sayi1260 Flipbook PDF


73 downloads 117 Views 17MB Size

Recommend Stories


Porque. PDF Created with deskpdf PDF Writer - Trial ::
Porque tu hogar empieza desde adentro. www.avilainteriores.com PDF Created with deskPDF PDF Writer - Trial :: http://www.docudesk.com Avila Interi

EMPRESAS HEADHUNTERS CHILE PDF
Get Instant Access to eBook Empresas Headhunters Chile PDF at Our Huge Library EMPRESAS HEADHUNTERS CHILE PDF ==> Download: EMPRESAS HEADHUNTERS CHIL

Story Transcript

www.gazetepencere.com

2 Nisan 2023 Pazar

BABADAN OĞULA ERBAKAN VE MİLLÎ GÖRÜŞ bybybyb bybybyb

AKP kültürel-ideolojik olarak Erbakan mirasının taşıyıcısıymış gibi kendini takdim etmekle birlikte esasen 1980-sonrasında Turgut Özal’la birlikte önü açılan kapitalizme dost, onu “helâl” sayan bir neoliberal/neomuhafazakâr güzergâhtan bu toplumun karşısına çıkmıştır. Özal’la birlikte 1980’lerden itibaren önü açılmış, 1990 başlarında kurumsallaşmış, 2000’lere gelindiğinde ise artık iyice palazlanmış dindar-muhafazakâr burjuvazinin tam desteği ve itici gücüyle iktidar olmuştur. Elbette kent yoksullarını da onları muazzam rantlardan nasiplendirme vaatleriyle kendine razı kılarak… Tayfun Atay 6’da

Dokuzuncu-onuncu yüzyılların Norman kökenli Vareg-Rusları ne kadar despot ise ve halk kitlelerine nasıl zulmettilerse Putin de aynı ölçüde despot ve kitleler üzerinde hükümran olmak için gaddarca ne gerekiyorsa yapıyor. Bu ne kabul edilebilir ne de aklanabilir... Bununla birlikte anlamak, aklamak değildir. Putin’i anlamaya, onun tarihsel-kültürel-politik-psikolojik soykütüğünü deşifre etmeye çalışmak gerekir. Bunu yaparken karşımıza Korkunç İvan da Stalin de çıkacaktır. ?????? xx

Sayı: 157

Bir oy biraya, bir oy Özgür Aybaş’a!.. Sosyal medya onu içki zamlarıyla ilgili attığı “tweet”lerden tanıdı. Yasaklara karşı çıkan nadir isimlerden biriydi. Tekel Bayileri Platformu Başkanı Özgür Aybaş, şimdi Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili aday adayı olarak karşımızda... Aybaş ile “ideal rakı fiyatı”nı, olası bir iktidar değişiminde yaşanacakları ve tabii kişisel popülaritesinin sırrını konuştuk.

Memetcan Demiray 2’de

Andromeda

İlk kez M.Ö. 5. yüzyılda, Küçük Asya üzerinden Yunanistan’a saldıran Persler için kullanılan “Barbar” sözcüğü de önceleri aşağılayıcı bir anlam taşımaz; yalnızca yabancıların, “bar-bar” biçiminde algılanan -ve anlaşılamayan- konuşmalarını tarif etmek için kullanılır. “Barbar”ın daha düşük bir uygarlığı anlatır hale gelmesi ve küçümseme içermesi daha sonradır. Oğuz Pancar 13-14’te

Soğuk savaş süreci̇nde şeki̇llenen Türki̇ye si̇yaseti̇

“Türkiye’deki siyasal İslamcılık farklı bir konjonktürde olsaydı bugün daha farklı bir siyasal İslam görecektik. İslamcılar için antikomünizm devletle iş yapabilecekleri kritik bir halka oldu.” Eda Köprü Yılmayan 11-12’de

Tasarımla dolu İtalyan baharı

Zi̇nci̇rleri̇nden başka KAYBEDECEĞİN BİR ŞEY YOK TÜRKİYE! İnsanlar konut, taşıt ve tüketici kredilerini öderken belirsizlikten çok korkar. En iyi belirsiz ihtimaldense; en kötü belirginlik, yani istikrar tercih edilebilir. Bu nedenle derin yoksulluk esnasında yapılan seçimlerde bu korku bir ‘kültür savaşına’ dönüşerek kararsızları belirgin olarak gördüğü kötüye oy vermeye itebilir. Seyit Tosun 7’de

Yaşını Unutmuş Teyze … bu günaha hepimiz ortağız. Zira, unutuyoruz. Adı deprem olan bir doğa olayını değil, açgözlülüğümüzü sürdüğümüzü, yeryüzünü kurtçuklar gibi yavaş yavaş çürüttüğümüzü ve felaketleri doğanın getirmediğini, onunla uyum içinde hareket etmeyen insanlığın getirdiğini aklımızdan çıkarıyoruz. Kendi sorumluluklarımızı mümkünse Tanrının takdirine, tabiatın işleyişine; kısaca kendimizi sorgulatmayacak ne imkân varsa ona yüklüyoruz. Ayşe Naz Hazal Sezen 3’te

MURAT BERGİ 10’da

“Yaşasın Cumhuriyet! Atatürk Döneminde İktisadi Bağımsızlığın İlk Adımları” sergisi Türkiye İş Bankası Müzesi’nde

Kurtuluş Savaşı’nın ekonomi cephesi

Bir resim elliime n kkelime iin bbin

Yılın ilk çeyreği geride kalırken, İtalya’da yoğun bir yaratıcı fırtına esiyor. Sizler için kısa kısa önümüzdeki dönemin tasarım etkinliklerini derledim. Özlem Yalım 8’de

Çaykovski̇’ni̇n Karısı & Sanal dünya gerçeği̇ni̇ soğurdu: Kayıp

Bülent Vardar 9-10’da

Mutlu Hesapçı 4-5’te

[ PAZAR ] PENCERE

2

2 Nisan 2023 Pazar

MEMETCAN DEMİRAY

Bir oy biraya, bir oy Özgür Aybaş’a!.. ● Uganda, Güney Kore, Meksika, İzlanda... Hangi ülkede Tekel bayileri platformu başkanı bu kadar tanınıyordur? “Dünyada en çok tanınan 4 Türk’ten biri” diyorlar! (Gülüyor) Birçok kanal haberimi yaptı. Ülke şartları normal olsa kimse beni tanımak zorunda kalmayacaktı. Pandemide alkol satış yasağına karşı eylemlerimiz oldu. Sivil itaatsizlikle yasağı delmiştik. Meslektaşlarımız ceza alınca da iptal ettirdik. ● Bu fahiş içki fiyatlarıyla işler nasıl gidiyor? Tekel bayileri hallerinden memnun mu? Nasıl memnun olsunlar?! Dükkânlar kuyumcu gibi oldu. Sadece kuruyemiş, buz alıyor müşteri... Anlıyoruz ki içkisini evde yapıyor. ● Eskiden zincir marketler indirim ve promosyon yapardı. Şimdi Tekel’ler daha ucuz. Nasıl oluyor bu? Eskiden de Tekeller pahalı değildi. Şimdi insanlar gerçeği gördüler. Reklam yasağından ürün tanıtamıyoruz. Geçen başıma geldi, müşteri rakı sordu. İskontolu olduğunu öğrenince “Artık hep sana geleceğim” dedi. Promosyonlar anlaşma yaptığınız firmayla alakalı... “Şu kadar litre satarsan şu kadarını hibe vereceğim” diyor katkı payı olarak... Bayi de bu sayede indirim yapabiliyor.

Sosyal medya onu içki zamlarıyla ilgili attığı “tweet”lerden tanıdı. Yasaklara karşı çıkan nadir isimlerden biriydi. Tekel Bayileri Platformu Başkanı Özgür Aybaş, şimdi Türkiye İşçi Partisi’nden milletvekili aday adayı olarak karşımızda... Aybaş ile “ideal rakı fiyatı”nı, olası bir iktidar değişiminde yaşanacakları ve tabii kişisel popülaritesinin sırrını konuştuk.

‘BİRA 10, RAKI 190 LİRA OLMALI’!

● Bugün vergiler makul seviyeye inse bayi kârı dahil bir şişe bira ve rakı kaç lira olmalı? (Vergi uzmanı) Ozan Bingöl’ün de “tweet”i var. Döviz kuru düşer, yabancı yatırımcı da gelirse bira Avrupa’da olduğu gibi en fazla 1 avro olmalı. Yani ortalama bir şişenin 10 liralara satılması gerekiyor. Rakının olması gereken fiyatı da 190 lira... ● İçkide ÖTV’yi kaldırmak partiniz TİP’in de vaadi mi? Aynı zamanda Millet İttifakı’nın da politikası... Tarihte örnekleri var. 1946’da Türkiye’de vatandaş ispirto içiyor, tepki gösteriyordu. Dönemin yöneticileri bakıyorlar, yasal ürün satışı azalıyor. Fiyatı indiriyorlar. Yakın örnek Kıbrıs’ta... Millet eylem yapınca fiyatlar düştü. Devletin şu an bizde (kaçak içkiden dolayı) vergi kaybı var. 2021 devlet raporunda 2 milyar dolara yakın kayıp görünüyor. Ayrıca ölen insanlar var kaçak içkiden... ÖTV “deprem vergisi” olarak 99’da çıktı. Şimdi birçok üründe uygulanıyor. İçkiye yüzde 300-400 zam oldu son yıllarda. Bir 70’lik şişenin 1 kadehi sizin, gerisi devletin!.. Kendi

Erkan Baş

ürettiğimiz Yeni Rakı, Avrupa’dan ülkeye kaçak sokulurken yakalandı! İskoçya’ya kaçak viski girdiğini düşünsenize!.. Başbakanları harakiri yapardı! ● Sadece satışta değil içki üretiminde de sorunlar var mı? Şarapta örneğin, 1000 litre üretebilirsin deniyor. Fazlasına ceza kesiyorlar. Üzümler yurt dışına satılıyor. Sadece şaraptan reklam yasağı kalksa çok şey değişir.

‘TOPLUMA AYAR VERİLMEK İSTENİYOR’

● Yeni bir iktidarla akşam 22’den sonra içki satış yasağı ne olacak? Muhtemelen saati esnetilecek. Birçok ülkede böyle yasaklar var ama bize uymuyor. Örneğin bayinin ruhsat saatine kadar açık kalması sağlanabilir. Mesela Çankaya’da ruhsat saati gece 1... Ama bazısı da 24 saat açık kalabilir. Bizdeki kadar yüksek bir ceza dünyada yok. Ceza da Avrupa’daki gibi makul bir rakama düşecek. Ama AKP kalırsa daha

Mısra Öz

Ahmet Şık

ÖZGÜR AYBAŞ KİMDİR? 1977, Ankara doğumlu. Mamak’ta, “herkesin giremediği” Tuzluçayır mahallesinde büyümüş. Sonra ticarete atılmış. ODTÜ’de fotokopi merkezinde çalışmış. Askerden sonra kırtasiye işi yapmış. Derken bir kuruyemişçi, sigara ve içki satmadığı için onu hayal kırıklığına uğratınca (!) o dükkânı satın alıp Tekel bayiliğine başlamış! 2011’den beri de devam ediyor. Hep siyasetin içinde ve meydanlardaymış. Bir yıldır TİP üyesi... Evli; 14 yaşında, Taylan adında bir oğlu var.

da kötü olacak. ● Vatandaş zamlara ve yasaklara hiç tepki göstermiyor. Sizce neden? Etil alkol içmek zamları kanıksamaktır! Hayır kardeşim, isyan edin! Benim orijinal içme hakkım var. Gerekirse birkaç ay almayın, protesto edin. Yaşam tarzınıza müdahale var. Ama “nasılsa ben alıyorum” diye umursamayan bir kitle de var.

AKİT’E CEVAP: ‘AYYAŞ’LIK ONURDUR!

● Twitter’da zamlı fiyat listesi paylaştınız diye “içki reklamı yapmak”tan 215 bin lira ceza aldınız. Buna ne dersiniz? Konserinde içki şişesi göründü diye ceza alan sanatçı var. Bahane edildi benimki de... Topluma bir ayar verilmek isteniyor. Parmak sallama yani... Banyoda ayağınız kayıp düşse bile doktorlar ilk önce “Alkol var mı?” diye soruyorlar. Varsa “alkolden öldü” diye kayıtlara geçersiniz. Hastanede bile böyle bir sistem var. ● Siz içki seviyor musunuz ya da favoriniz ne? Rakıcıyım. (Gülüyor) ● Akit gazetesi sizi “alkoliklerin adayı” diye manşet yaptı! Akit sürekli beni manşet yapıyor. Zaten kalitesiz bir gazete ama benim için iyi oluyor, reklam oluyor! Bana bir ara “ayyaş” diyorlardı. Ben onu kabul ederim ama siz hırsızlıkları, çocuk tecavüzlerini kabul ediyor musunuz? Bu durumda ben “ayyaşlık”tan onur duyarım.

‘GENÇLER UYUŞTURUCUYA YÖNELDİ’!

İrfan Değirmenci Barış Atay

Sera Kadıgil

Dört milletvekiliyle (üstte) TBMM’de hayli ses getiren TİP, şimdi yeni vekil adaylarıyla (sağda) tarihinin en “popüler” dönemlerinden birini yaşıyor.

Mehmet Aslantuğ

Meryem Göktepe

● Ünlü bir Tekel bayisi olmak nasıl? Dükkâna gelip ilginç taleplerde bulunanlar var mı? Çok gelen oluyor! Kaliteli müşterilerim var. Alışveriş yaptıklarında fazla ödeme yaparlar, “Askıda bira yap” diye... Üniversite öğrencilerine... ● Gençlerin esas sorunu uyuşturucu diyorsunuz. İçki aşırı pahalı olduğu için “kalem parfüm”, çakmak gazı koklayanlar bile varmış! Gençler daha ucuz diye uyuş-

turucuya yöneliyorlar. 10 liraya abuk sabuk, “met” midir nedir, ondan içiyorlarmış. Büyük bağımlılık yapıyor. Uyuşturulmuş bir beyinle geziyorlar. Alkol kültürünü kaldırırsanız böyle olur. Ülke ekonomisine de katkı veren bir üründür alkol... ● Şu an Kadıköy’de bayiler depozitolu şişeleri geri almıyor. Zaten 40 lira birada depozitonun anlamı da kalmadı. Ama çevrecilik açısından, şişelerin hiç mi önemi yok? Çok basit bir örnek vereceğim. Bundan 10 sene öncesine kadar 10 boş şişe getirip bir bira alırdınız. Şu an depozito 50 kuruş. Yani 70-80 şişe getirmeniz gerekiyor ki bir bira alasınız! Pandemide hijyen açısından şişeleri geri almamaya karar vermiştik. Geri dönüşüm iyi bir şeydir ama pandemiden sonra aksadı. Şimdi çöplerin de ihalecileri var. Kırılmadıkça şişeleri çöpten toplayıp dönüştürüyorlar.

‘AKP KAYBETTİ, BİTTİ O İŞ!’...

● Gelelim siyasete... Yeşiller Sol, TKP, CHP değil de neden TİP’i seçtiniz? Mecliste dört vekille müthiş performans sergiliyorlar. Sömürüsüz ve ranta dayalı olmayan sınırsız bir dünya özlemi var. Her yerdeler. Orman yangınlarından depreme, herkes TİP’in dayanışmasını gördü. Olunması gereken en güzel siyasi parti. ● Sizce seçimin sonucu ne olacak ve 15 Mayıs’a nasıl uyanacağız? Çok renkli bir parlamentoya uyanacağız. AKP zaten kaybetti, bitti o iş. ● Kesin mi? Görünen köy kılavuz istemez. Vaatleri ne olabilir 20 yılın ardından?.. Asgari ücretle ne kadar rakı-bira alınıyordu? Altın, masa, sandalye üzerinden de yapabilirsiniz bu hesabı... ● Seçilirseniz kravat takıp yeni bir yaşama başlayacaksınız. Buna hazır mısınız? Hiç düşünmedim. Hiç kravatım olmadı ortaokuldan beri!.. Ama tabii ki takabilirim!

[ PAZAR ] PENCERE

3

2 Nisan 2023 Pazar

AYŞE NAZ HAZAL SEZEN

D

epremzede bir aileyi ziyaret etmek için yürürken moloz yığınlarının arasında karşılaştık yaşını unutmuş teyzeyle. “Yardıma mı geldiniz, kızım.” Adı yardım olan eylemler bütünü için oradaydık da yapmaya çalıştığımız yardımdan ziyade dayanışmanın bir parçası olmalıydı. Kıyametin provası denilen felaketin altından hayır adına yardımlar da oradaydı, dayanışma için gelen yardımlar da. İkisinin arkasındaki motivasyon farklılığıysa politik olarak çizilmiş, kültürel olarak benimsenmiş ‘kader’in açıklaması olabilir miydi? Muhtemelen. Zihnim bağış ve seferberlik arasındaki ayrımı tartışırken, yaşını unutmuş teyzenin sorusunu basit bir evet ile cevapladım. Aklımda adını koyduğum yahut koyamadığım düşünceler ve duygularla kaynayan kazanın basıncını aynı evet cevabını yineleyerek azaltmayı denedim. Mesleğimi öğrenince, biliyorum ben sizi, insanlarla konuşuyorsunuz, diyerek beni sohbetine davet ettim. Adımlarım, ağır ağır yürüyerek koluma giren teyzeye eşlik ederken iç ve dış çatışmalarımın arkada bırakılması gereken andaydım. Gideceği yere kadar eşlik etmeyi umduğum yolculuğumuza dualarıyla başladı: Yaradan size yaşatmasın, görmeyin böyle acıyı. Kendi kayıpları ve yıkımlarını anlatmasının ardından tekrar etti duasını: Biz yaşadık, daha Ümmet-i Muhammed yaşamasın. Kolumda dualarıyla yürüyen yaşını unutmuş bir teyze, dik kalmayı başaramamış binalar iki tarafımızda, yanından geçtiğimiz çadırlara selam vererek ilerliyoruz ve o ihtiyaçlarını söylemek yerine sırf yardıma geldiğimiz için dualarına bizi ekliyordu. Kalbini dağlayan acıya rağmen hangi görüşün hoşgörüsüydü bu, hangi kuramın emsali, hangi ideolojinin temsili? Yaşını unutmuş teyze, çoğumuzun unuttuğu, kalanımızın unutayazdığı bilgeliğin taşıyıcısıydı. Teyze birimiz incindiğinde tüm insanlığın incindiğinin farkındaydı, kendi yası, öfkesi bir yana tüm insanlığı aynı kederden korumak isteyen duaları vardı. Kendisinin, çocuklarının veya torunlarının bir gereksinimi olup olmadığını öğrenmeye çalışırken bir ihtiyacını olmadığını, zira bunun da cezanın bir parçası olduğunu, öğrenmemiz gerektiğini dualarının arasına sıkıştırıverdi. Felaketler karşısında kontrolü yitiren insan, yaşadıklarını anlamlandırmaya çalışırken suçlayacak bir sorumlu bulamayınca inandığı en yüksek otoriteye sığınıyor. Kendisi için cenneti vaat eden otoritenin yıkım getirme fikriyse ya cezadan ya da sınava tabii olmakla akla uydurulabiliyor.

Yaşını Unutmuş Teyze

… bu günaha hepimiz ortağız. Zira, unutuyoruz. Adı deprem olan bir doğa olayını değil, açgözlülüğümüzü sürdüğümüzü, yeryüzünü kurtçuklar gibi yavaş yavaş çürüttüğümüzü ve felaketleri doğanın getirmediğini, onunla uyum içinde hareket etmeyen insanlığın getirdiğini aklımızdan çıkarıyoruz. Kendi sorumluluklarımızı mümkünse Tanrının takdirine, tabiatın işleyişine; kısaca kendimizi sorgulatmayacak ne imkân varsa ona yüklüyoruz.

İnsan deneyimlemek zorunda kaldığı acılara, yıkımlara, kıyımlara bir sorumlu bulamayınca en sonunda kendini suçlayıveriyor. Deprem gibi önce insanın yere basan güvenli zeminini parçalayan, ardından derununda sakladığı çatlamış kolonları ve sağlam atılmamış temelleri göz önüne çıkaran felaketlerde mesullerin ortadan kaybolmasıyla yaratıcısına sığınan insana başına gelenler karşısında kendinden başka suçlu bırakmıyor. Sevgisini koşullu almaya alış(tırıl)mış çocuğun ihtiyaçları karşılanmadığında “ben yeterince iyi olmadığından sevilmiyorum” çarpıtmasını kendi yetersizliğinin özü olarak kabullenmesine benzeyen bir ilişki. Yaşını unutmuş teyzenin cezalandırılmaktan ne kastettiğini soruyorum, manası zor gelen bir gerçekliğin içindekilerin iç dünyalarını idrak etmeye çalışıyorum. Hepimizin tecrübeleriyle öğrendiklerine bağlı önyargılar zihnimde dolaşırken kulaklarımda uzun bir müddet yankılanacak monolog başlıyor; önce dua sonra hikâye. “Bak!” ilerdeki kaybolmuş,

geriye sadece enkaz yığını kalmış merkezi işaret ediyor. “Yaradan size bunu yaşatmasın, kimseye yaşamasın. Böylesi görülmesin bir daha. İstanbul’dan gelmişsiniz bize. Orada da olacakmış, Yaradan göstermesin size, kimseye… Yetmedi, kızım bize küçük evlerimiz. Yaptılar, büyük büyük binaları. Doymadı insanlar. Biz iki çaputtan birini giyer, diğerini yıkar. Sonra değiştirir yıkadığımızı giyerdik. Kafiydi. Bilahare daha entari aldılar. Yüklükte dururdu öyle. Gitti işte hepsi. Bir tek bu üstümdeki entari kaldı. Gitti işte o büyük büyük binalar. Canlar gitti. Nitekim her şeyi daha çok istemeselerdi, yetseydi sahip olduklarımız, yitip gitmezdi onca insan. Gitmezdi, evlatlarım... Doymadı insanlar, yetinmediler, daha çok istediler. Yaradan hatırlattı hepimize

Kurtçuklar gibi içten içe yiyip çürüttüğümüz dünya karşımızda yıkılıyordu.

elimizdekiyle yetinmemiz gerektiğini. Öğrenmemiz için bir sürü masumumuz gitti.” Kısa kısa cümlelerin arasında sıkıştı nefesim. Evvel Nuh Tufan’ından bildiğimiz cezalandırılma mitinin önyargısında boğulmuş, ardından dünyayı anlamak için eğitimin değil doğayla insanın ilişkisine bakmanın bilgeliğin kendisi olduğunu hatırlamış, hatırlamanın ve neden unutturulduğunu/ unuttuğumuzun fark etmenin ağırlığı altında kalmıştım. Yaşını unutmuş teyzenin eğitim hikayesinde ilkokuldan ötesi yoktu. Köyünden çıkamamıştı. Köyden çıkanları dinlemiş, nasıl değiştiklerini izlemiş, topraktan nasıl koptuklarına anlam verememiş ve kendi merceğinden dünyaya mana katmış dünyanın anlamını keşfetmişti. Bizlerse hala geçmiş hatalarımızın içinde yaşadığımızı biliyor, işlediğimiz kabahatleri düzeltmek bir yana dursun ısrarla ihmallere devam ediyoruz. Gündelik hayatımızda ölüm gerçeğini bastırmamız gibi bu hakikati de bir felaket yaşanana kadar unutuyoruz. Hülasa, yaşını unutmuş teyze haklıydı. Cezalandırıldığımız konusunda değil, doymadığımız hususunda. Kurtçuklar gibi içten içe yiyip çürüttüğümüz dünya karşımızda yıkılıyordu. Doğayla işbirliği içinde inşa edilen yuvalar değil, açgözlülüğün gölgesinde, yetinmeyerek daha çok pay almaya çalışanların imzalarında kurulmuş hayatlar yıkılıyordu. Yıkılmış yapıların günahkarlarının bedelini çivi çakmaktan aciz ruhlar ödüyordu. Şimdilerde bu günaha hepimiz ortağız. Zira, unutuyoruz. Adı deprem olan bir doğa olayını değil, açgözlülüğümüzü sürdüğümüzü, yeryüzünü kurtçuklar gibi yavaş yavaş çürüttüğümüzü ve felaketleri doğanın getirmediğini, onunla uyum içinde hareket etmeyen insanlığın getirdiğini aklımızdan çıkarıyoruz. Kendi sorumluluklarımızı mümkünse kısaca kendimizi sorgulatmayacak ne imkân varsa ona yüklüyoruz. “Ahretliğime geldik, kızım.” cümlesiyle zihnimdeki harpten gerçekliğe davet alıyorum. - Teyze, sen kaç yaşındaydın? - Bilmem, unuttum. Anamdan doğduğum zamandanım. Ahretliğine doğru yürüyüşümüzün ardından yanından ayrılırken çengelli iğne ile kapattığı cebinden nüfusunu çıkarıyor. Karşımda asırlık çınar varmış. Koca bir asrı kucaklamaya hazırmış. Yaşını öğrenmek istemiyor; zaten unuturmuş. Giderken sesleniyor: - Kızım, varsa bana bir çamaşır deterjanı getirsen, yeter. Üstümdekileri yıkayayım. - Nasıl bulacağım seni, teyze? - Geldiğimiz yolu yürü, sonunda bulursun. Buldum.

[ PAZAR ] PENCERE

4

2 Nisan 2023 Pazar

MUTLU HESAPÇI mutluhayatperdesi

“Yaşasın Cumhuriyet! Atatürk Döneminde İktisadi Bağımsızlığın İlk Adımları” sergisi Türkiye İş Bankası Müzesi’nde

Ç

Kurtuluş Savaşı’nın ekonomi cephesi

ok yaşasın Cumhuriyet! İyi ki varsın Mustafa Kemal Atatürk! Ne zaman umutsuzluğa düşsem Atatürk’ü düşünür ve tarihin sayfalarında bir yolculuk yaparım. Cumhuriyetimizin ne kadar büyük zorluklarla ve fedakârlıklarla kurulduğunu hatırladıkça sorumluluğumuzun ne kadar büyük olduğu gelir aklıma. İşte o noktada Cumhuriyetin ışığı aydınlatır yüzümü ve emin adımlarla hiç durmadan yürümemiz gerektiğinin bilinciyle hareket etmeyi sürdürürüm. Öyle ki Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlayacağımız bir zamanın içine girdik. Şimdi; geçmişte yapılanları iyi öğrenerek dünü, bugünü daha iyi anlama ve geleceğe bu ışıkla yürüme zamanı. Bu noktada yolculuğuma Cumhuriyetimizin 100. yılı

vesilesiyle Türkiye İş Bankası tarafından hazırlanan “Yaşasın Cumhuriyet! Atatürk Döneminde İktisadi Bağımsızlığın İlk Adımları” başlıklı sergi eşlik etti. İstanbul Eminönü’nde bulunan Türkiye İş Bankası Müzesi’nde ziyarete açılan sergiyi gezdim. Sergi beni o kadar çok etkiledi ki dönemin koşullarında yapılanlar karşısında saygı duruşuna geçtim. Cumhuriyetin ilk yıllarında atılan adımlar olmasa şimdi bu durumda olmazdık. Her alanda yapılan çalışmalar bir devrim niteliğinde ve bizi bugünlere taşımış ve ayakta tutmuş. Bu önemli sergiyi herkesin gezmesi hatta defalarca ziyaret etmek gerekir. Nereden nereye geldiğimizi anlamamız açısından Türkiye İş Bankası Müzesi’nde açılan sergi çok anlamlı ve önemli.

Mustafa Kemal Atatürk’ün “Siyasi ve askeri zaferler ne kadar büyük olursa olsun, iktisadi zaferle taçlanmazsa sonuç kalıcı olamaz” sözünden alınan ilhamla hazırlanan sergide, iktisadi ve sosyal hayatın kalkınması mercek altına alınıyor. Türkiye İş Bankası Genel Müdür Yardımcısı Suat Sözen

ve İş Sanat’ın koordinasyonunda hazırlanan serginin küratörü, 19. ve 20. yüzyıl Türkiye iktisadi ve sosyal tarihi, kurum ve girişimcilik tarihi konularında yaptığı çalışmalarla bilinen, Marmara Üniversitesi İktisat Fakültesi öğretim üyelerinden Dr. Öğr. Üyesi Murat Koraltürk ile sergiyi konuştum.

TÜRKİYE İŞ BANKASI GENEL MÜDÜR YARDIMCISI SUAT SÖZEN

“Sergi, devralınan mirası ve bir ülkenin temellerinin atılışını anlatıyor”

● “Yaşasın Cumhuriyet! Atatürk Döneminde İktisadi Bağımsızlığın İlk Adımları” sergisinin sizin için anlamı ve önemi nedir? Yaşasın Cumhuriyet Sergisi, Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamak amacıyla hazırladığımız, bir ulusun, ardı ardına yaşadığı savaşlardan sonra siyasi bağımsızlığını kazanmasının ardından iktisadi bağımsızlığını inşa etmesinin ilk adımlarını, Cumhuriyetimizin ilk 15 yılının ruhunu anlatmaya gayret ettiğimiz bir sergi. Serginin bizim için ayrıca bir anlamı, önemi var. Cumhuriyet ile neredeyse yaşıt ve 2024’te 100 yaşına girecek olan bankamızın kuruluş fikrinin temelleri, 1923’te İzmir İktisat Kongresi’nde atıldı. Dolayısıyla bu yıl, esasen İş Bankası’nın da fikir olarak doğuşunun 100. yılı… Hem Cumhuriyetimizin hem bankamızın ikinci

yüzyılına adım attığı bir dönemde böyle bir serginin kapılarını açmış olmak bizler açısından çok kıymetli.

