organized_merged_organized Flipbook PDF


57 downloads 101 Views 23MB Size

Recommend Stories


Porque. PDF Created with deskpdf PDF Writer - Trial ::
Porque tu hogar empieza desde adentro. www.avilainteriores.com PDF Created with deskPDF PDF Writer - Trial :: http://www.docudesk.com Avila Interi

EMPRESAS HEADHUNTERS CHILE PDF
Get Instant Access to eBook Empresas Headhunters Chile PDF at Our Huge Library EMPRESAS HEADHUNTERS CHILE PDF ==> Download: EMPRESAS HEADHUNTERS CHIL

Story Transcript

NO: 1

BİZDEN SİZE...

KUM SAATİ Sami Yangın Anadolu Lisesinden TANE TANE

EN İYİ ÜÇ FİLM. Bizden size..

DOĞANIN YASALRI Evrenin kanununu anlamak

ANTONİESSE ÇAĞI NEDİR?

KARTALLAR UÇABİLİR Mİ?

Sosyoloji temelleri

Hayvanlar alemine seyehat.

MAHMUT SAMİ YANGIN HAYRATI

-1948 YILINDA KAYSERİ'DE DOĞDU. -İLK, ORTA VE LİSE TAHSİLİNİ KAYSERİ İMAM HATİP LİSESİNDE TAMAMLADI. -BABASININ TEKSTİL, PLASTİK, KÂĞIT VE İNŞAAT İŞLERİ DOLAYISI İLE ÇOCUKLUK YAŞLARINDAN İTİBAREN TİCARET HAYATININ İÇİNDE BULUNDU. -KENDİ TİCARETHANESİNİ 1966 YILINDA (18 YAŞINDA İKEN)KAYSERİ'DE KURDU -1966 YILINDAN 1981 YILINA KADAR İPLİK VE TEKSTİL TİCARETİNİ, YOĞUN BİÇİMDE YAPTI. -1981 YILINDA SAYGIN TEKSTİL TİCARET VE SANAYİ A.Ş. Nİ KURARAK, SANAYİCİLİĞE GİRDİ. -1996 YILINDA SAYYÜN TEKSTİL TİCARET VE SANAYİ A.Ş. Nİ, 2003

-YILINDA SAYMEN MENSUCAT İŞLETMELERİ A.Ş.Nİ, 2005 YILINDA İSE SAYENERJİ ELEKTRİK ÜRETİM A.Ş.Nİ KURARAK, SAYGIN ŞİRKETLER GRUBUNU OLUŞTURDU. -TÜM BU ŞİRKETLERİN FABRİKA İNŞAATLARINI VE YÖNETİM SİSTEMLERİNİ KENDİSİ ORGANİZE ETTİ. -YİNE, 1983-2001 DÖNEMİ SÜRECİNCE, KENDİ İŞLERİ YANINDA; BİRLİK MENSUCAT A.Ş. , ERBOSAN A.Ş. VE LÜKS KADİFE A.Ş. GİBİ ŞİRKETLERDE YÖNETİM KURULU BAŞKANLIĞI VE ÜYELİĞİ GÖREVLERİNDE BULUNDU. -ANAVATAN PARTİSİNDE 2 YIL İL BAŞKANLIĞI YAPTI. -1984–1985 DÖNEMİNDE KAYSERİ SPOR KULÜBÜNÜN BAŞKANLIĞINI YAPTI. KAYSERİ MERKEZİNDE MAHMUD SAMİ YANGIN ANADOLU LİSESİNİ, ÖZVATAN KASABASINDA MERHUM BABASININ ADINA ÖZVATAN DURAN YANGIN İMAM HATİP LİSESİNİ YAPTIRMIŞTIR. 1983 YILINDA YEMLİHA KASABASINDA MAHMUD SAMİ YANGIN İLKÖĞRETİM OKULUNU YAPTIRARAK EĞİTİME KATKIDA ÖNCÜLÜK ETTİ. -ANNESİ ŞÜKRİYE YANGIN ADINA BİR CAMİ YAPTIRARAK, HAYIRSEVERLİK ZİNCİRİNE BİR YENİSİNİ EKLEMİŞTİR. -ERCİYES ÜNİVERSİTESİ VAKFI ÜYELİĞİ VE KAYSERİ SANAYİCİ –İŞADAMLARI DERNEĞİ KURUCU ÜYELİĞİ YAPMIŞTIR. -KAYSERİ SANAYİ ODASI MECLİS BAŞKANLIĞI GÖREVİNİ DÖRT YIL YAPTI. EVLİ VE ÜÇ ÇOCUK BABASI OLAN HAYIRSEVERİMİZ M.SAMİ YANGIN , 2 ARALIK 2020 TARİHİNDE KAYSERİ'DE VEFAT ETMİŞTİR. -HAYIRSEVERİMİZİN VASİSİ OLAN YANGIN AİLESİ VE SAYGIN TEKSTİL A.Ş. OKULUMUZA MADDİ-MANEVİ DESTEĞİ İLE M.SAMİ YANGIN'IN HATIRASINI YAŞATMAYA DEVAM ETMEKTEDİR.

SYAL AİLESİ OLARAK

Rahmet ve Özlem ile Anıyoruz

Sami Yangın'dan Mezun Olmak

Yunan Mitolojisi Gaia, Khaos’tan sonra meydana gelen, tanrıdan çok dünyayı, yeri ve evrensel bir öğe olarak toprağı

simgeleyen kozmik bir varlıktır. “Bütün ölümsüzlerin sürekli, sağlam tabanı” olarak tanımlanan Gaia,

“parthenogenesis” (kendi kendine doğurma) prensibine göre; ilk önce Uranos’u (Gök), sonra Dağları

ve Pontos’u (Deniz) yaratır. Sonrasında Uranos ile birleşen Gaia, Titanları (Okeanos, Koios, Hyperion,

İapetos, Theaia, Rheia, Themis, Mnemosyne, Phoibe, Thetys ve Kronos), daha sonra Zeus’a şimşek ve

yıldırımları verecek olan alınlarında tek gözleri bulunan Kyklopları (Brontes, Steropes, Arges) ve yüz

kollu, elli başlı Hekatonkheirleri (Kottos, Gyes, Briareos) doğurur. Daha sonra kendi doğurduğu

Pontos ile birleşen Gaia; Nereus, Thaumsai, Phorkys, Keto ve Eurybie’yı doğurur. Gaia, son olarak

Tartaros’la birlikte olarak bütün canavarların babası ve en tehlikelisi sayılan, yarı yılan-yarı insan

Typhon’u doğurur. Gaia ile Uranos’un birleşmesinden sonraki süreçte, evrene egemenlik savaşının ilk belirtisi olan olay

gerçekleşir. Uranos, hem iğrendiği hem de elinden iktidarını almalarından korktuğu Kyklopları ve

Hekatonkheirleri tek tek Tartarosa hapseder.Bunun üzerine Gaia, “Benden ve bir azılı varlıktan doğan

oğullarım, Suçlu bir babanın cezasını verelim, Dinleyin beni, Ne kadar babanız da olsa bu varlık, Odur

kötülükleri ilkin tasarlamış olan.” Diyerek Titanları, babaları olan Uranos’u cezalandırmaları için

kışkırtır ve çelikten bir tırpan yapar. “Ana, ben göreceğim bu işi, sözüm söz, Kötü bir babaya acımam,

babamız da olsa, Kötülükleri ilk tasarlayan odur madem.” Diyen Kronos, Uranos’u cezalandırmayı

kabul eder. Bunu duyan Gaia, tırpanı Kronos’a vererek ona pusuya yatmasını söyler. Gece Uranos

Gaia’nın yanına gelip yatacağı sırada, Kronos pusuya yattığı yerden çıkarak sol elini uzatıp sağ elindeki

tırpanı Uranos’a doğru sallar..Etrafa saçılan kanlardan Erinysler, devler ve Dişbudak Perileri (Melia’lar) meydana gelir. Kanayan yerlerin denizdeki köpüklerle buluşmasından da Güzellik Tanrıçası Afrodit

doğar.

Titanlar, daha sonra Kyklopları ve Hekatonkheirleri, Tartaros’dan çıkarır. Kykloplar ve Hekatonkheirlar

da, minnettarlıklarının bir göstergesi olarak Kronos’a bir saray inşa edip, Kronos’u evrenin hakimi

olarak ödüllendirirler. Fakat Kronos, evrenin hakimiyetini eline alır almaz, onları tekrar Tartaros’a

hapseder. Rheia, kardeşi Kronos ile birlikte olarak, Olympos Tanrıları olarak da bildiğimiz; Hestia,

Demeter, Hera, Hades, Poseidon ve en son olarak Zeus’u doğurur. Fakat Kronos, tıpkı babası Uranos

gibi zorbaca davranarak, çocuklarını teker teker yutar. Çünkü Uranos ve Gaia, çocuklarından birinin

kendisini tahtından edeceğini Kronos’a kehanet etmişlerdir. Bu yüzden doğacak çocuklarından birinin,

kendisini öldürüp yerine geçeceğinden korkmaktadır.

