YEŞİM 2022-2023 Sayı 1 Flipbook PDF

Sapanca Anadolu Lisesi Yayın ve İletişim Kulübü

65 downloads 114 Views 16MB Size

Recommend Stories


introduction Part 1 The Firebird Folk Tale Say: EYE-vun Say: Zarr VIS-lav Say: Dim-EAT-tree Say: Va-SILLY
The Firebird Folk Tale Part 1 introduction Say: “EYE-vun” Say: “Zarr VIS-lav” Say: “Dim-EAT-tree” Say: “Va-SILLY” :10* Había una vez, hace mucho ti

Porque. PDF Created with deskpdf PDF Writer - Trial ::
Porque tu hogar empieza desde adentro. www.avilainteriores.com PDF Created with deskPDF PDF Writer - Trial :: http://www.docudesk.com Avila Interi

Story Transcript

Sapanca Anadolu Lisesi 2022-2023 yılı / birinci dönem SAL YEŞİM Yayın ve İletişim Kulübü Dergisi


İÇİNDEKİLER 10 KASIM VE ATATÜRK BIR YAZAR BIR ROMAN MEHMET AKIF ERSOY . MEVLANA VATAN NAMINA BIR KABRISTAN: SARIKAMIS 24 KASIM ÖGRETMENLER GÜNÜ


10 KASIM VE ATATÜRK Mustafa Kemal Atatürk, çok yönlü ve üstün kişiliği olan bir liderdir. Onun idealizmi, yüksek vasıf ve kabiliyetlerine inandığı milletinin sonsuz hürriyet ve bağımsızlık aşkından kaynaklanıyordu. En büyük ülkülerinden birisi de millî birlik ve beraberlik içerisinde vatanın bölünmez bütünlüğünü sonsuza dek yaşatmak, millî sınırlarımız içinde millî birlik duygusuyla kenetlenmiş uygar bir toplum oluşturmaktı. Vatanı kurtaran, hür ve bağımsız Türkiye idealini gerçekleştiren Mustafa Kemal, ülkeyi modernleştirmek amacı ile çağdaş medeniyet idealine yöneltmiştir. Atatürk'ün en büyük ideallerinden birisi de milletler arasında kardeşçe bir insanlık hayatı meydana getirmekti.


10 KASIM VE ATATÜRK İdeallerini gerçekleştirmek için çok çaba harcadı. Atatürk'ün inkılâpçılığı, akıl ve mantığın toplumsal gelişmeye egemen kılınması esasına dayanır. Atatürk, bütün inkılâplarını gerçekleştirmeden önce, kamuoyunu hazırlamaya, millete inkılâpların gerekliliğini anlatmaya büyük bir özen göstermiştir. Ona göre: "Milleti hazırlamadan inkılâplar yapılamaz". Atatürk, yurt gezilerinde halkla konuşmalar yaparak bunu gerçekleştirmiştir. O, meseleler karşısında önce düşünür, gerekli araştırmayı yapar, tartışır, kararını ondan sonra verirdi. Verdiği kararı uygulamaya koyarken uygun zamanı beklerdi. Atatürk'ün gençlere söylediği "Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değildir. İdeallerini gerçekleştirmek için çok çaba harcadı. Atatürk'ün inkılâpçılığı, akıl ve mantığın toplumsal gelişmeye egemen kılınması esasına dayanır.


Atatürk, bütün inkılâplarını gerçekleştirmeden önce, kamuoyunu hazırlamaya, millete inkılâpların gerekliliğini anlatmaya büyük bir özen göstermiştir. Ona göre: "Milleti hazırlamadan inkılâplar yapılamaz". Atatürk, yurt gezilerinde halkla konuşmalar yaparak bunu gerçekleştirmiştir. O, meseleler karşısında önce düşünür, gerekli araştırmayı yapar, tartışır, kararını ondan sonra verirdi. Verdiği kararı uygulamaya koyarken uygun zamanı beklerdi. Atatürk'ün gençlere söylediği "Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kâfi değildir. 10 KASIM VE ATATÜRK


Muhakkak ufkun ötesini de görmesi ve bilmesi lâzımdır" sözü, onun ileri görüşlü bir lider olduğunu açıkça ortaya koymaktadır. Atatürk, eğitimi sosyal ve kültürel kalkınmanın en etkili araçlardan biri olarak görmüştür. Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra yeni devletin varlığını sürdürebilmesi için çağdaş eğitim metotlarıyla yetiştirilecek bir nesle ihtiyaç vardı. Bu sebeple eğitim konusuna büyük bir önem verdi. Atatürk, Türk kültür ve sanatını dünyaya tanıtmak için çok çalıştı. Bu konuda araştırmalar yapılmasını, sergiler açılmasını ve kültürle ilgili kongreler düzenlenmesini teşvik etti. Atatürk'ün, milletine sonsuz bir güveni vardı. 10 KASIM VE ATATÜRK