ÜLKEMİZİN KURULUŞ HİKÂYESİ

● Sergiyi gezerken zor koşullarda ne kadar önemli projeler gerçekleştirildiğini ve bir ülkenin kalkınması için her şeyin ne kadar detaylı bir şekilde projeye dönüştürüldüğünü adım adım görüyorsunuz. Siz sergiyi gezerken neler hissettiniz ve Atatürk’ün dehasına dair neler söylersiniz? Sergi öncelikle, Cumhuriyetimizin ne kadar büyük fedakârlıklarla ve zorluklarla kurulduğunu hatırlatıyor. Devralınan mirası ve bir ülkenin temellerinin atılışını anlatıyor. Bizleri ülkemizin kuruluş hikâyesine götürüyor, o dönemi zihinlerimizde tekrar canlandırıyor.

TÜRKIYE İŞ BANKASI GENEL MÜDÜR YARDIMCISI  SUAT SÖZEN DR. ÖĞR. ÜYESI MURAT KORALTÜRK

Duygu olarak bende bıraktığı en belirgin iz ise tüm sıkıntılara ve son derece kısıtlı imkânlara rağmen, siyasi bağımsızlığın elde edilmesinden sonra Atatürk’ün çağının çok ilerisindeki öngörülü ve vizyoner yaklaşımının liderliğinde ülkemizin iktisadi bağımsızlığının temellerinin atılması ve bunu bir ulusun birbirine kenetlenerek başarmasıdır. Daha önce Çanakkale Savaşları’nın 100’üncü yılı vesilesiyle “Derinlerden Siperlere: Çanakkale 1915”, Atatürk’ün Samsun’a çıkışının yüzüncü yılında her iki müzemizde eş anlı olarak açtığımız ve büyük ilgi gören “Milli Mücadele’nin 100. Yılında İstiklal”, Milli Mücadele’nin kahramanlarını yâd etmek üzere hazırladığımız “Bir Asrın Ardından” adlı süreli sergiler gerçekleştirdik. Gerek önceki sergilerimizde gerekse “Yaşasın Cumhuriyet” sergimizde yaşanılanların, olayların dönem fotoğraflarıyla, objeleriyle tüm gerçekliğiyle aktarılmasını, serginin, ziyaret edenlerin hafızasında somut bir şekilde karşılık bulması açısından değerli buluyorum. Tarihimizle ilgili belli zaman dilimlerine dair

kesitleri aktarmaya çalıştığımız tüm sergilerimiz, başta Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere Cumhuriyetimizin tüm kahramanlarına saygı duruşu niteliği taşıyor.

“EL ELE VERDİĞİNDE HER ZORLUĞUN ÜSTESİNDEN GELEBİLECEK BİR ÜLKE”

● Sergide sizi en çok etkileyen belge, hikâye, kişi, olay, proje hangisi oldu ve neden? Sergide yer alan, ziyaretçileri zaman yolculuğuna çıkaran tüm belgeler, aktarılan hikâyeler, fotoğraflar çok etkileyici. İlk sanayi kuruluşlarımıza dair fotoğraf ve objelerden tutun eğitim, tarım, ulaşım altyapısındaki atılımlarımıza dair fotoğraflar, belgelere; dönemin gazete kupürlerinden ülkemizin ilk şirketlerinin kuruluş hikâyelerine, el işçiliği oyuncaklardan ilk yerli üretim cam, kumaş gibi objelere, maketlere kadar hepsi de ayrı ayrı kıymetli… Sergimizin “Önce İnsan” başlıklı bölümünde bulunan, eğitim ve sağlıkla ilgili modernleşmeye tanık olduğumuz fotoğrafların, özellikle bu konuların günümüzde de hâlâ o günlerdeki kadar güncelliğini

[ PAZAR ] PENCERE

5

koruması nedeniyle son derece önemli olduğunu düşünüyorum. Tüm dünyada hâlâ kadınların üretim hayatına, ekonomik yaşama daha fazla katılması, çocuklarımızın nitelikli eğitim alması öncelikli gündem maddeleri arasında yer alıyorken, tartışılıyorken 20. yüzyılın başlarında ilerici, öngörülü bir yaklaşımın ortaya konmasını çok değerli buluyorum. Aslında bunları ayırmak, birisine diğerinden fazla önem atfetmek doğru değil. Bununla birlikte o dönemin fotoğraflarında, özellikle sıradan insanların gözlerindeki büyük bir savaştan zaferle çıkmış ve şimdi bir ülkeyi kurmak

için birlik olmuş olmanın haklı gururunu, mutluluğunu görmenin çok etkileyici olduğunu düşünüyorum. El ele verdiğinde her zorluğun üstesinden gelebilecek bir ülkenin insanlarını görmenin müthiş bir duygusu var.

“BANKAMIZI TÜRKİYE’NİN BANKASI YAPAN DEĞERLER” ● İş Bankası’nın da fikir

olarak doğuşunun 100. yılı dolayısıyla sizin için bu yılın başka bir anlamı da var. 100 yıldır ayakta kalmayı başaran ve ilkelerinden, duruşundan ödün vermeden yolunda ilerleyen bir bankanın yöneticisi olarak bu başarıya dair neler söylersiniz? İş Bankası, Atatürk’ün “siyasi ve askeri zaferler ne kadar bü-

2 Nisan 2023 Pazar

yük olursa olsun iktisadi zaferle taçlandırılmadığı sürece kalıcı olamayacağı” vizyonuyla kuruldu. Kurulduğu tarihten bu yana da bu kurumu dimdik ayakta tutan, “Türkiye’nin Bankası” yapan en önemli değerler, ülkemize dair taahhütlerini içeren misyonu, vizyonu ve hiçbir zaman taviz vermeden devam ettirdiği kuruluş değerleri oldu. Yaklaşık bir asır önce ülkemizin iktisadi bağımsızlığının sağlanmasında önemli bir rol üstlenen, tarihi boyunca en zor zamanlarda hep ülkesinden yana tavır koyan bankamız, ikinci yüzyılına hazırlanırken de ülkemiz için değer yaratmaya devam ediyor.

DR. ÖĞRETIM ÜYESI MURAT KORALTÜRK

“Bu iktisadi mirası toplu olarak izliyor olmak çok heyecan verici” ● “Yaşasın Cumhuriyet! Atatürk Döneminde İktisadi Bağımsızlığın İlk Adımları” sergisi için nasıl bir çalışma yapıldı, sergiye hazırlık ne kadar bir zamanı kapsıyor? Ben Eylül gibi ekibe katıldım; ancak benden aylar önce çalışmalar başlamıştı. Zengin bir koleksiyon birikmiş ve çeşitli kurumlarla işbirlikleri yapılmıştı. Müze’nin tarih araştırmaları ekibi, tasarımı yapan Pattu ve tabii İş Sanat’ın koordinasyonuyla oldukça profesyonel biçimde çalıştığımızı söyleyebilirim.

ra Üniversitesi Ziraat Fakültesi Müzesi, afişler, fotoğraflar, eğitim materyalleri ve tarım aletlerini sergilenmek üzere verdi. Bugün Aydın Adnan Menderes Üniversitesi’ne ait bir yerleşke olan Nazilli Sümerbank Basma Fabrikası’nda yer alan üretim araçları ve fabrikanın kurulmadan önce yapılmış maketi sergimizi süslüyor. Bursa Merinos Fabrikası’ndan yün yumakları, Celal Bayar Vakfı Müzesi’nden eşsiz zarafette nesneler, özel koleksiyonerlerin bugüne dek gün yüzüne çıkmamış çok kıymetli belge ve nesneleri ve çok daha fazlası ziyaretçilerin ilgisine sunulmuş durumda; herkesi sergiye bekliyoruz.

“SERGİ SEKİZ BÖLÜMDEN OLUŞUYOR”

● Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk 15 yılında atılan adımlar serginin içeriğini oluşturuyor. Sergi kaç bölümden oluşuyor ve ziyaretçiler nasıl bir gezi içinde kendilerini bulacaklar? Sergi sekiz bölümden oluşuyor. İlk bölümde Cumhuriyet’in devraldığı iktisadi mirası anlatıyoruz. Bu bölümü “Tam Bağımsızlık İçin Milli Egemenlik, Milli Ekonomi” başlığını taşıyan ikinci bölüm izliyor ve İzmir İktisat Kongresi ile Lozan Barış Antlaşması’nın iktisadi sonuçlarından söz ediyoruz. “Önce İnsan: Sağlık ve Eğitim” başlığı altında nüfus politikası, sağlık ve eğitim alanında yapılanları, takip eden “Çiftçinin Emeği Modern Tekniklerle Değerleniyor” bölümünde aşâr vergisinin kaldırılmasını ve tarım alanında atılan adımları ele alıyoruz. “Milli Sermayenin Yük-

selen Gücü” bölümünde ise yerli girişimci yaratma, milli bankacılık ve sigortacılık girişimlerini, yurt içi ve dışı tanıtım faaliyetleri kapsamında fuarları anlatıyoruz. “Gidemediğin Yer Senin Değildir” başlığını taşıyan altıncı bölümde demiryolları, denizyolları ve başlangıç aşamasında olan havayolu ulaşımına değiniyoruz. “İlk Sanayileşme Çabaları, Kriz ve Korumacılık” başlıklı bölümde 1929 krizi ve alınan önlemler, Merkez Bankası’nın kurulması, korumacılık ve ilk sanayileşme adımları olarak çimento ve şeker sanayi alanında atılan adımlar yer alıyor. Serginin “Kalkınmanın Lokomotifi: Modern Sanayi Kuruluyor” başlıklı sekizinci ve son bölümünde ise devlet eliyle sanayileşme çabasını özetliyor ve bu bağlamda Sümerbank, Etibank ve

İş Bankası’nın sanayi alanındaki girişim ve yatırımlarından bahsediyoruz. Ziyaretçiler, bu başlıklar altında Cumhuriyet’in bu ilk döneminde ekonomide yapılanları, özellikle iktisadi bağımsızlık ve kendi kendine yeten bir ekonomi yaratma çabasını, sanayileşme ve buna dayalı olarak kalkınma perspektifini görme şansını bulacaklardır.

“KURUMLAR VE KOLEKSİYONERLERE SUNDUKLARI KATKI İÇİN MÜTEŞEKKİRİM”

● Sergide yer alan arşiv, belge, fotoğraf, film ve objelerden bahseder misiniz? Kurumsal ve kişisel arşiv ve aile yadigârları kimlerden alındı, serginin oluşumu için bu katkıların önemi nedir? Sergiye malzeme temininde pek çok yerle iletişime geçildi; sonuçta 30’a yakın kişi ve kurumun koleksiyonundan malzemeler sergide yer buldu. Projenin başlangıcında kamuoyuna yapılan çağrıya ve kurulan işbirliklerine verilen olumlu dönüşler sonucunda üç bine yakın belge, fotoğraf ve nesne birikti. Mekânların sınırı olduğu için bunların arasından bir seçki yapabilmek oldukça zor oldu. Kurumlar ve koleksiyonerlere sundukları katkı için müteşekkirim. İçlerinden örnek vermek gerekirse Anka-

“CUMHURİYET’İN İLK ON BEŞ YILINDA EKONOMİNİN FOTOĞRAFINI ÇEKMEYE ÇALIŞTIK”

● Bu konularda araştırmalar yapan uzman bir isim ve serginin küratörü olarak “Yaşasın Cumhuriyet! Atatürk Döneminde İktisadi Bağımsızlığın İlk Adımları” sergisinin önemi ve anlamı nedir? Bugün, küreselleşmenin ve neoliberal iktisat anlayışının etkisi altında iktisadi bağımsızlık ve kendi kendine yeterlilik birçok insan için bir anlam ifade etmeyebilir. Ancak yüzyıl sonra dönüp geriye baktığımızda Cumhuriyeti kuran kadronun özellikle Osmanlı Devleti’nin acı deneyimlerinden ders çıkarmış ve bu nedenle siyasal alanda olduğu gibi ekonomide de bağımsızlık vurgusu yaptığını görüyoruz. Biz Cumhuriyet’in ilk on beş yılında ekonominin fotoğrafını çekmeye çalıştık.

“BIRÇOK BELGE VE OBJE ŞAŞIRTTI BENI”

● Sizi sergide en çok şaşırtan bilgi, belge vb gibi ne oldu ve neden? Birçok belge ve obje şaşırttı beni ve eminim ziyaretçi için de öyle olacak. Ama esas bunları bir sergi akışı içinde, aynı çatı altında görebiliyor olmak, bu iktisadi mirası toplu olarak izliyor olmak çok heyecan verici.

[ PAZAR ] PENCERE

6

2 Nisan 2023 Pazar

TAYFUN ATAY

Babadan oğula Erbakan ve Millî Görüş AKP kültürel-ideolojik olarak Erbakan mirasının taşıyıcısıymış gibi kendini takdim etmekle birlikte esasen 1980-sonrasında Turgut Özal’la birlikte önü açılan kapitalizme dost, onu “helâl” sayan bir neoliberal/neomuhafazakâr güzergâhtan bu toplumun karşısına çıkmıştır. Özal’la birlikte 1980’lerden itibaren önü açılmış, 1990 başlarında kurumsallaşmış, 2000’lere gelindiğinde ise artık iyice palazlanmış dindar-muhafazakâr burjuvazinin tam desteği ve itici gücüyle iktidar olmuştur. Elbette kent yoksullarını da onları muazzam rantlardan nasiplendirme vaatleriyle kendine razı kılarak…

T

emel Karamollaoğlu, Yeniden Refah Partisi Başkanı ve Necmettin Erbakan’ın oğlu Fatih Erbakan için “babalarının genel başkan olduğu partiye ihanet ettiler” demiş. “Babasının kitabını alıp okuyup her gittiği yerde bunu anlatmak Millî Görüşçü olduğu anlamına gelmez” diye de devam etmiş. Bunu bir tık ileri götürmek gerek. Oğul Erbakan’ın aslına bakılırsa sadece babasının partisine değil, fikriyatına ihanet içinde olduğu da ileri sürülebilir. Çünkü Adalet ve Kalkınma Partisi, evet, Erbakan hareketinin içinden, ama onu “değilleyerek”, ondan bir “mutant” olarak siyaset sahnesine çıkmıştır. Bir başka deyişle, doğuşu itibarıyla Erdoğan liderliğindeki AKP, İslamcılıkla halelenmiş olmakla birlikte Millî Görüş’ün “ruhuna Fatiha” okuyarak çıkış bulmuş bir “ekonomi-politik” harekettir. Bu durum “zarf ve mazruf” mecazıyla da anlatılabilir. AKP’nin zarfı ya da dış görünüşü, onun önde gelenlerinin bağrından çıktıkları Erbakan ve Millî Görüş hareketi olabilir. Ama AKP’nin mazrufu, 1980-sonrası dönemde karşımızdaki Özal ve neo-liberalizmdir. Bu da AKP’yi Necmettin Erbakan söz konusu olduğunda “devam”ın değil “kopuş”un karşılığı, fikri açıdan da bir mutabık değil “muarız” kılar. Kısaca ve satır başlarıyla açmaya çalışalım.

ANTI-KAPITALIST MILLÎ GÖRÜŞ Fatih Erbakan özellikle toplumsal ve kültürel konularda, “İstanbul Sözleşmesi” ya da 6284 sayılı yasa gibi başlıklar dolayımıyla muazzam bir taassup içinde kendince babasının sıkı sıkıya takipçisi gibi bir resim verirken, yöneldiği AKP bünyesinde Kur’an’la “Bakara-Makara” diye dalga geçmiş olanların, dışlanmak bir yana, hâlâ bol bol ödüle mazhar kılındıklarını nasıl görmezlikten gelmekte, bu ayrı bir konudur. Fakat asıl önemli mesele, baba Erbakan’ın AKP tarafından tamamen terk edilmiş ekonomi-politik önerileridir ve Millî Görüş’ün de onun 1990’lara uyarlaması sayılabilecek “Adil Düzen”in de esasını bu oluşturur. Erbakan, liberal-kapitalizme karşıydı. Siyasi serüveninin ilk göz ağrısı olan Milli Nizam Partisi (1970) programında “sermaye hareketlerini insanlığın maddi ve manevi gelişmesine zarar verecek şekilde başıboş bırakan sermayeye ve bir kısım kimselere meşru esaslar dışında çalışmadan tufeyli şekilde istismar imkânları sağlayan materyalist-kapitalist görüşlere” karşı olunduğu kaydedilir.1 Çünkü Erbakan 1970’ler Türki-

tepkisini, öfkesini siyasete taşıdığı ve “Adil Düzen” projesiyle şekillenen 1990’ların Refah Partisi programında da karşımıza çıkar: “İnsanlık Batı medeniyetinin kurduğu Komünizm ve Kapitalizmin iflası karşısında yeni bir düzen arayışındadır; bu düzen RP’nin siyasal platforma taşıdığı ‘adil düzen’dir”.3

AKP’YI ÖZAL’DA ARA!

ye’sinde önce Milli Nizam Partisi, sonra da Milli Selâmet Partisi ile ekonomik değişmeden rahatsız kesimlerin hissiyatına siyaseten tercüman olarak ortaya çıkmıştır. O yıllarda giderek ivme kazanan kapitalistleşme süreci (ki burada belki TÜSİAD’ın 1971’de kurulmuş olduğunu da not etmek uygun olur) ülkede, özellikle de taşrada küçük toprak sahibi çiftçilerin, küçük esnafın ve zanaatkâr zümrenin aleyhine bir gidişatın önünü açmıştır. Kendilerini tehdit altında hisseden bu kesimler, eskinin güven ve huzurunu “millî” bir yenileşme (sanayileşme) vaadiyle, kültürel kimlik ve moral değerler bağlamında İslâm’a vurgu yapmayı da ihmal etmeden birleştiren Erbakan’a meyletmişlerdir. Erbakan’ın konuşmalarından derlenmiş ve Karamollaoğlu’nun belirttiği üzere şu aralar oğlunun da elinden düşürmediği anlaşılan Millî Görüş adlı kitapta da şunlar kaydedilir: “Liberal görüş Batıdaki sömürücü, koyu faizci kapitalist görüşlerden ilhamını almaktadır. Dolayısıyla milli bünyemizin kendisini temsil eden milli görüşe karşılık sol ve liberal görüşler milli ihtiyaca cevap vermekten uzak olup saadet ve selâmet getirmezler”2. Aynı yaklaşım, Erbakan’ın bu defa “taşra”nın değil on yıllardır devam eden iç göçün sonucu olarak kent varoşlarına yığılmış yoksul kitlelerin çaresizliğini,

Elbette bir siyasi-ideolojik doktrin olarak gerek “Millî Görüş” gerek “Âdil Düzen” ne kadar gerçekçidir ne kadar ütopiktir ne kadar tutarlıdır ne kadar fantastiktir; bütün bunlar tartışılabilir. Ama bunun sosyalizme olduğu kadar, hatta ondan daha belirgin mahiyette kapitalizme karşı “üçüncü yol” arayışından çıkan bir ideolojik formül olduğu, yukarıda sıralanan alıntılardan da anlaşılacağı üzere tartışılmazdır. AKP ise kültürel-ideolojik olarak Erbakan mirasının taşıyıcısıymış gibi kendini takdim etmekle birlikte esasen kapitalizme dost, onu “helâl” sayan bir neoliberal/ neomuhafazakâr güzergâhta bu toplumun karşısına çıkar. O, Özal’la birlikte 1980’lerden itibaren önü açılmış, 1990 başlarında (MÜSİAD’la) kurumsallaşmış, 2000’lere gelindiğinde ise artık iyice palazlanmış dindar-muhafazakâr burjuvazinin tam desteği ve itici gücüyle iktidar olmuştur.

Elbette kent yoksullarını da onları muazzam rantlardan nasiplendirme vaatleriyle kendine razı kılmıştır. Bugün de bir tek adam güdümünde tamamen bir sermaye-şantiye-rantiye Müslümanlığının temsilcisi, deyiş yerindeyse “beyaz Müslümanlığın” çıkarlarının savunucusu “4Y” (yoksulluk-yolsuzluk-yasaklar-yozlaşma) partisi olarak karşımızdadır. Erbakan’ın ise 1980’lerde Özal’la birlikte önü açılmış süreçte dindar-muhafazakâr kesim bünyesinde derinden derine devam edip sonra yüzeye çıkan, kapitalizm yörüngesinde ve yüzü Batı’ya dönük bu ekonomik değişimi değerlendirmekte ne çok yeterli ne de çok istekli olmuş olduğu söylenebilir. Belki bir itiraz, bütün bu sürecin “ön-tarihi”nin 1994’ten itibaren Refah Partisi bünyesinde, özellikle iki büyük şehir, İstanbul ve Ankara’da belediyelerin kazanılmasıyla başladığı vurgulanarak yapılabilir. Doğrudur, ama işte bu “kazanım”la önü açılan, kendilerine “Yürü ya kulum” denmiş “Yenilikçiler”, söz konusu yeni ekonomi-politik yörüngeyi daha etkin ve engelsiz işlerliğe sokma yolunda Erbakan’ın tarihe gömüldüğü 28 Şubat-sonrası dönemde Beyaz Saray’dan da icazet alarak Refah’tan “mutant” AKP bandırası altında mamur, mağrur ve muktedir olmuşlardır.

MILLÎ GÖRÜŞ’Ü ÖNCE GÖMÜP SONRA HORTLATTILAR Sonuçta 21 yıllık AKP iktidarınım aşağı yukarı ilk on yılında Millî Görüş “ruhuna Fatiha” okunup toprağa gömülürken Erbakan da siyasal-ideolojik anlamda “yaşarken ölmüş” hale getirildi denilebilir. Fakat sonrasında daha beterini yaptıkları da söylenebilir: 2010 dönümünden ve 2011 seçim zaferinin ardından Suriye iç savaşına neo-Osmanlıcı maceraperestliklerle angaje olurken ve 2013’te de ülke içinde Gezi direnişi karşısında saldırgan-kutuplaştırıcı siyasetin önünü iyice açarken o ruhuna Fatiha okudukları Millî Görüş’ü “hortlatma” çabasına da girişmişlerdir. AKP’nin Baba Erdoğan’ın “Millî Görüş” hareketiyle ilişkisi kabaca bundan ibarettir ve Oğul Erdoğan bugün babasını fikren, manen ve ruhen bitirmiş olanlarla birlikte hareket etmektedir.

1 Akt. Ali Y. Sarıbay, Türkiye’de Modernleşme, Din ve Parti Politikası-MSP Örnek Olayı, 1985, ss. 103. 2 Sarıbay, Türkiye’de Modernleşme, ss. 113-114. 3 İhsan D. Dağı, Kimlik, Söylem ve Siyaset – Doğu-Batı Ayrımında Refah Partisi, Ankara, 1998, s. 26

[ PAZAR ] PENCERE

7

2 Nisan 2023 Pazar

SEYİT TOSUN

ZİNCİRLERİNDEN BAŞKA KAYBEDECEĞİN BİR ŞEY YOK TÜRKİYE! İnsanlar konut, taşıt ve tüketici kredilerini öderken belirsizlikten çok korkar. En iyi belirsiz ihtimaldense; en kötü belirginlik, yani istikrar tercih edilebilir. Bu nedenle derin yoksulluk esnasında yapılan seçimlerde bu korku bir ‘kültür savaşına’ dönüşerek kararsızları belirgin olarak gördüğü kötüye oy vermeye itebilir.

“T

ayyip Erdoğan çok sessiz. Kendinden gayet emin. Seçimi kazanacak bir planı olmalı. Şapkadan mutlaka tavşan, yetmezse hatta sürüsünü çıkaracak. Elinde inanılmaz bir devlet ve medya gücü var o yüzden hamle yapacağı zamanı bekliyor...” Kendini gerçekleştiren kehaneti genelde ol(a)mayacak o işi durmadan tekrarlayanlar gerçekleştirir. En hızlı yayılan duygu umut diye bilinir ama aslında en hızlı yayılanı umutsuzluktur. Kişinin öğrenişmiş çaresizliğinden kötü bir şey varsa o da kitlelerin öğrendiği çaresizliktir. Bu ülkenin muhaliflerine, yurtseverlerine, Alevilerine, Kürtlerine, solcularına, devrimcilerine, dürüst dindarlarına, kadınlarına, emeğiyle geçinenlerine, ateistlerine ve en önemlisi iyi insanlarına ‘başarıyla’ öğretilmiş en önemli kavram başarısızlıktır. Mücadele etmeyi öğrendik ama kazanmayı bir türlü öğrenemedik. Çünkü haklı olmamıza rağmen kültürel kodlarımızın yüzünden bu topraklara eşitliğin gelebileceğine sloganlar dışında ihtimal veremedik. Kitlesel ve kolektif çaresizlik öyle bir öğrenilmiş ki kazandığımız halde işin içinde bir bit yeniği arama ihtiyacı hissediyoruz. Oysa en iyi cevap en basit olandır. Bu ülkenin küçük bir azınlığının kaybedeceği çok şey, bu satırları okuyanların da içinde olduğu çok büyük bölümünün ise kaybedeceği hiçbir şey yok! Neyini kaybedeceksin? Her an elinden alınabilecek özgürlüğünü mü? Yaşayamadığın kendini mi? Olamadığın kadınlığını mı? Açlık sınırı altında çalıştırıldığın işini mi? Artık almanın hayal olduğu ev ya da arabanı mı? Bu ülkede yaşama umudunu mu? Yapamadığın tatili, yiyemediğin eti, giyemediğin ayakkabıyı mı? Seni mobbing altında açlık sınırında çalıştıran patronunu mu yoksa kadrolu işsizliğini mi kaybetmekten korkuyorsun? Senden almadıkları ne kaldı Türkiye?! Onların sana vermediği görünmez zincirlerden başka sahip olduğun ne var?

MİLLET İTTİFAKINI BEKLEYEN ‘İSTİKRAR’ TEHLİKESİ Türkiye de dahil dünyanın büyük bölümünde seçim so-

Karikatür: Ergin Asyalı

nuçlarını kararsız seçmen belirler. Bu kararsız seçmenin oranı ülke rejimlerine, demokrasi kültürlerine göre farklılık gösterir ama oy verme davranışlarında benzerlik gösterir. Türkiye’de sandığa gideceklerin yüzde 80’i kime oy vereceğini ve vermeyeceğini şu anda kesinleştirmiş durumda. Bu nedenle her görüşten anket firmasının Millet ve Cumhur İttifakı arasındaki oy farkı yüzde 4-5 bandında çıkıyor. Peki bu insanlar kim? Yüzde 7 ila 13 oy arasında bir karasız seçmen grubu var. Bunlarla birlikte sandığa gitmeyen yüzde 10’luk bir kesim var. Sanılanın aksine sandığa katılımın çok olması o ülkede demokrasi olduğu anlamına gelmez. Hatta durum tam tersidir. Diktatörlüklerin, tek partili rejimlerin ve otoriter yönetim-

lerin olduğu Asya ve Ortadoğu ülkelerinde sandığa katılım oranı yüksekken; demokrasi ve insan hakları listelerinde yukarıda olan Avrupa ülkelerinde bu oran çok düşüktür. Hatta Kuzey Avrupa’da yapılan seçimlerde katılım oranları yüzde 50’lerde gezer. Çünkü o ülkelerde seçmen hukuk kuralları içinde devlet aygıtının kim gelirse gelsin işleyeceğini düşünür. Sistem yerine oturmuştur ve siyasal partilerden bağımsız olarak ekonomik ve sosyal sistem belirgindir. En açık tabiriyle vatandaşlar önünü görür; işsiz kalmaktan ya da kalsa bile sosyal devletten yararlanacağını bilir. Bu nedenle de sandığa gitmenin demokrasi olduğu anlamına gelme komedisi onlarda geçerli değildir. İstikrar meselesi işte tam da bizim gibi baskı rejimlerinde daha fazla etkili olur. Bunun nedeni ise ekonomik ve temel asgari ihtiyaçların devamlılığı. Burada muhalif bir kesimin yanıldığı konu, yaşanan derin yoksulluğun sandıkta mutlaka tepki oyuna dönüşeceğine dair inanç. Bu, çok hatalı olabilir; hatta güvenilir anket şirketlerini bile yanıltabilir. Örneğin 6 Şubat’ta yaşanan Kahramanmaraş depremi sonrası 5 milyon depremzede başka illere göç etti. 10 milyon sığınmacıyla birlikte şehirler, kapasitesi üzerinde insan almaya başladı. Sadece Ankara’ya bir ayda 500 bin, Mersin’e 400 bin insan göç etti. Konut ve kira fiyatları fırladı. İnsanlar peynir ve etin önce tadını, ardından

fiyatını unutarak başlarını sokacak bir yer aramaya başladı. Bankalar Birliği raporlarına göre şu anda 27 milyondan fazla konut ve tüketici kredisi kullanılmış durumda. İnsanlar konut, taşıt ve tüketici kredilerini öderken belirsizlikten çok korkar. En iyi belirsiz ihtimaldense; en kötü belirginlik, yani istikrar tercih edilebilir. Bu nedenle derin yoksulluk esnasında yapılan seçimlerde bu korku bir ‘kültür savaşına’ dönüşerek kararsızları belirgin olarak gördüğü kötüye oy vermeye itebilir. Dünyada buna benzer çok seçim yaşadık. Çünkü insanlar ellerinde kalan son varlıklarının da eriyebileceğinden çok korkar ve korku; mevcut baskıcı iktidarlara oy olarak dönme kapasitesi taşır. AKP iktidarının bu durmadan ‘İstikrar’ demesi ve muhalefeti yönetme kapasitesi olmamakla suçlaması bu yüzden. Millet İttifakı’nın bu noktada bu yüzde 7 ila 13 arasında gidip gelen kararsız seçmene yönelik olarak mutlaka kalıcı ve dönüştürücü bir söylem geliştirerek ulaşması gerekiyor. Millet İttifakının asıl şu anda bir istikrarın olmadığını; bu yönetimin gitmeden de ülkeye istikrar gelmeyeceğini vurgulaması gerekiyor. İttifakın, barınma krizi başta olmak üzere, okul ödemeleri, otomobille temel ihtiyaçlar ve gıda meselesinde istikrar getirileceğini bu kararsız seçmeni hedef alarak mikro ve makro ölçekte anlatması lazım. Yani diğer bir deyişle hazırladığı yönetme paketini, liderlik gücüsü seçmene ‘satması’, hatta ‘satın aldırması’ lazım. Diğer şekilde bahsettiğimiz bu kararsız seçmen eğer 14 Mayıs’a kadar ikna edilmez ve onların öfkesi örgütlenmezse bu kişiler sandığa giderken tercihini hiç beklenmedik biçimde değiştirebilir ve bu da seçim sonuçlarını umulmadık şekilde değiştirebilir.