Zeus’un doğumundan önceki bütün çocukları Kronos tarafından yutulan Rheia, Zeus’a gebe

kaldığında, Gaia ve Uranos’a Zeus’u Kronos’tan gizli doğurmak için yalvarır. Gaia, Girit Adası’ndaki

mağarada gizlenen Zeus’a bakması için, Melisseus’un kızları Dişbudak Perisi Adrestia ile onun kız

kardeşi İo’yu ve Amaltheia’yı tayin eder. Zeus burada, üvey kardeşi Pan ile birlikte, Amaltheia’nın

sütünün yanı sıra balla beslenir.Zeus büyüyüp olgunluk çağına geldikten sonra, Okeanos Irmağı

kıyısında, dişi Titan Metis ile karşılaşır. Metis’in Zeus’u yönelendirmesi sonucunda, annesi Rheia’yı

ziyaret eden Zeus, annesine babası Kronos’tan intikam alabilmesi için, kendisini Kronos’un sakisi

yapmasını söyler. Rheia, bunu hemen kabul eder. Bazı anlatılarda ise; Metis, ona Kronos’u kusturmak

için hazırladığı karışımı verir. Zeus, bu karışımı Krosnos'un içeceğine koyar. İçeceği içen Kronos, hem Zeus

yerine yuttuğu taşı hem de daha önce yuttuğu çocuklarını kusar. Kardeşleri ile oradan ayrılan Zeus, Titanlarla 10 yıl sürecek savaşın da başlamasına sebep olur.Bu

savaşın bir tarafında, gücünü kaybeden Kronos’un yerine, kendilerine komutan olarak İapetos’un oğlu

Atlas’ı seçen Titanlar, diğer tarafında ise, kendilerine Zeus’u lider seçen Kronos’un çocukları vardır. 10

yıl süren savaşta, uzun süre iki taraf da herhangi bir üstünlük sağlayamaz. Fakat Gaia, Zeus’a,

Kronos’un tahtı ele geçirdikten sonra Tartaros’a gömdüğü Kyklopları ve Hekatonkheirleri serbest

bırakıp onlardan yardım alırsa Titanları devirebileceği kahanetinde bulunur. Zeus, Kronos’un

Kyklopları ve Hekatonkheirleri kapattığı zindanın bekçiliğini yapan, belden yukarısı yılan saçlı bir

kadın, belden aşağısı ise 4 ayaklı bir ejderha olan Kampe’yi öldürdükten sonra, Kyklopları ve

Hekatonkheirleri Tartaros’tan kurtarır. Bunun üzerine Kykloplar, (kimi anlatılara göre Hepaistos

yardımıyla) Zeus’a, saldırı silahı olarak yıldırımı; Hades’e, görünmezlik miğferini ve Poseidon’a da üç

dişli yabayı vererek Hekatonkheirler ile birlikte Zeus’a bağlılık yemini ederler.

Bu olaylardan sonra Zeus, Hades ve Poseidon, savaş planlarını hazırlarlar; Hades; Poseidon, Kronos’a

üç dişli yabasıyla saldırıp onun dikkatini başka yere çektiğinde, karanlığa bürünüp Kronos’un

silahlarını çalar ve Zeus da gönderdiği yıldırımla babasını öldürür. Bu arada Hekatonkheirler,

yerlerinden söktükleri kayaları, geri kalan Titanlara savurur. Diğer Tanrılar da, onları takip ederler.

Kronos ve Atlas’ın dışında savaşta yenilen bütün Titanlar, bir daha Hellas’ı rahatsız etmemek üzere,

Hekatonkheirlerin nöbet tuttuğu Tartaros’a hapsedilirler. Titanların lideri olan Atlas ise, ibret olması

için, Zeus tarafından dünyayı omuzlarında taşımakla cezalandırılırlar. Fakat dişi Titanlar, Rheia ve

Metis’in hatırına cezalandırılmazlar.

Böylece Gaia, birinci devrimi Uranos için hazırladıktan sonra, ikinci devrimi de Uranos’u deviren oğlu

Kronos için hazırlamış olur.

Aleyna Nur Akdemir Zeliha Yıldız

ANGOSSİE ÇAĞI 2 0.

yüzyıl bir angoisse çağı.” diyor Cemil Meriç. Angoisse yani ıstırap kelimesini ise sebepsiz bir huzursuzluk, korku, boğuluş anlamında kullanıyor. Acaba Meriç’in bu sözü 21. yüzyılda da etkili midir diye düşünüyorum, yani bir korku, bir boğuluşta mıyız? Özellikle Rönesans ve Reformdan önce Avrupa’sında ve geniş bir zaman aralığında Doğuda devamlılığı var olmuş bir gerçek var ki kiliseler, camiler insanlığın kanunları, erdemleri, ahlak anlayışları, genel olarak yaşam tarzlarının oluşmasında en büyük rolü oynadılar. İnsanlık için kararları hep Tanrı verdi, her zaman onun kanunları, yasakları dikkatte alındı. Fakat bilimin ilerlemesi sonucu aslında kararların bazılarını Tanrı değil Papa’nın verdiği ortaya çıkınca bir grup insan tarafından kararları Papa gibi başka insanların da vermesi gerektiği düşünüldü. “İnsan maymundur, Tanrı olmaya yöneldi.” diyor Nietzsche. Uzun zamanlar boyunca inanışları ile bazen yobaz, bazen günümüzde de kabul edilebilir ve geniş kitleler tarafından saygı gören, kabul edilen doğrulara, erdemlere yöneldi insanlar. Günümüzde ise gelişmiş toplumların kendi değerlerini, kanunlarını akıl bilim ve geçmişten gelen birikimlerin günümüz doğrularıyla uyuşan kısımlarını toplayarak ürettiğini görüyoruz. Yani eskiden Tanrı’nın işi sayılan şeyleri artık bazı toplumlarda insanın akıl ve bilimi de katarak düzenlediğini. Henüz yetişkin olmayan bir birey olarak özellikle yetişkinler ve biraz da olsa çevremdeki diğer insanlarla benim aramda olan doğru kavramının farklarını görebiliyorum. Şimdinin yetişkinlerinin de zamanında aynı farkları kendi gençliklerinde gördüklerini biliyorum. Ve bu angoisse çağının oluşmasının sebebinin insanlar arasında, toplumların kendi içinde ve toplumların birbirleri aralarında doğrularının çakışması sonucu insanların kendi doğrularını sadece inançları ile mi, yalnızca bilim ile mi yoksa ikisini dengeleyerek mi kurmaları gerektiğini seçmelerinin gerekli görülüyor olmasına bağlıyorum. Kararlarından emin olmayan, kafası karışık olan her insan da bir ıstırap çekiyor, hayatını yeterince doğru anlamlandırdığından emin olmak istiyor bence. Yani olay insanların kendi doğrularından emin olmak ve hayatlarını yaşayış biçimlerini bu doğrulara göre şekillendirmek istemeleri, bir şeyleri yaparken tamamen içten ve emin olma isteği. İnsanların büyük bir kısmının bu eminliği gerçekleştirememesi ıstırabı ortaya çıkartıyor. 20. yüzyılda insanlar inançları ve bilim arasında şimdikinden bile fazla kalabiliyordu diyebiliriz , kendilerini hangisinin doğruya götüreceğinden emin olmadıklarını görüyoruz. Bu arada kalım da insana bir angoisse kazandırıyor diye düşünülebilir. Bu kaygı ve arada kalım günümüzde de devam etmekle birlikte günümüzde tüm insanların kendi doğrularını oluştururken etkilendiği pek çok olay ve düşünce de var. Bunlar insanları emin oldukları doğruları konusunda kaygılandıran oluşumlar oluyor genelde. İnançların, dinlerin inananları ve ideolojilerin savunurlarını kendi çizgilerinden çıkartmak isteyen ve doğruları için savaşmaları gereken durumlar yokken varmış gibi gösterip önemsedikleri şeylerden bel altı vuran insanlar ve grupların manipülatif hareketleri pek çok insanın bu kaygı ve boğulma içine girmesinde rol oynuyor, ayrıca manipüle olan insanların toplumun herkesçe kabul edilen değerleri ve kanunlarına etki etmesi de kalan insanları da bu boğulmanın içine alıyor . Tüm bu yıkıcı sistemlere karşı hepimiz birbirimizin saygı duyulabilir doğrularına karşı duyarlı olmalıyız diye düşünüyorum. Eğer hepimiz bir şeylere daha objektif ve akılcı yaklaşıp kendi doğrularımızı dayatmayı bırakır ve insanların bizim doğrularımızı bize karşı kullanmasını engelleyip manipüle olmazsak belki bu boğulmadan kurtulur, angossie çağı ile başa çıkarız.