Türk milletinin geçmişte olduğu gibi büyük hamleler yapacağına tüm kalbiyle inanmıştı. 10 KASIM VE ATATÜRK


24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜ Mustafa Kemal Atatürk 9 Ağustos 1928 günü İstanbul’da Sarayburnu Parkı’ndaki bir toplantıda harf devrimini müjdeleyerek yeni yazının özelliklerini duyuruyordu. 1 Kasım 1928’de harflerin TBMM’de kabulünün ardından ülkede eğitim seferberliğini ilan edildi. Fakat telaffuzu zor geldiğinden arkadaşları ve annesi ona "Âkif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi benimsedi. İlköğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başladı. Birçok yerde yeni harflerin öğretilmesi için kurslar açıldı. Cumhuriyet Dönemi’nde yeni Türk harflerini öğrenmek amacıyla düzenlenen okuma yazma kurslarına “Millet Mektepleri” adı verilmiştir. İlk Millet Mektebi,11 Ağustos 1928’de Dolmabahçe Sarayı’nda açıldı. Bunu, İstanbul’da başka okullarının açılışı izledi. Halkın yeni harflere kısa sürede öğrenip daha çok yurttaşın okur-yazar olmasını sağlamak amacıyla yoğun bir çalışma başladı.


Bu arada, İstanbul Radyosu’nda da dersler verilmeye başlandı. Benzeri kurslar, büyük kentlerde, devlet dairelerinde açıldı. Millet Mekteplerinin ve harp inkılabının simgesi durumuna gelen ,O hepimizin bildiği fotoğraf, Mustafa Kemal’in 1928 yılında Sivas’ta halka yeni harfleri tanıtırken çekilen fotoğrafıdır 3 Kasım 1928’de yayınlanan “Türk Harfleri Hakkında Kanun”la, en geç altı ay içinde, yeni alfabenin öğrenilmesi zorunluluğu getirilmişti.24 Kasım 1928’de yayımlanan Millet Mektepleri Teşkilatı Talimatnamesi’nde de Cumhurbaşkanının, bu okulların başöğretmeni olduğu; altı ay içinde,16-45 yaş arasındaki, eski yazıyı bilen bilmeyen herkese yeni yazının öğretilmesi hükmü yer alıyordu. 24 KASIM ÖGRETMENLER GÜNÜ


İstanbul’da kurslara kayıtlar,23 Aralık 1928’de başladı. Bu kurslara haftada dört gece erkekler, iki gece de kadınlar katılıyordu. Kurslar, A ve B dershanelerine ayrılmıştı. Okuma yazma bilmeyenler, A dershanesinde okuma yazma öğrendikten sonra B dershanesine geçiyor ve orada okuma, kompozisyon, aritmetik, sağlık bilgisi, yurt bilgisi derslerini alıyordu. Millet Mektepleri, 1923’de başlatılan dilde yenileşme atılımına da önemli katkılarda bulundu. 1928 yılında Atatürk’ün Millet Mektepleri Başöğretmeni olduğu 24 Kasım’ın, Atatürk’ün 100. Doğum yıldönümü 1981 yılında ‘’Öğretmenler Günü’’ olarak kutlanması kararlaştırıldı. 24 KASIM ÖGRETMENLER GÜNÜ


Mehmet Âkif Ersoy 20 Aralık 1873’te İstanbul'da, Fatih ilçesi Sarıgüzel mahallesinde dünyaya geldi. Annesi Buhara'dan Anadolu'ya geçmiş bir ailenin kızı olan Emine Şerif Hanım; babası ise Kosova doğumlu, Fatih Camii medrese hocalarından Mehmet Tahir Efendi'dir. Fakat telaffuzu zor geldiğinden arkadaşları ve annesi ona "Âkif" ismiyle seslendi, zamanla bu ismi benimsedi. İlköğrenimine Fatih'te Emir Buhari Mahalle Mektebi’nde başladı. Babası, ona ebced hesabıyla doğum tarihini ifade eden "Ragîf" adını verdi. VEFATININ 86. YILINDA MEHMET AKİF ERSOY