[ PAZAR ] PENCERE

8

2 Nisan 2023 Pazar

ÖZLEM YALIM

[email protected]

TASARIMLA DOLU İTALYAN BAHARI

ID-exe sergisi Via Guglielmo Marconi, Milano Tasarım Haftası.

H

er ne yaşanırsa yaşansın, her nerede gayret edilirse edilsin, tasarım dünyasında değişmeyen bir gerçek var: Tasarımın kalbi Milano’da atar. Milano tasarım haftası, küresel salgın sınavından büyük yara almış olsa da, son birkaç yıldır farklı tarihlerde ve eski ihtişamlı günlerinden uzak bir biçimde hayatta kalma savaşı vermiş olsa da, bu ayın ortasında tekrar kapılarını açmaya hazırlanıyor. Dünyanın en önemli tasarım haftası, bu yıl 18 Nisan’dan itibaren konuklarını ağırlayacak. İlk kez 1961 yılında İtalyan mobilya endüstrisinin vitrini olarak ortaya çıkan bu etkinlik, bugün yüz binlerce profesyonelin ve turistin ilgisini çeken bir yaratıcılık festivaline dönüştü. Kentin kilometrelerce uzağında inşa edilen, son derece kalabalık metrolarla ulaşılan, pahalı bir biçimde kuru bir sandviç yemenin bile lüks sayılabildiği Fiera Milano’da her yıl düzenlenen mobilya sergileri bir haftada yaklaşık 400000 kişi ağırlıyor. İki yılda bir dönüşümlü olarak mutfak ve aydınlatma alanındaki

Yılın ilk çeyreği geride kalırken, İtalya’da yoğun bir yaratıcı fırtına esiyor. Sizler için kısa kısa önümüzdeki dönemin tasarım etkinliklerini derledim. ek fuar bu kez aydınlatma alanında gerçekleşiyor. Görebildiğim kadarı ile sektörün tüm ilgilileri büyük heyecan içerisinde, uykusundan uyanacak devi bekliyor. Tüm markalar aylardır fuara hazırlanıyor. Fuar sadece bu özel alanda gerçekleştirilmiyor. Kentin çeşitli farklı bölgelerine yayılan ek etkinlikler, sergiler ve gösterimlerle birlikte bu bir hafta içinde tam bir tasarım şöleni yaşanıyor. Gerçek Milanoluların homurdanarak kentten uzaklaştığı bu bir haftada otel fiyatları 4 misline çıkıyor, kentteki her evin odaları kiraya veriliyor, iyi restoranlarda yer için köşe kapmaca veya kuyruklarda beklemek olağan kabul ediliyor. Milano tasarım haftası bir tür mazoşizm gibi. Aldığınız hiçbir hizmet makul fiyatlı değil, gördüğünüz hiçbir muamele uygun değil ama verdiği zevk bir hayli fazla. Her bir kuruşunu ben sizlere bu satırları yazarken 20,88 ile çarpmak zorunda kalarak, bir Avrupalıya göre

Lesley Lokko

tüm masraflarını yirmi kat fazlasıyla ödemek zorunda kalan bizler için, mozoşizmin boyutları bir hayli artıyor. İster yerinde deneyimleyerek ister uzaktan, Milano tasarım haftası her türlü, kalbimizde heyecan çırpıntıları yaratmaya yetiyor. Önümüzdeki haftalarda sizlerle sıcağı sıcağına tasarım dünyasındaki son gelişmeleri paylaşacağım. Mayıs ayında ise Venedik Bienali, Mimarlık Sergisi 18 kez kapılarını açacak. Mimarlık sergisi bu kez akademisyen, eğitmen ve çok satan yazar Lesley Lokko tarafından hazırlanıyor. 20 Mayıs-26 Kasım tarihleri arasında sergiler her seferinde olduğu gibi tüm dünya ülkelerinin mimarlık pratiği, düşüncesi ve felsefesi etrafındaki güncel yaklaşımlarına ışık tutacak. Lesley Lokko, “Mimarlar, ortak bir gelecekte daha adil ve umutlu bir şekilde hayal etmemize yardımcı olacak iddialı ve yaratıcı fikirleri ortaya koyma fırsatına sahip” diyor. Afrikalı küratör 2020

yılında Gana’nın Accra kentinde kurulan Afrika Gelecek Enstitüsü’nün kurucusu. Bu enstitü, bir mimarlık lisansüstü okulu ve kamu etkinlikleri platformu. Lokko ayrıca 2015 yılında, Johannesburg’da Mimarlık Lisansüstü Okulu’nu kurdu. İngiltere, ABD, Avrupa, Avustralya ve Afrika’da ders veriyor. Mimarlık eğitimine katkıları nedeniyle de pek çok ödüle sahip. Bienalin basın toplantısında izlediğim kadarı ile oldukça etkili bir iş ortaya koyacak gibi görünüyor Türkiye’nin Venedik katılımları her yıl dönüşümlü olarak sanat ve mimarlık bienallerinde İKSV tarafından koordine ediliyor. Bu yıl mimarlık bienali için hazırlanan serginin küratörlüğünü So! Mimarlık kurucuları Sevince Bayrak ve Oral Göktaş üstleniyor. İkili bir süredir açılan Instagram hesaplarında Hayalet Hikâyeleri: Mimarlığın Çuval Teorisi başlıklı projeleri kapsamında, kullanım dışı kalmış mimari yapıları arşivliyor ve paylaşıyor. Bu hafta basın toplantısına katılacağım bu bienal sergisi için oldukça heyecanlıyım. Zira, yıkıp yeniden yapmayı marifet bildiğimiz, yeniden yaptıklarımızın bile nitelik ve nicelik bakımdan pek çok problemler barındırdığı ve asla güvenilir olmadığı coğrafyamızda, mimarı yapıların kalitesi hakkında kafalarımız bir hayli karışık. Küratörlerin teması, elimizde olan yapı stoğunun değerinin anlaşılması, yeniden kullanıma açılması, açılamayacaksa bile, barındırdığı hikayelerin anımsanması adına önemli. Tasarımı, ülkesel kalkınma stratejileri arasında en üst sıralara yerleştiren İtalya, baharı her yıl olduğu gibi yine yaratıcılıkla, ve yaratıcı enerjinin pozitif ruhu ile karşılıyor. Oldukça talihsiz, zorlu günler geçiren bizler için kafamızı, kulağımızı, gözümüzü biraz bu Akdenizli komşuya uzatmak ve oradaki gelişmeleri takip etmek ufuk açıcı ve hayata bağlayıcı olabilir. Açıkçası benim planım böyle.

[ PAZAR ] PENCERE

9

2 Nisan 2023 Pazar

BÜLENT VARDAR [email protected]

ÇAYKOVSKİ’NİN KARISI

B

ir dahinin nasıl birisi olduğunu hiç düşündünüz mü? Coğrafyamızda dahilere çok nadir rastlanması nedeniyle böyle bir soru özel durumlar dışında çoğumuzun aklına gelmeyebilir. Günümüzde neredeyse hiç karşılaşılmayan dahilerin, nasıl insanlar olduğu hakkında da saptamalarda bulunmak zor bir durum olsa gerek.

DAHİNİN KARISI OLMAK! Bir dahinin karısı olmak, onunla yaşamak zor olmalı; hele yakın kalibrasyonda değilseniz... Bir de kadın hakları açısından o dönemde henüz ilerleleme kaydetmemiş ve kadının kocasının pasaportuna yazıldığı Rusya gibi bir ülkede çok daha güç olmalı. Klasik müzik Orta çağ ve Gotik dönemde çok sesliliğin gelişimiyle beraber daha da biçimlenmiş, kilise ve saray baskısı altında Rönesans’ın erken yüzyılında vokal polifoni çerçevesi içinde gelişmiş, Yüksek Rönesans ile beraber çalgı müziğinin de yükselişiyle içeriği bugünün klasik müzik olarak adlandırılan biçimleri ve teknikleriyle gelişimini sürdürmüştür.(1) Batı dünyası klasik müzik alanında özellikle 19. ve 20. yüzyıllarda dahi olarak tanımlanan çok önemli besteciler yetiştirdi. Büyük Rus bestecisi Piotr İlic Tchaikovsky onlardan birisidir. Gerek Kuğu Gölü, Uyuyan Güzel, Fındıkkıran gibi balelere gerekse de Yevgeni Onegin gibi 9 operaya, 7 senfoniye ve 4 konçertoya imza atan büyük yaratıcının dünyasını, eşi Antonina Çaykevska ile olan ve dokuz ay süren imkansız ilişkisini anlatıyor “Çaykovski’nin Karısı”... Piotr Tchaikovsky’nin Ukrayna vatandaşı olan babası İlya Petroviç Çaykovski, çeşitli Rus şehirlerinin devlet fabrikalarında yönetici olarak çalışmış bir maden mühendisiydi. Büyükbabasının adı Pyotr Fyodoroviç Çayka olan İlya Petroviç, sonradan adını Çaykovski olarak değiştirmiştir.

Dönem filmleri yapmak her ülke sinemasının altından kalkabileceği bir olgu değil. Böylesi bir sinematografik anlatı iyi bir dönem araştırması gerektirdiği kadar, salt bilgi ile değil duygu ve yaratıcılık gerektiren bir anlatımla da desteklenmeyi gerektiriyor. Bu bağlamda “Çaykovski’nin Karısı” başarılı ve görkemli bir yapım izlenimi verse de; klasik bir anlatım algısı yaratmasına karşın kimi sahnelerin içerdiği sürreel ve fantastik anlatım, öykü yapısıyla çelişkiler içeriyor ve yarattığı izlenimi nötralize ediyor. Çayka’nın Ukrayna dilindeki anlamı martıdır ve geleneksel bir Ukrayna soyadıdır. Tchaikovsky, babasının ikinci evliliğinden olan altı çocuğunun ikincisiydi. Dört erkek kardeşi ve Aleksandra adlı bir kızkardeşi, babasının ilk evliliğinden ise Zinayda adlı bir üvey kızkardeşi vardı...

KLASİK MÜZİĞİN BÜYÜK SANATÇISI Piotr İlic Tchaikovsky, orta sınıf bir ailenin çocuğuydu. Hukuk eğitimi sonrasında müziğe olan yeteneği ile 1862 yılında Sankt Peterburg Konservatuvarına girdi ve 1865 yılında mezun oldu. Ayrıca uzun yıllar konservatuar hocası olarak çalıştı. Ailesi istemese de müzik alanında kariyer yapmayı seçmiş ve Batı’ya yönelen eğitimiyle Tchaikovsky, döneminin Rus Beşleri (M. A. Balakirev, A. P. Borodin, C. A.

Cui, Modest Musorgski ve N. A. Rimski Korsakov) olarak bilinen ve genç Rus bestecilerden oluşan ulusalcı akımdan ayrılmıştı.(2) Konservatuarda hocalık yapan ve sosyetenin tanınmış simalarının davetlerinde boy gösteren Tchaikovsky (Odin Lund Biron), bu davetlerden birisinde genç ve güzel Antonina Millukova (Alyona Mikhailova) ile tanışır. Genç kadın takıntılıdır ve karizmatik besteciden çok etkilenmiştir. Millukova besteci ile evlenmeyi kafasına koyar ve ona aşk mektubu yazar. Tchaikovsky, genç kızdan etkilenmekten çok, yaşadığı dönemde gizlemeye çalıştığı eşcinsel eğilimleri ve adını temize çıkarma saikiyle Antonina ile evlenmeyi kabul eder. Eşcinselliği ve deha kimliği onun genç kadına tahammül sınırlarını zorlar ve yürümeyen bu ilişki dokuz ayda sona erer.

DÖNEM SİNEMASI YAPMAK Dönem filmleri yapmak her ülke sinemasının altından kalkabileceği bir olgu değil. Böylesi bir sinematografik anlatı iyi bir dönem araştırması gerektirdiği kadar, salt bilgi ile değil duygu ve yaratıcılık gerektiren bir anlatımla da desteklenmeyi gerektiriyor. Bu bağlamda “Çaykovski’nin Karısı” başarılı ve görkemli bir yapım izlenimi verse de; klasik bir anlatım algısı yaratmasına karşın kimi sahnelerin içerdiği sürreel ve fantastik anlatım, öykü yapısıyla çelişkiler içeriyor ve yarattığı izlenimi nötralize ediyor.

Film 19.yüzyıl Rusya’sını özellikle mekan ve kostüm tasarımıyla inandırıcı bir atmosfere dönüştürse de; diğer yandan Rusya’nın tarihe saygılı ve günümüze kadar sirayet eden mekanlarını kullanmak açısından yetersiz kalıyor. Moskova ve Sankt Peterburg gibi tarihi mekanlarda dar sokaklara sıkışmış zayıf sahneler, görkemli olma vaadi uyandıran bir filmi etkisizleştiriyor. Filmin odak noktası Tchaikovsky’nin karısı Antonina olsa da, küresel müziğin bu büyük sanatçısını bir film karakterine dönüştürmekte yönetmen Kirill Serebrennikov’un rejisi vasat kalıyor. Thchaikovsky’nin sıradan ve hırslı karısının hezeyanlarının egemen olduğu filmde, büyük besteci son derece vasat fırça darbeleriyle işleniyor. Diğer yandan büyük yaratıcının dünyası, deha kimliği perdeden seyirciye geçmiyor ve şematik olay örgüsü, iddialı olabilecek bir filmin dünyasına ve yaratacağı büyüye de zarar veriyor. Yönetmen Serebrennikov’un filminin başat unsuru büyük sanatçının müzikleri. Filmin ele aldığı dünyayı atmosfere dönüştürmek açısından Vladislav Opelyants’ın görüntüleri ve filmin doğasına uygun olmasa da yarattığı sürreel sahneler filmin ilginç yanları olarak dikkati çekiyor. Diğer yandan sanat yönetmenliğinin filme yaptığı katkıyı da vurgulamadan geçmemek lazım. Oyunculuk performansları bağlamında ise Tchaikovsky’nin karısı Antonina karakterini canlandıran Alyona Mikhailova’nın, bu hırslı ve talihsiz kadının yaşadığı dramı canlandırma açısından öne çıktığını vurgulayalım. Filmin ayrıca 75. Cannes Film Festivali’nde (2022) “Altın Palmiye” için de yarıştığını anımsatalım.

KAYNAKLAR (1) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Klasik_müzik (2) https://tr.m.wikipedia.org/wiki/Pyotr_ İlyiç_Çaykovski

[ PAZAR ] PENCERE

10

“K

ayıp”, polisiye bir öyküyü dijital çağın ruhuna ama sinemanın ruhuna uygun olmayan radikal bir görsel dille anlatan, sinematografik öykü anlatımına yenilikçi bir boyut katan ve sinemanın değişiminin, hatta dönüşümünün ipuçlarını da barındıran bir film. İnternet aracılığıyla, bilgisayar ve cep telefonu ekranını sinema perdesine dönüştürüp ve başrol oyuncusunu bilgisayar kamerası yanılsamasıyla seyirciye yansıtan bir filmi 90 dakikadan fazla izleyebilir misiniz?

21. YÜZYILIN BAŞAT OYUNCUSU DİJİTAL DÜNYA Bu soruya verilecek yanıt “Kayıp” filminin gişe başarısını ve seyirci nezdinde göreceği ilginin de cevabını içerecektir. Doğrusunu söylemek gerekirse 21. Yüzyılın yaşamına egemen olan dijital dünyanın başat oyuncu olduğu bir film “Kayıp”... Şüphesiz bu filmin öncelikli müşterisi y

MURAT BERGİ

SANAL DÜNYA GERÇEĞİNİ SOĞURDU: KAYIP ve z kuşağı olmalı. Her iki kuşak da internetin, bilgisayar ve cep telefonlarının mütemmim cüz olduğu bir dünyaya doğdular. Filmin içeriği bağlamında özellikle z kuşağı filmin içerdiği sosyal medya ağlarının müptelası. Filmin ana karakteri de, yeni erkek arkadaşıyla Kolombiya’ya tatile gidip kaybolan annesinin peşine düşüp onu bulma çabasını anlatan z kuşağından bir genç kız. Film bu süreçte seyircide, seyri zor anlatımına karşın merak ve ilgi yaratsa da, hayal kırıklığı yaratan vasat finaliyle, yenilikçi anlatımının içine yedirdiği polisiye öyküsün

etkisini zayıflatıyor.

PANDEMİYLE ORTAYA ÇIKAN YENİ ESTETİK Mİ? Yakın geçmişte yaşanan pandemi döneminde, ülkemiz sinemasında 1990’ların başat anlatımı olan “bağımsız sinemanın” önemli yönetmenlerinden Reha Erdem de, online bir film olan “Seni Buldum Ya!” isimli filmini çekmişti. Hatta bu filmin galası da dijital platformların sinemateği MUBI’de , online olarak yapılmıştı. Pandeminin yarattığı basık ortam, küresel salgın nedeniyle evlerine çekilen seyirciler, büyük oranda dijital platformların müşterisi haline geldi. Pandeminin etkilerinin zayıf-

Bir resim elliime n kkelime iin bbin

2 Nisan 2023 Pazar

ladığı şu günlerde, bu süreçte büyük bir darbe yiyen sinema sanatı varlığını devam ettirme mücadelesi yapıyor ve allahtan film üretimi, online film çekme pratikleriyle devam etmiyor. Şüphesiz “Kayıp” gibi bir filmin çekilmesinde salt dijital dünyanın başat olması değil, aynı zamanda yakın geçmişte ortaya çıkan Covid-19 pandemisinin de etkisi olduğu düşünülebilir. Diğer yandan sinemanın dili ve estetiği, “Kayıp”ın sinematografik anlatımına sızmıyor ve bu bağlamda ister konvansiyonel isterse de art house film estetiği olsun, her iki anlatım dilinin estetiği de bu filmle örtüşmüyor. “Kayıp” için yeni bir sinematografik estetik denemesi denilebilir. Ama böylesi bir anlatımın sinema sanatı açısından yenilikçi bir yaklaşım, bir deneme de olmaktan öteye gidemeyeceğini iddia etmenin de abartı sayılmayacağını belirtmek lazım. Diğer yandan filmin finalinde yönetmen Heitor Dhalia’nın seyirciye bir feyk attığını da anımsatalım.

[ PAZAR ] PENCERE

11

2 Nisan 2023 Pazar

EDA KÖPRÜ YILMAYAN [email protected]

SOĞUK SAVAŞ SÜRECİNDE ŞEKİLLENEN TÜRKİYE SİYASETİ “Türkiye’deki siyasal İslamcılık farklı bir konjonktürde olsaydı bugün daha farklı bir siyasal İslam görecektik. İslamcılar için antikomünizm devletle iş yapabilecekleri kritik bir halka oldu”

T

ürkiye bir seçimin arifesinde. Muhalefet iktidarı devralsa da işi hiç kolay değil! Çürüyen devlet yapısı, çökmüş kurumları ve batmış bir ekonomiyle üstelik dünyada ciddi bir ekonomik sıkışmışlık varken, uluslararası güç dengeleri değişirken zorlu bir sürece giriyoruz. Türkiye’de pragmatist siyaset anlayışı, bir dönem cumhurbaşkanı adayı olan Muharrem İnce’nin “İlle de cumhurbaşkanı adayıyım” ısrarı, depremin acısı henüz çok tazeyken meşhur Tiktok dansı, AKP’nin Hizbullah’ın uzantısı olan Hüdapar’la yaptığı işbirliği, bitmeyen HDP tartışması… Bu liste uzayabilir. Koltuğu kaptırmak istemeyen AKP, kadınlar tarafından mücadelesi verilen, kazanılan hakları yeniden tartışmaya açıyor. Tüm bu geriye gidişler, bir adım ileri, iki adım geri siyasi manevralar sadece bugünün konusu değil! Âdeta tarihsel bir miras gibi nesiller boyu aktarılıyor. Peki bir türlü demokratikleşemeyen bu siyasi geleneğin izlerini nerede aramamız gerekir? Soğuk Savaş tarihi, Türkiye entellektüel tarihi, ideolojiler ve siyaset teorisi üzerine çalışan Akademisyen Cangül Örnek, “Türkiye siyasi düşüncesi yaklaşık yarım yüzyıl hüküm süren bir Soğuk Savaş atmosferi içerisinde şekillenmiştir ve bu şekillenme bugün siyasetin konusunu, araçlarını ve siyaset yapma biçimini etkilemeyi sürdürmektedir” diyor. Bu süreçte antikomünizm ülkenin siyasi genlerine işlerken 1940’lardan 1990’lara kadarki süreci Soğuk Savaş döneminde uygulanan politikalardan bağımsız olarak açıklamak pek mümkün görünmüyor. Tüm bu sürecin nasıl geliştiğini, Türkiye’deki antikomünizm propagandasını, bunun tüm kurumlara ve aydınlara olan etkisini, ABD ile ilişkilerini, batıyla iktisadi ve kültürel entegrasyonunu Cangül Örnek, ‘Türkiye’nin Soğuk Savaş Düşünce Hayatı – Antikomünizm ve Amerikan Etkisi’ kitabında ayrıntılı olarak inceliyor. Hatırlarsanız daha önce Niyazi Berkes’in anılarını yazdığı ‘Unutulan Yıllar’ kitabını bu köşede aktarırken, Cumhuriyet’in 100.yılında kuruluşundan bugüne kadar olan süreci farklı yönleriyle ele almaya çalışacağımızı belirtmiştim. Bu hafta da Türkiye’nin çok partili siyasal yaşama geçişle beraber yapı taşlarının oluştuğu bir dönemi; Soğuk Savaş sürecini anlamaya çalışacağız. Sorularımızı Doç. Dr. Cangül Örnek yanıtladı. ● Kitabınızda Soğuk Savaş sürecini ve Türkiye’de yaşananları kapsamlı bir şekilde ele alıyorsunuz. Türkiye’nin ABD politikasını, Amerikancılığın ülkede nasıl yeşerdiğini, ABD ile oluşturulan eğitim kurumlarını, üniversitelerde sosyoloji, psikoloji, siyaset bilimi gibi bölümlerin kurulmasına kadar varan süreci detaylarıyla okuyoruz. Soğuk Savaş nasıl bir süreçti ve Türkiye bu süreçten

nasıl etkilendi? Soğuk Savaş karmaşık çok boyutlu bir süreç. II. Dünya Savaşı’ndan sonra 1989 yılına kadar süren 50 yıllık bir dönem ama en önemli boyutu ideolojik ve kültürel bir çekişme olması. İki tarafın; kapitalist ve sosyalist dünyanın insanlara daha iyi yaşam koşulları ve gelecek sunma konusunda rakip olması. İnsanlar kapitalist düzende mi temel ihtiyaçlarını karşılayıp mutlu olurlar, özgürlük ve eşitliğe ulaşırlar yoksa sosyalist bir düzende mi? Bu ikisi arasında her iki taraf da bir çekim merkezi olmaya çalıştı. Hep geleceğin konuşulduğu ve bunun hangi sistemde mümkün olduğu, tartışıldığı bir dönem. Temel tartışma konuları; özgürlük, eşitlik alanında. Daha sonra 70’lerde daha çok insan hakları kavramı etrafında tartışmalar var. Bu dönemde çatışmaların olduğu sıcak bir boyut var tabiki. Ancak sosyalist ülkeler ve kapitalist ülkeler arasında değil! Esas çekişme kültürel egemenlik alanında. ● Türkiye’de Soğuk Savaş’ın erken başladığını iddia ediyorsunuz. Neden? Türkiye II. Dünya Savaşı sırasındaki pozisyonu gereği erken antikomünist olan bir ülke. II. Dünya Savaşı sırasında Türkiye’de Alman yanlılığı çok güçlü. Almanya karşısındaki müttefik kuvvetleri destekleyen aydınlar, siyasetçiler ve yayınlar var fakat az sayıda ve çok kısıtlı. O dönem Almanya’nın mali desteğiyle ırkçı-turancı gruplar ülke içinde

ve güçlü bir komünizm tehlikesi olduğu yönünde ikna etmeye çalışıyorlar. Halbuki Türkiye’de güçlü bir komünist hareket yok. Avrupa’da Sovyetler’in antifaşist mücadelenin bir parçası olmasından kaynaklı bir sempati var. ama Türkiye’de bu hiç yok!

“ANTİKOMÜNİZM RUS FOBİSİYLE AÇIKLANAMAZ!”

aktif hale geliyor. Özellikle ırkçı, turancı gruplar, bunlar antisovyetik gruplar, Sovyet toprakları içindeki Türki halkların dinlerinden edildiklerini, ezildiklerini, kimliklerini yitirdiklerini, asimilasyona uğradıklarını söyleyerek antisovyetik kampanyanın parçası oluyorlar. Alman dış politikasının çıkarlarıyla da bu durum örtüşüyor. İktidar da her ne kadar aktif savaşa girmemiş olsa da Almanya’yı kayırıyor. Almanya’ya krom, tahıl satıyor ki savaş döneminde bunlar önemli hammaddeler ya da Montrö’ye aykırı bir şekilde Alman denizaltıların Boğaz’dan geçişine göz yumuluyor. Tüm bunlar bir birikim yaratıyor. Türkiye çok partili hayata geçtiğinde politika çok net. Batı yanlısı olunacak. ABD ve Sovyetler arasında ortaya çıkmakta olan gerilimi görüyorlar ve batı yanlısı olmak konusunda hızlı karar veriyorlar. Hatta İngiltere’yi, Sovyetlerin Türkiye üzerine emelleri olduğu

NAZIM HIKMET

SABAHATTIN ALI

AZIZ NESIN

SABIHA VE ZEKERIYA SERTEL

● Uzun süren Osmanlı-Rus Savaşları bunun sebebi olabilir mi? Rusyafobinin etkisi var. Osmanlı’da 18. yüzyılın sonundan itibaren Rus Savaşları çok belirleyici. Osmanlı 18. ve 19. yüzyılda Rusya’yla savaşan bir imparatorluk. Ancak bu durumu buna bağlayamayız. Antikomünizm sadece Rus fobisiyle açıklanabilecek bir şey değil! Esas mesele Türkçü gruplar, turancılık. Türkiye’de 1940’larda yaşamasına imkan verilen siyasal güçlerden biri turancılık. Resmi bir ideoloji var Kemalizm ama onun dışında var olmasına imkan tanınan başka bir siyasal ideoloji; ırkçılık, turancılık var. Almanya ile birlikte savaşmış olmanın etkisiyle Alman ordusu geleneğinden gelmenin etkisi içindeler. Bir güç büyülenmesi içindeler. Nazi ordusuna büyük hayranlık duyuyorlar, etkili de oluyor ama esas şey; o dönemki CHP yönetiminin antikomünist olması. Hem de ırkçı, turancı grupların aydınlar arasında daha aktif olması.