Zeynep Berra Yanmaz

Cesur Yürekliler: Kartallar Kartallar, canlılar arasında gökyüzünün en güçlüsü olarak görevlendirilmişlerdir. Kartallar kendilerine bahşedilen güçlü kanatları, kuvvetli pençeleri, yaptıkları büyüleyici hareketleri ve güçlü, kıvrık gagalarının verdiği muhteşem duruşla tarih boyunca insanoğlunun dikkatini çekmiştir. Güç ve kuvvetin simgesi hâline gelmiş olan bu kuşlar, birkaç devlet, kuruluş, futbol takımı ile hava kuvvetlerinin bayrak ve flamalarında çeşitli şekillerde yer alırlar. " Kartalların 75 cins ve 300 türü vardır. Ikisi küçük, ikisi de büyük olmak üzere toplam dört aileye ayrılırlar: Sagittariidae, Cathartidae, Accipitridae, Falconidae. Hayvanlar aleminin gündüz yırtıcları (Falconiformes) takımının en güçlü ve en büyük türlerini temsil etmektedirler." Kartallar beslenme tipi, uçma tarzları ve büyüklüğüne göre dört ana grupta incelenebilirler. Yılan kartalları deniz kartalları, orman kartalları ve gerçek kartallar. Deniz kartalları grubuna 10 kadar tür dâhildir. Bunların en meşhuru ABD'nin milli amblem olarak kullandığı Büyük Beyaz Başlı Kartal'dır. Küçükken baş rengi koyu olan bu türün, başının rengi giderek açılır ve üç yaşında tamamen beyazlaşır. Bunlar yuvalarını yüksek ağaçların tepelerine yapar. Gagaları iri ve kıvrık olan bu türlerin ayak parmaklarının alt yüzleri kaygan avları kaçırmamak için pürüzlü yaratılmışlardır.Leşle beslenmelerine rağmen bazen balık ve canlı hayvanlara da saldırırlar. Büyük beyaz başlı kartalın, beslenme açısından rakibi olan balık kartalının avladığı balıklar yağmalama gibi davranışları da vardır. Bu türün boyu yaklaşık 85 cm kanat açıklığı 230 cm civarındadır. Gri başlı deniz kartalı Amerikada koruma altındadır. Asyada ise bu tür tükenmek üzeredir.Yılan kartalları veya sürüngen yiyenler,kartallar grubuna 16 tür ile dâhil edilebilir. Kısa ayak tırnakları ile tüysüz fakat yoğun pullu bacakları yılan yakalamak için hazırlanmıştır.Yakadığı avını öldürdükten sonra yuvada yavrularını bekleyen dişisine verir. Bu kartallar yuvalarını büyük ağaç tepelerine veya kayalıklara yapar. Ormanda yaşayan bu türün, boyu yaklaşık 64 cm, kanat açıklığı ise 190 cm kadardır.

Sadık Eşler

Kartalların ortak özellikleri ömür boyu tek eşle beraber olmak ve her yıl aynı yuvayı kullanmaktır Yuvalarını genellikle kimsenin ulaşamayacağı yerlere yaparlar. Erkek kartallar kuluçkadaki dişileri hoş tutar ve yavrularının zarar görmemesi için çalışır, yuvayı korurlar. Her gün ava çıkan erkek, hem kendi beslenir, hem de anne adayının beslenmesi için yuvaya yiyecek taşır.

Yuva Hayatları

Kartallar fırtınalardan korkmazlar.

Bize karşımıza çıkan zorluklarla mücadele etmeyi ve korkularımızı yenmeyi öğretirler.

Kartalların türlerine göre farklı üreme ve gelişme süreçleri vardır. Türlerinin iriliğine ve enlemlere bağlı olarak yumurta sayısı 1-7 arasında; kuluçka süreleri 28-60 gün arasında; yumurtadan çıktıktan sonra yuvada kalma süresi 24-148 gün arasında; yuvadan çıktıktan sonra yakın durumda kalma da birkaç hafta ile iki yıl arasında değişmektedir.Yuvalarını cüsselerine uygun yaparlar.

7. Sanat Gurur ve Önyargı

Kitap okuma alışkanlığının iyice kaybedildiği bir dönemdeyiz. Fakat toplum içinde "mutlaka okunulması gerek" şeklinde nitelendirilen eserler var. Bunların arasında "Gurur ve Önyargı ( Pride and Prejudice)" isimli kitap da yer alıyor. Bir çok klasikleşmiş eserde olduğu gibi bu kitabın da filmi çekilmiş. Film, Jane Austen’in beş kız kardeş, Jane, Elizabeth, Mary, Kitty ve Lydia Bennet’i anlatan romanından uyarlanmıştır. Hikaye George dönemi İngilteresi’nde geçer. Ailenin yaşamı, genç ve zengin bir adam olan Bay Bingley’in ve onun en yakın arkadaşı Bay Darcy’nin komşu gelişleri ile tepetaklak olur. Kızların anneleri olan Bayan Bennet, onların evlenmelerini istemektedir. Bay Bingley’in iyi bir aday olduğuna kanaat getirir. Bu aday ise Jane’den etkilenecektir. Bu durumu fark eden anneleri, kızını yağmurlu bir günde Bingley’in malikanesine gönderir. Geri dönemeyen Jane, üstüne bir de hastalanır. Bu kez ona yardıma giden Elizabeth de Bay Darcy’nin takibine takılır. Elizabeth bu durumdan hoşlansa da esas Bay Wickham’dan ziyadesi ile etkilenecektir. Lydia işin içine hesapsızca dahil olduğunda cesaret kavramı gözler önüne serilir. Gururun, aşkın önüne geçtiği bir çizgide kız kardeşlerin yaşamları umulmadık bir biçimde karmaşıklacaktır. Joe Wright'ın yönetmen koltuğunda oturduğu filmin başrol oyuncuları ise Keira Knightley ve Matthew Macfadyen'dir. 2005 yılında vizyona giren film bir çok ödüle aday olmuştur.

Da Vinci Şifresi

The Da Vinci Code isimli film ise daha çok gizem/gerilim sevenler için. 2006 yılında gösterime giren film Dan Brown'un "Da Vinci'nin Şifresi" eserinden uyarlanılmıştır. Sürükleyici bir senaryoya sahip olan filmin genel konusu şudur: Sembol uzmanı Robert Langdon, kendini bir anda gizemli bir cinayet olayının içinde bulur. Kurbanlar, torunu ve Robert ile birlikte Da Vinci tablosunda bir takım ip uçları bulan kriptoloji uzmanı Sophie Neveu'dur. Robert ile Sophie, gerçeğe ulaşabilmek için Paris'ten Londra'ya doğru yola çıkarlar. Başrollerinde Tom Hanks, Audrey Tautou, Jean Reno ve Sir lan McKellen yer almaktadır. Ayrıca filmin devamı niteliğinde olan "Melekler ve Şeytanlar"da hemen hemen aynı ilgiyi görmüştür

Dr. Strangelove 1964 yapımı Dr. Strangelove isimli filmde ise Peter Sellers başrol olarak yer almaktadır. Peter George- Red Alert kitabından uyarlanmış olan eser izleyicilerin %92'si tarafından beğenilmiştir. Kubrick’in 1964 yapımı siyah-beyaz filmi Dr. Garipaşk devlet görevlilerinin ve üst düzey subayların dâhil olduğu bir yanlışlıklar sarmalı sonucu dünyanın bir nükleer savaşa doğru sürüklenmesini anlatıyor. Peter George’un 1958’de yayımlanan ‘Red Alert’ adlı romanından ilham alan bu ironi dozu yüksek toplumsal taşlamada, Peter Sellers' ı üç farklı karakterde görmekteyiz.

Savaş durumunu komedi türünde anlatan eser yaklaşık 8 tane ödül almıştır.

S Y A L E S T E T İ K

"SANAT YÜKSEK UYGARLIĞIN TEMELİDİR"

SYAL

SANAT O C A K

2 0 2 3

DEVLERIN OMUZUNDA YÜKSELMEK Doğanın Yasaları Baştan Yazılıyor Mekanik, fiziğin bilinen en eski dalıdır. Işık hızından azımsanmayacak derecede daha küçük hızlarda ilerleyen ve atom veya parçacıklara görece çok daha büyük olan maddelerin fiziksel davranışlarını inceleyen fiziğin alt dalıdır. Tarihi Aristotales’e dayanan mekaniğin asıl temelleri 17. Yy da Isaac Newton tarafından atılır. İsaac Newton yaşamış olduğu dönemde hem yapmış olduğu araştırmalarla hem de geliştirmiş olduğu matematiksel yöntemlerle bilim tarihine adını altın harflerle yazdırmayı başarmış bir isimdir. 1627 yılında yayınlamış olduğu Doğa Felsefesinin Matematiksel İlkeleri adlı eserinde geliştirmiş olduğu üç temel mekanik kanununu insanlığa sunsa da Galileo'dan Kepler’e ve sayısız modern bilimcinin ve matematikçinin çabaları olmaksızın Mekanik hiç kuşkusuz bugünkü bütünlüğü içinde var olamazdı. Uzaya karşı olan ilgi ve araştırma antik çağlara kadar uzanmaktadır. Ortaya çıkan ilk evren sistemi fikirleri çoğunlukla Dünyayı merkez alır. Bu dönemde oluşturulan sistemler fazlasıyla Pisagor’dan nasibini almıştır. Pisagor’un mükemmel evren görüşü ve beş kusursuz geometrik şekli kepler zamanına kadar etkisini sürdürdü. Dönemin aydın düşünürlerinden biri olan Aristotales oluşturmuş olduğu sonlu ve küresel yer merkezli modelde, gezegenlerin kendi etrafında dönme hareketi yapmadığını yer’in merkezde sabit durduğunu ve diğer her şeyin onun etrafında döndüğünü savunmuştur. Daha sonraları Batlamyus gezegenlerinde kendi etrafında sabit hızlarla döndüğünü ortaya atmıştır. Genel kabulde yerin merkezde yer almasına karşın M.Ö 4 yy’da Aristarkus yaptığı incelemelerde Güneş, Ay ve Dünya’nın boyutlarını hesaplayıp daha büyük boyutlu bir cismin merkezde olması gerektiğini öne sürerek Güneş merkezli evren modelini ortaya atmıştır. Bu görüşü kabul görmeyen Aristarkus ilerleyen zamanlarda Kopernik’in keşfine öncülük etmiştir.