İki yıl sonra iptidai (ilkokul) bölümüne geçti ve babasından Arapça öğrendi. Ortaöğrenimine Fatih Merkez Rüştiyesi’nde başladı (1882). Aynı zamanda Fatih Camii'nde Farsça derslerini takip etti. Rüştiyeyi bitirdikten sonra 1885'te dönemin gözde okullarından Mülkiye İdadisi ’ne kaydoldu. Mehmet Âkif öncelikle meslek sahibi olmak ve yatılı okulda okumak istediği için Mülkiye İdadisi’ni bıraktı. O yıllarda yeni açılan ve ilk sivil veteriner yüksekokulu olan Ziraat ve Baytar Mektebi'ne (Tarım ve Veterinerlik Okulu) kaydoldu. II. Meşrutiyet’in büyük etkisinde kalan Âkif, Sırat-ı Müstakim dergisinin başyazarı oldu. Balkan Savaşı, Çanakkale Muharebeleri ve Kurtuluş Savaşı dönemlerinde çeşitli görevlerde bulunup, Balıkesir'e giderek 6 Şubat 1920 günü Zağnos Paşa Camii'nde çok heyecanlı bir hutbe verdi. Halkın beklenmedik ilgisi karşısında daha birçok yerde konuşmalar yaptı ve İstanbul'a döndü. 1921'de Ankara'da Taceddin Dergâhı'na yerleşen Mehmet Âkif, 500 Lira ödül konularak açılan İstiklâl Marşı yarışmasına katılmak istemedi. Millî Eğitim Bakanı Hamdullah Suphi Bey'in ricası üzerine arkadaşı Hasan Basri Beyin teşvikiyle katılmaya ikna oldu. MEHMET AKIF ERSOY


Onun orduya ithaf ettiği İstiklâl Marşı, 17 Şubat günü Sırat-ı Müstakim ve Hâkimiyet-i Milliye'de yayımlandı. Kurtuluş Savaşı ve zafer sonrası uzunca bir süre Mısır’da yaşayan Milli Şâirimiz Mehmet Âkif Ersoy, 17 Haziran 1936’da tedavi için İstanbul’a döndü. 27 Aralık 1936 tarihinde İstanbul’da, Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etti. Edirnekapı Şehitliğinde yatmaktadır. Âkif, döneminin en iyi donanımlı, birikimi en yüksek şair, yazar ve düşünürlerinden biri oldu. Babasının alim ve saygın bir insan olması, Âkif'in hem çocukluktan başlayan sağlıklı bir eğitim almasına hem de babasının arkadaşlarından dolayı entelektüel bir ortamda yetişmesine yol açtı. MEHMET AKIF ERSOY


Âkif'in, Türkiye'de Arapçayı ve Arap edebiyatını en iyi bilen birkaç kişiden biri, Farsçası da İran edebiyatının ünlü şairlerinin eserlerini manzum olarak çevirecek mükemmellikte olduğu bilinmektedir. Halkalı'da okuduğu yıllardan itibaren Fransızcasını geliştirmek için çalıştığı, birçok Fransız yazarının eserini aslından okuduğu da arkadaşlarının tanıklıklarından anlaşılmaktadır. Akif'in, Arap edebiyatını okurken sık sık ayetlere atıfta bulunulmasından dolayı genç yaşta hafız olduğu halde ileriki yaşlarında hıfzını geliştirerek bu alanda da çok iyi bir seviyeye geldiğini kendisi de anlatmaktadır. Âkif'in fıkıh, siyer, hadis usûlü, tefsir usûlü gibi alanlarda da çalıştığı ve çok iyi bir noktada olduğu bilinmektedir. Âkif'in bütün bir ömre yayılan öğrenme tutkusu ve bu tutkunun ciddi, kararlı ve istikrarlı bir çabayla gerçekleştirilmesi de bütün alçak gönüllülüğüne rağmen dönemin seçkin şahsiyetlerinden biri olarak öne çıkmasını sağladı. MEHMET AKIF ERSOY


Kuran'ı Kerim'i Türkçe'ye tercüme etmesi için de Âkif düşünülüyordu. Âkif bu teklifi reddetti. Fakat teklifi kabul etmesi için araya giren dostlarının ısrarıyla daha fazla direnemedi. 1925 yılın sonunda, Kur'an'ı tercüme etmek amacıyla ve Abbas Halim Paşa'nın daveti üzerine Mısır'a gitti. Ölümünden 6 ay öncesine kadar da orada kaldı. Türkiye'ye dönerken yaptığı çeviriyi yakın dostu Yozgatlı İhsan’a teslim etti. 23 Şubat 1925 TBMM'de yapılan müzakerelerde Kuran'ı Kerim'in tercüme ve tefsiri ile muteber hadis kitaplarından birinin tercümesinin yaptırılmasına, bu işle de Diyanet İşleri Başkanlığının görevlendirilmesine karar verildi. Kuran'ı Kerim'in Tefsiri Elmalılı Hamdi Efendi'ye, Sahih-i Buhari'nin özeti olan Zebidi'nin kitabı Tecrid-î Sarihsin çevirisi Ahmed Naim Bey'e verildi. MEHMET AKIF ERSOY