TÜRKİYE 1960’LARA KADAR SUSTURULMUŞ BİR ÜLKE

● Kitabınızda dikkat çektiğiniz önemli bir yer var. ABD ekonomik, teknik, askeri ayakları olan yardım programlarının yürütülmesi için Türkiye’ye gönderilen uzmanlarla iş birliği içerisinde çalışacak eğitimli ve batı adabını bilen insanlara ihtiyaç duyuyor. Bunun için de bürokratları, teknisyenleri, üniversite öğretim üyelerini seçiyor. Aydınlar ve sanatçılar bu kültürel hegemonyanın kurulmasında yok! Neden? Avrupa’daki aydın, dünya için de kritik. Sartre veya Albert Camus’nün konumu dünyada tartışma yaratıyor. Avrupa’da komünist partiler güçlü. Sola genel olarak yakın duran aydınlar var. Bu isimler dünya edebiyatının, felsefenin önemli aydınları. Bu isimlerin solda yer alması, sosyalizme sempatiyle bakması Avrupa’yı daha zor bir coğrafya yapıyor. Türkiye gibi ülkeler de Avrupa’yı takip eden ülkeler. Aydının gücü Türkiye’de kırılıyor. Çok partili hayata geçişimiz aydın kırımıyla oluyor. Aziz Nesin sürekli karakolda, Sabahattin Ali öldürülüyor, Nazım Hikmet hapiste, sonra kaçacak, Serteller yurtdışına kaçmak zorunda kalacak. Behice Boran askeri mahkemede yargılanacak. Hasan Ali Yücel sağcı milliyetçi muhafazkarların eline teslim edilecek, kamuoyu önünde linç edilecek. Türkiye 1960’lara kadar ses çıkarılamayacak bir ülke. ● “Türkiye siyasi düşüncesi Soğuk Savaş atmosferi

[ PAZAR ] PENCERE

12

içerisinde şekillenmiştir ve bu şekillenme bugün siyaseti etkilemektedir” diyorsunuz. Türkiye’de bugünkü siyasetle veya son 20 yıllık sürece baktığınızda Soğuk Savaş’la nasıl bir paralellik görüyorsunuz? Türkiye’nin kurumları Soğuk Savaş’ta şekillendi. Bunların başında ordu geliyor. Ülkemizde ordu çalışmaları 10- 20 yıl önce popülerdi ama işin bu boyutuna çok az insan değindi. Ordu NATO ordusu olduğu andan itibaren teçhizatından eğitimine, doktrininden tutun da üst düzey generallerin eğitilmesine, NATO’da görev almasına kadar çok geniş bir etki altında kaldı. Bu durum ordunun siyasal pozisyonunu da belirledi. Şili’de sosyalist iktidara darbe yapan ordu varsa Türkiye’de de ordu güçlü antikomünist normlarla donatıldı. Özellikle 60’ların sonundan itibaren ordunun yükselen solla mücadelede birtakım İslamcı gruplarla yan yana geldiğini ya da onlardan yararlanmaya başladığını görüyoruz. Antikomünist formasyonu anlamadan 12 Mart’ı, 12 Eylül’ü anlayamayız. Dolayısıyla bugünü de anlayamayız. Ordu, din kurumu, İslamcı gelenek, Türkçü gelenek bugünkü özellikle MHP ile ya da ülkü ocaklarıyla ele aldığımız İslamcı- milliyetçi gelenek büyük oranda Soğuk Savaş sırasında şekillendi. Türkiye’nin bir tür iç savaşa sürüklenmesi, solun, işçi sınıfının, öğrenci hareketinin bastırılması, 70’lerdeki iç savaş sürecinden Türk İslamcı sentez şekillendi. Kurumlara, partilere, hareketlere baktığımızda 60’lar, 70’ler okuması yapmadan bunu anlamamız mümkün değil! Bunlar uluslararası bağa da sahip. İslamcıları hep daha kapalı bir şey olarak tartıştık. Oysa Uğur Mumcu’nun yazdığı gibi İslamcıların Suudi Arabistan’la, Pakistan’la bağlantıları güçlü. Bunları anlamadan bugünkü iktidarı, İslamcılığı anlamak mümkün değil! Milliyetçiler için de öyle.

BATILILAŞMAKTAN NE ANLIYORUZ?

● Niyazi Berkes ‘Türkiye’de Çağdaşlaşma’ kitabına batılılaşma ve çağdaşlaşma kavramlarını tanımlayarak başlar. Tarihsel olarak da hep eskiye dönülmeye çalışıldığından söz eder. Siz de kitabınızda önemli bir noktaya dikkat çekiyorsunuz. “Türkiye batılılaşmak ile batılı güçlerin paylaşım nesnesi olmak arasında sıkışıp kalmış ve tüm reflekslerini buna göre şekillendirmiş bir ülke” saptamanız önemli. Bu durum ülke siyasetini tarihsel olarak nasıl etkiledi?

Niyazi Berkes çağdaşlaşma kavramını tercih eder. Kastı; kutsal geleneğin ülkeye giydirdiği boyundurukla savaşmaktır. “Meselemiz tam olarak laikleşmek değildir” diyor. “Din kisvesi altında gördüğünüz de grupların çıkarlarını korumaları olabilir” diyor. Türkiye’de çağdaşlaşmayı isteyenler ve istemeyenler arasında bir gerilim olduğunu söylüyor. 60’larda, 70’lerde gericilik, ilericilik tartışması yeniden yapılıyor. Gericilik sadece dinsel gericilik midir? Bu tartışmada sadece Berkes değil başka isimler de var. Batılılaşmak diye kodlanan şey cumhuriyetin ilk döneminde batı dünyasının parçası olmak. Gözlerini doğuya dikmiyorlar ya da Sovyetlerle aynı eksende durmak istemiyorlar. Burası net. Bu yüzden batıyla ilişkilerini geliştiriyorlar. Batılılaşmadan kasıt batının müttefiki olmak ya da batının rotasına girmek değil, batının hukuk ve eğitim kurumlarını Türkiye koşullarında yeniden kurmak. Dolayısıyla batı zihniyetini hayata geçirmek. 50’lerden sonra bu iş karışmaya başlıyor. Mustafa Kemal’in tarif ettiği anlamda batılılaşma suistimal ediliyor. NATO üyesi olmak askeri anlamda bağımlılık getiriyor. Buna karşı çıkmak batılılaşmaya karşı çıkmak ya da Atatürk’ün muasır medeniyetler seviyesi olarak belirlediği şeye karşı çıkmak olarak kodlanıyor. 50’lerde, 60’larda kendini Kemalist olarak tanımlayan kesimlerin de Amerikan yanlılıyla muasır medeniyeti bilerek birbirine karıştırdığını görüyoruz. Bu Kemalistlerin kendi aralarında da tartışma yaratan bir şey. Berkesler’in tepki duyduğu şey; batıya bağımlılığın Kemalizm üzerinden meşrulaştırılmaya çalışılması. ● Kitabınızda “Dünyadaki en Rus karşıtı ve antikomünist ülke olarak tanımlanan Türkiye’de, komünizm karşıtlığının bu derece şiddetli olması ABD’lileri hem memnun etmiş hem de şaşırtmış gibiydi” diye ifade ediyorsunuz. ABD bu durumu daha sonra nasıl kullanıyor? ABD için Türkiye dönüştürülmesi gereken bir ülke değil. Daha zor ülkeler var. Örneğin Mısır. Üçüncü dünyacı hareket var, ara yoldan yürümek istiyorlar ya da Latin Amerika’da bazı ülkeler var. Türkiye böyle bir ülke değil! O dönem Suriye’de, İran’da ya da Yunanistan’da emperyal güçleri rahatsız eden hareketler var. Kore Savaşı oluyor. Din eliyle antikomünist propaganda yapılıyor. Şehitlik ABD yanlılığıyla özdeşleştiriliyor. Komünizme karşı mücade eetmek şehitlik kültürünü de canlandıran bir

2 Nisan 2023 Pazar

olmadığını, antibatıcılık yapan hareketlerin bile batının mücadelesi doğrultusunda şekillendiğini anlatmaya çalıştım.

İSLAMCI GELENEK VE ABD

şey. Kutsiyet atfediyorlar. ABD etkisine bakalım ama tek yanlı bir dayatma, dış güç oyunu gibi algılamayalım. Bu alanda bu ikişkileri başka türlü de konuşabiliriz demek için çalıştım. Ne zaman bu iş 60’lardan itibaren değişmeye başlıyor antiamerikancı hareket çıkmaya başladığında, NATO protesto edildiğinde, işçiler sermayeyi sıkıştırmaya başladığında ABD devreye giriyor. 50’lerde Türkiye’de kurumsal dönüşüm tamamlanmış durumda. Bu içeriden gelen bir arzuyla oluyor. Bir direnç de yok Türkiye’de. Olmasına da müsaade edilmiyor. İktisadi entegrasyon tamamlanmış durumda. İyi kurumlar da kuruluyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde rektör değişimi olduğunda Robert Kolej’den geldiler zaten dendi. Hatta bir yazarın benim kitabımı paylaşarak bundan söz ettiğini gördüm. Benim söylemeye çalıştığım şey; bu kurumların nasıl bir bakışla kurulduğunu bilmemiz. Behice Boran, Niyazi Berkes Amerika’da eğitim aldıkları halde batılılaşmayı eleştiren isimler. Dış güçler deyince dışarıdan dayatma hayal ediyoruz. Bazen baskı, bağımlılık geliyor. Bunlar da yapıldı. Şu anda da ülke dış kaynağa bağımlı. Bunu komplo zihniyetiyle okuduğumuzda anlamıyoruz. Kitabımda yerli, milli olan hareketlerin bile yerli

● Türkiye’de İslamcılar Avrupa gibi dinsizleşmeden ABD gibi medeni olunabileceğini düşünüyorlar. ABD’yi nasıl idealize ediyorlar ve o gün kurulan ilişkiyle bugünün İslamcıları arasında nasıl bir bağ var? II. Meşrutiyet döneminde de İslamcı akımlar var. Ancak çok partili hayata geçişle, Soğuk Savaş dönemiyle beraber yeniden güçlenen, örgütlenen İslamcılıkla arasında fark var. İkisini birbirinin devamı sayamayız. II. Meşrutiyet İslamcıları İslami modernleşmeyi tartışıyorlar. İslami yaşamın modern hayatın gereklerine daha fazla uyum sağlamasına çalışıyorlar. Avrupa’daki farklı fikir akımlarını tartışıyorlar. Bunlarla İslamcılığı birleştirip bir tür sentez oluşturmaya çalışıyorlar. Meşrutiyet, anayasal monarşi ya da hürriyet gibi kavramları İslamcı jargonla birleştirmeye çalışıyorlar. II. Dünya Savaşı’nda ortaya çıkan İslamcılık ise Türkiye’nin modernleşmesine tepki olarak çıkıyor. Bir tür reaksiyoner İslamcılığa doğru bir gidişat var. Kitabımda da Soğuk Savaş’la başlayan İslamcılığı ele alıyorum. Bu İslamcılık ABD ile yakınlaşmayı şans olarak görüyor. Hilafetin kaldırılmasına, Türkiye’yi laikleştiren reformlara karşılar. ABD geleneği, dini siyasal hayattan, hukuktan aynı zamanda sosyal hayattan çıkarmaya çalışan bir gelenek değil. Bunlar antikomünist solla rekabet halinde. Özellikle bu durum 60’larda daha çok netleşecek. Uluslararası gelişmeleri bir tür dinler buluşması, tek tanrılı dinlerin komünizmle kutsal mücadelesi olarak görüyorlar. Türkiye’deki siyasal İslamcılık farklı bir konjonktürde olsaydı bugün daha farklı bir siyasal İslam görecektik. İslamcılar için antikomünizm devletle iş yapabilecekleri kritik bir halka oluyor. Saidi Nursi’nin ünlü bir mektubu vardır. Orada “Bizim mücadelemiz; tıpkı sizinki gibi gençliği komünizm zehrine karşı korumaktır” der. Nurcu hareket Türkiye’de ilk örgütlenen, devlet içinde taraftar kazanan ve DP içinde milletvekilleri olan bir hareket. O dönem laiklik konusunda da bir yumuşama söz konusu. CHP ve DP laiklik konusunda verilecek ödünlerde birbirleriyle yarışıyor. İslamcılar da devletin ve toplumsal hayatın yeniden İslamileşmesi için bunu kullanabiliriz diyor.

Haftanın kitapları SESINI KİTAP ARAYAN ADI ŞARKILAR KİTAP ADI Kemal Yazar Aslan Artshop Çeviri? Yayıncılık Yayınevi

DEDEKİTAP KORKUT’TAN ADI KİTAP ÖYKÜLER ADI Adnan Yazar Binyazar Çeviri? Can Yayınevi Çocuk

FAKIRDAĞ KİTAP ADI KİTAP Saliha ADI Nilüfer Yazar Günışığı Çeviri? Yayınları Yayınevi

KİTAP ÖMER ADI SEYFETTIN KİTAP ADI Seçme Yazar Öyküler Çeviri? Remzi Yayınevi Kitabevi

KİTAP AGARTHA ADI TÜNELLERI KİTAP ADI Erkan Yazar Erten Çeviri? Gece Kitaplığı Yayınevi

KİTAP ÇIZGIDE ADI BIR KİTAP KUKLA ADI Vildan Külahlı Yazar Tanış Everest Çeviri? Yayınları Yayınevi

ARKADAŞLAR KİTAP ADI Mies KİTAP VanADI Hout Çeviren: Yazar Hazel Çeviri? Bilgen Yapı Kredi Yayınevi Yayınları

BAK KİTAP BU SENIN ADI KİTAP YILDIZIN ADI Ayşe Yazar Ay Dinazor Çeviri? Yayınevi Çocuk

GECE YARISI KİTAP ADI KÜTÜPHANESI KİTAP ADI Matt Haig Yazar

KİTAP DADADI KİTAP ADI Selahattin Yazar Demirtaş

KOMÜNIZM KİTAP ADI GÖZÜNDEN KİTAP ADI KEMALIZM Yazar Çeviri? Vahram Ter-Matevosyan Yayınevi İletişim Yayınları

DÜNYADA KİTAP100 ADIKIŞI KİTAP OLSAYDI ADI Jackie Yazar McCann Çeviren: Çeviri? Şiirsel Taş Redhouse Yayınevi Kidz

KİTAP MEMNUN ADI KİTAP KALIRSIN ADI Emrah Yazar Serbes İletişim Çeviri? Yayınları Yayınevi

KİTAP SELANIK ADI KİTAP Turan ADI Akıncı Yazar Çeviri? Remzi Yayınevi Kitabevi

Çocuk ve gençlik kitapları

Haftanın çok satanları Haftanın çok satanlar listesini D&R, idefix, hepsiburada, Remzi Kitabevi, Penguen Kitabevi, BKM Kitap ve Amazon Türkiye listelerinden yola çıkarak derledik.

İNSANLIĞIMI KİTAP ADI YITIRIRKEN KİTAP ADI Osamu Dazai Yazar

KİTAPPELERIN ADI KIRMIZI KİTAP ADI Gülseren Yazar Budayıcıoğlu

BOTTER KİTAP ADI APARTMANI KİTAP ADI Ayşe Övür Yazar

KİTAP ADI TUTUNAMAYANLAR KİTAP OğuzADI Yazar Atay

[ PAZAR ] PENCERE

13

li r m i s Re öyküle ü l ü k Öysimler re

OĞUZ PANCAR

Andromeda İlk kez M.Ö. 5. yüzyılda, Küçük Asya üzerinden Yunanistan’a saldıran Persler için kullanılan “Barbar” sözcüğü de önceleri aşağılayıcı bir anlam taşımaz; yalnızca yabancıların, “bar-bar” biçiminde algılanan -ve anlaşılamayan- konuşmalarını tarif etmek için kullanılır. “Barbar”ın daha düşük bir uygarlığı anlatır hale gelmesi ve küçümseme içermesi daha sonradır.

2 Nisan 2023 Pazar

Frederic Leighton, Perseus ve Andromeda, 1891

Andromeda Gökadası

G

eceleri gökyüzünü seyretmeye meraklıysanız ve biraz da yıldız haritası karıştırmışlığınız varsa, tabii astrolojik değil astronomik olanından, gökte küçük ve soluk bir fırça darbesi gibi görünen parlaklığa aşina olabilirsiniz. Tek bir yıldızdan fazlası olduğu belli bu parlaklık Messier 31’dir, ya da daha bilinen adıyla, Andromeda Gökadası. Bir uçtan bir uca genişliği 220 bin ışık yılını aşan spiral biçimli Andromeda Gökadası, Güneş Sistemi’nin de içinde bulunduğu Samanyolu’na 765 kiloparsek(1) uzaklıktadır; yani Andromeda’ya baktığımızda onun 2,5 milyon yıl önceki durumunu görüyoruz aslında. Yerel gökada topluluğumuzun(2) en büyüğü olan Andromeda’yı 4,5 milyar yıl kadar sonra daha yakından görebileceğiz; o zaman Samanyolu’yla Andromeda gökadaları çarpışacak ve bunun sonucu, devasa tek bir gökada doğacak. [İki gökada kafa kafaya çarpışmayacak aslında; yaklaştıkça, kütle çekiminin etkisiyle Samanyolu Andromeda çevresinde önce daha geniş sonra gittikçe daralan bir elips çizmeye başlayacak ve daha da yakınlaştıkça dış çeperlerindeki gök cisimlerini Andromeda’ya kaptıracak. Muhtemelen yüz milyonlarca yıl sürecek bu vals sonunda iki gökada birleşecek.] Andromeda gökyüzünde yalnız değil; çevreleyen komşu takımyıldızları, onunla aynı öykünün kahramanları olan Perseus, Kassiopeia ve Kepheus’un adını taşıyor. Öyküyü anlatalım önce.

POSEIDON’UN ÖFKESI Antik Yunan ve Roma mitolojisinde güzelliği Andromeda kadar övülen çok az kadın vardır. Etiyopya Kralı Kepheus ve Kraliçe Kassiopeia’nın kızı olan Andromeda dilden dile anlatılan bir güzelliğe sahiptir. Kraliçe Kassiopeia da kızıyla o denli gururlanmaktadır ki bir gün birilerine Andromeda’nın, güzellikleriyle

Yaşlı Jan Brueghel, Perseus ve Andromeda, 1599-1613

ünlü su -ve deniz- perileri nimflerden daha güzel olduğunu söyleyiverir. Bu söz uzun yollar aşar, sonunda Poseidon’un kulağına kadar gider. Güzellikleriyle ünlü perilerinin bir ölümlü tarafından aşağılanmasına öfkelenen Poseidon, kıyılarına dehşet saçmak üzere deniz canavarı Ketos’u Etiyopya üzerine salar. Canavarın yaptığı kıyımlara karşı elinden bir şey gelmeyen Kral Kepheus, Ammon(3) bilicilerine danışır ve onlardan ancak kızı Andromeda’yı Ketos’a kurban ederek bu beladan kurtulabileceği yanıtını alır. [Perseus, Tanrı Zeus ve Argoslu Akrisios kızı Danae’nin oğludur. Bir gün kahinler Akrisios’a, yazgısının gelecekte bir torunu tarafından öldürülmek olduğunu bildirince, o da kızı ve bebeğini ölmeleri için bir sandalla denize salar. Denizde uzun süre sürüklendikten sonra Seriphos adasına ulaşmayı başaran ana-oğul, adanın kralı Polydectes tarafından kabul edilir. Aradan yıllar geçer, Perseus büyür. Danae’ye göz koymuş olan kral, bu birleşmeye karşı çıkan Perseus’a Gorgonlar arasında tek ölümlü olan yılan saçlı Medusa’nın kafasını getirme görevi verir. Onun bu görev sırasında öleceğinden ve o arada gönülsüz olan Danae’yi ikna edebileceğinden emindir. Perseus Hermes ve Athena’nın yardımıyla Gorgon kız kardeşleri yenerek onlardan uçan sandaletler ve Hades’in görünmezlik miğferini alır; ganimetleri arasında, Medusa’yı öldürmek için bir orak ve kesik başı saklamak için bir heybe de vardır. Artık hazırdır korkunç düşmanın karşısına çıkmaya. Medusa’nın taşa çeviren bakışlarından korunmak için Athena’nın verdiği kalkanla kendini saklar Yorgunun karşısına çıkınca; ona değil, kalkandaki yansımasına bakarak savaşır Musa’yla. Sonunda düşmanını alt ederek kafasını keser ve geri dönmek üzere yola çıkar. Yolda, konaklamak için izin istediği titan Atlas’ın isteğini geri çevirmesi üzerine onu Medusa’nın kesik

Titian, Perseus ve Andromeda, c.1554-1556

başıyla taşa çevirerek Atlas sıradağlarına dönüştürür. Oradan Seriphos Adası’na doğru koyulduğu yolda Perseus ve Andromeda’nın yazgıları kesişir.]

KURBAN ANDROMEDA Yeniden Andromeda’ya dönelim. Ammon kahinlerinin öğüdü üzerine güzel Andromeda deniz kıyısındaki bir kayaya zincirlenir ve birazdan canını alacak canavarın denizden çıkmasını beklemeye koyulur korku içinde. O sırada Perseus, Medusa’nın kesik başı heybesinde, kanatlı at Pegasus’un sırtında(4) Etiyopya üzerinden uçarak Seriphos’a dönmektedir. Kayaya zincirli genç kızı fark edince önce onu mermer bir heykel zanneder, o denli güzeldir gördüğü. Sonra esen rüzgar Andromeda’nın saçlarını savurur hafiften ve Perseus genç kızın gözlerinden süzülen yaşları fark eder hayretle, ancak o zaman onun bir heykel değil insan olduğunu anlar. Genç kızın dibinde topra-

ğa ayak basar, Hades miğferini takmış, ayaklarında Hermes’in kanatlı sandaletleriyle, Perseus. Tutsak kıza yaklaşır ve sorar: “Yakışmıyor sana bu bağlar. Sana yaraşan ancak yüreği taşan sevenlerinin sunduğu bileziklerdir. Yanıtla sorduğumu, nedir senin, bu yerlerin adı? Nedendir bağlanışın?(5)” Andromeda başına gelenleri hızlıca anlatır gözyaşları içinde. Sonra, suları yara yara kıyıya doğru hızla yaklaşan, kocaman bir tekne büyüklüğündeki canavar görünür denizde. Bir ok atımı kadar yaklaştığında Perseus yere vurur ayağını ve göğe yükselerek hızla Ketos’un üzerine çullanır oradan, boğuşurlar uzun süre ama sonunda Perseus canavarı öldürmeyi başarır. Andromeda’yı kurtardıktan sonra Perseus onunla evlenmek ister; ama amcası Phineus’un da genç kızda gözü vardır. Phineus ona saldırdığında Perseus yine heybesindeki Medusa başıyla hasmını taşa çevirir. Sonunda

[ PAZAR ] PENCERE

14

Abraham van Diepenbeeck, Perseus Andromeda’yı Kurtarırken, 1655 (gravür)

2 Nisan 2023 Pazar

Peter Paul Rubens, Perseus ve Andromeda, ca.1622

Chasseriau Theodore, Andromeda Su Perileri Tarafından Kayaya Zincirlenirken, 1840

genç çift evlenir ve Seriphos(6) Adası’na gider. Perseus orada annesini rehin tutan Polydectes ve yanındakileri de taşa çevirir. Sonraki durakları Perseus’un tahtın yasal mirasçısı olduğu Argos’tur. Ancak bir disk atma yarışmasında büyükbabası Kral Akrisios’un ölümüne neden olunca(7) Perseus üzüntüsünden taht üstündeki haklarından vaz geçerek Argos’u terk eder ve Peloponez’de Miken kentini kurar. [Mikenler, M.Ö. 1600-1100 yılları arasında Yunanistan’da hüküm sürmüş bir kavimdir. Bir Hint-Avrupa dili konuşan bu topluluğun, M.Ö. 2000’lerden başlayarak, Karadeniz’in kuzeyindeki Hazar düzlüklerinden Avrupa ve İran-Hindistan yönlerine doğru ilerleyen büyük kavimler göçünün bir kolu olduğu düşünülmektedir. Geleneğin Perseus’la başlattığı Mikenler, ilk olarak Peloponez Yarımadası’nda kurdukları -ya da geliştirdikleri- kentlere mutlaka bir saray da inşa ettikleri için toplumsal yapının öncekilere göre daha hiyerarşik ve sınıflı olduğu sanılmaktadır. Ticaret ve sanat alanlarında yerli halklara göre daha gelişmiş bir kültüre sahip olan Mikenlerin egemenliği, M.Ö. 1200’lerde başlayan ve Balkanlardan geldikleri sanılan savaşçı bir kavim olan Dorların istilasıyla sona erer.] Miken kenti çevresinde gelişen uygarlığın kurucu olan Perseus ve Andromeda’nın yedi oğlu ve iki kızı olur. Mutlu bir yaşam süren çiftin bu dünyadan göçmesinden çok sonra, M.S. 2. yüzyılda İskenderiyeli gökbilimci Ptolemy (Batlamyus), gözlemlediği ve listelediği 48 gök cisminden birine verir güzel Andromeda’nın adını. Sonraları ona yakın takımyıldızlarına da Perseus, Kassiopeia ve Kepheus’un adları verilir ve bu ilginç öykü ölümsüzleştirilir.

“BEYAZLATMA” Andromeda ve Perseus’un öyküsü, M.Ö. 6. yüzyıldan başlayarak pişmiş topraktan yapılan eserleri süsler. Sophokles, Euripides ve Aristophanes bu öyküyü konu alan oyunlar yazarlar.

Jean Auguste Dominique Ingres, Ruggiero Angelica’yı Kurtarırken, 1819-1839

Romalılar arasında da sevilen bir öyküdür Andromeda ve Perseus. Sonraki yüzyıllarda da sanatın gözde konularından olan öyküyü resmeden bir çok resim, heykel biliyoruz; bu sanatçılar arasında Titian, Brueghel (Yaşlı), Rembrandt, Rubens, Ingres, Moreau, Leighton, Delacroix ve Regnault gibi ünlü adlar sayılabilir. Ancak ilginç olan, Abraham van Diepenbeeck’in 1655 yılında yaptığı gravür dışında, bunların tümünde Andromeda’nın beyaz bir kadın olarak resmedilmesidir. Eski Yunancada “Etiyops” sözcüğü “yanık yüzlü” yani siyahi anlamına gelir ki Etiyopya da adını bundan alır, “Yanık yüzlüler ülkesi” (işin aslı, eski Yunanlılar -ülkesi neresi olursa olsun- tüm siyahlara Etiyopyalı derler). Etiyopya Kralı Kepheus ve Kraliçe Kassiopeia da resmedildiklerinde siyah tenli olarak gösterilirler Batı sanatında. Ancak nedense bu büyük ressamların eli Andromeda’yı siyahi olarak göstermeye varmaz. O, uzun, sarı, dalgalı saçları, beyaz ve pürüzsüz cildiyle ideal bir Avrupalı olarak boy gösterir tüm sanat eserlerinde. [Siyahların ya da beyaz dışında başka ten rengine sahip olan olanların sanat eserlerinde “Batılılaştırılmasının” bir adı da var, İngilizce “whitewashing” sözcüğü “beyazlatma”,”aklama” anlamına geliyor.] Elbette Andromeda’nın beyaz tenli resmedilmesi yalnızca sanatçıların ırkçı önyargılarına bağlanamaz. Kendisi öyle düşünmese bile, resmi sipariş eden soylu ya da burjuvaların, resmi sergileyenlerin, izleyenlerin çoğunluğunun, siyahları “düşük ırk” olarak görmesi, siyahları çirkin bulması, sanatçıları da bu yöne itmiş olmalı. Yalnız Andromeda da değil elbette; Fenikeli Europa, Mısırlı Aziz Marius, İmparator Septimius Severus, Mısırlı Kleopatra, Saba Melikesi Belkıs, hepsi Afrikalı ya da Orta Doğulu oldukları halde sanat eserlerinde “bembeyaz” birer Avrupalı olarak gösterilirler. Bu hastalığa yalnızca Avrupa sanatında değil, ondan çok daha eski yazın eserlerinde bile

rastlıyoruz. Örneğin Yunanlı Philostratus’un(8) M.S. 200’lerin başında yazdığı “İmgeler” (İmagines) kitabında Andromeda’dan şöyle söz ediliyor: “Kız, Etiyopyalı olmasına rağmen açık tenlidir, güzelliği ve çekiciliği benzersizdir; zarafette Lidyalı, asalette Atinalı ve dayanıklılıkta Spartalı genç kızların çok önündedir”. [Yunanistan’da, M.Ö. 5. yüzyıla tarihlenen pişmiş toprak vazolarda Andromeda’nın beyaz olarak gösterilmesi daha da ilginç aslında çünkü eski Yunanlılarda ten rengi ırksal bir özellikten çok çevre ve iklimin bir sonucu olarak görülür; bu nedenle ırk özellikleri bugünkü anlamdaki bir ırkçılığın kaynağı değildir o dönemde(9). İlk kez M.Ö. 5. yüzyılda, Küçük Asya üzerinden Yunanistan’a saldıran Persler için kullanılan “Barbar” sözcüğü de önceleri aşağılayıcı bir anlam taşımaz; yalnızca yabancıların, “bar-bar” biçiminde algılanan -ve anlaşılamayankonuşmalarını tarif etmek için kullanılır. “Barbar”ın daha düşük bir uygarlığı anlatır hale gelmesi ve küçümseme içermesi daha sonradır.] İşin aslına bakarsanız, konu edildiği ırkçılık dışında öykünün kendisi de kadınlar konusunda gerici özellikler taşımıyor değil. Andromeda’ya baksanıza, durmadan çok güzel olduğu tekrarlanan, kişiliğiyle ilgili başka hiçbir şey bilmediğimiz bir kadın; bir erkeğin gelip kendini kurtarmasını Medusa’yı Öldürerek Kaçan Perseus, M.Ö. 460

bekleyen, evlenirken düşüncesi bile sorulmayan bir kadın; evlendikten sonra da çocuk doğurmak -ve güzel olmaya devam etmekdışında ne yaptığını, ne düşündüğünü bilmediğimiz bir kadın. İşte eski zamanlardaki ataerkil anlayışın en ideal kadını, güzel olan, boyun eğen, bağımlı, doğuran, çalışan, sızlanmayan. Yalnızca eski zamanlardaki mi acaba, ya bugün?