ASTRONOMİDE BİR RÖNESANS

Kopernik Revolutionibus Orbium Coelestium 1.0

16. yy.da yaşayan Astronom Kopernik astronomiye getirdiği yenilik ve devrimlerle bilinir. Yaşadığı zamanda dogmatik düşünce ve kilisenin dinsel baskıları yüzünden adeta bir cehenneme düşmüş gibidir. O döneme kadar astronomi alanında gerçekleşen pek çok gelişme olmuştu fakat yapılan gelişmeler genel olarak Batlamyus’un yer merkezli sistemi üzerinden ilerlemişti. Her ne kadar modele itiraz edip Güneş merkezli modele geçilmesini savunulmuş olsa da yer-merkezli sistemin kazanmış olduğu dogmatik kimlik buna engel olmuştur. Kopernik bu sistemi düzenleyip, basite indirgemek için çalışmanın başına geçtiğinde Aristarkus’un modeline başvurur. Yaptığı araştırmalar sonucunda Aristarkus’un evren modelinin haklı olduğunu düşünen Kopernik Revolutionibus Orbium Coelestium adlı eserde bu düşünceyi açıklaayarak iki ana temel üzerine oturttu. 1-) Gezegenleri taşıyan göksel küreler Güneşin çevresinde dönmektedir. 2-) Güneş evrenin merkezinde sabittir. Yine de Kopernik’in ortaya koyduğu modelde elbette hatalar vardı. Örneğin(evrenin merkezinin Güneş kabul edilmesi dışında) gezegenlerin yörüngelerinin mükemmel bir daire şeklinde olduğunu kabul etmiş olması gibi. Aslında bu tamamen Pisagorculardan kalan bir alışkanlıktır.

Kopernik evren modeli 1.2

Aristo evren modeli 1.1

Batlamyus evren modeli 1.3

Astronominin temellerinin yeniden inşa edilmesinin ardından pek çok soru işareti çıktı ortaya. Kabul gören sistemin değişmesiyle pekala ona dayanan soruların cevapları da değişecekti. Astronomi de açığa çıkan bu Rönesans hız kesmeden 17. yy’da da devam etti. 17. yy’da yaşamış olan Kepler, Tycho Brahe adlı ünlü bir matematikçi ve astronomun yanında asistanlık yapıyordu. Tycho teleskopun icadından önce yaşamış bir astronomdu bu sebepten ötürü yaptığı çalışmaları çıplak gözle gerçekleştirip notlar alıyordu. Ölümünden sonra araştırmalarını himayesinde toplayan Kepler, 8 yıl boyunca bu araştırmalar üzerinde çalıştı ve astronominin 3 kanununa ulaştı.

Keplerin İlk Yasası: Yörünge Pisagorcuların da etkisiyle kusursuz bir şekil olarak görülen daire Keplerin yayınlayacağı Astronomia Nova adlı kitaba kadar gezegenlerin yörünge şekli olarak sanılıyordu. Kepler de daire yörünge düşüncesine yatkın bir insandı. Tycho’dan geriye kalan araştırmalar üzerinde yapmış olduğu incelemeler ile bir detay fark etti: Kepler'in oluşturmuş olduğu yörünge ile Tycho'nun incelemeleri arasında 8 dakikalık bir farkvardı. Bu sayede Kepler yaptığı yanlışın farkına varıp dairesel yörünge fikrini terk etti ve ilk yasasını ortaya koydu: Odak noktasında (elipsin üstündeki herhangi bir noktaya uzaklıklarının toplamı daima aynı olan iki nokta.) Güneş bulunan elips şeklinde bir yörüngede gezegenler devinim halindedir.

Kepler'in yörünge yasası 1.4

Kepler’in İkinci Yasası: Gezegensel Hareket Kepler’in ikinci yasası bizlere gezegenlerin yörüngelerindeki dönüş hızları hakkında bilgi verir. Bir gezegen Güneş yörüngesindeki ilerleyişinde eşit zaman aralıklarında eşit alanı tarar. Daha açık olmak gerekirse bir gezegen Güneşe yaklaştığı zaman hızlanır uzaklaştığı zaman yavaşlar. Örneğin 2 haftalık bir zaman dilimini ele aldığımızda gezegenin güneşe yaklaştığı vakit daha geniş bir kavis, uzaklaştığında ise daha kısa bir kavis aldığını görürüz. Bu durumda yörüngede eşit sürede taranan alanların aynı olduğunu görebiliriz.

Kepler'in gezegensel hareket yasası 1.5

Kepler’in Üçüncü Yasası: Kepler’in üçüncü yasası diğer yasalarına kıyasla biraz daha karışık. Diğer yasalarda sadece bir gezegenin hareket edişini incelememize karşın bu yasada iki gezegenin birbirine etki etmesiyle karşı karşıyayız. Bir gezegenin yörüngesel periyodunun karesi, dolandığı elipsin ana eksen uzunluğunun küpü ile doğru orantılıdır fakat bu ne demek? Her gezegenin yörüngesi bir elip biçimindedir ve yörüngenin en büyük çapı ana eksen uzunluğu diye anılır. Yörüngesel periyot ise bir gezegenin yörüngesinin tamamını dolaştığı zaman aralığı olarak adlandırılır. Basitçe bizlere bir yıldız etrafında dolaşan bir gezegenin dolaşma süresinin yörüngenin ana eksen uzunluğu ile orantılıdır.

Kepler'in üçüncü yasası 1.6

P² = a³ Veya bir başka deyişle bu iki değerin oranı bize sabit bir sayıyı verir. Hemen hemen aynı dönemlerde yaşamış olan Galileo Galilei astronomi dışında fiziğin özellikle mekanik alanı ile ilgileniyordu. Yaptığı çalışmalarla Kopernik astronomisinin fiziksel temelini hazırlamaya çalışmaktadır.

Bu konuya bir soruyla başlamak daha uygun olacaktır sanırım. Elimizde iki cisim olduğunu varsayalım. Cisimlerden biri bir çekiç diğeri ise bir tüy. Bu iki cismi aynı anda bir kuleden aşağıya doğru bıraktığımızda bu iki cisimden hangisi daha önce düşerdi? Bu soruyu kendine ilk soran kişi elbette ki Galileo değildi. Antik Yunan’da yaşamış olan Aristotales de aynı sorunun cevabını aramış ve ağır olan cismin daha hızlı düşeceğini savunmuştur. Pek çoğumuz da günlük yaşamımızdan edindiğimiz deneyimlerle Aristo’nun haklı olduğunu düşünme eğilimindeyizdir. Fakat Galileo 1589-1592 yıllarında yazmış olduğu De Motu (Hareket Üzerine) adlı kitabında nesnelerin hava direncine maruz kalmadıkları bir ortamda aynı anda düşeceğini, ağırlıklarının düşüş hızını etkilemediğini yazmıştır.

1971 YILINDA APOLLO-15 ASTRONOTLARI TARAFINDAN AYDA GERÇEKLEŞTİRİLEN SERBEST DÜŞME DENEYİNİ İNCELEYEBİLİRSİNİZ

Galileo ivmelenen nesnelerin hareketini inceleyebilmek amacıyla iki tarafı da eğimli bir düzenek kurdu(şekil:1.7). Bu sayede yere direk atılan bir cismin kazandığı ivmeden daha az olan bir sistemi incelemiş oluyordu. Sürtünmenin tamamen ihmal edildiği bu sistemde küre başladığı yüksekliğe çıkana kadar düzenekte yol alır. İkinci rampanın eğimini her arttırışımızda rampa dikleşecek ve serbest düşme olayına gittikçe daha fazla benzeyecek fakat kürenin çıkacağı yükseklikte herhangi bir fark olmayacaktır çünkü sürtünme ihmal edildiğinden dolayı hızı hep sabit kalacaktır fakat ikinci rampadan düşüşü esnasında daha hızlı ivmelenmesi gerekecektir. Galileo bu ivmelenmenin zamana göre değişimini ölçerek ivmenin zamanın karesiyle ters orantılı olduğunu bulmuştu. Sonuç olarak Galileo serbest düşüş esnasında cisimlerin maruz kaldıkları ivmenin sabit olduğuna ulaştı. Ayrıca yaptığı bu deneyin bir diğer sonucu olarak eylemsizlik ilkesinin temellerini atmış oldu.

Ağacın İlk Meyveleri Şüphesiz bu noktaya kadar insan doğanın basitçe matematiksel olarak ifade edilebileceğini kavramıştır. Her yeni keşif başka bir soruya evriliyor; evrenin kapısı her gün biraz daha aralanıyordu. Artık dalları gökyüzüne ulaşan ağaç dallanıp budaklanmış, ilk meyvelerini vermeye hazırlanıyordu.