Âkif ' in hiç bir aydında görülmeyen tavırlarından biri, düşünce, sanat ve mücadele anlayışı içine camiyi yerleştirmesidir. O, dinin toplum için ne kadar önemli ve vazgeçilmez olduğunu bildiği kadar, yanlış anlaşılmış bir dinin daha doğrusu dinin yanlış anlaşılmasının getireceği felâketlerin de farkındaydı. İnançlı bir aydın olarak böyle bir duruma ne kendi adına ne de toplum adına ilgisiz kalabilirdi. Bundandır ki, hayatının en önemli uğraşlarından biri de dinin doğru anlaşılması, hurafelerden arındırılması olmuştu. Samimi bir mümin olarak inancını geliştirmek, derinleştirmek için inanılmaz bir gayret gösterdi. Akif'in kendi ifadesiyle Kur'an çevirisini yeterli bulmadığı için, tercümeyi teslim etmediği görüşü ileri sürülmektedir. MEHMET AKIF ERSOY


MEVLÂNÂ Mevlânâ'nın doğum yeri, bugünkü Afganistan'da bulunan, eski büyük Türk kültür merkezi: Belh’tir. Mevlânâ'nın doğum tarihi ise 30 Eylül 1207'dir. Asil bir aileye mensup olan Mevlânâ'nın annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi, Harezmşâhlar (1157 Doğu Türk Hakanlığı) hanedanından Türk prensesi, Melîke-i Cihan Emetullah Sultan'dır. Babası, Sultânü'l-Ulemâ (Alimlerin Sultânı) unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabası, Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî'dir. Mevlânâ'nın asıl adı Muhammed Celâleddin'dir. Mevlânâ ve Rûmî, kendisine sonradan verilen isimlerdendir. Efendimiz manasına gelen Mevlânâ ismi O'na daha pek genç iken Konya'da ders okutmaya başladığı tarihlerde verilir. Bu ismi, Şemseddin-i Tebrizî ve Sultan Veled'den itibaren Mevlânâ'yı sevenler kullanmış, âdeta adı yerine sembol olmuştur. Rûmî, 'Anadolulu' demektir. Mevlânâ'nın, Rûmî diye tanınması, geçmiş yüzyıllarda Diyâr-ı Rûm denilen Anadolu ülkesinin vilâyeti olan Konya'da uzun müddet oturması, ömrünün büyük bir kısmının orada geçmesi ve nihayet türbesinin orada olmasındandır.


Yaşamını "Hamdım, piştim, yandım" sözleri ile özetleyen Mevlâna 17 Aralık 1273 Pazar günü Hakk' ın rahmetine kavuştu. MEVLANA 13


Büyük düşünürün yüzyıllardır okunan “Mesnevi, Mecalis-i Seb’a , Fihi Mafih, Divanı Kebir, Mektubat” isimli eserleri vardır. Mevlânâ'nın tasavvufu, hiç bir zaman bir bilgi sistemi yahut hayalî bir idealizm değildir. Onun tasavvufu, irfan, tahakkuk, aşk ve cezbe âleminde olgunlaşmadır. Mevlânâ, daima hayatın gerçeklerini görür, onları kabul eder. Miskinliği ve hayattan el etek çekmeyi reddeder; hayatı hayatın içinde yaşar. Mevlânâ'nın tasavvufunda asıl amaç, kulluk ve yokluktur. Dolayısıyla hakiki padişahlık; gerçek varlık makamına erişmektir: "Allah mülk ve saltanat sahibidir. Kendisine baş eğene bu topraktan yaratılan dünya şöyle dursun, yüzlerce mülk, yüzlerce saltanat ihsan eder. Fakat Allah huzurunda bir secde, sana iki yüz devlet ve saltanattan daha hoş gelir. Ben ne malisterim, ne mülk; ne devlet isterim, ne saltanat. Bana o secde devletini ihsan et, yeter diye ağlayıp sızlanmaya başlarsın." MEVLANA


Mevlânâ'nın tasavvufunda, yaratılışın, hayatın mânâsı aşktır. Yaratılışın sebebi, bütün hastalıkların tabibi; böbürlenmenin, bencilliğin devası, elemlerin merhemi ilâhî aşktır: "Aşk, o şuledir ki, parladı mı sevgiliden başka ne varsa hepsini yakar," "Aşk, kimseye niyazı ve ihtiyacı olmayan Allah'ın vasıflarındandır. Ondan başkasına âşık olma, geçici bir hevestir." Mevlânâ, "Muhakkak ki sizin, Allah'ın yanında en kerim olanınız Allah’tan çok korkup, günah işlemeyeninizdir." mealindeki ayetin şuuruyla daima Kur’an hükümlerinin adabına riayet ederek Allah'ın haram kıldığı şeylerden çekinmiş; nefsinin hazlarını terk etmiş, olgunluğu elde etmeye mani olan şeylerden el çekmiş; hülâsa Allah’tan kendisini uzaklaştıracak şeylerin hepsinden daima sakınmış, gerçek takva sahibi bir şahsiyettir." MEVLANA