1) Parsek, yaklaşık 30 trilyon kilometrelik bir uzaklık birimidir. 2) Yerel gökada topluluğumuz, en büyükleri Andromeda, Samanyolu ve Triangulum olmak üzere teleskopla görülebilen gökadalardan oluşan ve genişliği 10 milyon ışık yılını bulan bir gök cisimleri topluluğudur. 3) Etiyopya -ya da Libya- kökenli tanrı Ammon, pantheondaki en güçlü tanrıdır. Eski Mısırlıların Amon’u da Ammon’a dayanır. Tek tanrılı dinlerdeki “Amen” ve “Amin” sözcüklerinin “Amon”dan türediğini öne süren araştırmalar vardır. 4) Pegasus, Zeus’la Medusa’nın birleşmesinden doğmuştur. Bazı öykülerde Perseus Medusa’yı öldürdükten sonra Pegasus’a binerek memleketine döner, bazılarındaysa Medusa’nın ölümünden sonra Olimpos’a uçarak Zeus’un yanına gider Pegasus. 5) Ovidius, Dönüşümler V. 6) Koyunluca Adası. 7) Böylece en baştaki kehanet gerçekleşmiş olur. 8) Yaşlı Philostratus diye bilinir. 9) Eski Yunanlılara göre dünya, kuzeyde “yazsız”, ortada “ılıman” ve güneyde “kışsız” olmak üzere üç iklim kuşağına ayrılır. İnsan için en uygunu olan “ılıman” olanıdır; buradaki insanlar daha sağlıklı ve güçlü olur, bu kuşakta kurulan kentler diğerlerine göre daha uygar ve ileridir.

www.gazetepencere.com

2 Nisan 2023 Pazar

Sayı: 1260

Kurşun hırsıza dedi serbest kaldı İYİ Parti İstanbul İl Başkanlığı’na yönelik saldırının zanlısı Melikşah Erdem savcılık sorgusunun ardından serbest bırakıldı. Erdem ifadesinde iftar sonrası hırsızlara ateş ettiğini söyledi, savcılık ifadeyi serbest bırakmak için yeterli buldu. Karar İYİ Parti’de tepkiyle karşılandı. Parti Sözcü-

sü Kürşad Zorlu, kararı Sinan Ateş soruşturmasına atıf yaparak eleştirdi, “Yaklaşık 3 ay önce başkentin göbeğinde katledilen merhum Sinan Ateş’e yapılan saldırının gerçekleri nasıl karanlıkta kalmışsa, partimize yapılan saldırı da benzer bir anlayışla karşı karşıya kalmıştır” dedi. 3’te

Melikşah Erdem

İKİ KURŞUN DA AKŞENER’İN FOTOĞRAFINA

BU NE TESADÜF

SALDIRI İYİ PARTI’YE Özür talebi Akşener’den

İYİ Parti İl Başkanlığı’nın kurşunlanmasının ardından, Genel Başkan Meral Akşener, “Senden korkmuyorum Recep Bey” diyerek, olayla Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kullandığı dil arasında bağlantı olduğunu vurgulamıştı. İçişleri Bakanı’nın, “Fail hırsız kovalıyordu” açıklamasından

İYİ Parti’nin eski İstanbul İl Başkanı, Genel Başkan danışmanı Buğra Kavuncu, iktidar sözcülerinin saldırıyı sıradan bir hırsız kovalamacasına indirgemesine karşı çıktı, kurşunların isabet ettiği noktalara dikkat çekti. Kavuncu, ‘‘Kurşunların isabet ettiği

iki yerde de ne tesadüf ki Genel Başkanımız Meral Akşener’in fotoğrafı var” dedi. Kavuncu, Erdoğan’ın konuşmalarını hatırlattı, “Bu tip konuşmaların yapılmadığı bir gündem olsaydı biz o zaman buna kriminal bir olay diyebilirdik. Ama burası Türkiye” dedi. 3’te

Kurşun adres aramış

sonra ise AK Partililer Akşener’den özür dilemesini talep ettiler. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise Elazığ’dan Akşener’e seslendi, ‘‘Hanımefendi, bu işlere senin aklın ermez. Onun için, kiminle uğraşacağını çok iyi bilmen lazım” ifadelerini kullandı. 3’te

İYİ Parti Genel Sekreteri, hukukçu Uğur Poyraz, saldırı ile ilgili açıklamalarda tutarsızlık olduğunu söyledi. Poyraz, İl Başkanlığı’na isabet eden kurşunun yolun karşısındaki inşaattan atıldığına ilişkin açıklama için, “Fiziken doğruluğu imkansız” dedi, iki nokta arasındaki kot farkına dikUğur kat çekti. Poyraz, “Açıklanan noktadan açılan ateş Poyraz binanın zemin katına isabet edemez” dedi. 3’te

KURALAR ÇEKILDI SIRA BELIRLENDI

Cumhurbaşkanı adayları kesinleştikten sonra, takvim gereği adayların oy pusulasındaki yerleri için kura çekildi. 14 Mayıs’taki seçimde, Cumhurbaşkanlığı için hazırlanacak oy pusulasında ilk sırada Recep Tayyip Erdoğan olacak. İkinci sırada Muharrem İnce, üçüncü sırada ise Kemal Kılıçdaroğlu yer alacak. Dördüncü aday Sinan Oğan ise son sırada. 4’te

PEKER’IN YARDIMI ORTADA KALDI Suç örgütü lideri Sedat Peker’in, ihtiyaç sahipleri için hazırlattığı yardım kolileri ortada kaldı. Kolileri ihtiyaç sahiplerine ulaştırmak isteyenlerin gözaltına alınmasının ardından Peker dağıtımı Ahbap vasıtasıyla yapmak istedi. Peker’in avukatı Ersan Barkın, Ahbap’ın böyle bir organizasyonları olmadığı için talebe olumlu yanıt vermediğini duyurdu. 5’te

BU SEÇİM KADINLARIN VAR OLMA SEÇİMİ

ARIFE TARIF

YAŞAR SEYMAN yazdı 6’da

VAHAP COŞKUN yazdı 7’de

Özür yetmedi

AK Parti seccadeyi tuttu bırakmıyor

Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir fotoğraf çekimi sırasında seccadeye bastığı görüntü gün boyu AK Partililerin gündemindeydi. Eleştirilere yanıt veren Kılıçdaroğlu, “Fotoğraf çektirmek isteyenler vardı, salon kalabalıktı. Yerdeki seccadeyi görmedim. Şimdi o karenin üzerinden operasyon yapıyorlar. Ben samimi olarak üzgünüm” dedi, iftiralardan samimi müslümanlara sığındığını söyledi. 2’de

Kaçan sahalara seccade ile döndü 2’de

ELON MUSK’IN MEKTUBU

ATIF ÜNALDI yazdı 10’da

2-0 Galatasaray’dan kritik 3 puan

2002’de çeyrek altın 2023’te 1 kg soğan Cumhuriyet Halk Partisi Sözcüsü Faik Öztrak, sosyal medya hesabından, soğan-çeyrek altın kıyaslamalı çarpıcı bir paylaşım yaptı. Öztrak’ın paylaştığı görselde “2002 yılında çeyrek altın 21 TL, 2023 yılında 1 KG Soğan 19,90” yazıyor. Öztrak görsele “Bugün 1 Nisan! Ama bu ‘1 Nisan Şakası’ değil. 21 yılın göz yaşartan acı özeti” notunu da düştü. 9’da

İTO 75 DEDİ SIRA TÜİK’TE 9’da OYUNU DOĞRU OKUMAK ABDULLAH BİRİCİK yazdı 11’de

1 NİSAN ŞAKASI GİBİ...

UĞUR TEMEL yazdı 12’de

Trabzonspor, Kayserispor’a teslim oldu: 3-4

www.gazetepencere.com

İmamoğlu’ndan ‘oyları bölmeyin’ çağrısı İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı yardımcısı adayı Ekrem İmamoğlu, Sinop’ta “oyları bölmeyin” çağrısı yaptı, “Oyunuzun yeri, Millet İttifakı, Cumhurbaşkanı adayımız Kemal Kılıçdaroğlu. Ayrışmak isteyen kendi yoluna gider. Ama siz ayrışmayacaksınız, oyunuzu bölmeyeceksiniz” dedi. İmamoğlu, Tayyip Erdoğan’ın önceki yıllarda söylediği ‘İstanbul’u kaybeden Türkiye’yi kaybeder’ sözünü hatırlatarak, “Seni gidi seni... O günden anladı. Bizim aklımıza hiç gelmemişti” ifadelerini kullandı.

“KAZANANLAR KULÜBÜYÜZ” İmamoğlu, CHP Grup Başkanvekili Engin Altay ile birlikte Sinop’u ziyaret etti. İmamoğlu ve Altay’a eşleri Dilek İmamoğlu ve Fatoş Altay da eşlik etti. Sinop kent merkezi ile Gerze ve Erfelek ilçelerinde coşkulu kalabalığa seslenen İmamoğlu, 31 Mart 2019 yerel seçimlerinin iptal edildiğine işaret ederek “Memleket, tam da bugün, 31 Mart’ın 1 Nisan’a bağlandığı gece yapılan hukuksuzluklara ‘dur’ dedi. Maçta hile yapmaya kalktılar, milletimiz onlara büyük bir tokat attı ve 23 Haziran’da sandığa gömdü. Bize ‘kaybedenler kulübü’ diyorlardı, artık ‘kazananlar kulübüyüz’. Milletçe kazanacağız” diye konuştu.

SEFERBERLİK HÜKÜMETİ İmamoğlu, uzun yıllardır yürütülen kirli siyaset nedeniyle tüm ülkenin çok yorulduğunu vurgulayarak “Her akşam sert bir insan yüzü, parmak sallayan anlayışı ve insanları azarlayan bir dilden kurtulmak istiyoruz. Onu, evine yollayıp emekli etmek istiyoruz. O aklın, o zihnin dönemi bitti” dedi. “Seferberlik hükümeti” kurulacağını söyleyen İmamoğlu “6 siyasi partinin yan yana geldiği bir hükümet olacak. Bizlere de sefer görev emri çıktı. Millet İttifakı iktidarı değil bunun adı, milletin iktidarı” ifadesini kullandı.

2 Nisan 2023 Pazar

2

Kılıçdaroğlu özür diledi, AKP’ye yetmedi! Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı ve CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, katıldığı iftar programında fotoğraf çektirirken yere serilmiş bir seccadenin üzerinde ayakkabılarıyla durunca iktidar tarafından hedef haline getirildi. Kılıçdaroğlu “Üzgünüm, seccadeyi göremediğim için çok üzgünüm” açıklaması yapmasına karşın hakkında karalama kampanyası başlatıldı. İstanbul Platformu’nun önceki akşam düzenlediği iftar buluşmasına katılan Kılıçdaroğlu ve CHP İstanbul İl Başkanı Canan Kaftancıoğlu’nun çektirdiği fotoğraf, AKP’lilerce sosyal medyada dolaşıma sokuldu. Sosyal medyada fotoğraf yayılınca CHP’den yayımlanan açıklamada “Fotoğraf çekimi sırasında yaşanan yoğunluk ve fotoğraf çektirmek isteyenlerin telaşı nedeniyle, yerde bulunan seccade

fark edilememiştir. Bu tür durumlara yönelik hassasiyeti herkes tarafından bilinen Genel Başkanımız ve İl Başkanımızın, ortaya çıkan bu talihsiz durum nedeniyle çok üzgün olduğunu belirtmek isteriz” denildi.

“VAROLUŞUMA AYKIRI” Kılıçdaroğlu da Twitter hesabından paylaştığı mesajda “Üzgünüm, seccadeyi göremediğim için çok üzgünüm. Dünyada kimseyi incitmek istemem, hele milletimi asla. Buradan istismarcılık yapanları ve kullandıkları propaganda aparatlarını da milletimizin vicdanına bırakıyorum” ifadesini kullandı. Kılıçdaroğlu dün akşam Saadet Partisi’nin ev sahipliğinde gerçekleştirilen iftar programında da bu konuya değindi. Kılıçdaroğlu şunları söyledi: “Fotoğraf çektirmek iste-

yenler vardı, salon kalabalıktı. Yerdeki seccadeyi görmedim. Şimdi o kare üzerinden operasyon yapıyorlar. Açıkça söyleyeyim, ben onların operasyonunu umursamam. Ben samimi olarak üzgünüm. Ben, ailem, eşim, çocuklarımız, asla ve asla hiçbir kutsala saygısızlık etmez. Hem bu benim hayat tarzıma, hayat görüşüme ve varoluşuma aykırı.”

“BATIL ZAİL OLACAK” İftardaki konuşmasını Necmettin Erbakan’ın sözünü hatırlatarak bitiren Kılıçdaroğlu, “‘Hak gelecek ve batıl zail olacak’ Herkes buna inansın. Hakkı, hukuku ve adaleti ne pahasına olursa olsun getireceğiz” dedi.

MÜFTÜOĞLU: HAKSIZLIK Tartışmalar üzerine İstanbul Platformu adı-

na açıklama yapan eski Adalet Bakanı İsmail Müftüoğlu, Kılıçdaroğlu’nun hedef alınmasına tepki göstererek “Kılıçdaroğlu’na yapılan haksız tenkitler sağduyudan uzaktır, haksızlıktır” dedi. Müftüoğlu, fotoğrafın iftar davetinin verildiği lokantanın yöneticisinin odasında çekildiğini belirterek “Kalabalığın meydana getirdiği dikkatsizlik, söz konusu fotoğraflara yansıdı... Siyasetin bu kadar acımasız, anlayışsız, birbirini suçlayıcı bir dille yapılması, artık hepimizi ziyadesiyle yormuştur” ifadesini kullandı.

BEKAROĞLU: İSTİSMAR CHP İstanbul Milletvekili Mehmet Bekaroğlu “İslami ve insani ne varsa istismar eden, paraya tahvil edenlerin bu seccade güzellemeleri istismardan başka bir şey değil” tepkisini gösterdi.

Demirtaş “seccade” sorusuyla destek verdi HDP’nin cezaevinde tutulan eski Eş Genel Başkanı Selahattin Demirtaş, sosyal medyadan yaptığı paylaşımla ‘seccadeye basma’ tartışmasına dahil oldu. Demirtaş, “Milletin parasını çalmak mı, oy uğruna Kuran-ı Kerim’i pazarlamaya çalışmak mı yoksa seccadeye yanlışlıkla basmak mı günah” diye sorarak “Doğru cevabı bilmek için Müslüman olmaya gerek yok, insan olmak yeterli” dedi.

HÜDA KAYA: YIKANIR TEMİZLENİR

Akşener: Kimse cayamaz, İstanbul Sözleşmesi yaşatır

Kılıçdaroğlu’na bir destek de HDP Milletvekili Hüda Kaya’dan geldi. Kaya, “Sıkmayın canınızı sayın başkan! Ayakkabıyla girilen o yerde seccade neden serili? Yıkanır temizlenir hepsi bu. Dini imani para, saray ve saltanat olup camileri postallarıyla basanların çığırtkanlıklarına kimse aldırış etmiyor artık” dedi.

İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener ve İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu önceki akşam Beyoğlu Örnektepe Öğrenci Yurdu’nda öğrencilerle iftar yaptı. Akşener seçimden sonra İstanbul Sözleşmesi’yle ilgili nasıl bir yol izleneceği sorusuna, “Kimse cayamaz. En ufak bir tereddüt yaşanmasın. İstanbul Sözleşmesi yaşatır” yanıtını verdi.

BOZDAĞ: KINIYORUM Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, Kemal Kılıçdaroğlu’nu kınadığını belirtti, “Seccadeye ayakkabılarıyla basarak kirletmek Kılıçdaroğlu’na yakışmamıştır, saygısızlıktır” dedi. Diyarbakır’da açıklama yapan Bozdağ şunları söyledi: “Elbette seccade halı, kilim, kumaştan yapılmaktadır. Tek kişilik bir namazgahtır. Temiz olması gerekir. O yüzden ayakkabıyla kimse oraya basamaz, kirletemez. Bazıları ‘Mücahit Kılıçdaroğlu’ diyor. Seccadeye ayakkabıyla basan bir Mücahit’e şahit olduk.” İnsanların bu fotoğrafı “enine boyuna değerlendirdiğine eminim” diye konuşan Bozdağ, “Özür videosu çekmiştir. Bu da bir inceliktir. Yanlışını anladığını gösteriyor” ifadesini kullandı. Kemal Kılıçdaroğlu’nun seccade üzerinde durduğu fotoğrafı paylaşan AKP Genel Başkan Yardımcısı Hamza Dağ da “Ayakkabınız ile bastığınız yer, Müslümanların secde ederken kullandığı seccadedir” dedi.

“Para var” dedi yarına işaret etti

Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, sosyal medyadan paylaştığı videoda iktidara geldiklerinde depremzedelere konutların ücretsiz teslim edileceğini yineleyerek “Benim ücretsiz konut söylemim vaat değildir; yükümlülüktür, zorunluluktur” dedi. Kılıçdaroğlu, yıkılmış evlerdeki kiracıların sorunlarına da çözüm bulunacağını söyledi. “Merak etmeyin, para var sevgili halkım” ifadesini kullanan Kılıçdaroğlu, “Pazartesi meclise sunacağımız kanun teklifine bakarsanız orada görürsünüz. Bitmeyen bir rant ve ihale sevdası var ki kendi bitmedi, insanımızı bitirdi. Neyse, şunun şurasında ne kaldı!” diye konuştu.

[ PENCERE ] GAZETE

HASAN KAÇAN FIRSATI KAÇIRMADI

Depremin ardından sessizliğe gömülen AKP’nin 2019 yılındaki “imar affı”nın reklam yüzü Hasan Kaçan, ‘‘seccade’ tartışmasıyla ortaya çıktı. Kemal Kılıçdaroğlu’nu hedef alan Kaçan “Ey Müslüman... O, üstüne pabuçlarla basılan seccade sensin... Senin kutsalın, bütün değerlerin... Anan, baban, deden, ninen, eşin, evlatların... Senin geçmişin ve geleceğindir çamurlu pabuçlarla hoyratça çiğnenen. Düşman olsa bu hakareti yapmaz. Bu hakaret kabul edilemez” dedi.

İmtiyaz sahibi BİDEBUNUİZLE Basın Yayın ve Gazetecilik LTD. ŞTİ.

Genel Yayın Yönetmeni Yavuz OĞHAN

Koordinatör İzzet DOĞAN

Editör Seda İNCİRKUŞ

Planlama Koordinatörü Nilay CAN

Görsel Yönetmen Aykan KARA

www.gazetepencere.com llll [email protected] llll 02123274775 llll Beşiktaş/İSTANBUL

İdari ve Mali İşler Furkan CAN

OMBUDSMAN Faruk Bildirici [email protected]

www.gazetepencere.com

2 Nisan 2023 Pazar

ERDOĞAN GERILIMDEN VAZGEÇMIYOR: Kiminle uğraşacağını çok iyi bilmen lazım İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’i “Beni kendinle uğraştırma” diyerek hedef alan Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan, bir kez daha tehdit dili kullandı.

“REZENE ÇAYI İÇ” Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve BBP Genel Başkanı Mustafa Destici ile birlikte Elazığ’da afet konutlarının temel atma törenine katıldı. İYİ Parti’ye yapılan saldırıya ilişkin sessizliğini koruyan Erdoğan, Akşener’in kendisine yönelik ‘papatya çayı iç’ tavsiyesine “Hanımefendi, senin aklın bu işlere ermez. Biz papatya çayının ne zaman içileceğini biliriz, sana rezeneyi tavsiye ederiz. Kiminle uğraşacağını çok iyi bilmen lazım” yanıtını verdi.

DEMOKRASİYE ÇAĞ ATLATMIŞ Yüksek Seçim Kurulu tarafından adaylığı onaylanan Kemal Kılıçdaroğlu, Muharrem İnce ve Sinan Oğan’ı da hedef alan Erdoğan, “Bir tarafta bölücülerin yürü Kemal’i var. Öte tarafta gel Muharrem bulunuyor. Beri ta-

raftakini saymaya gerek bile yok” dedi. Erdoğan, kendisi hakkında ise, “Ömrünün son 40 yılını belediye başkanı, başbakan, cumhurbaşkanı olarak ülkesine ve milletine hizmete adamış, Türkiye’nin demokrasine ve ekonomisine çağ atlatmış bir kardeşiniz var” sözleriyle depremzedelerden destek istedi.

“BAY KEMAL’E KANDİL’DEN SELAM” Kılıçdaroğlu için “Teröristlerle koyun koyuna” iddiasında bulunan Erdoğan “Bay bay Kemal’e Kandil’den selam geliyor, ‘beraber yürüyeceğiz’ diyorlar. Yürüyün bakalım, nereye kadar yürüyeceksiniz” diye konuştu. Erdoğan, CHP’nin yapılan her projeyi “yalan ve iftira” ile engellemeye çalıştığını, “şirretçe kampanya yürüttüğünü” de ileri sürerek “Meslekleri budur. Şimdi de Kanal İstanbul’un önünü kesmeye çalışıyorlar. Bay Bay Kemal, kesemeyeceksin” dedi.

LGBTİ+’LAR DA HEDEFİNDEYDİ Konuşmasında LGBTİ+’ları da hedef alan Erdoğan, şunları söyledi: “Bizim LGBT ile işimiz yok, ülkemize kazandıracak daha çok işimiz, istikbalimiz ve istiklalimiz

için vereceğimiz daha çok mücadele var. Biz, 20 yılda her alanda yaptığımız 79 milyar liralık yatırımla Elazığ’a şükranlarımızı gösterdik. Elazığ’ı tarihinde görülmemiş hizmetlerde buluştuk.”

BAHÇELİ HAYRA YORDU Törende konuşan MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı adaylarının

oy pusulasındaki yerlerine ilişkin yapılan kura çekimine işaret ederek “Recep Tayyip Erdoğan kurada birinci sırada yerini aldı. Bu, hayra işarettir, farkında olmak lazımdır” ifadesini kullandı. Bahçeli afet bölgesi Kahramanmaraş’ta da deprem için “Bu büyük felaket mucizelerle anlam kılınmış, içinde sır olan bir olay gibi geliyor bana” demişti.

“İYİ Parti’ye ateş etmedim” dedi, serbest bırakıldı Zeytinburnu’ndaki İYİ Parti İstanbul İl Başkanlığı binasının kurşunlanmasıyla ilgili gözaltına alınan, inşaatta görevli Melikşah Erdem (39) savcılık ifadesinin ardından serbest bırakıldı. Erdem, silahını hırsızları korkutmak için ateşlediğini ancak hedefinin İYİ Parti binası olmadığını ileri sürdü. Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı’nın ‘Silahlı tehdit’, ‘Nitelikli mala zarar verme’ ‘Korku, kaygı, panik yaratacak tarzda silah ile ateş etmek’ ve ‘Ateşli silahlar kanununa’ muhalefet suçlarından başlatılan soruşturma kapsamında olaydan yirmi saat sonra gözaltına alınan Erdem’in ifadesi Örgütlü Suçlar ve Terör Soruştur-

ma Bürosu savcısı tarafından alındı. Parti binasına ateş etmediğini, inşaata gelen hırsızları korkutmak için ateş ettiğini iddia eden Erdem, sorgusunun ardından serbest bırakıldı.

layı görünmüyordu. Tekrar ateş ettim. Bu esnada yere düştüm. Sinirlenerek yine E-5 istikametindeki yöne doğru sayısını hatırlamadığım şekilde ateş ettim. Toplam 10-12 atış yaptığımı tahmin ediyorum. Attı“10-12 EL ATEŞ ğım mermilerin İYİ Parti’ye geleceğini hiç düşünmeETTİM” Bulundurma ruhsatlı si- dim. Ertesi gün öğlen salahı olan ancak silahı üze- atlerinde İYİ Parti’ye gelen rinde taşıdığı ortaya çıkan mermilerle ilgili konuyu Melikşah Erdem, DHA’nın arkadaşım söyledi.” Erdem’in serbest bırakılhaberine göre savcılık ifamasına tepki gösteren İYİ desinde şunları söyledi: Parti Sözcüsü Kürşad Zor“Şantiyenin güvenlik hususuyla benim ilgilenmem lu, “Başkentin göbeğinde gerekiyor. Hırsızların şanti- katledilen Sinan Ateş’e yayedeki malzemeleri çalma- pılan saldırının gerçekleya çalıştıklarını gördükten ri nasıl karanlıkta kalmışsa, partimize yapılan saldısonra 3-4 el havaya doğrı da benzer bir anlayışru ateş ettim. Aramızda la karşı karşıya kalmıştır” 20-25 metre mesafe vardı. Yüzleri karanlıktan do- dedi.

Bozdağ’a göre özür dilemesi gereken Akşener Adalet Bakanı Bekir Bozdağ, İYİ Parti Genel Başkan Meral Akşener’in, parti binasının kurşunlanmasının ardından Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı suçladığı için özür dilemesi gerektiğini savundu. Diyarbakır Valiliği’nde açıklama yapan Bozdağ şunları söyledi: “Sıcağı sıcağına hemen Akşener ve diğer liderler adeta olayı yapanı, yaptıranı biliyorlar-

mış gibi, hem Cumhurbaşkanımızı hem de partimizi hedef gösteren açıklamalar yaptılar. Zanna dayalı değerlendirmelere göre hareket etmek, genel başkanlara yakışmamıştır. Akşener ve diğer liderler ortaya çıkan maddi hakikat karşısında emimin utanmışlardır, pişman olmuşladır. Akşener’i Cumhurbaşkanımızdan özür dilemeye davet ediyorum.”

İYİ Partililer inanmadı: Fizik kurallarına aykırı

İYİ Partililer, İstanbul Valiliği, İstanbul Emniyet Müdürlüğü ve serbest bırakılan zanlı Melikşah E’nin “hırsızları korkutmak için ateş açıldığı, İYİ Parti binasının hedef alınmadığı” yönündeki açıklamalarını inandırıcı bulmadı. Silahın ateşlendiği nokta ile il başkanlığı binası arasında 10 şeritli E-5 karayolu, iki şeritli metrobüs yolu ve kot farkı olduğuna işaret edildi. İYİ Parti Genel Sekreteri Uğur Poyraz, FOX TV’ye yaptığı açıklamada “İl başkanlığı binası yolun 3.5-4 metre altında. Karşıdan attığınız bir merminin bu kot farkını aşarak zemin kata isabet etmesi akıl, mantık ve fizik kurallarına aykırı” dedi. 30 Mart gecesi 21.30’da meydana gelen olayla ilgili İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “bir şarjör boşaltılmış” dediğine işaret eden Poyraz, “İstanbul’un göbeğinde bir şarjör silah boşaltılıyor, kimsenin elinde bir kayıt, kimseyle ilgili yapılmış bir işlem, o saatte yapılmış bir ihbar yok” diyerek soru işaretlerine dikkat çekti.

İKİ KURŞUN DA AKŞENER’İN FOTOĞRAFINA

İYİ Parti Genel Başkan Başdanışmanı Buğra Kavuncu da “İki kurşun ne hikmetse İYİ Parti binasına isabet etmiş. Kurşunların isabet ettiği iki yerde de ne tesadüf ki Genel Başkanımız Meral Akşener’in fotoğrafı var” dedi. Halk TV’ye konuşan Kavuncu, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın Akşener’i hedef göstermesine işaret ederek “Ülkede bu tip olayların dönmediği, bu tip konuşmaların yapılmadığı bir gündem olsaydı biz o zaman buna kriminal bir olay diyebilirdik. Ama burası Türkiye… Biz bu tehditleri çok kez aldık. Bu dili kullanan bir Cumhurbaşkanı olursa bunları yaşarız” diye konuştu.

3

www.gazetepencere.com

2 Nisan 2023 Pazar

Siyasi partilerde liste sancısı Seçim sürecinin kritik adımlarından biri olan milletvekili adaylarının belirlenmesi süreci devam ediyor. Siyasi partilerin milletvekili aday listelerini Yüksek Seçim Kurulu’na sunmaları için son tarih 9 Nisan. Bazı siyasi partilerin aday belirleme süreçlerinde karar almalarını zorlaştıran iki ya da üç dönem kuralı, siyasi yasaklı olma ihtimali, bakanlık-milletvekilliği tercihi gibi öznel durumları da var.

İsmet Yılmaz

Hamza Dağ

AKP ÜÇ DÖNEM KURALI UYGULAYACAK GazeteDuvar’dan Ceren Bayar’ın haberine göre AKP aday belirleme sürecinde, parti tüzüğündeki “Üç dönem üst üste vekil olunamaz” kuralının getirdiği zorlukları yaşıyor. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın daha önceki seçimlerde esnetilen bu kuralı bu seçimlerde istisnasız uygulama konusunda kararlı olduğu konuşuluyor. AKP’de üç dönem kuralına takılan isimler arasında Grup Başkanı İsmet Yılmaz, Grup Başkanvekilleri Bülent Turan ve Yılmaz Tunç, Mustafa Elitaş, Genel Başkan Yardımcıları Ali İhsan Yavuz, Hamza Dağ, Jülide Sarıeroğlu, Mehmet Özhaseki ile geçmiş dönemlerde bakanlık ve genel başkan yardımcılığı yapan

Ahmet Aydın, Akif Çağatay Kılıç, Cevdet Yılmaz, Emrullah İşler, Mahir Ünal, Öznur Çalık, Veysel Eroğlu gibi isimler bulunuyor.