Sir Isaac Newton 17. Yy da yaşamış olan bir matematik ve fizik dehasıdır. Keplerin astronomik yasalarını doğa yasalarına uyarlamasıyla bilinen Newton bu yasaların matematiksel olarak açıklanması konusunda özel bir çaba sarf etmiştir. Öyle ki bu bağlamda hem Galileo hem de Kepler’in kopernik sisteminin doğası üzerine yaptıkları araştırmaları inceleyen Newton Principia adlı eserinde bu teori ve yasaları matematiksel bir çerçeveye oturtarak doğa yasalarını oluşturur. Newton doğayı matematiksel olarak açıkladığı Principia adlı eserinde açık bir müthiş bir heyecanla “Şimdi dünya sisteminin çerçevesini kanıtlayarak sizlere sunuyorum” der.

Newton’un İlk Yasası: Eylemsizlik Eylemsizlik cismin hızında meydana gelecek olan hız değişimine(ivme) karşı koyma eğilimi olarak tanımlanabilir. Galileo tarafından İki büyük dünya sistemi üzerine diyalog eserinde açıklanmış olan bu yasa cisim üzerine etki eden bileşke kuvvetlerin toplamı 0 olduğunda cismin bulunduğu durumu koruduğunu söyler. Bu kanun ivmelenmeyen bir sistem üzerine kuruludur çünkü açıkça ivmelenme gerçekleşen bir sistemin net kuvveti 0 değildir ve cisim bulunduğu durumu korumaz.

Galileo'nun eğik düzlem deneyi 1.7

Sabit hızla hareket eden bir tren içerisinde zıpladığımızı düşünelim. Aynı yere düşeriz değil mi? Peki aynı hareketi trenin üzerinde gerçekleştirdiğimizi hayal edelim. Yine aynı yere düşer miydik?

Newton’un İkinci Yasası: Dinamiğin Temel Yasası İlk yasada gördüğümüzün aksine ikinci yasada Newton bileşke kuvvetin sıfırdan farklı olduğu durumları inceler. Bu yasayı daha iyi açıklayabilmek için bir örnek üzerinden ilerleyebiliriz. Şekil()deki sürtünmenin ihmal edildiği bir düzenekte üzerine F kuvveti uygulayacağımız bir top koyalım. Top F kuvvetinin etkisindeyken a ivmesiyle hareket etsin. F kuvvetini 3 katına çıkardığımızda kuvvetle doğru orantılı olarak ivmenin de 3 katına çıktığını gözlemleyebiliriz. Fakat kuvveti sabit tutup bu sefer kütleyi 3 katına çıkardığımızda ivmenin ters orantılı olarak azaldığı sonucuna ulaşırız. Bu durumda; a = f/m veya daha biline haliyle f = m*a formülünü buluruz.

Newton’un Üçüncü Yasası: Etki/Tepki Her yaptığımız hareketin bir sonucu vardır. Bu yasada da her etkinin ona eşit ve zıt yönde bir tepkisi vardır. Newton’un bu yasası bize uzayda, uzay üssünden uzakta elinizde bir çekiçle kaldığınızda bile hala bir umudunuz olabileceğini söyler. Tek yapmanız gereken şey çekici gitmek istediğiniz yönün tersine doğru belli bir kuvvetle atmanızdır. Her ne kadar bu kuvvet sizin hareket etmenizi sağlayacak olsa da ilk yasadan öğrendiğimiz üzere durmanız içinde size ters yönde ve eşit bir kuvvete ihtiyaç duyacaksınız aksi takdirde vücudunuz uzay boşluğunda salınarak ilerlemeye devam eder. Bu örnekte kendimizi A nesnesi çekici ise B nesnesi olarak adlandırabiliriz. A nesnesi B nesnesine X(yatay) doğrultusunda 1 yönünde F kuvveti uygularsa B nesnesinde tam zıttı kabul edebileceğimiz 2 yönünde ve aynı doğrultuda ve büyüklükte bir tepki kuvveti ile karşılaşırız. F = -F Kuvvet dediğimiz kavram vektörel bir büyüklüktür yani bir yönü vardır. Burada - ile kastedilen şey kuvvetin büyüklüğü değil yönüdür. Elbette ki bu bir son değildi. Fizikteki gelişmeler hız kesmeden ilerlemeye devam etti. Newto'un Principia eserinde doğanın ilkelerinin matematiksel olarak açıklanması insanoğluna ümit vermişti. Bu mirası takip eden daha nice bilim insanları oldu. Hiçbiri evrenin düzeni karşısında besledikleri hayreti gizleyemediler. Newton duyduğu hayreti şöyle aktarır "beni dünya nasıl görecek bunu bilemem.. Fakat ben kendimi, kocaman bir gerçekler okyanusu önümde keşfedilmemiş dururken, kıyıda kendini oyalayan ve kâh daha yumuşak bir taş, kâh daha güzel bir deniz kabuğu bulan bir çocuk gibi görüyorum." der. Aslında söyledikleriyle yalnız kendisini değil, tüm insanlığı tarif etmiştir.

SYAL'DE SPOR

"Ben sporcunun zeki, çevik ve aynı zamanda ahlâklısını severim." Gazi Mustafa Kemal Atatürk

PREVEZE DENİZ MUHAREBESİ

Savaşın Başlangıcı ve Seyri

Kaptan-ı Derya Barbaros Hayrettin Paşa, 1538 yılının kış ve bahar aylarını, Kanuni Sultan Süleyman’ın emriyle İstanbul’da kalarak yeni bir donanma oluşturma hazırlıklarıyla geçirmişti. O sırada Avusturya, İspanya, Papalık ve Venedik devletleri, zaten savaş halinde bulundukları Osmanlı Devleti’ne karşı bir antlaşma yapmışlardı. İlk saldırıyı Andrea Doria komutasındaki Haçlı ordusu, 22 Eylül 1538’de Preveze’ye taarruz ederek başlattı. 23 Eylül’de Osmanlı donanması Preveze’ye geldi ve Hayrettin Paşa, Haçlı ordusunun saldırdığı Preveze Kalesi’nin tamir ve tahkimi için talimat verdi. Barbaros Hayrettin Paşa 25 Eylül’de, düşman ordusunun gece yarısı Preveze Boğazı’ndan içeri girmek istediğini haber alınca, sahile toplar yerleştirilmesi için talimat verdi. Aynı gün Murat Reis, Turgut Reis, Güzelce Mehmet Reis, Sadık Reis ve birkaç reis daha birkaç parça gemiyle körfez dışına çıkıp düşmanı ürküttü. 27 Eylül 1538 tarihinde birkaç düşman kadırgası, Preveze Boğazı’na geldi ve Osmanlı donanmasına karşı top atışları yapmaya başladı. Barbaros Hayrettin Paşa, Preveze Boğazı’ndan çıkarak düşman donanmasına meydan okudu. Osmanlı donanması, nakkareler çalınarak denizde 6 mil açılıp savaş düzenine girdi ve bütün gemiler hilal şeklinde bir diziliş gerçekleştirdi.

Osmanlı donanmasında her bir gemi, düşman donanmasına karşı üçer top ateşledi ve Andrea Doria bu saldırının şaşkınlığıyla yanlış bir talimat verdi, bunun üzerine Haçlı donanması müşkil duruma düştü. Bunu fırsat bilen Hayrettin Paşa, kendisinin de bulunduğu 40 gemilik bir filoyu düşman donanmasına doğru sürülmesi için talimat verdi ve bunun üzerine Andrea Doria, donanmasına geri çekilme emri verdi, haçlı donanması Korfu adasına çekildi. Osmanlı donanması ise Preveze önlerinde mevki aldı. Türk donanması, sabaha doğru Paksos adası önlerine geldi ve keşif gemileri Aya Mavri adasının güneyinde bulunan Porto Figo’dan(İncir Limanı) düşman donanmasının yelkenlerinin görüldüğünü bildirdi. Sabahın ilk ışıklarında Andrea Doria tarafından kurulan savaş meclisinde, Andrea Doria hücumdan yana olmadığını belirttiği halde filo komutanları Andrea Doria’ya katılmadı ve donanmayı Preveze’ye doğru harekete geçirtti. Bu sırada Türk donanması, sahil tarafından düşman donanmasına doğru hilal biçiminde bir dizilişle ilerliyordu. Türk donanması üç filodan oluşuyordu. Ortadaki filoya Hayrettin Paşa komuta ediyor, sağdaki filoya Salih Reis, soldaki filoya ise Seydi Ali Reis, donanmanın arka kısmında bulunan gönüllü filoya ise Turgut Reis komuta ediyordu. Düşman donanmasının dizilişi ise şöyleydi: Üç kat halinde arka arkaya dizilen düşman donanmasında; ilk sırada kalyonlar ve karakalar, ikinci sırada kadırgalar, üçüncü sırada ise küçük gemiler bulunuyordu. Preveze açıklarında iki donanmada birbirine doğru savaş nizamında yanaşırken, Osmanlı donanmasının karşısından çok sert esen rüzgâr donanmanın moralini sarsar bunun üzerine Hayrettin Paşa Kuran-ı Kerimden iki ayet yazdırıp gemisinin iki tarafına bıraktırmış ve rüzgârın dindiği görülmüştü. Rüzgârın kesilmesi düşmanın ağır gemilerini hareketsiz bırakınca Andrea Doria, öndeki büyük gemilere top ateşi emri vermiş fakat bu gemilerin menzilleri düşük olduğu için atılan tüm topların denize isabet etmişti. Hayrettin Paşa’da hücum emri vermişti ve Osmanlı donanması “Allah Allah” nidâlarıyla heybetle ilerlemeye başlamıştı.