Mesnevi’sinde, "Bizim Rabbimiz "Secde et ki, Allah'ın yakınlarından olasın"buyurmuştur. Bizim bedenlerimizin secdesi, ruhlarımızın Allah'a yaklaşmasına sebeptir." diyen Mevlânâ, Allah sevgisini yalnız fikir ve mânâ olarak kabullenmez, üzerine farz olan ibadetleri aşkla ifa ederdi. O, kibirden ve nefretten arınmış; mahviyet ve muhabbetle bezenmiştir. Mevlânâ'nın hudutsuz insan sevgisinde ve hoşgörüsündeki temel esaslardan bir diğeri de, Müslümanlığın üzerinde' hassasiyetle durduğu, "insan yaratılmışların en şereflisidir" düsturudur. Mevlânâ bu şerefin şuuruyla insanları kucaklar; yaratılmışları, âşık olduğu yaratandan ötürü, herhangi bir nefis mücadelesine girmeden, rahatlıkla hoşgörüverir. MEVLANA


VATAN NAMINA BİR KABRİSTAN: SARIKAMIŞ Ne var ki askerin çoğu büyük bir savaş planını gerçekleştirmek için manevralarla yetiştirilmiş değildi. Yiyecek ve giyecek bakımından yeteri kadar donatılmış da değildi. Yollar da karla örtülüydü. Kimi yerlerde karın kalınlığı bir buçuk metreyi bulmaktaydı. Isı da -20, -25 derece arasında oynamaktaydı. Enver Paşa bu koşullar içinde 3. Ordu'nun bütün kuvvetleriyle saldırıya geçilmesine karar verdi. 22 Aralık'ta çevirme saldırısı, plan gereğince başladı. Savaşa katılacak Osmanlı kuvvetlerinin esasını 3. Ordu teşkil ediyordu. Üç kolorduyu kapsayan bu ordunun savaşa yarar kuvveti 90.000 kadardı. Biri Irak'tan, diğeri İstanbul'dan gönderilecek iki tümenle bu mevcudun 120.000'e çıkartılabileceği düşünülmüştü. Ayrıca Batum civarında da bir çıkartma yapılması da hesaplanmaktaydı. Rus kuvvetleri 60.000 kadardı. Osmanlı kuvvetlerinin sayı üstünlüğüne eklenecek başka bir üstünlükleri daha vardı, o da askerin cesareti, yürüyüşe, yoksulluğa katlanma kudreti ve yaptıkları savaşın ulusal nitelik taşıdığı yolundaki kanılarıydı. Enver Paşa'nın girişeceği ve Sarıkamış Savaşı adını taşıyacak olan harekâtın amacı 1878'de Ruslara bırakılmış olan Kars, Ardahan ve Batum'u geri almaktı.


8 Ocak'ta Enver Paşa, 3. Ordu Komutanlığını Hafız Hakkı Paşa'ya bırakarak Erzurum üzerinden İstanbul yolunu tuttu. Bundan sonra Osmanlı kuvvetleri çekilmelerinde büyük kayıplar vererek, 18 Ocak'ta Sarıkamış'tan önceki mevkilerine döndüler. Büyük ümitlerle girişilen Sarıkamış çevirme saldırısı üç hafta kadar sürmüş ve büyük kayıplarla sonuçlanmıştır. Tarih kitapları, araştırmalar, askeri konferanslar ve hatıratla teferruatlı bir şekilde işlenen bu harekât, halk arasında yakılan destan ve ağıtlarla da edebiyatımıza geçmiştir. Bu askerî harekâtı anlatan önemli hâtıralardan biri de Kaymakam Şerif (İldem)’in yazdığı Sarıkamış İhata Manevrası ve Meydan Muhârebesi adlı eseridir. 4 Ocak'ta Sarıkamış'ın kuzey sırtlarında 20 kilometrelik geniş bir cepheyi tutan yaklaşık 7000 kişilik Osmanlı kuvvetine karşılık Ruslar 30.000 kişiyle saldırıya geçtiler. SARIKAMIS


