.
78
79
Kana kana içtik. Sonra orada bir çocukla karfl›laflt›k. Tam kaça ca€› s›rada, Hans onu tuttu. ‹lk önce Almanca, son ra da baflka dilleri kullanarak da€›n ad›n› sordu. Çocuk “Stromboli” diye yan›tlad›. Do€uda, Kalambil Da€lar› vard›. Akdeniz’in orta s›ndayd›k. Buras› harika bir yerdi. Meyve yiyip su içerek kendimize geldik. Bu arada, Hans’›n yolculu€u da tamamlanm›flt›. On haftal›k ücretini ald› ve yan›m›zdan ayr›ld›. Stromboli’de bir süre dinlendik. Oradaki bal›kç›lar bize çok s›cak davrand› ve bizi misafir ettiler. Sonra memlekete döndük. Dünya’n›n merkezine seyahat yapt›€›m›z›n duyul mas›, dünyada büyük ilgi ve heyecanla karfl›land›. Günlerce bizim yolculu€umuz anlat›ld›. Gazeteler, dergiler hep bizden bahsetti. O yolculuktan sonra, amcam dünyan›n en mut lu bilim adam›, ben de dünyan›n en mutlu damad› oldum. Çünkü niflanl›mla evlendim. Çekti€imiz onca s›k›nt›y›, çileyi geride b›rakm›fl ve ünlü insanlar olmufltuk...
80