Hafif gemilerdeki menzil mesafesi daha uzun olduğu için o mesafeye varılıp taarruz yapılacağı sırada Osmanlı donanmasına doğru ilerlemekte olan bir düşman kalyonu püskürtülmüş ve düşmanın ön hatlarında bulunan ağır gemileri tahrip edilmişti. Bunun üzerine Doria ve Venedik amirali Capello, ikinci hattaki kadırgalarını harekete geçirip Türk donanmasını iki ateş arasına almak istedi fakat Osmanlı donanmasının arka kısmında bulunan Turgut Reis’in çevirme hareketi ile düşmanın taarruza geçen ikinci hattı geri çekilmeye mecbur kaldı. Savaşın bu esnalarında ortalık duman ve ateşten görünmez hale gelmişti, bu durumdan faydalanmak isteyen Doria, birkaç kez Osmanlı donanmasını iki çapraz ateş arasına almak istedi fakat her seferinde Hayrettin Paşa’nın ani manevralarına maruz kalarak bu taarruzdada başarısız oldu. Birkaç saat süren şiddetli çatışmadan sonra düşmanın ön hattındaki tüm karaka ve kalyonlar ağır hasar gördü ve bu durumu fırsat bilen Hayrettin Paşa yarma hareketi için talimat verdi. Bu talimat doğrultusuda yapılan hücum sonucunda düşmanın ön hattındaki gemiler ikiye ayrıldı. Bu esnada donanmanın arka kısmında bulunan, Turgut Reis’in emrindeki gönüllü filo düşman donanmasının arka kısmına yerleşip düşman donanmasının arka kısmındaki hafif gemilere saldırı gerçekleştirdi ve dolayısıyla Haçlı donanması bir Türk çemberi içine düştü. Andrea Doria donanmasına geri çekilme emri verdi ve Haçlı donanması bitap bir durumda sadece kırık dökük harap gemilerden oluşan bir filoyla geri çekilmişti. Sonuç olarak: Barbaros Hayrettin Paşa, sayıca üstün olan haçlı donanmasını, üstün stratejisi ile yenmiş oldu ve Akdeniz bir Türk gölü haline geldi.

Doğan Yiğit YILMAZ

sesleri

si

mari i m n

Syal'de Müzik

MÜZİK

Müzik eğitimi önemlidir; hiç olmadı müzik ile mutlaka ilgilenilmelidir. Hayatımız müzik sayılır sonuçta. Yine de müzik sürecine katılmak gerçekten hoş ve tavsiye edilebilir bir durumdur. İstediğiniz müzik aleti türünü seçebilirsiniz: yaylı, vurmalı telli... Meslek olarak da yapmak hoş olabilir müzik. Sadece düğüncü olmaya gerek yoktur bunun için. Müzik çok değişken sayılır; sadece devam ettirme ile ilgili değil öğrenme şekli bile kişiden kişiye değişir. ‘Devam ettirme’ bu konuda biraz havada kaldı galiba. Daha çok şöyle diyebiliriz: kimisi müziği bir dayanak olarak görür, kimisi sadece zevk için kullanır, kimisi ruhunu dinlendirir, kimisi kendini anlatır, kimi sadece gördüğünü uygular, kimi için ise sadece müzik vardır. Bunlar daha arttırılabilir ama şahsi olarak konuşursam ben sadece stres atmak için kullanıyorum müziği. Profesyonel değilim, müzik kulağım da olduğu söylenemez. Sadece “Evet, bu parça güzelmiş bunu çalmalıyım bence.” diyorum. Bazen Waltz no.2 oluyor, bazen ise Ceviz Ağacı. Sadece melodiyi içime alsam yeterli. Yanlış notaya basmamda sakınca görmüyorum. Tercihen perdesiz bir müzik aleti olan keman çalıyorum. Asıl isteğim ilk başta gitardı ama ailedeki herkes farklı bir müzik aleti çalınca aynı üzerinden gitmek istemedim piyanoya yöneldim. Fakat abim çok farklı çalınabilecek müzik aleti bırakmayınca kemana döndüm. Biraz onun hakkında bilgi verecek olursam kendi bildiğim kadarı ile keman, perdesiz yaylı bir çalgıdır. Sol anahtarı kullanılır, bazı müzik aletlerinden farklı olarak süslemeleri ile zevk uyandırmayı başarır. Yayı at kuyruğundan yapılan “doğal yay kılı” ve plastik maddelerden yapılan “yapma yay kılı” olmak üzere ikiye ayrılır. Kaliteye göre daha temiz ve güzel ses çıkartır. Yine kendine özel boyları vardır ama standart boy 4/4lüktür. Fakat küçükler için bu değer daha aşağı inebilir. Bu, biraz daha kol uzunluğuna bağlıdır. Kemanda piyanodaki gibi baş parmak kullanılmaz, baş parmak daha çok perde değiştirirken dengeyi sağlar. Çoğu müzik aletinde olduğu gibi uzun parmakları olan insanların kolay çaldığı söylenir ama aynı zamanda bu parmakların hızına da bağlıdır. Klasik kemanın 4 tane teli vardır bunlar: sol,re,la ve mi telleridir. Yeni bir keman alırsanız akort etmesi zor olabilir. Özellikle soğuk ve sıcaktan çabuk etkilenir ve telleri biraz daha kolay kopabilir. -Özellikle baş belası ‘mi’ teli- Aynı zamanda keman sadece yay ve kemandan oluşmaz. Aynı zamanda kendine özel bir yastığı ve reçinesi olur. Yastık, omzumuzu yasladığımız kısımdır. Reçine ise yayın keman teline sürtüldüğünde ses çıkarmasına yardımcı olur. Özellikle beyaz bir toz varsa genellikle bu reçinedir. Standart bir kemanı sağ ellerini kullananların daha kolay çaldığı düşünülür aynı gitar gibi ama açıkçası bir solak olarak bana daha kolay geldi. Sonuçta sol elimin parmakları daha hızlıdır. Öğrenmek için ise konservatuvarlara ya da özel hocalara gidilebilir. Ben ilk başta eğer nota okumada sorun varsa konservatuvara, sonra asıl keman eğitimi için bir özel hocaya gidilmesini tavsiye ederim. Nota bilgisi hemen hemen her müzik aletinde gereklidir fakat bunun için boş yere özel hocaya gitmek gereksiz sayılabilir. Özel hoca daha çok birebir parça vermek daha iyi öğrenmek için etkili olabilir. Öğrenmek de aynı şekilde kişiden kişiye değişir. Eğer benimki zevkine yapıyorsanız sadece zevk alacağınız kısma kadar öğrenin sonra kendinizi geliştirmek için çok fırsatınız olacaktır mutlaka derim. Ben 3 ay özel eğitim ile sıfırdan öğrenerek belirli parçaları çalmaya başlamıştım.Öğrenmesi uzun ve sıkıcı ama gitar kadar da parmaklarda sıkıntı çıkarmıyor.Sonuçta gitar telleri daha kalındır ve bastırmak gerekir. Kemanda ise özellikle dik durmaktan ve ayakta çaldırılıyor ise ayakta çalmaktan kaynaklı bel ve ayak ağrısı çok olur ama özellikle yeni başlayanlarda bel ağrısı yüzünden çalışma süresi kısa olur. Şimdi ise bırakması zor oluyor. Ne kadar çaldığımı fark etmiyorum bana sadece şişen ve kararan parmaklarım anlatıyor ki zaten belirli bir süre sonra kafamı çok yaslandığımdan dolayı boyun felci geçiriyormuş gibi oluyorum. Onun dışında kemanda ilerledikçe belirli bir zevke göre de çalınan parçalar değişiklik gösterir. Normalde kendi adıma konuşacak olursam: bir gün rastgele karşıma çıkan birinin çok eski, zor bulunur fasıl kitabı vermesi ile Türk sanat müziğine döndüm ama müzik hocam, bu parçaları çalmam için üniversite hocasının seviyesinde olmam gerektiğini söylediğinden dolayı arada nadiren klasik ve yabancı müzik ile birlikte genelde türkçe şarkıları çalıyorum. Müziğin bir diğer güzel yani ise -bazıları için tabii- bir yerlerde verdiği emeği sergilemek iyi gelir. Bunun için gençlik merkezleri çok yardımcı olur onların sayesinde bir kere kitap fuarında çıkma imkanım oldu ama biraz daha genç işi ve baştakilerin işi bu değil. O yüzden biraz plansız gidiyor sadece 1 günde 3 parça çalmak zorunda kalmıştık. Yine de güzel bir deneyim sayılabilir. Şu anda ise tamamen keyfi ilerler bir topluluğa çalma fikri. Eğer çalamazsam da istediğim yerden bir daha alabilirim. Keman sadece bir zorunluk gibi gelmişti bana ama şimdi ondan vazgeçemiyorum. Sanki vücuduma yapışmış gibi. Perdesiz olması en büyük memnuniyetsizliğim fakat kağıt yapıştırarak sağlanabilir bu rahatsızlık. Tabii ileride çıkarmak çok iyi olur gelişmek için. Onun dışında kemanı her zaman tavsiye ederim. Benim için 5 yıldır hala süren bir öğrenmedir ve bundan her zaman memnuniyetlikle bahsedeceğim.