Bu eserin bir bölümünde şöyle yazmaktadır: “Pek yorulmuş, nâ-tüvân (güçsüz) düşmüş idik. Tam yayla üstünde keskin bir rüzgâr ve arkasından da şiddetli bir tipi başladı. Bu andan itibaren göz gözü görmez oldu. Kimsenin kimseye muavenet (yardım) etmesi ve hatta söz söylemesi, sesini işittirmesi imkânı kalmadı ve uzun, nihayetsiz denecek kadar uzamış olan yol kolu dağıldı. Asker enginlerde, dere içlerinde, orman bucaklarında nerede kara bir nokta, nerede dumanı çıkar bir ocak gördü ise oraya saldırdı. Ve kolordu inhilâl (çözülüp dağılma) etti. Zâbitân çok uğraştı. Fakat kimseye söz işittirmek kudreti kalmamıştı. Hâlâ gözümün önündedir, yol kenarında karların içine çömelmiş bir nefer, bir yığın karı kollarıyla kucaklamış, titreyerek, feryat ederek dişleriyle kemiriyor, tırnaklarıyla kazıyordu. Kaldırıp yola sevk etmek istedim, nefer evvelki hareketini, feryadını, dişleriyle, tırnaklarıyla çabalamasını hiç bozmadı ve beni hiç görmedi. Zavallı tecennün etmişti (delirmişti). Bu suretle şu cumûdiyyeler (buzullar) içinde biz belki 10.000 kişiden fazla insanı bir günde, karların altında bıraktık...” Bir asker ise, anılarında şöyle anlatmıştı yaşadıklarını: “Bu yaz, iki alayımızla Yemen’den buraya naklonulduk. Yola koyulmamızdan dört ay sonra buraya ulaştık ki, Arabistan’ın cehennemî sıcağı Köprüköy’deki ayaz yanında nimet-i ilâhi imiş. Burada çadırın perdesi buza kesmiş oğlak kulağı gibi kırılmakta ve kopmakta. SARIKAMIS


Bölük kumandanım, beni sıhhiyeye nakletmiş ise de, tabip ve ilaç yokluğundan çaresiz kalıp tekrar takımıma döndüm. Akşam yaklaşınca Köprüköy’e civar dağlardan tipi boşanır. Kumandanımız, gelecek cuma Başkumandan Enver Paşa Hazretleri’nin teftiş ve hücum için geleceğini müjdeledi. O gelinceye kadar da yün içlik, çorap ve paltoların verileceğini ve Yemen yazlıklarını atacağımızı müjdeledi. Allah, devlete ve millete zeval vermesin. Başkumandan Paşa Hazretleri’nin gelmesi ile Moskof’un kahrolacağından ve kâfirin, karşımızdaki tepelerde geceleri seyrettiğimiz ocaklı ve mutfaklı karargâhlarını ele geçireceğimizden subaylarımız çok emin. Şafak söktüğünde 2059 rakımlı Kızkulağı Tepesi’nden Moskof obüs yağdırır ama şükrolsun, zafer bizim olacak. Gece bastırdığında, tepelerdeki Moskof ocaklarının ateşi gözlerimizdeki ayazı tandır közüne tebdil eyler. Başkumandan Paşa Hazretleri acele gelse ki, ateşe kavuşsak...” 1914 Aralık ayında Sarıkamış Harekâtı sırasında Köprüköy muharebelerine katılan ve bu sırada Ruslara esir düşen Binbaşı Ziya Bey (Yergök) anlatıyor: SARIKAMIS


A y a k l a r ı m ı n ü ş ü d ü ğ ü b i r s ı r a d a h e m ı s ı n m a k h e m o l u p b i t e n i a n l a m a k ü z e r e y a k ı n d a k i b i r o r m a n a g i t t i m . K e ş k e g i t m e z o l s a y d ı m . D o l a ş t ı ğ ı m y e r l e r d e c a n ç e k i ş m e k t e o l a n b i r ç o k y a r a l ı y a r a s t l a d ı m . B u n l a r d a n b a z ı l a r ı s ö n m e k ü z e r e o l a n b i r a t e ş i n b a ş ı n d a y a t ı y o r , b a z ı l a r ı d a ç a m l a r ı n d i b i n d e ‘ a h , o f ’ e d i y o r . B a z ı l a r ı d a 2 - 3 k i ş i b i r a r a d a , k a p u t l a r ı n a s a r ı l ı v a z i y e t t e , s o n d a k i k a l a r ı n ı y a ş ı y o r d u . B e n i g ö r d ü k l e r i n d e ‘ A m a n E f e n d i m s e n b i l i r s i n , b i z i b u r a d a n k a l d ı r . D o n a c a ğ ı z . ’ d i y e s ı z l a n ı y o r l a r d ı . B a z ı l a r ı d a b i r l o k m a c ı k e k m e k i s t i y o r l a r d ı . Y a n l a r ı n a g i t t i m v e y ü z l e r i n i o k ş a d ı m . A s k e r l e r i ‘ ş i m d i g i d e r s e d y e c i l e r i b u l u r v e s i z i b u r a d a n k a l d ı r t ı r ı m . ’ d i y e r e k t e s e l l i e t t i m . Ş i m d i b u a c i z e r l e r d e n f a r k ı m y a r a l ı o l m a m a m d ı r . Y o k s a s e d y e c i n e r e d e n b u l a c a ğ ı m . ” S A R I KAM I S