Filiz Kerestecioğlu

Pervin Buldan

HDP’NİN ÖNÜNDE İKİ SORUN HDP’nin önünde ise aday belirleme kararını etkileyen iki kritik konu bulunuyor. İlki, parti tüzüğündeki iki dönem kuralı, ikincisi de kapatma davası nedeniyle partinin mevcut milletvekillerinin neredeyse tümünün ve milletvekili olma potansiyeli taşıyan pek çok ismin siyasi yasaklı hale getirilme ihtimalleri. Parti yönetimi, iki dönem kuralını bu dönem de yine sadece eş genel başkanlar için esnetmeyi tartışıyor. Pervin Buldan, Meral Danış Beştaş, Ayşe Acar Başaran, Mahmut Toğrul, Nimetullah Erdoğmuş, Hişyar Özsoy, Hüda Kaya, Filiz Kerestecioğlu, Garo Paylan’ın da aralarında olduğu 16 isim iki dönem kuralına takılıyor.

YASAKLI İSİMLER ADAY OLACAK MI? Parti hakkında olası kapatma kararı ile birlikte siyasi yasaklı duruma düşebilecek 451 kişinin 56’sı HDP’nin 59 milletvekili arasında bulunuyor. Bu kişilerden

aday gösterilenler olursa Yeşil Sol Parti listelerinden Meclis’e girseler bile seçimden sonra alınacak bir kapatma kararı ile bağımsız milletvekili olarak devam edecekler ve partinin Meclis’teki sandalye sayısı azalacak. Seçime listelerinden girilecek Yeşil Sol Parti’nin Eş Genel Başkanları İbrahim Akın, Çiğdem Kılıçgün Uçar da siyasi yasak istenen isimler arasında yer alıyor. HDP yönetiminin siyasi yasak alma riski taşıyan isimleri aday göstermeme eğilimi ağır basıyor. Ancak eş genel başkanların da aralarında bulunduğu bazı isimlerin, deneyim aktarımının sağlanması amacıyla yasak riski göze alınarak aday gösterilebileceği ifade ediliyor.

Paylan: Umarım TİP haklı çıkar

HDP Diyarbakır Milletvekili Garo Paylan, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın milletvekili listelerine ilişkin açıklama yaptı. Nevşin Mengü’nün YouTube kanalına konuk olan Paylan, ittifak çatısı altındaki iki partinin pusulada yer alacağını belirterek, tek liste konusunda çok çaba sarf ettiklerini ancak TİP’in iddiasını ortaya koymak istediğini söyledi. Paylan “TİP’in bir iddiası var. ‘Artı katacağımız seçmenler var’ diyorlar. Umarım haklı çıkarlar. Tek başına girmişken 100 vekil çıkaracak iken iki partiyle 90’a düşmek hepimizi üzer” dedi.

CHP’DE İTTİFAK ORTAKLIĞI ADAY BELİRLEMEYİ ETKİLİYOR İYİ Parti; DEVA, DP, Gelecek Partisi ve Saadet Partisi’nin adaylarını kendi listelerinden göstermeye kapılarını kapattığı için bu partilere CHP listelerinde yer açılması bekleniyor. Dört partinin Meclis’te grup kurmaya yetecek 20 milletvekiline ulaşmak gibi bir hedefi olduğu konuşuluyor. CHP’nin kendi listelerini belirlerken bu rakamı da göz önünde bulundurarak hareket edecek olması, başvuru rekoru kıran aday adayları için aday olma ihtimalini bir miktar azaltıyor. CHP ve İYİ Parti ayrıca, bakanlık ve bürokraside kritik görevlere düşünülen isimler için yasama ve yürütme arasında tercih yapacak.

Başhekim çatlakları alçılattı, AKP’den aday adayı oldu Adıyaman’da depremden zarar gören Adıyaman Üniversitesi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin Başhekimi Prof. Dr. Fatih Doğan, AKP’den milletvekili aday adayı oldu. Doğan, Facebook hesabında yaptığı açıklamada, “Cenab-ı Hak; memleketimiz, şehrimiz ve şahsımız için hayırlı eylesin... İlimizin ve ülkemizin yeniden inşasında hizmetkâr olarak çalışmaya talibim” dedi. Doğan’ın başhekimi olduğu hastanenin, 6 Şubat depremlerinden etkilenip hasar alan kolon ve duvarları alçıyla kapatılmıştı.

İnce’ye göre tek amacı “seçmene seçenek sunmak” YSK üyeleri yeniden deprem bölgesine gidiyor Yüksek Seçim Kurulu (YSK), deprem bölgelerindeki seçim hazırlıklarının son durumunu incelemek üzere yeniden bölgeye gitme kararı aldı. YSK üyeleri salı gününden itibaren depremden etkilenen illere ziyaretler gerçekleştirecek. Habertürk’ün haberine göre, daha önce tespit edilen eksikliklerin giderilmesine yönelik çalışmalar yerinde görülecek. İl ve ilçe seçim kullarının binalarında inceleme yapılacak. Varsa seçim öncesi son eksikler tespit edilecek.

“Muhalefetin oylarını böleceği” gerekçesiyle eleştirilen Memleket Partisi Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı adayı Muharrem İnce, sosyal medya hesabından “Bana aday oldum diye kızan kardeşlerime” başlığıyla paylaştığı dört sayfalık metinde seçimlere girme nedenini “Her iki tarafın da adaylarına oy vermek istemeyen seçmenlere bir seçenek sunuyorum” diye açıkladı. Bir kez daha 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimlerini gündeme getiren ve CHP’yi suçla-

yan İnce şunları söyledi: “Çok uğraştık olmadı. Olmadı, çünkü maalesef CHP içine çöreklenmiş bazı çeteler Muharrem ince kazanırsa biz burada barınamayız diyerek ayak oyunları ile hepimizi sattılar. Kemal Bey, bahsettiğim çeteler arasında denge kurmaktadır. Onlara hâkim değildir. Kemal Bey’in benim kazanmam için çalıştığından ve bana oy verdiğinden eminim. Benim kastim o da değildir. Anladım ki beni aday yapmaları cumhurbaşkanı seçtir-

mek için değil partiden tasfiye etmek içinmiş. Çünkü bizi tehdit olarak gördüler.”

“KIRMAYIN, KIRMAYALIM” “Ortak amacımız olan iktidarı göndermeye odaklanalım” diyen İnce, “Bizim oylarımıza talipseniz bizi sevenleri kırmayın. Biz de sizi kırmayalım. İçinize en fazla sinen adaya oy verin. Hiçbir seçim son seçim değildir” dedi.

Erdoğan birinci, Kılıçdaroğlu üçüncü sırada

14 Mayıs’taki seçimde Cumhurbaşkanı adaylarının oy pusulasındaki yerleri belli oldu. Yüksek Seçim Kurulu’nda (YSK) çekilen kuraya göre; Tayyip Erdoğan birinci, Muharrem İnce ikinci, Kemal Kılıçdaroğlu üçüncü ve Sinan Oğan da dördüncü sırada yer alacak. Kurada, Cumhurbaşkanı adaylarının isimleri YSK üyeleri tarafından, sıraları ise çıkan ismin parti temsilcisi tarafından çekildi.

4

www.gazetepencere.com

2 Nisan 2023 Pazar

Çadırı su alan depremzede isyan etti: Yataklarım su oldu, nasıl yatacağım? Depremin vurduğu Hatay’ın Samandağ ilçesinde yıkılan evinin yanı başındaki çadırda kalan Nazlı Yüksek, yağışlarda çadırının su aldığını belirterek isyan etti: “Vallahi kimse yardım etmedi. Benim yataklarımın hepsi şimdi su oldu, nasıl yatacağım?” 6 Şubat depremlerinin en çok yıkıma neden olduğu Hatay’da hâlâ barınma sorunu sürüyor. Kentteki depremzedelerin büyük bir kısmı çadıra ulaşsa da yağışlar olduğunda çadırlara su giriyor. Samandağ ilçesindeki depremzede Nazlı Yüksek de yaşadığı mağduriyeti ANKA’ya anlattı.

“HİÇ KİMSE YARDIM ETMİYOR BİZE. ÇOK YALVARDIK” Yüksek, depremden sonra 10 gün serada yağmurun altında kaldığını belirterek, “10 gün sonra getirdiler bir çadır. Gene de su bastı çadırımı. 13 kişi içinde yatıyoruz. Bu çadır, bir de burada mutfağım var. Burada kocam yatıyordu. Bir çekyat koydum buraya. Sonra su içine girdiğinde çıkardım. Ona erzağımı koydum. Erzakların hepsi şimdi su içinde kaldı. Gene yağmur yağdı, 3 kişi geldi gece. Dedi, ‘Yenge yağmurda irkiliyor musun’. Dedim, gel,

gözünle gör. Gördü. Dedi ‘Size palet getireceğim.’ Vallahi kimse yardım etmedi. Benim yataklarım hepsi şimdi su oldu, nasıl yatacağım? Hepsi sular içinde. Yani hiç kimse yardım etmiyor bize, hiç kimse. Çok yalvardık” diye konuştu.

“TUVALET İÇİN ÇUKUR AÇTIM, ÜSTÜNÜ BATTANİYEYLE ÖRTTÜM” Tuvalet sıkıntısı çektiklerini de anlatan Yüksek, “Bir çukur açtım, üstünü battaniyeyle örttüm o çukurun. İçine giriyorlar torunlar. Ben de giriyorum” dedi.

“Enkaz kalkınca Antakya’nın yüzde 75-80’i olmayacak” İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, Antakya›da enkazların kaldırılmasının bayramdan 10 gün sonrasını bulacağını, ardından ağır hasarlı yapıların yıkımına geçileceğini söyledi. Enkazlar kaldırıldığında Antakya’nın yüzde 75-80’inin olmayacağına vurgu yaptı. Bakan Soylu, CNN Türk Özel Haberler Şefi Fulya Öztürk’e Hatay’daki son durumu ve yaşadığı sağlık problemini anlattı.

ENKAZIN YÜZDE 40’I KALDIRILDI Depremin en büyük yıkımının Hatay’da olduğunu vurgulayan Soylu, şu anda burada 21 bin 300 yıkık ve acil yıkılacak bina olduğunu söyledi. Hatay’da gece de yıkım ve taşıma yapıldığını belirten Soylu, “Zannediyorum şu anda yüzde 40’ı bitmiş burada. Ama tekrar söyleyeyim bir yanılgı olmasın; acil yıkılacak ve yıkık olanların

taşınması ve kaldırılması yüzde 40’ı bitti” dedi. Soylu şöyle devam etti:

HATAY’DA ÇALIŞMALAR 10 GÜN GERİDE “Buranın 10 günlük karşı karşıya kaldığı yıkımın büyüklüğünden dolayı diğerlerinden geri bir takvimi var. Hep o takvimde gidiyoruz. Hem afetin büyüklüğü açısından hem de yıkımın etkisi açısından. Zannediyorum ki Ramazan Bayramı’ndan sonra 10 gün içerisinde buradaki bir bölüm biter. Ama ondan sonra bir bölüm daha var. Ağır yıkılacak binalar. Her enkazın her ilde enkazı yöneten bir ekibiz var. Özellikle kamu kurumlarının yaptığı bir bölüm var. Karayolları, DSİ, Orman ve kısmen belediyeler. Bir de özel sektöre ihale ettiğimiz bölümler var, ki o daha büyük bir bölüm. Yüzde 80’e

Sedat Peker’in yardımı ortada kaldı Organize suç örgütü liderliği suçlamasıyla hakkında arama kararı çıkarılan Sedat Peker’in avukatı Ersan Barkın, Maraş’ta meydana gelen depremlerden etkilenenlere gönderilmek üzere hazırlanan yardım kolilerinin üzerinde ‘Sedat Peker’ yazdığı için gözaltılar yapıldığını iddia etti. Sosyal medya hesabından bu iddiayı gündeme getiren Bar-

kın, Peker’in yardım kolilerinin Kızılay aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasını istediğini ancak daha sonra bu kararını değiştirdiğini belirtti. Barkın, “Savcılık kararıyla fiilen çürüyecek yardım kolilerine dair Sayın Peker’in önerisi, kolilerin Kızılay aracılığıyla ihtiyaç sahiplerine dağıtılmasıydı ancak görüş değiştirerek kolilerin AHBAP’a aktarılmasını önerdi” dedi.

20’lik oran şu anda.

“ENKAZ KALKINCA BOŞ ARSA OLACAK” Bu tabii ilk bölüm. Acil yıkılacak ve yıkılmış binaların enkazı. Enkazın kalkınca Antakya’nın yüzde 75’i, 80’i olmayacak. Diyelim 100 parça var, biz 30’unu kaldırıyoruz. Bir de 75’i var. Bu bittikten sonra 3 aylık periyodumuz daha var. Göreceksiniz enkaz kalkınca Hatay’ın yüzde 75’i tamamen boş arsa olacak.”

Bakan Yanık’tan film çeker gibi buluşturma Hatay’da enkaz altından 128 saat sonra çıkarılan, sağlık görevlilerinin “Gizem” adını verdikleri 3,5 aylık Vetin Begdaş, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanı Derya Yanık tarafından 54 gün sonra Adana’da tedavi gören annesiyle buluşturuldu. Depremde kurtarılan 3,5 aylık bebek ilk müdahalenin ardından Cumhurbaşkanlığı uçağıyla Ankara’ya getirilen getirildi, Etlik Şehir Hastanesi’nde yapılan kontroller sonrası, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığına bağlı kuruluşa yerleştirildi. Bakanlık refakatçisiz çocukların ailelerinin bulunması çalışmaları kapsamında gelen ihbarları değerlendirdi. Yapılan incelemeler sonrasında aileyle iletişime geçen Bakanlık, aileden ve bebekten alınan DNA örneğinde uyuşma sağlandığını tespit etti.

UÇAKTA KARŞILADI ELİYLE HASTANEYE GÖTÜRDÜ Bebeğin ailesi ile buluşturulması ise tam bir film çekimi gibiydi. Bakanlık, bebeği Ankara’dan özel uçakla Adana’ya götürdü. Adana’da bulunan Bakan Derya Yanık, havalimanında uçağın içine giderek bebeği alıp kendi elleriyle Adana Şehir Hastanesi’nde tedavisi devam eden anne Yasemin Begdaş’a teslim etti.

‘BEL FITIĞIM İYİCE KÖTÜLEŞTİ’ İçişleri Bakanı Soylu, seçimlerle ilgili sorulara ise, “Parti ne karar verirse biz o karara uyarız. Siyasette kırgınlık olmaz” yanıtını verdi. 15 yaşından beri bel fıtığı olduğunu vurgulayan Soylu, “İyice kötüleşti. Şu anda biraz daha iyiyim, iyi bir durumdayım. Kahramanmaraş’ta fizik tedavi görüyorum” dedi.

Ancak AHBAP’tan Peker’e ret yanıt geldi. Avukat Barkın, AHBAP’ın kurucusu Haluk Levent ile görüştüğünü belirterek, “Kendilerinin yardım kolilerinin dağıtımı organizasyonlarının olmadığını söyledi. Benim paylaşımım kendilerine aynı taleple başka kişilerin de başvurmalarına neden olmuş. Hızla kurdukları iletişim için teşekkürler @ahbap” dedi.

Hatay’da son durum havadan görüntülendi Depremlerden en çok etkilenen Hatay’da, havadan çekilen görüntülerde felaketin boyutu bir kez daha net şekilde görüldü. Önce Maraş merkezli 6 Şubat depremleri, ardından 20 Şubat’ta yaşanan deprem Hatay kent merkezi ve ilçelerinde büyük yıkıma neden oldu. Depremlerin ardından Antakya, Defne ve Kırıkhan ilçelerinde yıkılmış veya ağır hasarlı çok sayıda bina, helikopterden görüntülendi. Görüntülerde, yıkımın geniş bir alana yayıldığı, Habib-i Neccar, Şeyh Muhammed Camisi başta olmak üzere çok sayıda tarihi yapının da depremler nedeniyle zarar gördüğü yer aldı. Antakya’daki “dünyanın aydınlatılan ilk caddesi” olarak bilinen Kurtuluş Caddesi ile asırlar boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapan binaların da yıkıldığı görüldü. Enkaz kaldırma ve ağır hasarlı binaların yıkım çalışmalarının yürütüldüğü bölgelerde kentin üzerini toz kaplaması da görüntülere yansıdı.

Kuraklık yolda: ‘Bu yıl çok ciddi su sıkıntısı çekeceğiz’ Prof. Dr. Doğan Yaşar, İzmir’deki baraj doluluk oranlarının ciddi oranda düştüğünü belirterek “Hem kullanımda hem de tarımda bu yıl çok ciddi su sıkıntısı çekeceğiz” dedi. Bu yıl yağışların ortalamanın çok altında kalması nedeniyle Türkiye’nin dört bir yanındaki barajlardaki su oranlarında ‘kritik’ seviyelere gelindiği haberleri geliyor. Benzer bir durum İzmir’de de yaşanıyor. İzmir›in ana içme suyu kaynağı olan, kentin yüzde 44›lük su ihtiyacının karşılandığı

Tahtalı Barajı›nda geçen yıl yüzde 70 olan su doluluk oranı bu sene yüzde 41,17›ye düştü.

dönem bekliyor. Yalnızca kullanma suyu değil, tarımsal anlamda da tehlike var” dedi. Nisan yağmurlarının doluluk oranını artırmada etkili olmayacağını ifade eden Prof. ‘ÇOK TEHLİKELİ BİR YIL’ Dr. Yaşar, “ Nisan yağışları en fazla yüzde İklim bilimci Prof. Dr. Doğan Yaşar Tahta- 3 ile 4 oranında arttırır doluluk oranlarını. Hem tarımda hem kullanma suyunda, bu lı Barajı’ndaki düşüşe dikkat çekerek, “İzyıl çok ciddi bir su sıkıntısı çekeceğiz. Ankamir’in ana suyunu aldığımız baraj Tahtalı. Doluluk oranı 2021’in Mart ayında yüzde ra yüzde 20’lerde, İstanbul yüzde 30’larda. Bizi çok tehlikeli bir yıl bekliyor” diye ko75’ti. 2022’nin aynı döneminde bu oran, yüzde 70’e düştü. Bu sene ise yüzde 41’ler- nuştu. Yaşar, suyun dikkatli ve verimli kullanılmasının önemine vurgu yaptı. deyiz. Bu yıl kasım ayına kadar bizi zor bir

5

www.gazetepencere.com

2 Nisan 2023 Pazar

YAŞAR SEYMAN [email protected]

BU SEÇİM KADINLARIN VAR OLMA SEÇİMİ Kadınlar; şairlerin, yazarların, bilgelerin, çağdaş liderlerin gücüne inandığı kadınlar, bu topraklarda güçleri ile hep var oldular. Mücadeleye gözü kara girdiler. Dik duruşları ile umut verdiler. Ses, söz, sesleniş oldular. Siyasi parti liderlerinin televizyonlardaki açık oturumlarda tartıştığı yıllarda bir etkinlikte “Çalışanların sesi olarak, çalışan kadını tanımlar mısınız?” sorusunu şöyle yanıtladım: “İki mesaisi, iki işvereni, dört vardiyası (Ev, eş, iş, çocuk) sonunda yorgun ve mutsuz çalışan kadınlar… Dört gün önce 13. cumhurbaşkanı adayımız Kemal Kılıçdaroğlu evinin mutfağından kadınlara seslendi. Yer seçimi güzeldi... Son yıllarda mutfaklar kadınlar için evin en sıkıntılı yerleri olmuştu. Oysa bizim kültürümüzde mutfaklar evin kalbidir. Mutfak kadının, erkeğin yemek yaratısına katkı koyan, huzur, güven, mutluluk veren mekân iken şimdilerde yokluk, yoksulluk sonunda tenceresinde dert kaynayan, kadınları mutsuz eden yerlere dönüştü. Evinin mutfağında seslenen 13. cumhurbaşkanı adayımız Kemal Kılıçdaroğlu’nu dinlerken kadınların vardiya sayılarının artışına tanıklık ettim. Yüreğim yandı. Kadınlara şöyle sesleniyor: “Kadınların sırtında yeterince yük var. Kadınlar çocuğa, yaşlıya, hastaya, evin işine her şeye yetmeye çalışıyorlar. Çoğu ev kadının hiçbir güvencesi yok bu ülkede, bu büyük bir talihsizlik. Bu yükler yetmiyor gibi bir de en temel haklarınıza el uzatıyorlar. Temel kazanımlarınızı pazarlık konusu yapıyorlar. Ben o masaya oturup kadın haklarını pazarlık konusu yapıp evime döndüğümde eşimin ve kızlarımın yüzüne bakamazdım” diyor. Bu seslenişi; yıllarca emek temsilciliği yapan, kadın hakları konusunda yazan, konuşan biri olarak defalarca dinledim. Ev kadınının yükünden, temel hakların alınışına, temsilde eşitliğe değin yeniden düşündüm. “Size 13. cumhurbaşkanı adayı olarak güzel baharlar sözü veriyorum. Gelin bu seslenişime ses verin birlikte başaralım.” Kadınların gücünü biliyor ve görüyorum: “Kadınlar omuz omuza durduklarında aradan kimse geçemez”diyor. Ülke yönetmeye aday bir liderin kadın sorununa bakışı, soruna odaklı çözümü biz kadınlara bu seçimlerin ne kadar yaşamsal önemde olduğunu gösteriyor. Bu iktidarın en büyük yükünü kadınlar taşıdılar. Kadınların önce işten çıkarılan, işe en son alınan, anneliği cezalandırılan, iş yerlerinde yeterince kreşler açılmayan, istihdam politikaları yapılırken sessiz yedekler sayılan olduğunu biliyoruz. Çalışan sendikalı kadınların bu kadar sorunları varken bir de sendikasız olan kadınların sorunlarını düşünün. İş güvencesinden yoksun kadınları düşünün. Milyonlarca işsiz yaşama tutunurken şiddet mağduru olan, çocuklarının gözü önünde öldürülen kadınları düşünün! Cahit Külebi ne de güzel yazıyor Kadınlar şiirinde… “Kadınlar görmedin mi? Kaybolur gider sanırdın Tarla çapalarken güneş altında; Karanlık odalarda tütün dizerken Yanıp sönerdi ıslak ıslak Yeşil tütün renginde gözleri.” Anadolu kadınlarının sesi şairimiz Cahit Külebi, nur içinde yatasın. İnan ki kaybolup gitmeyeceğiz! Bizim kırmızı rujumuzdan, hamilelik görüntümüzden, “Onlar marjinal kadınlar” tanımından, İstanbul Sözleşmesi’nden bir gecede çekilen imzadan, haklarımız üzerinde masalarda pazarlık yapanlara bize söylenmez sözcüklerle hitap edenlere… Mücadele ile kazanılan haklarımızı savunacak, onlara oy vermeyeceğiz! Bu seçim başka seçim! “Türkiye’nin Taliban’ın inancıyla alakalı ters bir yanı yok” diyen Cumhurbaşkanı R. Tayyip Erdoğan’ın bu sözünü unutur muyuz? O Taliban ki gelir gelmez kız çocuklarının eğitim hakkını yasakladı, kadınları çalışma yaşamından uzaklaştırdı! Afganistan’ın yüz akı kadın sanatçılar ya ülkelerini terk etti ya da ülkesinde kalıp ses veren, mücadele eden kadınlar tutuklandı, öldürüldü. Bu zihniyetler kadına düşman, kadını toplumsal yaşamda görmek istemiyorlar, ülkesini dünyada temsil etmesini istemiyorlar. Pakistan’ın ve Müslüman ülkelerin ilk kadın başbakanı Benazir Bhutto’yu da bu zihniyet öldürdü. Benazir Bhutto Pakistan’ın başbakanı iken dünyanın yüzü Pakistan’a çevrili idi. Şimdi Pakistan terörle anılan bir ülke tanımından ne yazık ki kurtulamıyor. 13. cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu biliyor ki ülkemizde kadın örgütlülüğü gündem belirleyecek, başarılara imza atacak güçtedir. 14 Mayıs seçimleri Cumhuriyetimizin 100. yılına yaraşır bir seçim olacak. Bizlere, iktidara gelir gelmez aileyi ve kadını yaşatan İstanbul Sözleşmesi’ni imzalayacağını söyleyen, temel haklarımıza dokunmak bir yana geliştiren bir lideri seçmek düşer. Bu seçimler yine yeniden kadınlar için başlangıç seçimleri olacak. Çünkü yaşayarak gördük ki kadın mücadelesi yaşam mücadelesine dönüştü! Çağdaş bir demokrasi temsilde eşitlikle sağlanır. Temsilde eşitlik yoksa demokrasi de yoktur. Sana söz, demokrasiyi yaşam biçimi yapmak için bu seçimleri kazanmak ve başarmak zorundayız!!!

Kadına şiddeti göstermek de yasak, Ramazan’da yemek içmek de! Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nun (RTÜK) ‘Kızılcık Şerbeti’ dizisine ‘kadına şiddet’ gerekçesiyle verdiği ceza tepkilere neden olurken, oyuncu Emre Kınay’dan RTÜK’ün dizilerde yeme ve içme sahnelerini Ramazan ayı boyunca yasakladığı iddiası geldi. RTÜK’ün kanallara verdiği cezalara ilişkin tartışmalar devam ediyor. Show TV ekranlarında izleyicilerle buluşan ‘Kızılcık Şerbeti’ dizisi geçtiğimiz haftalarda yayınlanan bölümündeki kadına şiddet sahnesi nedeniyle ceza aldı. RTÜK’ün kararına göre diziye 5 hafta durdurma ve 1.5 milyon TL’lik para cezası verildi.

KIZILCIK ŞERBETİ 5 HAFTA EKRANDA OLMAYACAK Gazeteci Birsen Altuntaş’ın haberine göre, yayın durdurma cezası kararı Show TV’ye tebliğ edildi. Kanal pazartesi günü karara karşı itiraz hakkını kullanacak. İtiraz talebi olumsuz sonuçlanırsa, 7 Nisan tarihinden itibaren 5 hafta boyunca ‘Kızılcık Şerbeti’ dizisi ekrana gelemeyecek. Dizi yerine RTÜK tarafından gönderilen belgeseller yayınlanacak.

SANATÇILAR TEPKİLİ: SUSAN KADIN KARAKTERLER GÖSTERMEDİĞİMİZ İÇİN Mİ? Program durdurma cezasının iptali için Twitter’da ‘RTÜKKızılcıkŞerbetineDokunma’ etiketiyle kampanya başlatıldı. Birçok izleyici ve sanatçı da RTÜK’ün kararına tepki gösterdi. Şarkıcı Hadise, yasağı anlamsız ve gereksiz bulduğunu vurgulayarak, “Kadına şiddeti dizileri yasaklayarak durduramayacağınızı anladığınız ve somut adımlar attığınız günleri görmek dileği ile…” ifadelerini kullandı. Dizide Doğa karakterini canlandıran Sıla Türkoğlu, “Toplumumuzda kadınlarımızın yaşadığı acı gerçeklerle

yüzleştirdiğimiz ve susan kadın karakterler göstermediğimiz için mi?” dedi. Dizide Alev karakterini canlandıran Müjde Uzman ise paylaşımına, “Sanat; eleştirir. Ayna tutar. İyiye, güzele olan algıyı ve ilgiyi geliştirir. Doğru söyleyeni dokuz köyden kovarlar. Biz buradayız” notunu düştü.

EMRE KINAY: RTÜK, 1 AY BOYUNCA DİZİLERDE YEME İÇME SAHNELERİNİ YASAKLADI Oyuncu Emre Kınay, Instagram hesabından yaptığı paylaşımda, “RTÜK, yapımcılara uyarı göndermiş. 1 ay boyunca kahvaltı, yemek, su dahil içmek yasak sahnelerde» dedi. Kınay, paylaşımında şu ifadelere yer verdi: “Mesela ölmek üzere olan adama müdahale sahnesi çekilecek, su içiremezsiniz... Yoksa ceza şartı var... 4. Murat döneminden beter!!! Sesini çıkaran yapımcı da yok; oyuncu, ‘sanatçı?’ da yok! Ama herkes ‘laik’ demokrasiden yana? Hani hiç kimsenin yaşam biçimine karışmamıştınız? Yapımcı arkadaşlar sesiniz çıkmayacak mı? Bu kadar mı korkuyorsunuz? Ya siz siyasetçiler? Yetmez mi artık?”

ŞAHİN: SİYASİ KARİYERİNDE BAŞARISIZ OLMUŞ BİR ŞAHSIN İFTİRASI Twitter hesabından açıklama yapan RTÜK Başkanı Ebubekir Şahin, iddianın doğru olmadığını belirtti. Şahin, ‘’LÜTFEN DİKKAT! Dizi-film sektöründeki başarısızlıklarının üzerine siyasi kariyerinde de başarısız olmuş bir şahıs gündemde kalmak için çaresizce iftiraya başvurmuş. 1 Nisan şakası olmasını umduğum iddia tamamen asılsızdır, YALANDIR. RTÜK’ün yapımcılara Ramazan boyunca yemek sahnesi çekilmeyecek gibi bir yazı göndermesi söz konusu DEĞİLDİR” dedi.