Ortaokulda proje yapmak genelde zaten çok etkili değildir, lise ise ayrı bir şeydir. Bir güvendir lisede proje, biraz ayrıcalık ve zorluktur. Sami Yangın çapında özellikle bu yıl gerçekten güzel geçecek gibi görünüyor. Çocukları sadece doktor, mühendis, savcı, avukat gibi kutulara atmakla okul olunmaz sonuçta. Okul demek ne demek, o kadar hikmet sahibi değiliz belki ama en azından daha yumuşak ve aile gibi olmak olabilir. Babana bir gün gidip ben insanlara yardım edeceğim demek gibi bir şey bu. Şu an Kayseri'de sayısız proje var aynı şekilde Sami Yangın da içerisinde dev projeler barındıran bir okul. Özellikle roket ve İHA gibi birbirine göre farklı ve zor iki yarışmada bulunması; öğrencilerine destekte bulunması gerçekten çok hoş bir şey. Tabii ki bu bir anda oluşan bir süreç değildi. Öğrenci ve idareci arasında güven ve inanca dayalı bir ilişki söz konusu. Eğer şahsi konuşacak olursam hiçbir proje çalışması yürütme imkanım olmadı ama bu konuda başka okullardan iki kişiye ulaştım. Kendileri geçtiğimiz sene başka okullardan olmalarına rağmen bir bütün olabileceğini kanıtlamak amacıyla Sami Yangın'a destek veren kişilerdir. Sami Yangın'daki üyelere ulaşmak daha kolay olduğu için bu kişilerin kısaca kendilerini tanıtmalarını, nasıl sıkıntılar çektiklerini, tavsiyelerini anlatmalarını istedik. Fakat ikisi de isim olarak tanınmak istemediler. O yüzden Baldöktü'de okuyan, galiba içlerinde en büyükleri olan, üyenin kısa bir konuşması var:

"Öncelikle Sami Yangın'ın okuduğum okul farketmeksizin sevdiğim arkadaşlarımla ilgi duydugum konularda proje yapacak her türlü imkanı sağladığını söylemek zorundayım. O yüzden bu takımı seçtim. Galiba takım geçen sene doğar doğmaz elenen bir takımdı. Eski üyelerinden birileri de vardı o yüzden. Yine de karma bir takımda bulunmak büyük bir sıkıntıydı. Öncelikle her idareci kendi öğrencisinin kendi okulunda başarı elde etmesini ister, bu gayet doğal ama bunun için öğrenciyi kısıtlamaya gerek yok. Başarı alırsa öğrenci okuluna götürür, beyin göçü gibi değildir kısaca. Bunun haricinde ulaşım çok sorun oluyordu benim için ve sağ olsun Sami Yangın bu konuda sorun etmiyordu. Aynı zamanda daha sonraki dönemde de bize sponsor sağlayıp çalışacak alan sağladılar. Gerçekten eğer yakın olsaydı gelmek isterdim. Tabii, sonra takım 4 bir yana dağıldı 13. olunca. Benim için kötü bir şekilde kaybettik diyebilirdim. Bu konuda özellikle eski takımda bulunan kişiyi suçlu bulurum. Şimdi ise duydum ki yeni bir takım kurulmuş, hem de aynı adda! Gerçekten tanışmayı isterdim onlarla, umarım bizim hatalarımızı öğrenir ondan ders çıkarırlar. Tavsiyem ise şu: Bu bir takım oyunudur, sadece iş olursa hayatınızda başarılı olsanız da tam olarak mutlu olamazsınız. Yeri geldiğinde elinizde büyük şeyler olacak. Peki, dünya yansa da o şeyleri bırakmamak gerçekten önemli mi, bunu sorun kendinize. Daha üstün çıkan bir şeyler vardır mutlaka..."

Gerçekten takım olmayı umarım herkes deneyimler. Garip duruyor çünkü dışarıdan bakıldığı zaman. Sanki ayrı bir organizma gibi... Bir diğer kişi ise Kayseri Fen Lisesi'nde okuyan ve eski takım lideri olan takım üyesi: -ki özellikle üye dememizi istedi.-

"Direkt uzun tutmadan kısa kesecek olursam, aslında bu takım karantina döneminde kurulmuştu fakat uzaktan eğitim gibi saçma bir başlangıç yapmış oldu. Daha sonra tam takım olunsa da böyle bir şey ilk defa böyle bir okulda yapılıyordu. Üstelik kendi okulumda da aynı proje olsa da eski takımım ve arkadaşlarım ile birlikte olmak için karma takım riskini aldım. Kendi okulum buna tepki gösterdi ama öncelikle Sami Yangın'ın bize güvenmesi gerekiyordu. Şaşırtıcı, öğretmen veya üye mi sağladı yoksa okul hiç zorluk çıkarmadı mı bilinmez bir anda bize kapısını açtı. Üstelik bazı okullar bu konuda hassas davranıyor ama Sami Yangın aile gibi karşıladı. En çok kendi okulumdan izin almak zor oldu. Özellikle de yok yazıldığım günleri sildirmekte sorun yaşadım. Onun haricinde takım için de tavsiyem var: Her kim olursa olsun bu okul bir anda güvenmedi size geri planda sizin için güven kazanan bir öğretmen ya da öğrenci mutlaka oldu. Onun için iyi değerlendirin, bir daha üniversitede bile böyle proje zor olur sizin için. En önemlisi ise şudur ki ,bu uzun soluklu yarışmalar için konuşuyorum, asla bırakmayın mutlaka bir ihtimal daha olur. Unutmadan, gerçekten siz sevin, sevilin ve siz birleşin. Başarınız ile yardım edin..." Daha söylenecek söz yoktur bunun üzerine.

Müzik, beyinimizin en basit noktalarına dokunan çok basit bir sistemdir. Beynimizin bu noktalaları genelde karanlık olur. Müzik ise orada yürüyen birinin ayak sesleri... Bu karanlık kısımlar gerçekten basit, öyle korkulacak bir şey değil. Üstelik içinde bulunan sevginin tohumları o karanlıkta gizlidir. En iyi şekilde etki müzik ile olur. Müzik için ise bir aşağılamaya gerek yok çünkü herkes bir müziktir. Bazıları sadece kalp ritimlerine etki eder. Bu konuda en iyi çalışma insanlara bunu anlatabilmektir. Gerçekten sergilemek için değil onların kalp ritimleri ile oynamaktır müzik yapmak. Bu konuda en iyi gençler uğraşabilir çünkü artık müziğin kaderi onlardadır. İsterlerse asla unutulmayacak klasik parçalar çıkarabilirler gençler, yani biz. Ya da istersek o parçayı mükemmel bir şekilde de çalabiliriz. Şu anlık bir müzisyen olarak sadece çevremdekilere dokunmaya çalışıyorum. Mutlaka bu konuda var olan bir çevre yanında yeni bir çevre oluşturulabilir. Bunun için de en iyi bulunan yerde müzik için bazı insanların bir yere gelip ortaya büyük bir şey koymalarını sağlamak olabilir. Kendi bulunduğum ortamda şu anlık buna uğraşıyorum. Bu konuda okuldan da destek alınarak müzik kulübü ya da özel günlerde yapılan programlarda öğrencilerin kendilerini geliştirmesi ve özgüvenini pekiştirmesi için istekli kişileri toplamak gerekir. İyi olan birkaç kişinin gösteri yapması yerine iyiyi de kötüyü de alıp kucuklayıp beraber kalp ritimleri ile bir orkestra oluşturmak, sonra da daha çok daha çok insan almak en iyisidir. Bu konuda söylenebilecek en iyi söz "Gelin kardeşçe başaramasak bile müzik yapmaya çalışalım." olacaktır.

Açıkçası sadece insanlara ulaşayım diye dergiye kattıklarını düşünüyorum bazenleri. Herkesin bir vasfı vardır benimki de bu galiba: İnsanlara ulaşmak. Gerçekten böyle bir imkan olsa denemek isterdim bir müzik aletini. Şimdilerde ise vakit azalıyor diye acele ediyoruz ya da ediyorum. Fakat burada bir yanlış anlaşılma olmasın bu sefer benim dergiye yazı yazdığımı bir şekilde öğrenen biri beni buldu. Kendisinin de böyle bir şey istediğini ama okulda bilgisiz olduğunu sadece okuldaki müzik aleti bilen abi abla ve kardeşleri ile bir şey yapmak istediğini söyledi. Kısaca Sami Yangın içerisinde de belediyelerde olan şekilde bir kulüp kurmak istiyor. Kendisi bu okula yeni başlamış galiba. Böyle deneyim belki onun için iyi olabilir. Sadece buradan bir bilgi verme çabası benim yaptığım ise. Okul içerisinde müzik bilenler ile beraber küçük bir müzik grubu oluşturmayı, sahne almasalar bile beraber bir şeyler öğrenmeyi hedefleyen birisi yakında muhattaplarını bulmaya başlar diye tahmin ediyorum. Umarım biraz da olsun yardımımız dokunur herhangi bir etkinlik ya da proje oluşturmak isteyenlere. Bunun için eğer projeniz varsa ve duyrulmayı istiyorsanız ya da yardım arıyorsanız isteyene bu desteği vermekten onur duyarım. Şimdilik bu gibi kısımlarda çalışma yapanlara kolaylıklar diliyorum.