BİR YAZAR BİR ROMAN: AHMET MİTHAT EFENDİ VE 'FELATUN BEYLE RAKIM EFENDİ' Ahmet Mithat Efendi 1884 yılında İstanbul’da doğdu. Babası, bezzaz (bezci, manifaturacı) Süleyman Ağa isminde orta halli bir adamdı. Beş altı yaşlarındayken babası öldü. Bir ara, Mısır çarşısında bir aktar dükkânında çıraklık etti, sonra Vidin eyaletinde bir kaza müdürü olan ağabeyi Hâfız Ağa’nın yanına gitti, orada ilköğrenimine başladı. Ailesiyle birlikte İstanbul’a dönünce öğrenimini İstanbul’da sürdürdü. Hâfız Ağa, Niş’e yerleştiği zaman Ahmet Mithat Niş Rüştiyesi’nde okudu. Okulu bitirince o sıralarda yeni kurulmuş olan Tuna Vilayeti’nin merkezi Rusçuk’ta mektubî kalemine yüz kuruş maaşla çırak edildi. Bu senelerde bir yandan cami derslerine gidip Doğu bilgisini kuvvetlendirdi, bir yandan da bir Bulgar’dan Fransızca öğrenmeye, aynı zamanda yeni kurulan Tuna gazetesine yazı yazmaya başladı. Bu çalışmaları beğenen Mithat Paşa tarafından korundu. Geçici göreve gönderildiği Sofya’da evlendi. Sonra Tuna 'da "Sandık Eminliği" ve Tuna Gazetesi başyazarlığı görevlerinde çalıştı. Orada vilayet hesabına bir basımevi kurdu ve Zevra Gazetesini yönetti. Bağdat’ta, Avrupa’dan getirdiği kitapları okuyarak Batı kültürünü kuvvetlendiriyor, bir yandan da Farsçayı ve din felsefesini öğrenmeye çalışıyordu.


Abdülaziz tahttan indirilince, o da, affedilen siyasi mahkûmlarla birlikte İstanbul’a döndü. Abdülhamit devrinde sarayın gözüne girdi. Takvim-i Vakaayi ve Matbaa-i âmire müdürlüklerinde bulundu. Gazetecilik tarihimizde önemli bir yeri bulunan Tercüman-ı Hakikat gazetesini kurdu. Buraya birçok makale, hikâye ve romanlar yazdı, bir yandan da onları ayrıca kitap haline getirdi. Yine bu dönemde, Karantine Başkâtipliği, Meclis-i Umûr-i Sıhhiye Reis-i Sâniliği gibi görevlerde bulundu. Stockholm’de toplanan sekizinci müsteşrikler kongresinde Türkiye’yi temsil etti. Meşrutiyet devrinde emekliye ayrıldı. 1908’den sonra yazıları rağbet görmediği için yazarlık hayatından çekildi. Yine bu dönemde, Bağdat’ta Kıssadan Hisse adlı küçük kitaplarını yazdı. Basra mutasarrıfı bulunan ağabeysi Hâfız Paşa’nın ölmesi üzerine, kalabalık ailesini geçindirebilmek için İstanbul’a döndü (1871). İstanbul’da Ceride-i Askeriyye Gazetesine başyazar oldu; evinde kurduğu küçük basımevinde kendi kitaplarını bastı, ayrıca Basiret, vb. gazetelerine yazdı; Devir, Bedir gazetelerini çıkardı. Yine bu dönemde Dağarcık ve Kırkanbar adlı iki dergi kurdu. Dağarcık’ta çıkan bir yazısından dolayı Rodos adasına sürüldü. Rodos’ta ilk romanlarını ve piyeslerini yazdı, bunları İstanbul’a gönderip Mehmet Cevdet adıyla bastırdı. BIR YAZAR BIR ROMAN


Bu dönemde Darülfünun’da (İstanbul Üniversitesi) genel tarih, felsefe tarihi, dinler tarihi; Darülmuallimat’ta (İstanbul Kız Öğretmen Okulu) pedagoji, tarih; Medresetülvâizin’de dinler tarihi okuttu; ayrıca Darüşşafaka’da parasız olarak öğretmenlik yaptı. BIR YAZAR BIR ROMAN