Vanlı astronot adayından KDK’ya ‘neden elendim’ başvurusu Uzaya gidecek ilk Türk astronot olmak için başvuran ve son 16 arasına kaldıktan sonra elenen Vanlı aday, elenme gerekçesi bildirilmediği için Kamu Denetçiliği Kurumu’na (KDK) başvurdu. KDK, konuyu incelemeye aldı. Milli Uzay Programı kapsamımda 2023 yılında Uluslararası Uzay İstasyonu’na gidecek ilk Türk astronotun belirlenmesi süreci devam ediyor. Uzaya gidecek ilk Türk astronot olmak için Van’dan başvuran aday, son 16 arasına

kaldı. Vanlı aday, son 8’in belirlendiği aşamada elendi. KDK’ya başvuran astronot adayı, neden elendiği konusunda kendisine hiçbir gerekçe belirtilmediğini bildirdi. İlgili yerlere başvurduğunu; ancak kurumlar tarafından herhangi bir eylemde bulunulmadığını belirtti. Son 16 aday içinde akademik birikim, bilim iletişimi ve fiziksel testler açısından en iyilerden biri olduğunu öne süren aday, son 8’e kalan her kişinin, tüm testler dikkate

alındığında, kendisinden daha iyi olmak zorunda olduğunu; ancak durumun böyle olmadığını iddia etti. Vanlı aday, astronotluk seçim sürecinde adayların doğru bir şekilde psikolojik düzeylerinin, takım çalışması ve iletişim yeteneklerinin ölçüldüğü bir psikolojik eleme sürecinin yapılmadığını öne sürerek, aday, elenmesine ilişkin kararın gerekçesinin kendisine bildirilmesini KDK’dan talep etti. (DHA)

KIZAMIK SALGINI UYARISI: VAKA SAYISINDA ARTIŞ VAR Türk Klinik Mikrobiyoloji ve İnfeksiyon Hastalıkları Derneği (KLİMİK) Başkanı Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, kızamık vakalarında büyük artış yaşandığını söyledi. Sağlık Bakanlığı Koronavirüs Bilim Kurulu Üyesi de olan Prof. Dr. Serap Şimşek Yavuz, solunum yolu enfeksiyonlarının yoğun yaşandığı bu kış, kızamığın da listeye eklendiğini kaydetti. Yavuz, artan aşı karşıtlığı, yaşanan yoğun göçler ve depremin de etkisiyle aksayan çocukluk çağı aşılamalarında aşılanma oranlarının bir an önce eskisi gibi yüzde 98’lere ulaşılması gerektiğini, aksi taktirde ölümcül

seyredebilen kızamık nedeniyle yeniden kayıpların yaşanmaya başlanabileceğine işaret etti.

“ERİŞKİNLERDE KIZAMIK GÖRMEYE BAŞLADIK” Solunum yolu enfeksiyonlarında bu yıl kızamığın Türkiye’de ciddi sıkıntı yaratmaya başladığını vurgulayan Prof. Dr. Yavuz, şöyle konuştu: “Şu anda da İstanbul’da özellikle böyle bir salgın var. Hatta erişkinlerde görmeye başladık. Bu da önemli çünkü erişkinlerde kızamık ağır akciğer enfeksiyonları yapabiliyor. Yine

küçük çocuklarda, özellikle 1 yaşın altındakilerde çok tehlikeli. Uzun dönem Sonuçları çok kötü oluyor” şeklinde konuştu.

“SADECE OCAK AYINDA 180 CİVARI VAKA BİLDİRİLMİŞ” DSÖ’nün sitesindeki verilerden Türkiye verilerini görebildiklerini anlatan Yavuz, “Bu yıl için sadece Ocak ayının verileri görülüyor ve sadece ilk ay bile, 2021 yılı boyunca gördüğümüz vaka sayısını da aşmış durumda. 182 civarı vaka bildirimi olmuş, geçen yıl, bütün bir yıl boyunca toplam 160 vaka görülmüştü” dedi. (DHA)

6

www.gazetepencere.com

PERSPEKTİF

2 Nisan 2023 Pazar

7

VAHAP COŞKUN

ARIFE TARIF

HDP, kendisini aday göstermemeye zorlayan dinamiklere karşın yine de aday çıkarsaydı, seçmen düzeyinde hatırı sayılır bir fire verir ve bu da parti yönetimini dara sokardı. HDP yönetimi de muhtemelen bu durumu göz önünde bulundurarak bir cumhurbaşkanı adayı göstermedi.

Sandık günü yaklaşırken anahtar parti konumundaki HDP üç önemli karar aldı: 1- HDP, seçimlere Yeşil ve Sol Gelecek Partisi (Yeşil Sol) listelerinden girecek. 2- HDP’nin ana bileşeni olduğu Emek ve Özgürlük İttifakı’nda, seçimlere Yeşil Sol listelerinden girmeyen partilere bir kontenjan ayrılmayacak. 3- Emek ve Özgürlük İttifakı 14 Mayıs’ta cumhurbaşkanı adayı göstermeyecek. Her üç kararın da HDP adına doğru kararlar olduğunu düşünüyorum. Çünkü: 1. Parti hakkındaki açılan kapatma davası son aşamaya geldi. 11 Nisan’da sözlü savunma yapılacak. Seçimlere kalan bir aylık sürede Anayasa Mahkemesi’nde görülmekten olan dava, parti adına menfi bir neticeyle bitebilir ve partinin kapısına kilit vurulabilir. Zannımca seçimlerden önce dava nihayete ermez; ama HDP’nin hem kendisi için ağır bir tablo ortaya çıkaracak hem de seçimlerin akıbetine doğrudan tesir edecek böyle bir ihtimali göz önünde bulundurması makul. Elbette, ciddi bir “marka değeri” olan HDP logosunun kullanılmayacak olması bir sorun, ancak karşı karşıya olunan sorun çok daha büyük. HDP kendi adında ısrar etse ve seçimlere kısa bir süre kala kapatılsa, parti yönetimi bu kararın altında kalırdı. O nedenle HDP’nin, muhtemel tehlikenin büyüklüğü nedeniyle, tercih etmese de böyle

bir yola girmekten başka bir çaresi yoktu.

SANDIĞIN ÇIPLAK GERÇEKLIĞI 2. HDP, süreci başından beri, Emek ve Özgürlük İttifakı’nın seçimlerde tek liste ile yarışmasını savunuyordu. Ancak İttifak içindeki Türkiye İşçi Partisi (TİP) ve Emek Partisi (EMEP), İttifak partilerinin bazı şehirlerde ortak liste, bazı şehirlerde ise kendi listeleriyle seçim mücadelesine girmesinden yanaydı. HDP, bunun üzerine, İttifak listesi dışından seçimlere girecek olan partilere, vekillik kontenjanı ayrılmaması yönünde bir karara vardı. İki nedeni vardı bu kararın: Biri, İttifak’ın bütün şehirlerde tek liste ile boy göstermesinin seçim sisteminden azami faydayı elde etmek için bir mecburiyet olmasıydı. Diğeri de, istedikleri yerlerde kendi isimleriyle seçime girecek olan partilere buna rağmen İttifak kontenjanından yer ayrılmasını, HDP’nin kendi tabanına izah edemeyecek olmasıydı. Yapılan görüşmeler ve değerlendirmelerin ardından EMEP ortak listeye gireceğini duyurdu, TİP’in durumu ise halen belirsiz. Sanırım, bilhassa sosyal medyadan gördükleri alaka, TİP yöneticilerinde muazzam bir özgüvene sebep olmuş; kendilerini mutlaka saydırmak istiyorlar. Şüphesiz meşru bir talep bu! Eğer TİP, yöneticilerin iddia ettiği üzere, yüzde 3 civarlarında bir oya sahip-

se, bunu sandıkta tescil ettirmeyi düşünebilirler. Zira yüzde 3; hem siyaseten dikkate alınması gereken bir güce işaret eder hem de partinin hazine yardımı almasını sağlar. TİP’in ayağına böyle bir fırsat gelmişken, bunu kullanmak istemesi gayet tabii. Lakin ayakların yere basmasında fayda var; sosyal medyadaki popülerlik toplumda da aynı oranda kabule tekabül etmez. Sandığın çıplak gerçekliği de büyülü hayalleri yıkmakla meşhurdur. Evdeki bulgurdan olmamak için ÖDP tecrübesini akılda tutmak lazım!

İŞI 14 MAYIS’TA BITIRMEK Bir cumhurbaşkanı adayı çıkarmak ya da çıkarmamak konusunda, HDP’nin kararını etkileyen beş dinamik vardı: 2015’ten beri HDP’nin mutlak bir AK Parti ve Erdoğan karşıtı bir politik hattan ilerlemesi ve muhalefete aşırı angaje bir konum alması, Erdoğan ve şeriklerinin politik tercihlerinin, genelde Kürt seçmenleri iktidardan uzaklaştırması ve özelde de HDP seçmeninde iktidar karşıtlığını keskinleştirmesi, Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun HDP tabanında kabul edilebilir ve oy verilebilir bir isim olarak görülmesi, Emek ve Özgürlük İttifakı bileşenlerinin, cumhurbaşkanlığı seçimlerin ikinci tura kalmasının muhalefet için tehlike teşkil edeceğini ve ikinci turda zaten desteklenecek olan muhalefet adayına ilk turda omuz verilerek işin 14 Mayıs’ta bi-

tirilmesi gerektiğini düşünmeleri, HDP’de cumhurbaşkanı adayı çıkarma heyecanının bulunmaması, taban için Erdoğan’ı yenmenin daha büyük bir motivasyon kaynağı olması ve ayrıca partide, bahusus 2014 seçimlerindeki Demirtaş gibi, kitleleri arkasına alacak adayın yokluğu. Görüldüğü üzere bunların tamamı HDP’yi bir aday çıkarmamaya zorlayan dinamiklerdir. Eğer HDP, kendisini zorlayan bu dinamiklere karşın yine de aday çıkarsaydı, seçmen düzeyinde hatırı sayılır bir fire verir ve bu da parti yönetimini dara sokardı. HDP yönetimi de muhtemelen bu durumu göz önünde bulundurarak bir cumhurbaşkanı adayı göstermedi. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın konuya ilişkin açıklamasında herhangi bir isim zikredilmedi. Bazı yorumcular, bunun Kılıçdaroğlu’na zayıf bir destek olduğunu ve tabanı kenetlemek için kimin destekleneceğinin açıklıkla vurgulanması gerektiğini söylediler. Bana göre, aday göstermemenin kendisi zaten Kılıçdaroğlu’nu desteklemek manasına gelir. Kaldı ki İttifak’ın açıklamasında, önceliğin AK Parti iktidarına son vermek olduğu özellikle vurgulanıyor. Dolayısıyla HDP seçmeninin aklını karıştıracak ya da onun zerre kadar da olsa kuşkuya düşürecek bir hal yok. Hem arife de tarif gerekmez!

En son çıkan yazılardan anında haberdar olmak için bizi @PerspektifOn twitter hesabımızdan takip edebilirsiniz.

www.gazetepencere.com

2 Nisan 2023 Pazar

MITSOTAKIS’DEN AB’YE ‘ÇIT’ ÇAĞRISI

Yunanistan Başbakanı Kiryakos Mitsotakis, Avrupa Birliği’ne (AB) Türkiye sınırına çekilen “göç karşıtı” çelik çitin uzatılması için finansal yardım çağrısı yaptı. Fransız Haber Ajansı AFP’ye konuşan Yunanistan Başbakanı, “AB’nin bu tip projeler için Avrupa fonlarından ayırmayı ciddi anlamda değerlendirmesinin zamanının geldiğini düşünüyorum” dedi. Mitsotakis, “Sonuçta Avrupa’nın güvenliğine, uyumlu ve etkili bir Avrupa iltica politikasına yönelik bir katkı sunuyoruz” diye konuştu. Atina, Türkiye sınırında Meriç Nehri boyunca uzanan 37.5 kilometre uzunluğunda ve beş metre yüksekliğindeki çiti uzatma kararı almıştı. Çitin 2026 yılına kadar 100 km uzatılması hedeflenirken, Mitsotakis, AB fonları olsa da olmasa da 100 milyon Euro’ya mal olması beklenen projenin hayata geçirileceğini açıkladı. Yunanistan Başbakanı, çitin aynı zamanda AB’nin dış sınırları olan Yunanistan sınırlarını korumak için inşa edildiğini savunarak “Dış sınırlarımızı korumadığımız sürece göç ve iltica konusunda yeni bir uzlaşmaya varamayacağımızı düşünüyorum. Burada yaptığımızın da bu amaca yönelik önemli bir katkı olduğu kanaatindeyim. Burada gördüğünüz yalnızca Yunan bütçesinden ve Yunan vergi mükellefleri tarafından finanse edilmiştir” ifadelerini kullandı.

AB’YE BAŞKA ÜLKELERDEN DE ÇAĞRI YAPILMIŞTI

Sınırlara kurulacak çitlerin finansmanına ilişkin tartışmalar geçen Şubat ayında düzenlenen AB zirvesinde ivme kazandı. Avusturya ve Yunanistan’ın da aralarında olduğu birçok ülke AB’yi, “mülteci akınını azaltmak için” Birliğin dış sınırlarındaki çitlerin güçlendirilmesine finansman ayırmaya çağırdı. Avrupa Komisyonu ise AB bütçesinde bu tip bir proje için yeterli kaynak olmadığında ısrarcı.

Eski Dışişleri Sözcüsü Tan: “SIZ HIÇ ‘DÜNYA LIDERI’ OLAN BIR ÜLKE IÇIN IMECE USULÜ PARA TOPLANDIĞINI DUYDUNUZ MU? Eski Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Namık Tan, 6 Şubat depremlerinden sonra Avrupa Birliği’nin düzenlediği bağışçılar konferansında Türkiye için toplanan 6.5 milyar dolara rağmen Türkiye’nin hala yaklaşık 100 milyar dolara ihtiyacı olduğuna dikkat çekti. Yetkin Report için kaleme aldığı yazıda bağışçılar konferansının genelde öz kaynakları yetersiz, savaş veya afette yıkılmış ve yoksul ülkeler için yapıldığına dikkat çeken Tan, “Sözde ‘dünya lideri’ olan, ‘dünyaya ayar veren’ bir ülke için imece usulü para toplandığını duymuşluğunuz var

mı?” diye sordu. Tan, bu tür konferansların genellikle Afganistan, Güney Sudan, Somali ve benzeri ülkeler için düzenlendiğine dikkat çekerek, “O halde, kronik muhtaçlık içindeki bu ülkelerle artık aynı kategoriye düştüğümüzü varsaymak yanlış olur mu?” diye devam etti. Tan, “Bu hale düşen bir ülkenin artık mali egemenlik ve bağımsızlığı olduğundan söz edebilir miyiz?” diye sordu ve şöyle devam etti: “Tabloyu daha elim ve vahim hale getiren başka bir gerçeklik daha var: Deprem sonrası 100’ün üzerinde ül-

keden telaş içinde, neredeyse sorgusuz sualsiz, para bağışı ve aynî yardım topladık. Banka hesapları açıldı, uçaklarla uzak ülkelerden yardımlar taşındı. Türkiye’nin bugüne kadar Afrika’dan, Pakistan’dan, Bangladeş’ten, Afganistan’dan, Orta ve Güney Amerika’dan kısacası dünyanın en az gelişmiş, yoksul bölgelerinden çadır, battaniye, jeneratör gibi temel ihtiyaç malzemelerini toplamaya çalıştığını, uzak ülkelerde cami cemaatlerinin Cuma namazı çıkışlarında toplandığı paralara el açmak zorunda kaldığını hiç gördük mü?”

Belçika’da çalışanların mesai dışında ‘fişi çekme’ hakkı başladı

‘TARİHİN EN KÖTÜ 1 NİSAN ŞAKASI’ Tepkilere rağmen Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi (BMGK) Başkanlığı, geçen yıl 24 Şubat’ta Ukrayna’ya saldıran Rusya’ya geçti. Dünden itibaren 15 üyeli konseyin başkanlığı bir aylığına Moskova yönetiminde olacak. Ukrayna’nın itirazlarına rağmen ABD, BMGK’nın beş daimi üyesinden biri olan Rusya’nın başkanlığını hukuk gereği engelleyemeyeceğini açıkladı. BMGK dönem başkanlığı rotasyon sistemiyle aylık olarak değişiyor. Rusya en son Şubat 2022’de komisyonun dönem başkanıydı. BMGK’nın diğer daimi üyeleri ABD, İngiltere, Fransa ve Çin. Rotasyon sonrası Ukrayna’dan tepkiler geldi. Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenskiy’nin özel kalemi Andrey Yermak, Twitter’dan yaptığı açıklamada “Bu sadece bir utanç değil. Uluslararası ilişkilerin kurallara dayalı sistemine bir başka sembolik darbedir” ifadelerini kullandı.

‘TARİHİN EN KÖTÜ 1 NİSAN ŞAKASI’

Ukrayna Dışişleri Bakanı Dmitro Kuleba, Rusya’nın BMGK Başkanlığını devraldığı tarihe dikkat çekerek, durumu “tarihin en kötü 1 Nisan şakası” olarak nitelendirdi. Kuleba, ayrıca yaşananların uluslararası güvenlik sisteminin ne kadar kusurlu olduğunu gösterdiğini ifade etti.

Muhalif Takvimi

İş ve özel hayat dengesini sağlamak adına geçen yıl Belçika federal hükümetinin üzerinde anlaştığı iş gücü düzenlemesi kapsamındaki ‘’bağlantıyı kesme veya fişi çekme» adı verilen uygulama 1 Nisan›dan itibaren başladı. Buna göre, 20’den fazla kişinin çalıştığı iş yerlerinde mesai saat-

leri dışında çalışanlar işle ilgili arama, mesaj veya e-postalara yanıt vermeme hakkına sahip olabilecek. Ancak bunun için işverenle çalışanlar arasında anlaşmaya varılmış olması gerekiyor. Öngörülemez özel ve acil durumların neler olabileceği belirlenerek işverenle çalışanlar arasında bir anlaşma

Katoliklerin ruhani lideri ve Vatikan Devlet Başkanı Papa Franciscus, solunum yolu enfeksiyonu dolayısıyla üç gündür tedavi gördüğü hastaneden taburcu edildi. Nefes darlığı şikayetiyle 29 Mart’ta Roma’daki Gemelli Hastanesi’ne kaldırılan Papa, dün hastaneden ayrıldı. Papa, hastane çıkışında arabasını durdurtarak

yapılması, uygulamanın bu özel şartlar dışında geçerli olması isteniyor. 1 Nisan’dan itibaren çalışan sayısının 20’den fazla olduğu iş

yerlerinde işverenlerin toplu sözleşmelere veya iş yönetmeliklerine “mesai dışında ulaşılamaz olma hakkını” ekleme zorunluluğu bulunuyor.

Papa Francis taburcu oldu: ‘Hala hayattayım’

kendisini bekleyenler ve gazetecilerle ayaküstü sohbet etti. Kendisini hastanede olduğu süre boyunca bekleyen gazetecilere teşekkür eden Papa, nasıl olduğu sorusuna “Halen hayattayım” yanıtını verdi. Katolik Kilisesi’nin yönetim merkezi Vatikan’dan yapılan yazılı açıklamada da Papa’nın hastaneden ayrılarak Roma’da genellikle seya-

hatlerinden sonra şükür duası için gittiği Santa Maria Maggiore Kilisesi’ne geçtiği kaydedildi. Bu arada, İtalyan basını, Papa’nın Katolik Hristiyan aleminin gelecek hafta kutlayacağı Paskalya Yortusu’nun ayininde hazır bulunacağını, diğer Paskalya ritüellerine katılıp katılmama durumunun ise sonra belli olacağını yazdı.

ANIL ÖZGÜÇ

ABD’li ünlü boksör Mike Tyson Amsterdam’da esrar kafesi açtı Eski Dünya Ağır Siklet Boks Şampiyonu ABD’li sporcu Mike Tyson, Hollanda’nın başkenti Amsterdam’da esrar satılan bir kafe (Coffeeshop) açtı. BBC Türkçe’den Yusuf Özkan’ın haberine göre; ünlü boksör, Amsterdam’a ‘coffeeshop’ açarak büyük bir rüyayı gerçeğe dönüştürdüğünü söyledi. Uzun süredir esrar kullandığı bilinen Tyson, sattığı tüm ürünleri kendisinin test edip, onayladığını belirtti. ABD’nin California eyaletinde bir esrar çiftliği bulunan Mike Tyson, daha önce Kanada’da bir esrar kafesi açmıştı. Amsterdam’da açılan “Coffeeshop Tyson 2.0”, ünlü boksörün Avrupa’da açtığı ilk kafe. Kentin merkezindeki Spuistraat’ta, 1200 metrekarelik alanda kurulan kafe, türünün en büyüklerinden biri olacak.

8

www.gazetepencere.com

BIST 100

4.812

Dolar

19.18

Euro

20.72

2 Nisan 2023 Pazar

Faiz

13.08

Cumhuriyet

7.919

Gram

1.239

Brent

79.89

Bitcoin

28.535

21 YIL SONRA GELEN VAAT İNŞALLAH ÇÖZECEĞİZ

İSTANBUL ENFLASYONU YÜZDE 70’LERDE TAKILDI KALDI

İstanbul Ticaret Odası (İTO) 2023 Mart’a ilişkin İstanbul Ücretliler Geçinme İndeksini açıkladı. Buna göre, 2023 Mart ayında İstanbul’da; perakende fiyat hareketlerinin göstergesi olan İstanbul Ücretliler Geçinme İndeksi bir önceki aya göre yüzde 2,95, toptan fiyat hareketlerini yansıtan Toptan Eşya Fiyatları indeksi ise yüzde 4,96 oranında arttı. 2022 Mart ayına göre 2023 Mart ayında yaşanan fiyat değişimlerini gösteren bir önceki yılın aynı ayına göre

değişim tüketici fiyatlarında 73,02, toptan eşyada ise yüzde 74,22 olarak gerçekleşti. İstanbul’da perakende fiyatlarda yıllık bazda artış şubatta yüzde 78,62 olmuştu. Mart 2023’te perakende fiyatlarda bir önceki aya göre; Diğer Harcamalar grubunda yüzde 8,89, Giyim Harcamalarında yüzde 5,32, Sağlık ve Kişisel Bakım Harcamalarında yüzde 4,70, Gıda Harcamalarında yüzde 3,97, Konut Harcamalarında yüzde 2,46, Ev Eşyası Harcamalarında yüzde 0,36, Ulaştırma ve Haberleş-

me Harcamalarında yüzde 0,17 artış, Kültür Eğitim ve Eğlence Harcamalarında yüzde -4,23 azalış izlendi. Mart 2023’te toptan fiyatlarda bir önceki aya göre; İşlenmemiş Maddeler Grubunda yüzde 13,77, Kimyevi Maddeler Grubunda yüzde 4,96, Gıda Maddeleri Grubunda yüzde 4,82, İnşaat Malzemeleri Grubunda yüzde 3,55, Mensucat Grubunda yüzde 1,45, Yakacak ve Enerji Maddeleri Grubunda yüzde 0,13 artış, Madenler Grubunda yüzde -1,64 azalış izlendi.

TÜİK RAKAMLARI PAZARTESİ GÜNÜ Şubat ayında TÜFE gıda, eğitim ve lokanta otel kalemlerindeki aylık artış öncülüğünde yükseldi. Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) deprem nedeniyle, Gaziantep, Malatya ve Hatay

bölgelerinde saha fiyatlarının derlenemediğini açıkladı. Mart ayına ait enflasyon oranı 3 Nisan Pazartesi günü belli olacak, yıllık enflasyon oranının yüzde 50.1 ile yüzde 52,8 ara-

lığında gerçekleşeceği tahmin ediliyor. Reuters’ın 14 katılımcıyla gerçekleştirdiği ankette mart için aylık enflasyonda tahminler yüzde 2 ila yüzde 3.85 bandında yer alıyor.

Seçimlere giderken hükümet farklı alanlarda vaatler vermeye devam ediyor. Bu kez gündemde ücretlerdeki vergi dengesizliği var. Ankara’da gerçekleştirilen Türk Metal Sendikası 17’nci Olağan Genel Kuruluna katılan Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Bilgin, enflasyonun emekçilerin sabit gelirlerini tahrip ettiğini belirterek, “Biz sosyal devlet sorumluluğuyla buna karşı çeşitli tedbirler aldık” dedi. “Ben öğrencilik yıllarımda Ankara’da bir tekstil atölyesinin duvarına ‘asgari ücret vergi dışı bırakılsın’ yazısı yazan birisiyim” diyen Bilgin, “Sadece asgari ücretten değil, bütün ücretlerin gelirinden asgari ücret oranında vergi dışı bırakılması benim bakanlığım döneminde benim hazırladığım çalışmayla ve Sayın Cumhurbaşkanımızın desteğiyle yasalaştı ve uygulamaya konuldu. Buna rağmen biliyorum ki ücretlerin üzerinde hâlâ vergi dengesizliği vardır” diye konuştu. “Bunun da çözülmesi konusunda hem Türk- İş hem de TİSK başkanımızın kendi imzalarıyla bana getirdikleri benim de çalıştığım bir konu var. İnşallah onu da çözeceğiz” diyen Bilgin bu kez vaadini seçim sonrasına taşıdı, “Hiçbir konuyu ‘seçimden önce yapalım seçimden önce bitirelim’ gibi bir derdim yok. Biz zaten önümüzdeki dönemde iktidarda olacağız. Dolayısıyla o konuyu biz çözeceğiz. Kimse endişe etmesin” ifadelerine yer verdi.

KIYMA 300 LİRA DA SOĞAN UCUZ MU Türkiye 2019’daki yerel seçimlerinden önce soğan ve patates fiyatlarına kilitlenmişti. Meydanlara kurulan tanzim satış noktalarında ucuz patates soğan satarak seçmenin öfkesini dindirmeye çalışan hükümet, ülke yine bir seçim arifesinde olmasına rağmen fiyatlara ilgisiz. Ramazanda et fiyatlarını dengelemek için ithalatın kapısı sonuna kadar açıldı ama kıyma kasapta 300

liranın altına inmedi. Sebze ve meyvede de durum farklı değil. 2018’de hükümetin dikkat kesildiği soğan ve patates de artık ulaşılması zor sebzeler arasında ve siyasetin gündemi mutfaktaki yangından çok uzakta. Örnek Edirne’den. Edirne’de önceki hafta pazarda 15-20 lira olan kuru soğanın kilosu bu hafta 25 liraya yükseldi. Pazar esnaflarından Cengiz Özel, “Yeni mahsul de çıkacak. İh-

racat olduğu için pahalı. Kilosunu 25 liradan satıyoruz ama 30 lira olacak. Vatandaşlar bu fiyata bile tepki gösteriyor. 30 lira olunca ne olur bilemiyorum. 2 kilo soğan alan yok, tek soğan da alan oluyor” dedi. Yerel seçimler öncesinde hükümet artan patates ve soğan fiyatlarından gelen

şikayetlerin sandığa yansımaması için şehir meydanlarında tanzim satış noktaları oluşturmuştu. O dönem kilosu 7 liraya çıktığı için kıyamet kopmuş, patates soğan depolarına baskınlar yapılmış, üreticilere kaçakçı muamelesi yapılmıştı. Bugün ise patatesin kilosu 15-20, soğanın kilosu 25 liraya satılıyor.

BİR ÇEYREK ALTIN BİR KİLO SOĞAN CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, sosyal medya hesabından 1 Nisan dolayısıyla bir paylaşım yaptı. Öztrak paylaşımında, 2002 yılındaki çeyrek altın fiyatı ile 2023 yılındaki bir kilo soğanın görselini paylaştı ve “Bugün 1 Nisan! Ama bu 1 Nisan Şakası değil. 21 yılın göz yaşartan acı özeti” ifadelerini kullandı. Öztrak’ın paylaşımında 2002 yılında çeyrek altın fiyatı 21 TL, 2023 yılında bir kilo soğanın fiyatı ise 19,90 TL olarak yer aldı.