Gmail: [email protected]

instagram: @kusuuveyik

İnsan, aynada biraz bakarız sonra bir daha ekleriz: İnsan... işte, şimdi dünyanın sonu gelebilir. İnsana insan her şeyin sonu sayılır çünkü. O kadar da abartmayalım yine de bizler. O yüzden sadece birini konuşalım. İnsan bu: düşünür ve duygulanır. Hangisi ağır basarsa o kadar garip yanlışlar yapar. Fakat bütün bu çaba hikaye kendini memnun etme çabasıdır, hatta böyle mutlu dahi olabilir. O yüzden hayat yolunda ağırlık verip hata yapmak normal. Bir de bütün insanların içinde olan bir durum vardır ki o da değişimdir. Değişim, hayatın ya da var olmanın bir gerçeğidir. Her insan bir şeyleri değiştirme uğraşı içindedir. Değişimin büyüğü ya da küçüğü olmaz çünkü değişim hep birbiri içinde bağlantılıdır. Yine de her değişim başka bir değişime yüzde yüz etki edebilir diyemeyiz. Bu yüzden doğru seçmek gerekir. Tabii, her insan farklıdır; kimi hayat boyu süren değiştirme çabası içinde, kimi anlık kendinde değişimler yapmakta, kimi de olmayacak işlerin peşinde koşmaktadır. Diğerlerine söylenecek söz yolları açık olsundur ama sonuncusu için uğraşanlar gerçekten neden uğraşıyorlar ki?

Bu uzun ve girift cümlelere gerek yok bunu anlatmak için deniliyor şu an. O yüzden kısa keselim ve direk konuya girelim: Bir yere gideceğiz diyelim ki, normalde insanlar gidip gitmediğine bakarlar. Fakat bu insanlar olmayacak bir hayalin peşinde oldukları için daha çok nasıl gittiklerine bakarlar. Mesela en basit hayatımızı ayıran, kanunları belirleyen, sınırlar koyan iki kavrama bakalım: iyi ile kötü . İnsan yapısı gereği asla tam olarak iyi ya da kötü olamaz ama yine biz iyiye yönelmeyi tercih edeni ele alalım. Bu, daha çok konu içinde konu gibi oldu ama ağaç gibi olması daha açıklayıcı olur: Şimdi , bu insanlar ilk önce iyilik doğrultusunda insanları değiştirmek isterler ama bunun olma ihtimali çok zor olduğu için bu doğrultuda ilerler. İlerlerken ise hep çiçek dikmeye çalışırlar. Kim bilir belki oraya başka insanlar da gelir güzel kokulu çiçekler ekerler beraber. Onların amaçları bu olsa gerek. Yanlarına gerçekten inanan güvenen insanlar bulmak. Gerçekten bu enayilik sayılır, kim iyilik yapmayı ister ki? Belki de birini kurtarmak, onun hayatına iyi yönde dokunmak, hayatları birleştirmek hoşuna gidenler... Yine de mantıksız bir konu olmadığı anlamına gelmez. Kimse istemez bunu desek o zaman gece yastığa başımızı koyamazdık çünkü orada bir ‘Yine de’ saklı. Bir kelimeyi çok fazla kullanmak paragrafın anlamını okuyucunun gözünden düşürüyor genelde. Böyle bir durumda okuyucunun isteği üzerine yürümek mi, yoksa gerçekten orada bunlara dikkat edecek insanlara ulaşmak için mi diye iki seçenek beliriyor.

Gerçekten ortada bir okuyucu var mı ki? Buradaki ses yankılanıyor sadece . Karşıda biri olsa ses geri gelmezdi. Ah, zaten bir radyocular bir de sohbet yazarları ‘deli’ dediklerindendir. Radyoculuk daha zor olsa gerek; hele bir de komedi ile ilgili ise, anlatır anlatır çabalar çabalar karşıda bir gülen olmadığı için araya küçük bir gülme efekti koyar. Bu insanlar galiba hayatı anlamış insanlar. Hayat da o koydukları efektler gibi olabiliyor. İşte, onlar da bunu değiştirmek istiyor. Onlar, saçmalayan yolcular... En çok kazayı onlar yapacaklar. İşte burada geliyor. Yine de gerçekten birinin hayatını kurtarmak, onunla bir aile gibi olup yardımcı olmak; bazen bir öğretmen, bazen bir kardeş, bazen bir yoldaş olmak gerçekten paha biçilemez. O yüzden eğer bu yolda olan birileri varsa gerçekten yaptığınız yanlış bile güzel olur umarım.

Zaman bir kere de onlar için durdu. Mekan önemsizdi; kişiler, olay her şey... Bir ses yankılandı olamaz diye. O ses bulutları aştı; yükseldi, yükseldi ve en son bir balon gibi patladı. Balonun içindeki ses bütün her yere dağıldı, karşısındaki bir çift göze baktı. Kim olduğu önemli değildi, ister bir hikayenin karakteri isterse de asla var olmayacak bir alfabenin karakteri... Sadece kendisine bakmasa da bu bir çift göz önemliydi. Çünkü bu göz bir parıltıya sahipti, herkeste olan ama hep farklı olan bir parıltı. Bu, eskiye aitti; bir süre baktı, baktı. Karşısındaki zaten ona bakmıyordu, fark edemezdi zaten. Ardından yanından geçerken o gözler elini uzattı ve kolunu tuttu. İşte o zaman gelecek ve geçmiş buluştu ve aslında hiç olmayan, sadece karışıklığı çözen şimdi oluştu. Zamanın tanıdığı süre bitti; mekan kendine geldi ve dinleyenler, izleyenler ve oyucular için söylüyorum televizyondaki karıncalar gitti; görüntü, ses her şey yerine geldi. Karşısındaki kişi kaşları çatık ona bakıyordu. O, insanların yüzüne bakmıyordu zaten normaldi parıltıyı görmemesi. Bu yüzden birbirini tanıyan insanlar gibi konuşmayarak değil de konuşarak çözecekti işini: “Merhaba!” “Siz kimdiniz? ”

"Siz" ve "Kimdiniz" ikisi de arkanda biri varmış gibi hissettiriyordu. Karşısındaki ise soru sorarmışcasına kaşlarını kaldırdı: “Ben...Ben...” Adı neydi? Uzun zaman geçmişti adını, ailesini, nerede olduğunu unutalı. Belki bir yöntem olmalı: “Evet siz?” Yavaş ve sakin bir şekilde kolunu hareket ettirdi, elini en yükseğe kaldırdı ve sanki uzakta bulunan birine selam verircesine el salladı, sonra arkasını döndü ve uzaklaştı. Karşısındaki mi? O sadece bakakaldı, bir uzağa bir de onun arkasından. Ne yaşadım diye düşündü, bugün günü değişmişti o kişiden dolayı. Bir kere ilk defa işten dönerken yüzü asık değildi. İlk defa yemeği sipariş etmedi. Yoo, yemek yapamazdı. Sadece bugün yemedi ve ilk defa eline hiçbir şey almadan direkt yatağa yattı. Bir günlük eğlenceydi onun için. Diğeri mi? O, halen yürüyordu. ‘İşte bu yüzden...’ dedi sessizce. Onun yerine biz tamamlayalım: Bu yüzden şimdi var çünkü geçmiş tekrar edilmedikçe unutulur, gelecek bir şey vaat etmedikçe umursanmaz. Arkasına bile bakmadan devam etti. İşte o, karede bulunan kalabalıkta parlayan iki kişiden biriydi. O, canını arkasına; ölümü önüne almış yürüyordu. Diğerleri diye sormayalım bile. Onların hepsi sadece bir karınca eziyordu o kadar. Onun dışında başka ilginç bir yönleri yoktu, o fotoğrafta bulunan diğer insanların...

SAMİ YANGIN ANADOLU LİSESİ

İNOVATİF EĞİTİM YUVASI SAMİ YANGIN ANADOLU LİSESİ

Herkesin hayalleri vardır.Gece yatmadan önce düşlediği hayaller.Her aynaya baktığında olmak istediği kişinin yansımasını görmek, girdiği ortamlarda saygı duyulan kişi olmak,zengin olmak...Herkes ister bütün bunları.İstemek kolaydır çünkü.Herkesin dilinde bir zengin olmak vardır ama eve gidince bunun için çalışan kişi sayısı yok denecek kadar azdır.Bu çalışan kişilerden belki yüzde ellisi hedefine ulaşacaktır.Çalışıp da ulaşamayanların ise en azından denedik,çabaladık deme şansları olacak.Ama hiç denemeyenler... Bizim de hayallerimiz,hedeflerimiz,belirli bir amacımız var.Bu hayallere ulaşmak için çabaladığımız,emek verdiğimiz zamanlar var.Kimi yaşıtlarımız eğlenirken,istedikleri her şeyi yaparken eve kapanıp çalıştığımız,şuanki isteklerimizi bir kenara koyup gelecekteki biz için uğraştığımız zamanlar.Aslında en büyük fedakarlığı yine biz yapıyoruz ki bunun için en büyük teşekkürü kendimize borçluyuz.Sonra da bu konuda birbirimize her zaman destek olduğumuz ekip arkadaşlarımıza,hocalarımıza,ailelerimize,özellikle her projede yanımızda duran Yunus Hocaya kısacası bize destek veren herkese, Teşekkür ederiz...

KUM SAATİ

Get in touch

Social

© Copyright 2013 - 2024 MYDOKUMENT.COM - All rights reserved.