Eserlerinde kendi kişiliğini gizlememiştir. Her eserinin sonunda bir kıssadan hisse çıkarır. Eserlerinin sonunda iyileri mutluluğa kavuşturur, kötüleri cezalandırır. Pek çok eser yazmış olmasına rağmen tekrara düşmemiştir. Batı romanları arasında hoşuna gidenler olmuşşa, onlara benzer birer roman yazmıştır. (Monte Cristo’ya karşı Hasan Mellah, Don Kişot’a karşı Çengi, Jules Verne’ye karşı Ahmet Metin ve Şiraz). Kahramanların bir kısmı hayattan alınmış tiplerdir (Felâtun Bey ile Rakım Efendi). Eserlerinde olmayacak tesadüflere yer vermiştir. Romantizm, realizm ve natüralizm akımlarının etkisinde kalmıştır. Genellikle meddah ağzı ile yazar, bu yüzden de eserlerinde laubali bir eda vardır. Halka seslendiği için sade bir dil kullanmıştır. İlk kitabına Hâce-i Evvel adını veren yazar, hayatının sonuna kadar kendini bir öğretmen olarak görmüş; sanata yeğ tutmuştur. Bu okulda nöbetçi bulunduğu bir gece kalp durmasından öldü (30.12.1912). Her tarzda roman yazmıştır. Eserleri genellikle tek bir kişinin macerası üzerine değil; çeşitli kişilerin birbiri içine giren maceraları üzerine kurulmuştur. Yalnız olayları anlatmakla yetinmeyip kahramanların ruh hallerini de göstermiştir. BIR YAZAR BIR ROMAN


Yazarın en önemli eserlerinden biri Felâtun Bey ile Rakım Efendi isimli romanıdır. Eser, Avrupa uygarlığı çevresine girmeye başlayan Türkiye’de bu yeni uygarlığı hazmedemeyerek türemeye başlayan züppe tipini anlatmaktadır. Felâtun Bey Avrupa uygarlığının yalnız kabuğunu görmüş, Avrupalının yalnız süs ve giyiniş tarafını taklit etmiştir. Yazar, bu tipi daha iyi canlandırabilmek için, Felâtun Bey’in karşısına, Avrupa uygarlığının kültür yanını hazmetmiş olan Rakım Efendi tipini çıkarmıştır. Mustafa Merakî Efendi alafrangalık meraklısıdır. Biri kız, biri erkek iki çocuğu vardır. Bunları çok şık giydirir, fakat öğrenimlerine o kadar önem vermez. Oğlu Felâtun Bey büyüyünce kalemlerden birine memur olur, fakat işe gidecek yerde vaktinin çoğunu eğlence yerlerinde, ahbapları ziyaretle geçirir. Babası ölünce payına, on altı bin liralık bir miras düşer. Polini adlı bir aktrise âşık olur. Onun uğrunda bütün servetini tükettiği gibi, bin beş yüz lira da borca girer. Tanıdıklarının birinin yardımıyla Akdeniz adalarından birinde mutasarrıflık elde ederek İstanbul’dan uzaklaşır. Rakım Efendi ise eski Tophane kavaslarından birinin oğludur. Daha bir yaşında iken babası ölmüştür. Annesiyle Arap dadısı Fedai’nin çalışmaları sayesinde öğrenimini tamamlar; hariciye kalemlerinden birine memur olur. Buraya önce parasız, sonra da ufak bir aylıkla gidip gelir. Fransızca öğrenir, bir matbaacıya kitap çevirir, yabancılara Türkçe dersi verir, böylece epey para kazanır. Canan adlı bir cariyeyi okutup yazdırır, ona piyano dersi aldırır. Sonunda Canan ile evlenir. BIR YAZAR BIR ROMAN


İLETİŞİM 0535 468 8336123 SAPANCA ANADOLU LİSESİ RÜSTEMPAŞA MAHALLESİ, LİSE SOKAK BLOK NO 4/3 SAPANCA / SAKARYA sapancaanadolu.meb.k12.tr YAYIN VE İLETİŞİM KULÜBÜ DANIŞMAN ÖĞRETMENLERİ SEZA BAYRAKTAR NEVZAT YİĞİT ÖĞRENCİLER ŞEVKET BOSTANCI EGEMEN SERDAR ULUSOY NESİBE HÜSNA DURSUN BERREH PEHLİVAN ZÜBEYR DOĞUKAN AYAN SEDANUR ÇÜRT


Get in touch

Social

© Copyright 2013 - 2024 MYDOKUMENT.COM - All rights reserved.