9

DEPREM ÇELİK ÜRETİMİNİ DE VURDU Türkiye Çelik Üreticileri Derneği (TÇÜD) verileri, çelik üretimi ve ihracatındaki sert düşüşü ortaya koydu. Türkiye’nin ham çelik üretimi, Kahramanmaraşlı merkezli depremlerin etkisiyle şubatta geçen yılın aynı ayına göre yüzde 28,9 azalışla 2,1 milyon tona geriledi. Ham çelik üretimi, yılın ilk 2 ayında da yüzde 23,1 düşüşle 4,7 milyon ton seviyesinde gerçekleşti. Nihai mamul çelik tüketimi şubatta, yıllık bazda yüzde 12 azalışla 2,5 milyon ton, ocak-şubat döneminde ise yüzde 7,7 gerileyerek 5,5 milyon ton olarak kayıtlara geçti. Şubatta çelik ürünleri ihracatı, miktar yönünden yıllık bazda yüzde 47,3 azalışla 675 bin tona, değer yönünden yüzde 50,5 gerileyerek 582 milyon dolara düştü. Depremden etkilenen İskenderun ve Osmaniye, Türkiye’nin ham çelik üretiminin yüzde 32’sini gerçekleştiriyor.

www.gazetepencere.com

NETIZEN

2 Nisan 2023 Pazar

ATIF ÜNALDI

[email protected]

Elon Musk’ın mektubu

Bir spor spikeri edasıyla konuşmak gerekirse “yapay zekada sular durulmuyor”. GPT4’le birlikte, yapay zeka dünyasında bir bahar havası yaşansa da Elon Musk’ın mektubu hepimizin ayaklarının yeniden yere basması gerektiğini gösterdi. Önümüzde insanlığın denetim yapmakta bile güçlük çekeceği yepyeni bir dünya var. İnstagramda aylar süren şu çalışmayı yirmi dakikada gerçekleştirdim videolarının ardı arkası kesilmiyor. Eski kilometre taşları bunu dönemlerinin gelişmeleri ile kıyaslıyorlar. Bill Gates grafik kullanıcı arabirimi ile, bir grup sosyal medya ile kıyaslıyor. Çok iyi hatırlıyorum internetin ticarileştiği günlerde bir holdinge Compuserve’ü anlattığımızda, “Zimbabweé’de özelleştirme sorusuna” 15 dakikada 200 sayfalık rapor verince, yönetim kurulundan biri “iki aydır iki elemanım orada onların bitiremediği işi on dakikada bitirdiniz” demişti. Yani benim için yapay zekanın hızlandıracağı dünya pek de yeni değil. Microsoft OpenAI anlaşmasıyla bu hıza balıklama atladı. Office uygulamalarına eklenen yapay zeka, bir anda doğaüstü bir güçle çalışmanıza imkan sağlar oldu. Tabii ürünlerinde ilk yapay zeka kullanan Microsoft değil, Levi’s da modellerini yapay zeka ile üretmeye başladı. Bu benim “doğru dijital dönüşüm üründe başlar” tezimi doğruluyor. Ancak hızlanmanın ne şekilde olacağı ciddi bir sorun. Elon Musk, OpenAI yetkililerine ve dolaylı yoldan Microsoft’a biraz dinlenin diyen bir mektup yazdı. Steve Jobs’ın teknik adamı Apple’ı Apple yapan isimlerden Steve Wozniak ise bu mektuba destek verdiğini açıkladı. Mektubu sizin için hızla (tabii yapay zeka ile) çevirdim. Bir iki cümle dışında iyi bir tercüme çıktığını söyleyebilirim. Ne yazık ki yerim yetmediği için mektupta geçen Asilomar ilkelerinin sadece başlıklarını yazabildim. Detayları web’den bulabilirsiniz. İşte o mektup: Rekabetçi insan zekasına sahip yapay zeka sistemleri, kapsamlı araştırmaların gösterdiği ve en iyi yapay zeka laboratuvarları tarafından kabul edildiği gibi toplum ve insanlık için derin riskler oluşturabilir. Yaygın olarak onaylanan Asilomar AI İlkelerinde belirtildiği gibi, Gelişmiş AI, Dünya’daki yaşam tarihinde derin bir değişikliği temsil ede-

bilir ve orantılı özen ve kaynaklarla planlanmalı ve yönetilmelidir. Ne yazık ki, bu planlama ve yönetim düzeyi gerçekleşmiyor, ancak son aylarda yapay zeka laboratuvarlarının, hiç kimsenin - yaratıcılarının bile - anlayamayacağı, tahmin edemeyeceği veya güvenilir bir şekilde kontrol edemeyeceği daha güçlü dijital zihinleri geliştirmek ve dağıtmak için kontrolden çıkmış bir yarışa kilitlendiğini görmesine rağmen. Çağdaş yapay zeka sistemleri artık genel görevlerde insan rekabeti haline geliyor ve kendimize şunu sormalıyız: Makinelerin bilgi kanallarımızı propaganda ve yalanla doldurmasına izin vermeli miyiz? Yerine getirenler de dahil olmak üzere tüm işleri otomatikleştirmeli miyiz? Sonunda sayıca üstün, zekice, eskimiş ve yerimizi alabilecek insan olmayan zihinler geliştirmeli miyiz? Medeniyetimizin kontrolünü kaybetme riskini

almalı mıyız? Bu tür kararlar seçilmemiş teknoloji liderlerine devredilmemelidir. Güçlü yapay zeka sistemleri, ancak etkilerinin olumlu olacağından ve risklerinin yönetilebilir olacağından emin olduğumuzda geliştirilmelidir. Bu güven haklı gösterilmeli ve bir sistemin potansiyel etkilerinin büyüklüğü ile artmalıdır. OpenAI’ın yapay genel zeka ile ilgili yakın tarihli açıklamasında, “Bir noktada, gelecekteki sistemleri eğitmeye başlamadan önce bağımsız inceleme almak ve yeni modeller oluşturmak

Mektupta bahsi geçen Asilomar AI İlkeleri Öncelikle araştırma konuları tanımlanmış: Araştırma Hedefi Araştırma Finansmanı Bilim-Politika Bağlantısı Araştırma Kültürü Yarıştan Kaçınma Etik ve değerler kısmında ise; Güvenlik Başarısızlık Şeffaflığı Yargı Şeffaflığı Sorumluluk Değer Uyumu İnsani Değerler Kişisel Gizlilik Özgürlük ve Mahremiyet Paylaşılan Fayda aylaşılan Refah İnsan Kontrolü Yıkılmazlık Yapay Zeka Silahlanma Yarışı Uzun Vadeli Sorunlar Yetenek Uyarısı Önem Riskler Özyinelemeli Kendini Geliştirme Ortak Yarar

için kullanılan hesaplamanın büyüme oranını sınırlamayı kabul etmek için en ileri çabalar için önemli olabilir.” Aynı fikirdeyiz. O nokta şimdi. Bu nedenle, tüm yapay zeka laboratuvarlarını, GPT-4’ten daha güçlü yapay zeka sistemlerinin eğitimini en az 6 ay boyunca derhal durdurmaya çağırıyoruz. Bu duraklama herkese açık ve doğrulanabilir olmalı ve tüm kilit aktörleri içermelidir. Böyle bir duraklama hızlı bir şekilde yürürlüğe giremezse, hükümetler devreye girmeli ve bir mora-

toryum oluşturmalıdır. Yapay zeka laboratuvarları ve bağımsız uzmanlar, bağımsız dış uzmanlar tarafından titizlikle denetlenen ve denetlenen gelişmiş yapay zeka tasarımı ve geliştirmesi için bir dizi ortak güvenlik protokolünü ortaklaşa geliştirmek ve uygulamak için bu duraklamayı kullanmalıdır. Bu protokoller, bunlara bağlı sistemlerin makul bir şüphenin ötesinde güvenli olmasını sağlamalıdır. Bu, genel olarak yapay zeka gelişiminde bir duraklama anlamına gelmez, yalnızca tehlikeli yarıştan, ortaya çıkan yeteneklere sahip her zamankinden daha büyük öngörülemeyen kara kutu modellerine geri adım atmak anlamına gelir. Yapay zeka araştırma ve geliştirme, günümüzün güçlü, en son teknolojiye sahip sistemlerini daha doğru, güvenli, yorumlanabilir, şeffaf, sağlam, uyumlu, güvenilir ve sadık hale getirmeye odaklanmalıdır. Buna paralel olarak, yapay zeka geliştiricileri, sağlam yapay zeka yönetişim sistemlerinin gelişimini önemli ölçüde hızlandırmak için politika yapıcılarla birlikte çalışmalıdır. Bunlar en azından şunları içermelidir: yapay zekaya adanmış yeni ve yetenekli düzenleyici otoriteler; yüksek yetenekli yapay zeka sistemlerinin ve büyük hesaplama yeteneği havuzlarının gözetimi ve takibi; gerçeğin sentetikten ayırt edilmesine ve model sızıntılarının izlenmesine yardımcı olacak kaynak ve filigran sistemleri; sağlam bir denetim ve sertifikasyon ekosistemi; yapay zekanın neden olduğu zarardan sorumluluk; teknik yapay zeka güvenliği araştırması için sağlam kamu finansmanı; ve yapay zekanın neden olacağı dramatik ekonomik ve politik aksaklıklarla (özellikle demokrasiye) başa çıkmak için iyi kaynaklara sahip kurumlar. İnsanlık AI ile gelişen bir geleceğin tadını çıkarabilir. Güçlü yapay zeka sistemleri yaratmayı başardıktan sonra, artık ödülleri topladığımız, bu sistemleri herkesin yararına tasarladığımız ve topluma uyum sağlama şansı verdiğimiz bir “yapay zeka yazının” tadını çıkarabiliriz. Toplum, toplum üzerinde potansiyel olarak yıkıcı etkileri olan diğer teknolojilerde duraklamaya başladı. Burada yapabiliriz. Uzun bir yapay zeka yazının tadını çıkaralım, sonbaharda hazırlıksız acele etmeyelim.

10

www.gazetepencere.com

2 Nisan 2023 Pazar

2-0

ABDULLAH BIRICIK

ASLAN NEFES NEFESE

OYUNU DOĞRU OKUMAK

Nâzım Hikmet’i sürgünde yaşadığı Moskova’da ziyaret eden Türk gazetecilerden hayatta kalan son kişi Orhan Karaveli’ydi. Geçtiğimiz günlerde hayata gözlerini yumdu. Nâzım’la birlikte çektirdikleri 9 Ağustos 1960 tarihli fotoğraf, çok geçmeden bir ağabey-kardeş, baba-oğul sıcaklığında gelişecek dostluklarının ilk tanışma ânına ait: “Kocaman bir mutluluk dalgası yüzüne yayılırken uzun parmaklı iri elleriyle omuzlarımdan yakaladı. Bir an, tek kelime bile söylemeden sarılıp yanaklarımdan öpmek ister gibi bir hareket yaptı. Sanırım, öylesine bir kucaklaşmaya hazırlıklı olmadığımı fark ederek biraz duraladı ama dostça uzattığım eli avuçları içinde tutarak nefes nefese: ‘Merhaba!.. Binlerce merhaba!’ dedi.” sözleri ile başladığı “Tanıdığım Nazım Hikmet” eseri ile tüm dünyanın tanıdığı sürgün bir şairin, hiç dinmeyen memleket özlemiyle yaşadığı o bir anlık duygu taşmasının hikâyesini anlatmaya çalışmıştı. Ekber Babayev şöyle özetlemişti bu buluşmayı; Orhan Karaveli ve Ömer Sami Coşar’la hemen her akşam yemeğe çıkıyorduk. Nâzım hastalığını unutmuştu. Şiirler okuyor; İstanbul’dan Boğaziçi’nden bahsediyordu. Canlanmış, neşelenmişti. Galatasaray Lisesi mezunu olan ve Galatasaraylılar Cemiyeti tarafından 2020 yılında verilen Galatasaray Ödülü geleneksel medya dalında Orhan Karaveli’ye, yeni medya dalındaysa Ruşen Çakır’a verilmişti. Sadece Nazım’ı değil Mustafa Kemal’i ve Tevfik Fikret’i anlatmıştı bolca Orhan Karaveli. En büyük keyiflerinden birisi de Galatasaray maçlarıydı.Verilen uzun aralarda özlüyordu Galatasaray’ı! Bu maçı merhum Karaveli’ye addedelim. Karaveli gibi taraftarlar da özlemişti Galatasaray’ı! Galatasaray çok uzun bir aradan sonra Oliveira-Torrent-Mertens üçlüsü ile çıktı taraftarlarının karşısına. İcardi vardı. Kerem vardı. Rashica vardı. İdeal kadrodan sadece Kazımcan eksikti. Müthiş bir hücum ortaya konmasına, rakip ceza sahasında 17 kez topla buluşulmasına (Süper Lig ortalaması 9) rağmen ilk yarıda istediği golü bulamadı Galatasaray. İcardi’nin son haftalardaki tutukluğu devam etmişti. Adekugbe’nin kontrollü ve akışkan oyuna ayak uyduramaması ilk yarının dikkat çeken ayrıntısıydı. İkinci yarıda bu uyumsuzluk bariz bir şekilde devam ederken Okan Hoca Adekugbe’yi oyunda tutarken önce Mertens’i sonra da Oliveira ve Kerem Aktürkoğlu’nu aldı oyundan. Sezon boyunca yapılan doğru değişiklikler dikkate alındığında Okan Buruk’un oyunu okuyamaması ezber bozan cinsteydi. İkinci yarının başında yapması gereken değişikliği 83. dakikada yaptı. Golü, sezonun ve maçın en kötülerinden Midstjö’nun ayağından bulup kabustan uyanan Galatasaray için ders alınması gereken önemli detaylar var. Sağ ve sol bekleriniz üretken olmalı. Kötü olan oyuncuyu çıkarmak yani okumak zorundasınız. En önemli detay ise her zaman orta saha oyuncunuz ceza sahasının dışından gol atarak sizi kurtaramaz. Galatasaray çok zorlansa da derbi öncesinde çok zor ve önemli bir galibiyete imza attı. Fenerbahçe- Beşiktaş derbisini koltuğuna yayılıp izleyecek ancak kalan maçları koltuğuna yaslanarak izlemek istiyorsa (galip gelmesine rağmen) Adana Demirspor maçından önemli dersler çıkarmalı! Finale yaklaşırken yapılan pek çok hatanın telafisi olmayabilir. Son pencereyi de Emre Akbaba’ya açmak istiyorum. Galatasaray’ın kiralık oyuncusu ve Adana Demirspor’da forma giyiyor. Maç içindeki sert oyunu, arkadaşını sakatlamaya yönelik müdahalesi ve en ufak bir müdahalenin bile olmadığı pozisyonda penaltı beklemesi çok çirkindi. Çıkarken taraftarlar tarafından ıslıklandı. Takım arkadaşı Onyekuru ise alkışlandı. Umarım hem kendisi hem de sayısız genç futbolcu, bu maç özelinde iyi ve örnek insan olabilmenin tılsımını hissedebilmiştir.

STAT: Nef
 HAKEMLER: Ali Şansalan, Serkan Olguncan, Serkan Ok
 GALATASARAY: Muslera - Boey, Nelsson, Abdülkerim Bardakcı, Adekugbe (Dk. 84 Kazımcan Karataş), Torreira, Oliveira (Dk. 74 Midtsjö), Rashica, Mertens (Dk. 64 Zaniolo), Kerem Aktürkoğlu (Dk. 74 Yunus Akgün), Icardi (Dk. 84 Gomis)
 ADANA DEMİRSPOR: Ertaç Özbir, Svensson, Morel, Semih Güler, Rodrigues, Akintola (Dk. 65 Yusuf Sarı), Stambouli, Ndiaye, Onyekuru (Dk. 85 Gulbrandsen), Emre Akbaba (Dk. 84 Mert Çetin), Cherif Ndiaye
 GOLLER: Dk. 86 Midtsjö, 90+8 Zaniolo

Galatasaray, Konyaspor mağlubiyetinin ardından Adana Demirspor engelini son anlarda bulduğu gollerle aşarak kritik bir galibiyet aldı. Mücadeleden 2-0 galip ayrılan sarı-kırmızılılara üç puanı getiren golleri 86. dakikada Midtsjö ve 90+8'de penaltıdan Zaniolo kaydetti. Evinde üste üste 8. galibiyetini alan ve aynı zamanda sahasındaki yenilmezlik serisini 12'ye çıkaran Galatasaray bu sonuçla puanını 63'e yükseltti. 4. sıradaki Adana Demirspor ise 45 puanda kaldı.

KADIKÖY’DE DEV MAÇ Beşiktaş'ta derbi öncesi sakatlığı süren İngiliz futbolcu Dele Alli dışında eksik oyuncu bulunmuyor. Sağ uyluk üst adalesinde yırtık ve kanama saptanan 26 yaşındaki orta saha oyuncusu, Fenerbahçe maçının kadrosunda yer alamayacak. İstanbulspor maçında sakatlanan Tayyip Talha Sanuç, milli maçlar nedeniyle verilen arada iyileşti. 23 yaşındaki stoperin teknik direktör Şenol Güneş'in şans vermesi halinde ilk 11'de sahaya çıkması bekleniyor. Siyah-beyazlı takımda Amir Hadziahmetovic ise sarı kart ceza sınırında bulunuyor. Amir, derbide kart görmesi halinde cezalı duruma düşecek ve ligin 28. haftasındaki Bitexen Giresunspor mücadelesinde forma giyemeyecek.

Beşiktaş, Süper Lig'in 27. haftasında oynanacak derbide bugün Fenerbahçe'ye konuk olacak. Ülker Stadı'nda yapılacak karşılaşma, saat 20.30'da başlayacak. Müsabakayı hakem Halil Umut Meler yönetecek. Ligde oynadığı 25 müsabakada 14 galibiyet, 7 beraberlik ve 4 mağlubiyet yaşayan Beşiktaş, hanesine 49 puan yazdırdı. Lider Galatasaray'ın 11 puan gerisinde 3. sırada yer alan siyah-beyazlı ekip, derbiyi kazanması halinde galibiyet serisini 4 maça çıkaracak. Fenerbahçe ise Süper Lig'de yaptığı 24 maçın 17'sini kazandı, 3'ünde berabere kaldı ve 4'ünden mağlup ayrıldı. Sarı-lacivertli takım, hanesine yazdırdığı 54 puanla haftaya 2. sırada girdi. İki takım arasında ligin ilk yarısında oynanan maç 0-0 beraberlikle tamamlanmıştı.

FENER’DE 5 EKSİK

357. RANDEVU

KARTAL’DA DELE ALLİ YOK

Fenerbahçe, derbide 5 oyuncusundan yararlanamayacak. Sarı-lacivertlilerde sakatlıkları bulunan Lincoln Henrique, Jayden Oosterwolde, Joshua King, Luan Peres ve Michy Batshuayi, zorlu müsabakada forma giyemeyecek.

VALENCİA YETİŞTİ Fenerbahçe'de sakatlığını atlatan Enner Valencia, derbide forma giyebilecek. Yaşadığı hafif sakatlık nedeniyle milli takıma gidemeyen ve bu süreçte tedavi gören 33 yaşındaki yıldız oyuncu, bazı antrenmanları kaçırdı. Son idmanlarda hem bireysel hem takım çalışması gerçekleştiren Valencia, teknik direktör Jorge Jesus'un forma vermesi halinde kadroda yer alacak.

Derbi müsabakasında bugün karşı karşıya gelecek Fenerbahçe ile Beşiktaş, 357. randevuya çıkacak. Ülker Stadı'nda oynanacak ve saat 20.30'da başlayacak derbi maçında kozlarını paylaşacak Fenerbahçe ve Beşiktaş, Türk futbol tarihinde daha önce 356 kez karşılaştı. İki ekip arasında 28 Kasım 1924'te oynanan ve Fenerbahçe'nin 4-0 üstün tamamladığı müsabakayla başlayan 99 yıllık rekabette sarı-lacivertliler, rakibi karşısında galibiyet ve gol sayısı bakımından önde bulunuyor. Geride kalan maçlarda Fenerbahçe 133, Beşiktaş 126 galibiyet aldı, 97 karşılaşmada ise taraflar birbirlerine üstünlük sağlayamadı. Rekabette Fenerbahçe'nin 492 golüne, Beşiktaş 451 golle karşılık verdi.

MUHTEMEL 11’LER

Fenerbahçe'nin derbide muhtemel 11'i şöyle: Altay Bayındır, Serdar Aziz, Samet Akaydın, Attila Szalai, Bright Osayi-Samuel, İsmail Yüksek, Miha Zajc, Ferdi Kadıoğlu, İrfan Can Kahveci, Diego Rossi, Enner Valencia. Beşiktaş’ın Fenerbahçe derbisindeki muhtemel 11'i İsa şöyle: Mert Günok, Onur Bulut, Omar Colley, Tayyip Talha Sanuç, Arthur Masuaku, Amir Hadziahmetovic, Salih Uçan, Gedson Fernandes, Rachid Ghezzal, Cenk Tosun, Vincent Aboubakar.

11

www.gazetepencere.com

2 Nisan 2023 Pazar

3-4

UĞUR TEMEL

1 NİSAN ŞAKASI GİBİ...

1564 yılında Fransa Kralı yılbaşını 1 Nisan’dan 1Ocak’a aldırmış. Ancak 1 Nisan’ı halen yılbaşı olarak kabul edenlerle alay etmek için yapılan şakalar, bir süre sonra gelenek haline gelmiş. Dün Trabzon’da öyle bir maç seyrettik ki, tam 1 Nisan şakası gibi. Yani adı ile uyumlu… 58. saniyede Kayserispor golü buldu, 2. dakikada da Trabzonspor. Maç adeta 1-1 başladı. Her iki takımın oyuncuları anlaşsa bunu beceremezler. Futbol hatalar oyunudur eyvallah da her iki takım defansının yaptıkları hata ile açıklanamaz. Amatör kümede böyle hatalar yapılmaz. Yapan oyuncu, haftalarca forma giyemez. Hadi ‘maçın başı konsantre olmadılar’ diye düşünelim… E kardeşim, Trabzonspor’un yediği ikinci gol ne öyle? Trabzonspor’un stoperi Bruno Peres nasıl kaçırabilir rakibini? Bu takım, geçen senenin şampiyonu değil mi? Sezona, yine şampiyonluk hedefi ile başlamadı mı? Bu hatalar nasıl yapılır? Bu nasıl adam paylaşmak? Bu nasıl bir defans kurgusu? Bir stoperin, hele ki Trabzonspor stoperinin, bu şekilde adam kaçırmaya hakkı yok… Koskoca kırk beş dakika boyunca ‘yokları’ oynadı Trabzonspor. Hoş; bu kadar yumuşak bir orta saha kurgusu ile – Siopis’in önünde Yusuf Yazıcı ve Abdülkadir Ömür- başka bir netice beklemek saflık olurdu. Yusuf Yazıcı, oyunda kaldığı süre içerisinde tek olumlu hareket yapmadı. Hazret, sanki Cumartesi öğleden sonrasını mahalle arkadaşları ile mahalle arasında gazozuna maç yapar gibi… Topu alıp yana vermek değildir forvet arkası oynamak. Forvet arkası oynamak; en az bir pozisyon sonrasını düşünmektir. Forvet arkası oynayacak futbolcu, top ayağına gelmeden ne yapacağını bilecek. Yazıcı’nın Fransa’da oynadığı dönemleri hatırlayın lütfen. Klasik on numara pozisyonunda oynamamasına rağmen, forvet arkası oyuncusunun yapması gerekenleri yapıyordu. Ve hatta o dönemde Milli Takımda, Hakan Çalhanoğlu’nun yerine oynaması gerektiğini savunmuş ve yazmıştım. Ancak o Yusuf Yazıcı ile bu Yusuf Yazıcı arasında, sıradağlar kadar fark var… Bu performansıyla, Yusuf Yazıcı’nın herhangi bir takımda yedek dahi olması, futbola ihanettir… Gelelim Abdülkadir Ömür’e… Bal yapmayan arı… Uçuyor, kaçıyor ama sonuç yok. İyi niyetinden, takım için bir şeyler yapmak istemesinden şüphe duymuyorum. Ama hep telaşlı, hep aceleci… Hep,’her işi ben yapayım, süper kahraman olayım’ düşünüşünde. Göze hoş gelebilir ancak futbol böyle bir oyun değil… İlk yarıdaki orta saha kurgusu ile Trabzonspor’un bir arpa boyu yol alamayacağı, ilk on birler açıklandığında belliydi. Koskoca kırk beş dakika boyunca, ‘olmayacak duaya âmin.’ dedi Trabzonspor teknik heyeti. Yanlışı görmek ve hatadan dönmek erdemdir. Olmadığını gördüğünde vakit kaybetmeden müdahale etmesi gerekirdi Orhan Hoca’nın. Yapamadı… İlk yarıyı heba etti. İkinci yarı başlarken, Yusuf Yazıcı’nın yerine Hamsik veya Bakasetas’ın oyuna dâhil olması gerektiğini görmek için futbol dehası olmaya gerek yok diye düşünüyordum. Ancak varmış… Maç boyunca, yazlık ceketinin kollarını sıyırmaktan başka hiçbir iş yapmayan Orhan Ak; ikinci yarıya Yusuf Yazıcı’nın yerine Enis Bardhi ile başladı… Al birini vur ötekine misali, ikinci yarı da Barhdi ile heba oldu. Oysa, oyuna girmesi gereken – bence- Hamsik olmalıydı. Maçın ikinci yarısı, ilk yarıda olduğu gibi gollerle başladı. Kayseri kaçtı, Trabzonspor kovaladı. Maçı seyretmeyen birisi, ‘çok güzel maç olmuş’ diyebilir. Ne yazık ki öyle değil… Atılan yedi gol –ikisi penaltıdan-, hazırlanan pozisyonlardan değil defans hatalarından geldi. “Aynı şeyleri yaparak farklı sonuçlar beklenemez” der çok sevdiğim bir söz. Abdullah Avcı’nın kötü bir kopyası Orhan Ak’a bu takım emanet edilmez. Orhan Hoca, yardımcı hoca iken ne katkı sağlamış ki, bu takımın başında sahaya çıkıyor? Hadi, bir maçlık olur. Ancak tek aday olarak seçime giren, çiçeği burnunda Başkan Ertuğrul Doğan’ın, takımın başına taze kan getirmesi gerekirdi. Eğer bunu yapabilseydi sonuç farklı olurdu.

FIRTINA VURGUN YEDİ Stat: Şenol Güneş Spor Kompleksi Hakemler: Erkan Özdamar, Murat Tuğberk Curbay, Anıl Usta Trabzonspor: Uğurcan Çakır, Peres, Bartra, Denswil (Dk. 88 Umut Bozok), Eren Elmalı, Siopis (Dk. 78 Hamsik), Abdülkadir Ömür (Dk. 78 Doğucan Haspolat), Yusuf Yazıcı (Dk. 46 Bardhi), Visca, Markovic (Dk. 72 Bakasetas), Gomez Yukatel Kayserispor: Bilal

Bayazıt, Gökhan Sazdağı, Arif Kocaman, Kolovetsios, Carole, Mensah (Dk. 74 Kemen), Ackah, Emrah Başsan (Dk. 77 Uzodimma), Cardoso, Mane (Dk. 86 İlhan Parlak), Thiam Goller: Dk. 1 Emrah Başsan, Dk. 20 Thiam, Dk. 48 Mensah (penaltıdan), Dk. 64 Mane (Yukatel Kayserispor), Dk. 3 Gomez, Dk. 50 Abdülkadir Ömür, Dk. 53 Bardhi (penaltıdan) (Trabzonspor)

Trabzonspor, Kayserispor'a sahasında 4-3 mağlup oldu. Fırtına iki kez geri dönse de yeterli olmadı. Bu sonuçla Orhan Ak yönetimindeki ikinci maçta ilk yenilgi geldi. İlk dakikada Emrah Başsan konuk ekibi öne geçirdi. 3'te Maxi Gomez eşitliği getirirken 20'de Thiam ilk yarının skorunu belirledi: 1-2. Kayserispor, ikinci yarıya da golle başladı. 49'da penaltıdan Mensah skoru 3-1'e getirdi. Trabzonspor 50'de Abdülkadir Ömür ve 54'te penaltıdan Bardhi durumu 3-3 yaptı. 64'te konuk ekip adına sahneye çıkan Mane, 3 puanı Kayserispor'a getirdi: 3-4. Trabzonspor Orhan Ak yönetiminde 2. maçında ilk yenilgisini alırken 44 puanda kaldı. Kayserispor ise puanını 41 yaptı.

KAYSERİ’DEN ÇEBİ’YE YAYLIM ATEŞ Kayserispor Kulübü, yazılı bir açıklama yaparak Beşiktaş Başkanı Ahmet Nur Çebi'nin Onur Bulut transferi hakkındaki sözlerine yanıt verdi. Sarı kırmızılı kulüp tarafından yapılan açıklamada, "İddiaların ancak orta seviyeden düşük zekası bulunan insanlar tarafından makul bulunur" denildi.

Stat: Başakşehir Fatih Terim Hakemler: Abdulkadir Bitigen, Hakan Yemişken, Mustafa Savranlar Medipol Başakşehir: Muhammed Şengezer, Ömer Ali Şahiner, Duarte, Ahmed Touba, Lima, Mahmut Tekdemir, Aleksic, Berkay Özcan (Dk. 72 Biglia), Szysz, Serdar Gürler (Dk. 87 Deniz Türüç), Figueiredo (Dk.

77 Keny) MKE Ankaragücü: Gökhan Akkan, Radakovic, Atakan Çankaya, Hasan Ali Kaldırım (Dk. 67 Hanousek), Diack (Dk. 90+4 Oko), Taylan Antalyalı (Dk. 67 Dokanovic), Kitsiou, Mujakic, Moreira (Dk. 46 Zahid), Emre Kılınç (Dk. 85 Beridze), Sowe Gol: Dk. 36 Serdar Gürler (Medipol Başakşehir)

ŞEHİR ALTIN BULDU

Medipol Başakşehir, sahasında MKE Ankaragücü’nü 1-0 mağlup etti. Ligde 4 maç sonra kazanan turuncu-lacivertlilere üç puanı getiren golü 36. dakikada Serdar Gürler kaydetti. Başakşehir bu sonuçla puanını 44'e yükseltti. Yeni teknik direktörü Tolunay Kafkas'la çıktığı ilk maçtan mağlup ayrılan Başkent ekibi 25 puan kaldı.

Manchester City, Liverpool’u dağıttı Premier Lig’de zirveyi yakından ilgilendiren ezeli rekabette bu sezon şampiyonluk umutlarına erken veda eden Liverpool deplasmanda şampiyonluk mücadelesi veren Manchester City’e konuk oldu. Saat 14.30'da başlayan ve Etihad Stadyumu'nda oynanan maç oldukça hızlı başladı.

Liverpool henüz 14. dakika Salah'ın golüyle 1-0 öne geçti. Fakat maçın kalanı hiç Liverpool'un istediği gibi gitmedi. 27. dakikada Alvarez'le eşitliği yakalayan City, soyunma odasına beraberlikle girmeyi başardı. İkinci yarıda ise tam bir Manchester City resitali vardı. Henüz ikinci yarının ilk

dakikasında Kevin de Bruyne takımını öne geçiren golü attı. 53. dakikada ise İlkay farkı iki çıkaran golü kaydetti. Maçın yıldızlarından olan Grealish ise müthiş oyununu 74. dakikada bir de golle taçlandırdı. Kalan dakikalarda başka gol olmazken sahadan 3 puanla ayrılan taraf Manchester City oldu.

12

Get in touch

Social

© Copyright 2013 - 2024 MYDOKUMENT.COM - All rights reserved.